O herkesin Naim Hocası… Peki şimdi ne yapıyor?

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

56 yıldır eğitime hizmet veriyor

Naim Durmaz, Balıkesir aşığı bir eğitim sevdalısı, yarım asırdan fazla eğitim öğretime hizmet verdi, hala Milli Eğitim Vakfı’ndaki çalışmalarıyla milli eğitime ışık tutuyor. Işık tutuyor ama eğitim konusunda hükümetlerin yaptığı hatalardan da endişe duyuyor. “Köy enstitüleri kapatılmasaydı Türkiye farklı yerdeydi” diyen Naim Durmaz, sanat okullarına gereken önemin verilmeyişinin Türkiye’nin geri kalmışlığında büyük etken olduğunu belirtiyor.

 

 

RÖPORTAJ / HİLMİ DUYAR

 

Almanya’yı Almanya yapanların Türkiye’den giden iş gücü olduğunu belirten Durmaz, köylerdeki okulların kapatılıp taşımalı eğitim sistemine geçilmesinin eğitime büyük zarar verdiğini, aynı hatanın günümüzde fen liselerinin içinin boşaltılmasıyla yinelendiğini hatırlattı. Bir ara siyasete atılan Durmaz, 2004 yılında Belediye başkanlığı seçimlerini kazanması halinde, Balıkesir’i apayrı bir şehir yapacağını, eski yerleşim yerlerine dokunmayıp, şehrin batısında yepyeni bir Balıkesir kurmayı planladığını belirtti

 

 

Naim Durmaz kimdir?

Ben Kepsut’un Mahmudiye köyünde yedi yaşına kadar Dedem ve nenemle kaldım. Daha sonra dediler ki Balıkesir’deki okullarda okumakta fayda var denilince, Balıkesir’e geldim. Yarısına kadar köyde okuduğum ilkokulu, Balıkesir’de Kayabey İlkokulunda bitirdim. Rahmetli ağabeyimin yolundan giderek sanat enstitüsüne başladım. Ortaöğretim ve liseyi sanat enstitüsünde bitirdim. Ankara’da Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu bizim okulların devamı olan bir okul ve Türkiye’de bir tek okuldu. Şimdiki adı Mesleki Teknik Eğitim. Buradan mezun olduktan sonra 1967’de Adıyaman’a atandım. 1970 yılına kadar Adıyaman’da çalıştım. Adıyaman’da meslek dersleri ve atölye öğretmeni ayrıca belirli bir süre de müdür yardımcılığı görevinde bulundum. 1970 yılında 26 yaşındayken,  Samsun Sanat Okulu’na müdür oldum. 1978 yılına kadar görevimi sürdürdüm.  O yıl bana müfettişlik, genel müdür yardımcılığı teklif edildi, kabul etmedim ve 1978’de Balıkesir’e geldim. Eğitim öğretimin çok yara aldığı, ders yapmanın çok zor olduğu 12 Eylül öncesi dönemdi. Ama okuldaki birlik bütünlük, karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü, onu çok kısa sürede telafi etti.  Eski adıyla sanat okulu Balıkesir’de çok saygın, itibarı olan, sınavla öğrenci alan bir mesleki teknik öğretim okulu oldu. Ben burada 20 yıla yakın çalıştım.

 

 

Çok sevdiğiniz okulu bırakıp emekli mi oldunuz yoksa başka planlarınız var mıydı?

