Ş. TARIK SÜRMELİOĞLU
AK PARTİLİLERİN bile aşağı yukarı tahmin ettiği bir sonuç çıktı İstanbul’da.
Yani ortam o kadar gerilmişti ki.. Bu gerilimin faturası AK Parti’ye kesilecekti.
Siz bakmayın “biz kazanacağız” söylemlerine, İstanbul’un ilçesinde, mahallesinde seçim çalışması yapıyormuş gibi görüntü verenlere; Binali Yıldırım’la aynı karede yer alıp sosyal medyada “çok çalıştık, kazanacağız” muhabbeti yapanlara.
31 Mart’tan sonra daha da gerilen siyasi ortam, ötekileştirici dil, etnik ve dinsel kutuplaştırma, AK Parti ya da Cumhur İttifakı seçmenini de “ne oluyoruz, nereye gidiyoruz” sorusuna yanıt aramaya sevk etti.
31 Mart’ta ‘beka meselesi’ olarak karşımıza çıkan siyasi kampanyanın işe yaramayacağı anlaşıldı; sonuçta yerel seçimdi, yerelleştirmek lazımdı. AK Parti 23 Haziran sürecinde her zamanki seçim üslubu ve yerelleşme arasında gel gitler yaşadı.
Öyle de olmuyor, böyle de olmuyordu.
Çünkü bir kere, “İstanbul’u kazanmak, Türkiye’yi kazanmaktır” denilmiş, beka meselesiyle beraber İstanbul seçimi, Türkiye’nin kader seçimine evrilmişti.
Beri yanda, 31 Mart’ta yaratılan mağduriyet AK Parti’ye eksi yazıyordu.
On bin küsur oy farkıyla Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu seçimi kazanmış, mazbatası verilmiş, ama sonra YSK’nın kararıyla mazbata geri alınmış, İmamoğlu’nun Büyükşehir Başkanlığı bitirilmişti.
AK Parti, Millet İttifakı’nın bu mağduriyetten beslenebileceğini bildiği için 23 Haziran sürecinde yine sivri bir kullandı; adamın ne Yunanlığı kaldı, ne Pontusluğu.
Olmadık hakaretler, inanılmayacak suçlamalar, ithamlar, yakıştırmalar, sosyal medyadan sokuşturmalar, ne ararsan artık.
Koca koca adamlar yani; bakan dersin, milletvekili dersin; okumuş, iş güç sahibi olmuş, toplumda bir yere erişmiş insanlar.. Sosyal medya mecraında en aşağılayıcı, en nobran, en hoyrat, en saldırgan ifadelerle karşımıza çıktılar.
Onlar bu dili kullanırken.. İmamoğlu sevgi dilini kullanmayı tercih etti.
Bir taraf kutuplaştırırken, karşı taraf birleştirmeyi tercih etti.
Sonuçta birleştirici dil kazandı.
On bin küsur farktan, sekiz yüz bin küsur farka çıktı oylar.
Sandıklar kapandıktan bir saat sonra sonuca erişen Binali Yıldırım, hiç sağa sola bakmadan, son dakika taktiklerine, itiraza, kavgaya gürültüye meydan vermeden..
Çıktı, “adam kazandı” dedi.
Yani tam öyle demedi ama, “kazandığı anlaşılıyor, başarılar dilerim” de aynı anlama geliyordu.
***
BİNALİ YILDIRIM TÜKENMİŞ ENERJİYİ TEMSİL EDİYOR GİBİYDİ
AK PARTİ’nin kalesi, kaynağı, her şeyi İstanbul şimdi elden gitti.
Büyükşehir kaybedildi.
İktidar, kaybedeceğini az çok tahmin ediyordu. Bu durum, Binali Yıldırım’ın yüzüne de yansıyordu çoğu kere.
Yıldırım, her zamanki sakin ve ağır halinin ötesinde, ‘tükenmiş enerji’yi temsil ediyordu adeta.
Diğer tarafsa oldukça enerjikti.
Özellikle CHP’den beklenmeyen bir enerji performansıydı sergilenen.
Aday enerjik olunca, kadrolar da ister istemez ona uyum sağlıyor.
***
GÖNÜLLÜ KADROLARA KARŞILIK, ZORLAMA KADROLAR VARDI…
CHP, 31 Mart’ta sandıklara sahip çıkmıştı. Bu kez daha çok sahip çıktı. Seksen bir vilayetten İstanbul’a destek çalışmalarına giden gönüllü ordusu bir inanç ortaya koyarken.. AK Parti tarafının zorlama görevlileri, siyaseti sosyal medyadan sürdürme alışkanlığıyla yine aynı mecrada görüntü yapıyorlardı.
Az çok duyuyorduk, “bizim ne işimiz var İstanbul seçiminde, kendi işimize gücümüze bakamıyoruz” diye söylendiklerini.
Öyle ya, belediye başkanları, milletvekilleri, parti örgütleri, isim isim, nokta nokta görevlendiriliyordu. Görev günü ve saati geldiğinde iş güç bırakılacak, İstanbul’a çalışmaya gidilecekti.
