GIDA KRİZİ, KITLIK VE AÇLIK TEHLİKESİ KOL GEZİYOR
Havalar nihayet ısındı değil mi? 30 dereceyi görebildik sonunda. Gecikerek geldi bu sene sıcaklar, iklim alışılan normalin dışında bir yol izliyor artık. Fazla da değil, sadece altı ay öncesine dönüp şöyle bir hatırlarsak, kışın başı alışılmadık kadar “ılık” geçiyordu.Sonrasında tam da biz insanlar ve doğa baharı karşılamaya hazırlanırken, bu sefer alışılmadık soğuklar yaşadık. Daima Nisan’da yağan bahar yağmurları ise usulca ama toprağı doyuracak kadar yağmadı. Gelip geçen, ancak yeri ıslatan yağışlar oldu. Artık ısındı havalar ama haftaya yine birçok bölgede kuvvetli sağanak yağışlar bekleniyor. Yağışla birlikte sıcaklıkların mevsim normallerialtına düşeceği hususunda meteoroloji yetkilileri daha şimdiden uyarı yapmaya başladılar. İklime dair değişiklikler bunlarla da kalmıyor. Körfez bölgesinin geleneksel tarım ürünü olan zeytin, bu sene çiçeklenmesini geciktirdi mesela, o da geriden geliyor.
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GERÇEĞİ
Bütün bu yaşadıklarımız, bize “küresel iklim değişikliği” gerçeğini işaret ediyor. Günümüzde hava, su ve toprakta bir kısmını anında hissettiğimiz, bir kısmını da ancak sonuçları ortaya çıktıktan epeyce sonra algılayabildiğimiz önemli değişiklikler oluyor. İnsan türü, kendi eliyle yarattığı bu olumsuz gidişi “engellemesi gerektiğini” de biliyor ama önceliği buna vermeyi bir türlü beceremiyor. Zira çeşitli engeller çıkıyor önüne. Mesela yüzyıllarca hor kullanıp, yoğun bir şekilde sömürdüğü gezegende, ortak yaşam alanımızdaki başka türleri baskılaması sonucunda bir pandemi çıktı ortaya ve her şeyi sekteye uğrattı. Bir küçücük virüs, bütün Dünya’da hayatı durdurup insan türünü evlerine kapanmak zorunda bıraktı. Fabrikalar ve tarlalar boşaldı, ulaşım ve tedarik zinciri durma noktasına geldi. İki sene süreyle gezegenin alışıldık yaşam formlarını alt üst etti bu pandemi. Tam da bu sürecin sonuna yaklaşıp, “oh” diyebilmeye hazırlanırken, bu kez de başka bir engel dikildi karşımıza. Bir süredir ertelenen “gezegene hakimiyet” kavgası yeniden hortladı. Dünya’yı kendi çıkarlarına uygun şekilde yönetmeye heveslenen ülkeler, Karadeniz’in kuzeyinde yeni bir vekalet savaşı çıkarttılar. Fakat bu seferki savaş, önce enerji ve sonra da gıda alanında tam anlamıyla bir krize sebep oldu. Göz alabildiğine uzanan Ukrayna’nın tarım alanları, savaş alanına dönüşünce; arpa, buğday, mısır ve ayçiçeği temini sorun haline geldi. Hatta bu ürünleri taşıyacak gemiler limanlarından bile çıkamadı. Günümüzde “global” Dünya artık çok küçüldü ama çok kırılgan bir denge üzerinde durduğu da ortaya çıktı. Bir tarafında yel esince, öbür tarafında fırtınalar kopuyor.
YAŞADIKLARIMIZ BİLİMKURGU FİLM DEĞİL!