Emekli olmadım. Bizim eğitim kurumlarının ve okulların en üstü, milli eğitim de bakandan sonra müsteşar, müsteşardan sonra gelen genel müdür. Yani üçüncü insan olarak iki bin dört yılına kadar çalıştım. Erkek Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü yaptığım zaman, Balıkesir’e çok farklı yerlerde, çok iyi yatırımlar yaptık. İnsanın belirli yerde söz sahibi olması kendi ilini de iyi tanıması birçok konuyu kolay çözüme götürüyor ve çok faydalı hizmetler alıyor. Dursunbey, Bigadiç, Sındırgı. Bu yörelerimiz kırsal kesim olarak nitelendirdiğimiz bölge. Öğretmen geliyor, kalacak yeri yok. Öğretmenin annesi, babası geliyor, misafir edecek yeri yok. Sındırgı’ya bir öğretmen evi, 150 kız, 150 erkek olmak üzere 300 yataklı bir öğrenci yurdu yaptırdım. Sındırgı’da tütüncülük olduğu için, Station Vagon otomobiller çoktu. Bunlar hem yük, hem yolcu taşıma hizmeti yapardı. Ufak bir arızada Balıkesir’e gelinirdi. Bunu bildiğimden içerisinde motor bölümünün de olduğu çok programlı bir lise kazandırdım ve o otomobillerin Balıkesir’e tamire geliş gidişleri ortadan kalktı. Öğretmenevine gelen misafirler ağırlandı. Bigadiç’te Çok Programlı Lise açtık fakat o umduğumuz gibi olamadı. Yer seçiminde bir hata yapıldı. Çok programlı lise ve öylece kaldı. Daha sonra emekli olup, siz kardeşlerimin arasına katıldım.

 

 

Balıkesir’de de bir yurt yaptırdığınızı biliyorum. Onu atladınız hocam.

 Ben hepsini saymak istemedim ama konuyu açtınız. Balıkesir’de spor salonumuz var, top sahamız da var. Bizim okulun köşesinde bir basketbol ve voleybol sahamız vardı. O basketbol ve voleybol sahasının yanında küçük bir atölyemiz var. O atölyeyi de yıkıp arsa bütünlüğü sağlayarak oraya da bir spor salonu ama her türlü müsabakanın yapılabileceği bir spor salonu projesi çizdirdim. Çift soyunma odalı, çift tribünlü, arkalı önlü olimpik bir salon olacaktı. Dediler ki burada ağaçlar var. O çam ağaçlarını da biz diktik oraya. Ekim tarihi 1955 falandır. Benim müdürlüğüm sırasında biraz kar yağar birikir, rüzgar da eserse ağaçlar devrilirdi. Bütün bunlarla beraber dediler ki zemin. MTA bölge müdürüyle Ankara’da konuştum. Zemin sağlam. Orman müdürlüğü bu ağaçlar yaşlı, artık bunları kesin sakıncası yoktur raporu verdi. Buna rağmen başarılı olamadık, spor salonu yapamadık. Balıkesir’den Milli Eğitim Bakanlığı’na giden ilk genel müdür benim. Dedim ki bizim de adımız geçsin bazı yerlerde, Naim Bey’in zamanında yapıldı densin. Balıkesirliyim. Burada doğdum burada büyüdüm. Bir hizmet yetkim var. Dönemin milli eğitim müdürü ve valisine dedim ki buraya bir teknik lise yapacağız. Her türlü planlaması, her türlü parası hazır. Yalnız bana on dört dönüm yer bulacaksınız. 14 dönüm yer. Niye 14 dönüm? 14 ayrı bölüm açacağım oraya ben. Ve Türkiye’de başka olmayacak. 12 bölümle en büyük okulumuz Konya’daydı o zaman. Uzun süre bekledim yer bulunamadı. İş benim emekliliğime kaldı ama Devlet Planlama Teşkilatı’ndan, hem spor salonunu, hem okulun projesini geçirttim. Balıkesir’e ihtiyaçtır, yapılsın diye. Spor salonu ve okul için ödenekler, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) aracılığıyla halledildi. Şimdi Balıkesir’de İMKB diye bir okul vardır. Bu İMKB okulu böyle olmayacaktı. Reşit Kıpçak ve Ekrem Balıbek’i saygıyla anıyorum. Balıkesir’de genel müdürlüğüm döneminde geldiğimde yaptığımız sohbetlerde bir matbaacılık bölümü açabilir misin demişlerdi. Açarız dedim ve matbaacılık bölümlerini açtık. Kısır kaldı, küçük kaldı, olmadı. O da Nasıl yapıldı? Artık 3 yıllık bekleme  süresi dolmak üzereydi. Yurt konusuna gelince; 100. Yıl Endüstri Meslek Lisesi’nin bahçesine 300 yataklı yurt yaptırdım ve hala yararlanılıyor. Bürokraside Balıkesirli birinin bulunması çok önemli.