Otel salonlarından, restoranlardan, lokantalardan, süslü mekanlardan pozlar eşliğinde, çalıştıklarına tanık olduk yani!
***
İKTİDAR MEDYASI ARTIK YENİ BİR DİL GELİŞTİRMEK ZORUNDA
BİR DE, artık “bu kadar da olmaz” dedirten bir yandaş medya boyutu var işin.
Hani bazen denk geliyor izliyoruz o programları.. Adamlar, iktidara şirin görünüp daha iyi bir mevki, daha iyi bir kazanç, daha güzel bir yaşam alanı yaratmak için kendine, karşı tarafa olmadık ithamlardan, suçlamalardan, iftiralardan geri durmuyordu yani.
Onların bu sistemli ve ortak saldırıları, iktidarın elindeki kanalları izleyen AK Parti seçmenlerini bile delirtiyordu sanırım.
Eskiden de iktidarları destekleyen basın yayın kuruluşları vardı, gazeteler gazeteciler vardı.. Ama bir seviye, bir nezaket, bir ahlak anlayışı da vardı onların.
İktidar medyası, İstanbul seçmeninin AK Parti’ye verdiği mesajdan ders çıkarıp kendisi için kabul edilebilir bir medya dili geliştirmesi gerekiyor artık.
***
EKONOMİK GİDİŞAT DA SEÇMEN TERCİHİNDE ÖNEMLİ ETKEN
MEVZUNUN bir de ekonomi boyutu var tabi.
Ekonomi alanında işler rayında gitmiyor. Sıkıntı büyük. Herkes borç çarkını çevirmenin derdinde. Kart borcunu kartla ödeyen milyonlarca insan var. Üretim alanında işler kağıt üstündeki gibi değil.. İstihdam seferberlikleri falan bir işe yaramıyor.. İhracatta Türkiye’nin önü kesiliyor sürekli. İşte en son Irak bile yumurta alımını kesiyor, üretici elde kalan yumurtayı zararına piyasaya sürüp elden çıkarmak zorunda kalıyor. Böyle giderse tavukları da kesip “bizden buraya kadar” diyecekler.
Tarım ve hayvancılıkla ilgili ne kadar destekleme, faizsiz kredi uygulamaları, yatırım destekleri falan olsa da.. Türkiye’de tarım ve hayvancılık terk ediliyor. Üretici ürettikçe borca saplanıyor. Topraklar ipotekli, üretim aletleri ipotekli.
Artık özelleştirilecek, satılacak pek bir şey de kalmadı. Cumhuriyetin kazanımları yerli veya yabancı sermayeye satıldı. Türkiye için stratejik olup olmadığına bakılmadan pek çok kurum yabancı şirketlere verildi.
AK Parti, kendinden önceki sağ iktidarlarda olduğu gibi kendi zenginlerini yarattı.
Bozulan ekonomik istikrarda iflaslar, konkordatolar birbirini kovalıyor. Yatırımlar yurt dışına kaçıyor.
İşsizlikle mücadelede gelinen nokta iç açıcı değil.
Ekonomi işlerinden çok anlamasak da, ülke ekonomisinin gidişatını kendi işimizden gücümüzden biliyoruz az çok. Tamamı dışarıdan gelen kağıda, kalıba, boyaya, kimyasal maddelere falan ödediğimiz rakamları biliyoruz. Dün neydi o rakamlar, bugün ne durumda biliyoruz. Dövizdeki dengesizliğin bir iki yıl içinde bizi nereden nereye sürüklediğini biliyoruz.
Sokaktaki adam, yediği ekmekten bir dilimin daha azaldığının ayırdında.
***
PARTİ DEVLETİNE DOĞRU BİR EVRİLME YAŞIYORUZ
HEPSİNDEN önemlisi, yeni sistemin yarattığı korku düzeni. Demokratikleşme yolunda mesafe katetmesi gereken Türkiye, parti devletine doğru evriliyor. Ayakta kalma, mevkisini koruma kaygısı içinde olanların ister istemez yeni sistemin yazılı olmayan kurallarına uyma zorunluluğu var.
Bürokraside, en üst düzeydekinden dümdüz memura kadar herkes ‘iktidar’ modunda hareket ediyor. Seçilmişlerin siyasi ömürlerinin uzunluğu kısalığı bir kişinin kararına bağlı.
Bugün gelinen noktada sıkıştırılmış, etrafı sarılmış, ekonomik anlamda kuşatılmış, müttefikleriyle kavga eden, baskı altına alınan bir ülke var.
Yerel seçimi genel seçim havasına sokunca, ister istemez bu argümanlar devreye giriyor.
İstanbul’u yönetecek belediye başkanı seçiliyor güya.
***
HEP kazanmaya alışan AK Parti, Pazar günü İstanbul’u kaybetti. İktidar için çok önemli bir kayıp.
Bundan sonraki siyasi gelişmelerin seyri, İstanbul seçimine endeksli.
Başlangıç ruhuna dönemeyen AK Parti, kendi içinde yeni siyasi oluşumlara gebe.