İnsan türü, doğrudan kendi eseri olan iklim değişikliği, pandemi ve savaşlarla ilgili reel bir gerçekliği yaşıyor bugün. Üstelik peş peşe yaşıyor. Bu felaket zincirine, şimdi bütün ülkeleri kapsayan bir ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyon hali de ilave olunca, hakim anlayış gereği bütün ülkeler “gemisini kurtaran kaptan” olmaya soyundular. Ülkeler artık gıda ihracatı bile yapmamak, ürünlerini ya kendi halkları için saklamak ya da fiyatı daha da arttıktan sonra piyasaya sürmek için kararlar almaya, stok yapmaya yöneldiler. Mesela daha dün, hububat ihtiyacının eksik kalan kısmını Ukrayna’dan sağlamasının mümkün olmayacağı belli olan Türkiye’nin, artık bunun için Hindistan’a yöneldiği konuşuluyordu; bugün ise Hindistan’ın gıda ihracatını durdurma kararı aldığı açıklandı.Dünya’nın ikinci büyük buğday üreticisi Hindistan’da bu sene yaşanan aşırı sıcaklar, tarım sektörünü doğrudan etkiledi ve mahsul verimini tehlikeye attı. Kararın nedeni buna dayanıyor. Aslında bütün bu yaşadıklarımızı, bundan 10 yıl önce bir “bilimkurgu” kitabında okusaydık, hepimiz muhtemelen “yazar amma da atmış be!” derdik. Fakat okumuyor, ne yazık ki resmen yaşıyoruz bütün bunları. Üstelik insan türünü birleştiren ortak bir rasyonel akıl da olmadığı için, yarın neler yaşayacağımız da belli değil. Bu anlamda, bir yanıyla insan türü gelecekten ümidini kesmiyor ama diğer yanıyla da yakın gelecekte bugünleri bile aratacak durumlar yaşama olasılığının ne kadar yüksek olduğunu görüyor. Sadece “iklimi korumak, hayatı korumaktır” demekle yetinmiyor bu nedenle, artık “bir başka hayat” da istiyor insanlar. İklimi değil sistemi değiştirmek gerektiği, daha sık vurgulanıyor. Gelir piramidinin bunca sivrildiği, üretim ve paylaşımda adaletin neredeyse hiç olmadığı bir gezegende, artık bir gelecek bile olamayacağının, her geçen gün daha fazla insan farkına varıyor.
İNSANLIK AÇLIKTAN ÖLME NOKTASINA GELİYOR
Bu tespitlerimi çok karamsar bulan ve katılmayanlar da olacaktır mutlaka. Fakat hatırlayın lütfen, daha bu ayın başında Dünya Bankası’nın başkanı bile gıda krizi konusunda uyarılar yapıp, yaşanan süreç nedeniyle Dünya’daki gıda fiyatlarında % 37’lik dev bir sıçrama olabileceğini hesapladıklarını belirtmişti. Hükümetlerin en yoksul insanlar için hedeflenen gıda yardımının yanı sıra, dünya genelinde gübre ve gıda arzını artırmaya odaklanması gerektiğini söyleyip, gelişmekte olan ülkelerin borç krizi konusunda endişelenmek gerektiğini, bu ülkelerin pandemi döneminde biriken borçlarını ödeyememelerinin “kriz içinde krize” yol açabileceği uyarısında bulunmuştu. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların derdi çok farklı elbette. Fakat onların bile karamsar olmaları, dikkate değer bir durum. Aynı günlerde Birleşmiş Milletler’inGıda ve Tarım Örgütü de “2022 Küresel Gıda Krizi” başlıklı raporunu açıkladı. Çatışmalar, aşırı hava koşulları ve Covid-19 salgınının ekonomik etkileri sebebiyle 2021’de 53 ülkede yaklaşık 193 milyon insanın kriz ya da daha kötü seviyelerde akut gıda güvensizliği yaşadığını vurguluyordu bu rapor. Covid-19’un tüm Dünya’da 15 milyon insanı canından ettiğini de düşünürsek, bu kez 2022’ye girerken 193 milyon insanın açlıktan ölme noktasında bulunmalarının ne kadar trajik bir durum olduğu anlaşılacaktır. Etiyopya, Güney Madagaskar, Güney Sudan ve Yemen bunların başında geliyor ve üstelik bu rapor açıklandığında Ukrayna’da savaş da yoktu ortada. Özetle kişisel tespitlerim değil bunlar, uluslar arası kuruluşlar da aynı şeyleri söylüyorlar. Durum bu kadar ciddi.