 

 

Spor ile de ilgilendiğinizi biliyorum. Balıkesirspor’da yöneticilik yaptınız, nasıl oldu da başkanlık sizi buldu?

 Balıkesirspor kulübü, çok sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Balıkesirspor kulübü bana kalır mı? Bana kalmaması lazım. Ama kaldı ve başkanlığını yaptım. Kulüp düşmek üzere, sıkıntıdaydı. Biz o kulübü hem aldık, hem de bir hayli yukarılara çıkardık. Yani Balıkesir’e helali hoş olsun. Benim hizmetim olmuştur.

 

 Balıkesir’de yılın bürokratı seçilmiştiniz

2002 yıllarının sonunda, bir radyo anket yapıyor. Burada aday gösterme falan yok. Yılın bürokratı, yılın avukatı, yılın parlamenteri. O seçimde sağ olsun Balıkesirli hemşerilerimiz beni yılın bürokratı seçmişlerdi. Daha sonra güzel bir tören yapıldı. Bana da orada bir şilt vermişlerdi. Bülent Arınç oradaydı. Vali Bey benimle ilgili Bülent Bey’e çok güzel şeyler söyledi. Ben hak ettiğimi düşünüyorum da o biraz şaşırdı. Bu kadar methedilen, bu kadar övülen bir insan ve ben tanımıyorum dedi ve sonrasında Ankara’da gerek mecliste, gerek dışarıda neresi olursa olsun benden bir isteğiniz olduğu anda ben onu en seri şekilde yerine getiririm. Getiremesem de niye getiremedim? Size söylerim dedi. Fakat Ankara’da görüşürüz dedim, kısmet olmadı.

 

 

Kaç yıl memurluk yaptınız?

Ben 37 yıl 7 ay çalıştım devlette. Balıkesir’e geldim. Biliyorsunuz bir siyasi deneyimim de oldu. Yılların yorgunluğu var. Ben üniversiteyi yatılı okudum. Şükürler olsun ki devlet bizi okuttu. Yoksa bizim okumamız kolay değildi. Bir abim var İstanbul’da Yıldız Üniversitesi’nde elektrik elektronik mühendisliği bölümünde okuyor. Anamızın babamızın gönderdiği para ancak ona yetiyor. Ben de girsem devreye bu sefer daha farklı durumlar olacak. Aile para bulmak için belirli yer satacak. Neyse öğrenciliğim çok güzel geçti. Devlet himayesinde okumak insanlara ayrı bir konu getiriyor. Devlet bana bu kadar hizmet etti, bu kadar yedirdi, içirdi, yatırdı, o halde benim buraya borcum var, zihniyetiyle hareket ettim. Bugüne kadar çalıştığımız dönemler içerisinde, herkese nasip olmaz, 3 defa maaşla ödüllendirildim, 48 takdirname, 183 teşekkür aldım. Benim çocuklarıma bırakabileceğim en büyük miras Naim Durmaz adı. Mal mülk değil. 24 klasör dolusu, bilgi, belge, yaptıklarımız, yapamadıklarımız, başarılı olduklarımız, olamadıklarımız var.

 

 

Türkiye’nin gelişip ilerlemesinde sanat okullarının etkisi var mı? Biz gelişmekte olan bir ülke olarak geride kalmamızın nedeni sanat okullarının eksikliği midir?

