DİSTOPİK ŞEYLERE DAİR

 

GELECEĞİN  karanlığına, nükleer kıyametten geriye kalan insan kalıntılarının kaotik yaşam biçimlerine dair dizi ve filmleri çok çok izliyorum.

Her yeni filmde, her yeni dizide biraz daha derinleşiyor içimdeki korku.

Distopya dedikleri şey bu.

Sisli, karanlık, ürkünç, zorlu, güçlünün ezdiği, güçsüzün ezildiği, ölümcül, savaşçıl, kaotik bir ortam.

Peki, film endüstrisi neden sürekli kıyamet senaryosu ve sonrasındaki yeni dünyayı işliyor?

Bilimkurgularda neden hep yeni ve yaşanabilir bir gezegen arayışı ele alınıyor?

..ve kıyamete gark olmuş eski dünyanın zenginleri, yeni keşfedilen yıldızlara, gezegenlere taşınırken yüksek miktarda ödemelerle.. Yoksullar yerle yeksan olmuş, yaşamaya değecek hiçbir şeyin kalmadığı ortamlarda ölümü bekliyor… Neden?

 

***

HENÜZ  yaşanabilir özelliklerini koruyabilen dünyanın bugünkü yoksulları da aslında kıyamet senaryolarındaki durumdan çok farklı değil.

Nükleer savaşlardan geriye kalan sıfır teknolojik ortamda, orta çağ karanlığından daha beter korkuların hüküm sürdüğü filmlerin, dizilerin ezilenleri.. Onların karşısında, kendi güç imparatorluğunu oluşturan yağmacı, vandal, işgalci, acımasız ve zengin zorbalığı.

Devletler açısından bakarsak.. Bugün nükleer silahlanmada gelinen sürecin korkunçluğu ortada. Artık gelişmiş ve gelişmekte olan her devletin nükleer silahlanma için önemli kaynaklar ayırdığı gerçeğinden hareketle.

..ve irili ufaklı bahanelerle sürüp giden kirli savaşların yeryüzünün büyük bölümüne sirayet etme olasılığını da hesaba katarak…

Hani, bugünkü nükleer silah varlığının, yüzlerce Hiroşima’ya eşdeğer olduğu bilgisini de paylaşmakta yarar var. On beş bin civarında nükleer silahın var olduğu belirtiliyor.. Aynı anda hepsinin patlaması, dünyayı parça pinçik ediyor!

O halde, “kendinize çeki düzen verin, yoksa filmlerdeki bu karanlık manzaradır sonumuz” uyarısıdır, film endüstrisinin gözümüze soktuğu..

Ya da benzer komplo teorilerinden yola çıkarak, “insanlığı bu karanlığa hazırlıyorlar” diyebiliriz.

 

***

SONRA  bir de malum, uzaya yollanan sinyaller var.. O sinyalleri uzayın milyonlarca kilometre ötesinden alıp mavi kürenin boşluktaki adresini tespit eden, yüksek teknolojiye sahip araçları ve donanımlarıyla bizim buraları yurt tutmaya çalışabilecek uzaylılar falan!

Pandemi hapsinde sosyal medyaya sarılıp her anımızı paylaştığımız sanal ortamda, “ne çok yıkım yaşadık, en son uzaylıların işgalini de göreceğiz” makarası yaptık hepimiz.

Belli mi olur, bugünün yaşayanları onu da görür!

 

***

HA  kıyamet sonrası karanlık dünyanın lordları köleleştirmiş insanlığı, ha uzayın derinliklerinden gelen birbirinden şekil yaratık!

Kolomb’un çağında, Yeni Dünya dedikleri kıtanın yerlileri için, bir anlamda ‘uzaylı yaratıklar’ değil miydi, süslü ve vandal Avrupalılar?

Afrika kabileleri için ‘beyaz adam’ da öyleydi.

Onların ateşli silahları karşısında, yerlilerin ağaçtan, çalıdan, taştan imal savunma araçları işe yaramadı. Yaşam alanları ele geçirildi.. Binlerce yıllık uygarlıklardan geriye kalan halklar köleleştirildi.. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yağmalandı.

Onların ‘kıyamet karanlığı’ydı Kolomb çağı. Batı içinse, müthiş bir keşif ve varsıllık!

 

***

O  anlı şanlı gökdelenleri, büsbüyük tapınakları, insanüstü gayretler ve büyük bedellerle kurulan kentleri yakılmış, yıkılmış, viran halde görürsünüz distopik filmlerde.

Eski dünyadan arta kalan evler, araçlar, şehir mobilyaları yosun tutmuştur. Otların dikenlerin sardığı caddelerde radyasyon depremlerinden türeyen şekilsiz yaratıklar falan dolaşır. Distopik devrin insanı, eski dünyanın ahlak ve erdeminden farklı, yeni bir ahlak tarzı ve inanç keşfetmiştir artık.

Çok tanrılı mitolojik inançlardan sonra, semavi dinlerin devri de kapanmış, gücü elinde tutan zorba lordlar tanrılaşmıştır.

Eh, her filmin bir kahramanı olur.. Sinema endüstrisi yeni senaryolar için yeni kahramanlar arayadursun.. Biz bugüne dönüp yarın başımıza gelebileceklerden söz edelim.

 

***

ASLINDA  kıyamet karanlığına giden yolun taşlarını sadece nükleer silahlar, sıcak savaşlar döşemiyor sadece. Yeryüzünün insan eliyle katlinin pek çok çeşidi var.

İklim değişikliği deyip duruyoruz. Milyar yaşındaki mavi kürenin maviliğini kirletmek için seferber olmuşuz adeta. Akarsularını, denizlerini, yeraltı kaynaklarını kirleterek yağmalıyoruz. Sulak alanları ve oralarda kendilerine yaşamsal ortam oluşturmuş canlıları yok ediyoruz. Endüstri devrimiyle başlayan kirletme alışkanlığından vazgeçmiyoruz. Ne tedbir alınırsa alınsın, ne yaptırım uygulanırsa uygulansın, genlerimizdeki o yağmacılık, o her şey mübahçılık ve sahip olma hırsı, yaptırımları kadük hale getiriyor.

Küresel ısınma dedikleri, kıyamet karanlığının diğer adı değil mi?

‘Su fakiri ülkeler’ konuşuluyor. Kavrulan, çürüyen, verimsizleşen toprağın sarı çatlaklarını doldurup yeniden yeşertecek suya hasret kalacağız yarın.

Distopik filmlerdeki bir yudum su için yapılan katliamları, devletler arası savaşları, susuzluk ve yiyecek kıtlığında yok olan insanlığı “film icabı” sanmayın.

Bir de, o distopik dünyanın yeniden yeşermediği, her geçen gün daha da karanlığa saplandığı filmler ve diziler bunlar.

‘Yarın olacakları bugünden haber veriyor insanlığa’ diyelim.

Siz  elinizdeki eski dünyaya sahip çıkın.

 

10 BALIKESİR / www.10.balikesir.com

Exit mobile version