İZLEYİP GÜLÜYORUZ AĞLANACAK HALİMİZE
Ülkemizdeki durum ise, Dünya’dakinden hiç de farklı değil. Hatta ne yazık ki bazı alanlarda daha bile kötü. Çok ciddi bir ekonomik ve finansal kriz, istikrarsız bir piyasa, yıpratıcı bir işsizlik, anormal bir pahalılık ve belki daha da önemlisi gelecek kaygısı yaşanıyor ülkemizde. 25-30 TL fiyatı olan domates, 13-15 TL seviyesine inince seviniyor vatandaşlarımız ama geçen sene bu vakit fiyatların 3-4 TL olduğunu hatırlayınca ümitsizliğe kapılıyorlar. Kıymayı 140 TL, tavuğu 90 TL kilo fiyatıyla görünce içleri burkuluyor. Evdeki çocukların ne yiyip, nasıl doyacağını düşünüyorlar. Dün çarşıda, asıl işi farklı olan bir esnafın, dükkanının önündeki tezgaha yığdığı erikleri “20 TL, kredi kartı geçerli” diye bağırarak satmaya çalıştığını gördüm mesela. Kendi işinden kazanamayınca, tam da olgunlaşmamış erikleri satmakta arıyordu geçimini. Artık ülkemizde vatandaşlar, pahalı ve ucuz kavramlarını, zorunlu ihtiyaç ile keyfi harcama arasındaki farkı bile karıştırmış durumdalar. Zira bugün alınan her şeyin fiyatı, yarın mutlaka artıyor. Genel manzara böyle. Yönetenler ise gerçeklik duygusunu kaybetmiş durumdalar. Ülkenin maliye ve hazinesinin teslim edildiği bakan, artık komedi programlarına malzeme oluyor. Açıklamasına bakılırsa, kendisi de dahil hep beraber izleyip gülmüşüz ağlanacak halimize.
TARIM KESİMİNDE YOKSULLUK GİDEREK ARTIYOR
Seçilmiş veya atanmışların hataları, pek çok alanda olduğu gibi ülkemizin tarımını da adım adım çöküşe sürüklemiş bulunuyor. Türkiye kendi kendine yeten bir tarım ülkesiyken, karnını doyurmak için ithalat yapan bir ülke konumuna geldi. Zira artık tarlasında üretim bile yapmak istemiyor çiftçiler. Çünkü kazanamıyor. Mazot, gübre, tarım ilacı, sulama elektriği gibi girdiler nedeniyle üretim maliyetleri sürekli yükseliyor ama ürün satış fiyatları aynı derecede artmıyor. Kazancı ise sadece aracılar kapıyor ve çok uzun süredir böyle durum. Tarım kesiminde yoksulluk giderek artıyor, çiftçiler de kentin yolunu tutuyor. 2013’te 1 milyonun üzerinde olan sigortalı çiftçi sayısının, Ocak 2022 itibariyle 493 bine gerilediği belirtiliyor. Sigortalı olmayan, aile işletmelerinde çalışan çiftçilerin sayısı da giderek azalıyor. Aslında bir gizli işsiz deposu olan bu aile işletmeleri bile kan kaybediyor. Çiftçiden yana bir üretim politikasının olmaması, tarımsal desteklerin yetersiz kalması ve ithal girdiler yüzünden, çiftçi yüksek maliyetlere ürettiği ürününü zararına satmak zorunda kaldıkça, tarımdan kopuşlar hızlanıyor. Buna önlem almak için, buğday, arpa, mısır, çavdar, nohut, mercimek, ayçiçeği tohumu ve ham yağda gümrük vergileri iktidar tarafından yıl sonuna kadar sıfırlandı.
TOPRAKLAR MADENCİLERE DEĞİL TARIMSAL ÜRETİME AYRILMALI
Özel sektör de ithalata devam ediyor ama dövizdeki artışlar hem ithalatı daha pahalı hale getirdi, hem de fiyatlar arttı. Yani “üretmezlerse üretmesinler, biz de ithal ederiz” diye temelsiz tehditlerin sallandığı günler artık geride kaldı. İthalat şimdi çok pahalı, üstelik yukarıda açıklandığı üzere artık “mal” da yok ortada. Kısacası, Türkiye tekrar üretmek zorunda, özellikle de bu büyük nüfusunu doyurmak için yoğun şekilde gıda üretimi yapmak zorunda. Üretim fazlası yaratıp, dışarıya gıda malzemesi ihraç ederek döviz elde etmek zorunda. Çünkü dövizle satın alması gereken pek çok girdi daha var. Akaryakıt, enerji, hammadde, tıbbi malzeme başta olmak üzere yüzlerce kalem ihtiyacını dışarıdan temin etmek durumunda Türkiye halen. Bunların yerli ikame imkanı ya yok, ya da ihmal edilmiş bulunuyor. Dünya’daki mevcut koşullarda, tarımsal üretim işte bu şansı verebilir bize. İşte bu nedenle, topraklarımızı maden tekellerine sunup da kirletmelerini izlemek yerine, tarımsal üretime ayırmamız çok daha doğru olacaktır.