Sanat okullarına gereken önemin verilmemesi bizim geri kalmışlığımızda büyük bir etkendir. Osmanlı döneminde bazı hizmetler yabancılara verilmiştir. Mavi yakalı beyaz yakalı deriz ya; Biz hep beyaz yakalı olmuşuz. O yapsın demişiz. Ermeniler, Rumlar, farklı yerlerden gelenler, bazı işleri yapmışlar biz bu işi yapmazsak onlara tepeden bakmış olacağız gibi algılanmış. Ağırlıklı işleri yabancılar yapsın, yazı kalem işlerini bizimkiler yapsın. Bir tamirat yapılacak, onu Ermeni Kirkor yapsın. Kapı yapılacak, onu Rum Kostas yapsın diye diye geriye gittik. Mithat Paşa bunu iyi gören, böyle gitmez, sanat okulları olması gerek diyen bir şahsiyet. 1878’lerde ilk defa bu sanat okulları ustalık, çıraklık, kalfalık ilişkilerinin olduğu bir yer olarak başladı. Devamında Türkiye’de bu okullarda kültür bilgisi de olsun istendi. Her türlü ders bu okulların müfredatına girdi. Ve Türkiye’de ilk defa, Edirne, Diyarbakır, İzmir, Kastamonu gibi yerlerde açıldı. Bakıldı ki bu okulda öğrenim gören bizim çocuklarımız ülkeye daha yararlı oluyor, daha faydalı oluyor.  En azından üretiyor, çapa yapıyor, kürek yapıyor,  ürettiği çapayla, kürekle, bağını, bahçesini kazıyor. Bu öğretim araçla, gereçle, makineyle yapıldığı için pahalı üretim Türkiye Cumhuriyeti çıktığı savaşlardan sonra bunun üzerinde bu kadar titizlikle dururken belirli dönem iktidarlar, aynı hassasiyetle değerlendirmedi. Bazı dönemlerde mesleki teknik öğretimde, usta, çırak, kalfa, çok iyi yetişti. Yetişenler çok iyi iş yapmaya başladı. Almanya’nın bu günkü Almanya olmasının en büyük nedenlerinden biri, bizim insan iş gücümüzle, yetişmiş elemanımızı almasıdır. 1970 yılıydı. Samsun’da sanat okulu müdürüyüm. İlin valisi dedi ki Almanya’dan bir grup gelecek. Bu gelen grup okulda meslek eğitimi, elektrik, metal, ağaç işleri gibi dallarda kişi seçecek. Bunlara yardımcı olun dedi. İşin içinde, iş ve işçi bulma kurumu var, valilik var. Okul olarak bizden istiyorlar. Benim çok zoruma gitti. Almanya’dan gelen insanlar bizim o civanmert delikanlılarımızın dişlerinden, gözlerinden, ayak tırnaklarına varıncaya kadar bakarak aldılar. Almanya Almanya’ysa, Almanya’da Türk insanının yetiştirdiği ama barındıramadığı ve yurt dışına giden insanların büyük katkılarıyla bu günkü  Almanya’dır. Kendime soruyorum. Bazı cevap veriyorum, bazen veremiyorum Peki bu yetişmiş insanları biz niye kullanamadık da Almanya’ya gönderdik? Ülkemiz fakir ama Almanya ikinci cihan harbinden çıktıktan sonra taş taş üstünde yoktu. Durum böyleyken çok insanımız gitti. Benim yurt dışında görmediğim ülke kalmadı. Bazılarına iki defa, bazılarına üç defa, Almanya’ya daha çok gittim. Japonya’da 32 gün kaldım. Şimdi Almanya’da bizim insanımız fabrikalar yapıp, yanında insanlar çalıştırıyor. Yiyecek sektöründe, dokuma, makine, araç-gereç yapımında büyük ölçüde söz sahibi ve Türklerin büyük şirketleri var. Tabii insan bunları görünce mutlu oluyor.

 

 

Bizim ülkemizde niye yok. Almanya’da başarılı insanlar varsa burada neden olmuyor?

