6 Şubat günü deprem uyandırdı Türkiye’yi! Uyananları acıya boğarak. Dram, hüzün, çaresizlik, yalnızlık ve kaybolmuşluk içerisinde deprem riski yüksek bir ülke olduğumuzu yüzümüze vurarak.
İlk depremin şokunu üzerimizden atamadan ikinci depremi acıyla elimizden bir şey gelmeden canlı canlı izledik. Yıkıldık. Kahrolduk. Enkaz olduk.
Küçük küçük sarsıntılarla bize “akıllı olun ben buradayım ve siz bir deprem ülkesisiniz onun için aklınızı başınıza devşirip tedbirlerinizi alın” demesine rağmen eksiklerimizi, yetersizliğimizi tüm çıplaklığıyla iliklerimize kadar hissettirdi. Geçmişte yaşananlardan ders almadığımızı doğa bize bunu hatırlatsa da deprem değil insanı yine insan öldürür mantığına kulak tıkamamızın nelere mal olduğunu gözümüze sokarak geldi deprem.
Yüksek can kayıpları yaşadığımız Gölcük, Düzce ve Van depremlerindeki gibi lokal olmayan büyük yüzölçümlü 10 il, milyonlarca insan hayatını etkileyen büyük bir felaketle karşılaştık. Kahramanmaraş merkezli depremde ilk günler işin vahametini anlayamadık.
Uzun süre beklenen kar yağışının yani beyaz örtünün deprem bölgesine kefen olacağını düşünememiştik. Bölgeden gelen çığlıklara rağmen organize ve koordine olmayı geçte olsa anladığımızda iş işten geçmişti. Kaybımız büyüdü.
Arama ve kurtarma faaliyetlerine odaklanıldığında tüm Türkiye ekran başına kilitlendi. “Sessizlik” diye bağıran arama kurtarma ekibinin çağrısı karşısında herkes susar, nefesler tutulur enkazın altında kalan kişiden gelecek en küçük sese kulak verilirken bizler de aynı deprem bölgesindeymişiz gibi televizyonlarımızın karşısında nefeslerimizi tuttuk. Gözyaşları içerisinde sanki enkazdan yakınımızdan gibi gelecek sese kulak kesildik.
Umutla bekleyişin bittiği, sesini duyuramayan, yetişilemeyen canlana ulaşmak, cenazelerini çıkarmak için enkaz kaldırma çalışmalarına başlanıldığında hatalarımızı örtmek, vicdanlarımızı rahatlatmak üzere yaptığımız yardım kampanyasının ardından normal hayatımıza döndük.
Mevzuata kayda değer düzenlemeler yapılmış, katı kurallar getirilmiş, kağıt üzerinde her şey usulüne, deprem yönetmeliğine uygun yapılmış ve inşa edilmiştir denilirken imar barışında neredeyse bastonla ayakta duran evler, kümesten hallice yerler taş gibi sağlamdır diye belgelenirken, canla başla çalışan, işin ucundan tutanlar, eksiği gediği kapatanlar karalanırken ne yazık ki tarihimizdeki depremlerden gerekli dersler unutulma hastalığına yenik düşerken, önceki depremlerde, afetlerde olduğu gibi bu depremde de dile getirilen uyarı ve öneriler değişmedi, aynı kaldı. Unutuldu, unutturuldu.
Unutulmamalıdır ki deprem bir doğa olayıdır ve engellemek elbette mümkün değildir. Ancak böyle ülkemizi yönetenlerin dediği gibi “Kader Planı” değildir.
Bugüne kadar olduğu gibi devam edip bu acıları yaşamak yani ölmek mi, yoksa akıl, bilim ve yeni bir toplumsal kültürle bilinçlenip yaşamak mı? Bu kararı verecek olanlar siyasiler değil, onu sorgulayan bizler olmalıyız.