ÜRETİM NASIL ARTAR?
Peki nasıl arttıracağız üretimi? Hatırlarsanız mazot (motorin) litre fiyatı 2000 yılında 0,58 TL, benzin ise 0,59 TL idi. 2005’de sırasıyla 2,55 TL ve 2,57 TL olan fiyatlar, 2010’da 2,36 TL ve 3,87 TL oldu. Fark mazot lehine açıldı. 2015’de 3,85 TL ve 4,45 TL olan fiyatlar, 15.05.2022 itibariyle ise 22,19 TL ve 21,32 TL oldu. Yani mazot litre fiyatı, benzini solladı. Halbuki çiftçiye gereken bu mazotun ucuz olması. Önce bunu düzeltmek gerekiyor. Gelelim gübreye. Kimyevi gübrede Türkiye ihtiyacının yarısını kendisi üretip, yarısını da ithal ediyor. Fakat kendi ürettiği gübrenin hammaddesini de tamamen ithal etmek zorunda. Fosfat kayası, potas tuzu, amonyak, nitrik asit, sülfürik asit ve fosforik asit gibi gübrehammaddeleri ve ara girdileri ülkemizde yok. % 90’nın üzerinde dışa bağımlıyız bu alanda. Üretimde kullanılan doğalgaz da dışarıdan geliyor. İthalat ise dövizle oluyor malum ve gübre fiyatlarının füze hızıyla artışının sebebi de bu duruma dayanıyor. Nitekim 2005’de 553 TL/ton olan DAP gübre 2021 sonunda 14.600 TL/ton; 463 TL/ton olan ÜRE ise 2021 sonunda 12.178 TL/ton seviyesine çıkmış bulunuyor. Buna da çözüm gerekiyor. Bu artışlara karşın, Çiftçi Kayıt Sistemi’ne dahil olan çiftçilere bu yıl için ödenecek tarımsal destekler ise, örneğin buğday, arpa, çavdar, yulafta dekar başına 22TL’sımazot, 20 TL’sıgübre olmak üzere toplam 42 TL; zeytinde 17 TL’sımazot ve 8 TL’sı gübre olmak üzere 25 TL olarak açıklandı. Bu tutarlar hiç de yeterli değil.
ÜRETİCİYE DAHA FAZLA DESTEK
Ayrıca çiftçiler bunun ne ölçüde hayata geçirileceğini de bilemiyorlar. Gerçi, Hazine ve Maliye Bakanı “2022 desteği 29 milyar TL’ye çıktı” diyor ama bunu söylerken gözlerinin ışıdığı kanaatinde değil çiftçiler. Çünkü, Ziraat Bankası’nın faiz destekli, sübvansiyonlu kredileri artarsa; tıpkı bazı müteahhitlerin vergilerinde yapılan “affetme” işlemleri gibi kendi kredi faizlerinin tamamı da bu bakanlık tarafından karşılanırsa, ancak gerçek bir ışıldama görecekler. Ne dersiniz, Dünya’daki ve Türkiye’deki duruma bakınca, çiftçiler pek de haksız sayılmazlar değil mi? Hatta çok daha fazlası gerekiyor. Zira devlet desteği artıyor ama halen çiftçilerin maliyetlerinin çok altında kalıyor bu. Üstelik onlarca yılın olumsuz birikimi var çiftçilerin üzerinde. Resmen yoksullaştı bu vatandaşlarımız. O nedenle “pozitif” desteği de fazlasıyla hak ediyorlar. Halen yönetmekte olanlar ile yarın bu ülkeyi yönetmeye talip olanlar da, bu gerçekleri dikkate almak zorundalar.