İçinde bulunduğumuz ortamda herkes yetişmiş, iş bilen insan arıyor ama yok. Yetiştirmezseniz olmaz. Yetiştirmiyoruz, yetiştiremiyoruz. Biz Müslüman bir ülkeyiz. Bizim dini iyi bilen, dini her yerde doğru anlatan insana çok ihtiyacımız var. Bir vatandaş olarak kendime soruyorum. Bu kadar imam hatip lisesine gerek var mı? Bence yok. Eğer mesleki teknik eğitim kesimine belirli ölçülerde değer verilip mesleki teknik öğretim okulları geliştirilseydi Biz bugün Almanya’da geride değildik. Yurt dışında yaşayanlara bakıyorsunuz, o insanlar sizden akıllı değil, çok pratik zekalı değil ama ülkesini seviyor. Ülke içerisinde, birlik, bütünlük, sevgi, saygı büyük ölçüde var. Amerika’nın Hiroşima’ya attığı bombalardan zarar gören kent çocuklara gösteriliyor. Japonlar, 5-6 yaşlarındaki çocukları daha okula yeni başlarken, anaokulundan sonra götürüyor oraya gezdiriyor. Diyor ki siz çok iyi yetişeceksiniz. Bayrağınızı, toprağınızı, ülkenizi çok seveceksiniz. Eğer bunları yapmazsanız, böyle olur, zayıfsanız vururlar. İnsanımız güçlü kuvvetli iş arıyor ama ülkede iş yok. Çalışacak insanda, güç kuvvet var, bilek var, yürek var fakat iş üretecek şekilde yetiştirilmemiş. Torna makinası, freze makinası, buna benzer bir makinada hiç çalışmamış, konusu bile olmamış. Bunları öğretmek çok zor değil, öğretecek yerler, mesleki öğretim okulları, başka yerler değil. Biz bu yüzden geri kaldık. Milli Eğitim Bakanlığı istediği tipte, sanayinin barındırabileceği öğrenci yetiştiremediği için sanayi bölgelerinde mesleki teknik öğretim okulları açıldı. Söz sahibi olan hükümet diyecek ki, benim tercihim sanayi. Üreteceğim, üretimi kaliteli yapacağım, kaliteli malımı satacağım ve dışarıdan döviz getireceğim. Dışarıdan para girmeyen ülke, kendi içindeki çarkları ne kadar döndürürse döndürsün, ülke insanını mutlu edemez, gelirini yükseltemez, yaşam kalitesini arttıramaz. Türkiye öyle bir ülke ki sağlıklı idare edilirse kendini çok iyi toparlar.

 

 

Erkek Teknik Öğretim Genel Müdürü iken, mesleki teknik öğretim okullarının sayısını artırabildiniz mi?

Ben genel müdür olduğumda 500 civarında mesleki teknik okul vardı. 6 yıllık görev sürecinde okullaşma ve öğrenci oranını çok büyük ölçüde arttırdık. Görevi devraldığımda 28 bin öğrenci vardı 38 bine yükselttim. Okullaşma oranı da öğrenci oranı doğrultusunda arttı. Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay ile görevime başladım. Daha sonra görevi devralan Milli Eğitim Bakanları, Metin Bostancıoğlu, Necdet Tekin, Erkan Mumcu ve Hüseyin Çelik ile çalıştım. Bir de o dönem çok iyi teknik öğretmenler yetiştirdik. Şimdi öyle değil. Ben okullara gittiğimde çok büyük üzüntü duyuyorum. Siz diplomayı vermişsiniz, git öğretmenlik yap demişsiniz ama öğretmenlik yapamaz, çünkü yetişmemiş. Onun kabahati değil. Ona öğretenlerin kabahati. Peki öğretmenler niye öğrenmemiş? Saygınlık silsile yolu ile bir yerlere doğru gidiyor.

 

 

Bazı firmalar öğrencilere iş yaptırıyor. Mesleki Teknik Öğretim Okulu öğrencisini ucuz iş gücü olarak mı görüyor?

Biz ona ucuz iş gücü demeyelim. Eğer böyle bir yere gidiyorsa olay dikkat etmeli. Benim genel müdürlüğümde olmadı. 3308 sayılı yasayı çıkarmak için çok uğraştık. Balıkesir’de okul müdürüyken beni ve diğer 7 öğretmen arkadaşımızı Almanya’ya gönderdiler. Mercedes Fabrikası dışarıdan eleman aramıyordu. Boyacısından, makinecisinden, dericisinden, kendi insanları kendi fabrikasında yetiştiriyordu. Devletin okullarından da yararlanıyordu. Bir işi tek başınıza yapamazsınız. Bir öğrenciyi sanayiye gönderdiğinizde firma, asgari ücretin üçte birini öğrenciye vermek zorundaydı. İlk birkaç yıl çok iyi gitti. Daha sonra ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum, sosyal durum zorlukları getirdi. Biz bu kişiye bu kadar para veriyoruz ama fazla verim alamıyoruz denmeye başlandı. Aslında firmalar öğrenci okulun bir uzantısı olarak yanına alır. Siz öğrenciyi yetiştirmek zorundasınız. Eğer işçi gözüyle bakarsanız, film orada kopar, alan ucuz iş gücüne dönüşür. Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) yasası çıktığında bazı sorunlar ortaya çıktı. Öğrencilik dönemi sigortaları geçmez mi soruları ortaya atıldı. Biz orada öğrencilere sigorta yaptırırken, emeklilik sigortası değil iş kazası sigortası yaptırdık. Şimdi diyorlar ki bizi de emekli yapın. Benim kanaatimce bunlar sayılamaz. Çünkü onlar orada işçi değil, onlar okulda öğrenci. Okulun devamı olan konuları öğrenmek üzere oradalar. Yasayı ne kadar iyi çıkarırsanız çıkarın iyi uygulayıcı elinde olmayınca yasa işlemiyor. Bizim çok iyi niyetle çıkarttığımız yasa Bizim istediğimiz düzeyde yürümedi. Okullar bazında değil işletmeler bazında yürümedi. Ben ucuz iş denmesini benimsemiyorum. Ayrıca EYT yasasıyla ilgili de söyledim, çıraklık sigortası varsa EYT yasası kapsamına alınmamalıdır.

 

 

Siz EYT yasasının çıkarılmasına karşı mısınız?

Tümüne değil, benim belirttiğim konularda EYT kapsamına alınmaması gerekir. Ayrıca gelişmiş ülkelerde 4 sigortalı 1 emekliye bakıyor. Bu durum Türkiye’de önce 3’e indi, daha sonra 2’ye indi, şimdi 1 küsur çalışacak, bir çalışmayana bakacak. Fevkalade sıkıntılı bir durum, gelişmiş ülkeler, çalışma saatlerini, günlerini ayarlıyor. İnsanların kişi başına düşen milli geliri belirli bir yerde. Onların yaşam koşullarını görüyorsunuz, bizim yaşam koşullarımız da bu durumda.

 

 

Balıkesir’de liselerde de eğitimde gerileme oldu mu? Balıkesir’de yıllar önce üniversite sınavlarında Türkiye birincileri çıkardı. Eğitim kalitesinde 81 il arasında 6’ıncılığa kadar yükselmiştik.

Bir zamanlar Türkiye’de fen liseleri açıldı. Açılmasının nedeni üstün zekalı çocukları bu okullarda okutup ileride Türkiye’nin beynini hazırlamaktı. Araştırsın, üretsin, bulsun, yeni konular icat etsin. Önce Ankara’da, ardından İzmir ve İstanbul’da açıldı. Öğrenci bu okullara girdiği zaman üniversitede okuması söz konusu değildi. Bunlar üniversiteyi bitirecek ama üniversite az bu çocuklara. Yada Türkiye’deki üniversitelerin seviyesini çok yükselteceksin ki bu çocukları mutlu kılasın. Bunlar Türkiye’nin en zeki çocuklarıydı. Daha sonra fen liseleri çoğaltıldı, sayısı 24-25’e çıkarıldı. Bununla yetinilmedi sayı daha da arttırıldı. Sayı artınca, zeki öğrencileri yetiştirecek öğretmen bulunamadı. Derslerin boş geçmesi söz konusu değil. İyi yetişmiş öğretmenlerin girdiği sınıflara bilgi eksikliği olan öğretmenleri sokarsanız, çocuklara hiçbir şey veremez. Bu okullar da geriye doğru geldi. Şimdi bütün okullar Anadolu Lisesi oldu. Siz bu okulların adını ister Anadolu Lisesi, ister fen lisesi, isterse feriştah lisesi koyun öğrenci yetiştiremedikten sonra neye yarar. Bakanlık fen liselerine özel yetişmiş öğretmenler atıyordu. Eskiden öğretmen okullarına, okullarını ilk 5 derece ile bitiren öğretmenler atanıyordu. Nüfusa göre altyapıyı iyi hazırlamak lazım. 1970’li yıllarda Süleyman Demirel’e 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesi önerisinde bulunulunca, Demirel, bu okulların altyapısının olmadığını ileri sürüp kabul etmiyor. Doğrusunu da yapıyor. 8 yıllık zorunlu eğitime 1998 yılında geçildi.

 

 

 

Bazı öğretmenler, fen liselerine özellikle alakasız öğretmen atandığını belirtiyor. Böyle bir şey olabilir mi?

Evet fen liselerinin içi boşaltıldı. İyi öğrenci yetiştiren öğretmenler, başka okullara atandı. Halk tabiriyle bu okulların içi boşaltıldı. Bir yakınım çok istediğim fen lisesini kazandı. Birinci yıl gitti, ikinci yıl okulu bırakacağını söyledi. Nedenini sorduğumda, öğretmene her soru yönelttiklerinde, aldıkları yanıt, “siz fen lisesi öğrencisisiniz bu soruyu kendiniz yaparsınız” öğretmende yok ki neyi öğretsin. Sonra okulu bırakıp bir özel liseye gitti. Hani diyorlar ya, liyakat, liyakat, liyakat. Liyakat nedir? Bir insanın yaptığı görevi en düzeyde, en sağlık şekilde yerine getirmesidir. İşi bilene yaptırılmadığı için bu okullar bu duruma geldi. Türkiye’de eğitim öğretim çok geriledi. Bütçeyi hazırlayanlar Atatürk’e soruyorlar, “efendim öğretmenlere ne maaş vereceğiz”  Atatürk, yanıt veriyor, “milletvekili maaşından düşük olmayacak” Ben yıllar önce o dönemleri yaşadığım için biliyorum, köylerde kasabalarda, borç almak isteyenler öğretmene gidiyordu. Böyle öğretmen yetiştirme var. Şimdi miting meydanlarında şu kadar öğretmen atayacağım, bu kadar memur atayacağım diye söylüyorlar. Her şey planlı yapılmalı. Türkiye’de yeni doğan çocuk sayısı belli, ana okuluna gidecek çocuk sayısı belli, ilkokula kaç çocuk gidecek belli, ne zaman bitirir belli. Bunu kahvede oturup tartışsak  çok güzel şekilde planlarız. Avukat yetiştir, mühendis yetiştir, muhasebeci yetiştir, bunlar dışarıda çalışabilir. Ama öğretmeni yetiştiriyorsunuz, git mühendislik yap, git avukatlık yap diyemezsiniz. Öğretmen yetiştiriyorsanız atamasını yapacaksınız. Sözleşmeli öğretmen, ek dersli öğretmen, olmaz böyle bir şey. Öğretmenin sözleşmelisi, bilmem nelisi olmaz. Öğretmen öğretmendir. Öğretmen sınıfa girer, giyimiyle, kuşamıyla, konuşmasıyla, hareketleriyle, her türlü durumuyla örnek olur. Biz bunları da kaybettik. Kılık kıyafet konumuz vardı. Ordunun bir kıyafeti var biz onun asker olduğunu biliyoruz. Hemşirenin bir kıyafeti var biz onun hemşire olduğunu biliyoruz. Öğretmen kravatı, ceketi, tıraşı, kılık, kıyafetiyle sınıfa girdiğinde, “bu öğretmen” dedirtmeli. Bir ülkenin kalkınmasında eğitim öğretim temel taşıdır. Her şey bir kenara bırakılacak öncelikle öğretmen yetiştirilecek. Hata nerededir, hata köy enstitülerinin kapatılmasındadır.

 

 

Türkiye’nin bir de köy enstitüsü gerçeği var. Bu okullar neden kapatıldı?

Necatibey Eğitim Fakültesinde Bir toplantı var. Bu toplantıya bakan da geldi. Toplantı başlamadan önce, “Naim Durmaz içinizde mi? Toplantıdan sonra beni görsün” dedi. Toplantı bittikten sonra gittim, “Beni emretmiştiniz sayın bakanım” dedim. Bakan beni Savaştepe Öğretmen Lisesi’nde görevlendirildi. Savaştepe Öğretmen Lisesi’nin 730 dekar arazisi var. Bu arazi Savaştepe Köy Enstitüsü döneminden kalma. Okulun ileriki taraflarında, domates, biber, salatalık, yetiştiriyorlar. 3 tane traktörü vardı. Güzel bir rapor hazırladım. Köy enstitüleri kapatılmasaydı, Türkiye farklı bir durumdaydı. Bazı konuları barındırmada Türkiye sıkıntılı durumlar yaşıyor.

 

 

Köylerdeki okulları kapattılar. Taşımalı eğitim sistemini devreye soktular. Bu doğru bir karar mı yoksa yanlış bir karar mı?

Köylerdeki okulların kapatılması eğitim öğretime çok zarar verdi, çok geriye götürdü. Eğitim öğretimi ekonomik yönden düşünmeyeceksiniz. O zaman ekonomik yönden düşünüldü. Bir köyde 3 öğretmenle 3 köyün öğrencilerini okuturuz düşüncesiyle hareket edildi. Köyde bayrağı çekecek insan lazım. Türkiye’de yapılan en büyük hatalardan birisidir köy okullarının kapatılması. Art niyetle mi yapılmamış olabilir ekonomi düşünülmüş olabilir. Farklı yerlere yatırım yapmaktan çok eğitim öğretime yatırım yapılmalıdır. Ben köylerde Cuma akşamı bayrağın çekilmesi, pazartesi sabahı bayrağın indirilmesinden yanayım. Köylü kime danışacak? Öğretmen varsa öğretmene danışacak. Öğretmen bir rehberdir. İyi yetişmiş bir öğretmen geleceği iyi yönlendirir. Köye 1 okul, 1 öğretmen, 1 müdür, dini iyi bilen, istismar etmeyen, hatalar yapan insanları düzeltebilecek 1 imam Her köye olmaz ama 2-3 köye 1 sağlık personeli. Bu 3’ü olmadığında köy tek kişiye kalır. Şu an köyler imama kaldı, yanlış orada başladı. İmam ne anlatırsa köylü ona inanıyor. Ben hala bu yaşta din adamına saygılıyım, bir yerde gördüğümde ceketimi ilikliyorum. Fakat imamlarında yerini bilmesi lazım.

 

 

Emekli olmanıza rağmen hala Milli Eğitim için çalışıyorsunuz. Milli Eğitim Vakfı nedir, ne yapar?

Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam 1981 yılında çok doğru bir karar ile Milli Eğitim Vakfı’nı kurdu. Vakfın kurulmasıyla birlikte öğretmen evleri inşa edilmeye başladı. Rauf Paşa beni aradı, Seninle bir yere gideceğiz dedi. Ertesi günü gelip beni aldı ve Balıkesir Lisesi’nin pansiyonuna götürdü. O zaman pansiyon boştu. Orasını öğretmenevine dönüştürdük. Tüm illere öğretmenevi yapıldı. Ben 1981 yılından beri Milli Eğitim Vakfı’nın içerisindeyim. Yönetiminde uzun yıllar çalıştım. 9 yıldan bu yana denetleme kurulundayım. Bu vakfın güzel tarafı çalışanlar 1 kuruş para almıyor. Vakıf kurulurken bir arkadaşımız oturum hakkı olması gerektiğini söyledi. Hasan Paşa başını kaldırıp, oturum hakkını isteyen arkadaşa, “Siz nerede olduğunuzu biliyor musunuz? Biz şirket kurmuyoruz, biz vakıf kuruyoruz” dedi. Bizim İstanbul’da 2, İzmir’de 2, Ankara’da 1 okulumuz var. Buradan mezun olan öğrencilerin hepsi üniversiteye giriyor. Boşta kalan olmuyor. Birinci tercihi olmazsa ikinci tercihine giriyor. Eğitimler Atatürk ilkeleri doğrultusunda veriliyor.

 

 

 

 

 

 

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
O herkesin Naim Hocası… Peki şimdi ne yapıyor?
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!