Son dönemlerde yaşadıklarımız, bana fena halde Ergenekon ve Balyoz kumpası günlerini hatırlıyor. O günlerde, devlet içine yuvalanmış iktidar ortağı görünümlü bir çetenin, emrindeki savcılar ve kolluk güçleri marifetiyle, uyduruk delillere ve gizli tanıklarla 2008’den başlayarak davalar açılmış, önceki dönemin güç odaklarının tasfiyesine girişilmişti. Gazeteci görünümlü karanlık adamların kapısına bavulla belge bırakılıyor, her akşam televizyon ekranlarında bunlar tartışılıyordu. Ülke sansasyonel haberlerle ısıtılıp, ertesi gün de yeni tutuklamalara girişiliyordu. Detaya girmeyelim, bu yöntemle epeyce haksızlık ve hukuksuzluklar yapıldı. İçeri girenler zulmü gördü, ailesi perişan oldu. Sonuçta, o çetenin yaptıklarının “savcılığını” üstlenmekten, bir epeyce zaman sonra “Allah affetsin” çizgisine kadar uzandı politikacılarımız ama hepimize de çok kötü günler yaşattılar. İktidar uğruna sergilenen o hukuksuzluklardan ders bile çıkartılamadı. Açık ve şeffaf bir değerlendirme dahi yapılamadı.
Tabii o günleri düşününce, malum ve meşhur 17-25 Aralık 2013 de geliyor akla. Fetullah çetesi gizli çekim ve dinleme arşivini kamuoyunun önüne boca ederek, AKP’ye karşı iktidar kavgasını aleni kılmıştı. Epeyce farklı yönleri vardı o günlerdeki “gözden düşürme” operasyonlarının. Şimdi hepsine girmek zor ama özellikle “Zencani-Sarraf” konusuna yakından bakmak lazım. Çünkü sadece bizi ilgilendirmiyor bir de uluslararası boyutu var. 2013 “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” çerçevesinde Fetullah çetesinin bir hedefi de Rıza Sarraf olmuştu. Onu kilit isim yaptılar ama Babek Zencani de onun arkasındaki kişiydi ve gerçekte hedef oydu. Kamuoyu, vitrindeki R. Sarraf’ı ve yaşadığı renkli hayatı görüyordu. Oysa B. Zencani dünyanın en zengin 50 kişisinden birisi olmuştu bile. Bu dolar milyarderi, karmaşık geçmişiyle biliniyordu. R. Sarraf sadece onun aparatı olarak çalışan birisiydi. Uluslararası kayıt dışı ticari ve finansal işleri nedeniyle, Fetullah çetesi polisleri Zencani’nin peşindeydi asıl. Fakat Türkiye’de yakalanması mümkün olmadı. R. Sarraf ise tutuklandı o dönem. “Uçak dolusu altın soruşturması” nedeniyle verdiği ifadede “Müşterim B.Z. bana telefon açtı ve Gana'dan 1.5 ton ithal altını Türkiye'ye gönderebileceğini söyledi. Güvendiğim bir müşterim olduğu için ilgilendim” dedi.
B.Z. koduyla yazılan Zencani’ydi elbette. Vaktiyle İran’da Merkez Bankası’nın arka kapısından çıkartılan dövizleri piyasaya sokan ve karşılığına komisyon alan basit biriydi. Sonra Türkiye’yle deri ticaretine başladı, çok genç ve tecrübesizdi, karşılıksız çekten hapse düştü ülkesinde. Çıkınca bütün servetini Türkiye’ye taşıdı, üniversite eğitimi aldı ve 2010’da bir kozmetik şirketi kurdu. O şirketle, ABD ambargosunun engellediği İran yurtdışı ticaretinin ödemelerini kayıt dışı yollarla yapmaya başladı ve İran devletinin gözüne girdi.
Basit transferlerle yetinilmedi, sonunda ambargoyu delmek için petrol ticaretinin para trafiğini yönetme noktasına kadar yükseldi. İran Petrol Bakanlığı’nın uluslararası tahsilat işlerini yapıyor, kayıt dışı ithal malların bedelini dışarıda ödüyor ve Devrim Muhafızları ile Merkez Bankası’nın döviz ihtiyacını karşılıyordu.
Üç senede, binde 7 komisyonla 13,5 milyar dolarlık müthiş bir servet yaptı. Dubai merkezli, kozmetikten petrole ve bankacılığa kadar uzanan 60’dan fazla ve çoğu naylon şirketlerden oluşan bir ağ kurdu. Bütün bunlar, o vakit İran’daki M. Ahmedinejad iktidarının ve derin devletinin olağanüstü desteğiyle oldu elbette. Meclis Başkanı’nın kardeşine rüşvet verme işlerine adı bile karıştı ama yönettiği yasadışı para trafiği organizasyonu nedeniyle İran ondan vazgeçmedi.
Sonunda ABD, uyguladığı İran ambargosunu delen bu trafiği çözdü elbette. Nisan 2013’de ABD ve AB’nin kara listesine alındı Zencani. Yurtdışı hesapları donduruldu ve İran hükümetine 2.8 milyar dolar borçlu kaldı. O nedenle de döviz akışının yerine altın ticaretini geliştirdi. Satılan İran petrolü karşılığında altın getiriyordu. Türkiye’den İran’a altın ticareti de o günlere bir anda patladı. Zencani’nin İstanbul’daki kozmetik şirketi deşifre olduğu için, yerini R. Sarraf aldı. Yukarıda bahsedilen 2013’deki uçak dolusu altın da, ABD müdahalesiyle İstanbul’da 18 gün havaalanında kalmış ama sonra Dubai’ye gitmişti.
Zencani ile Sarraf ilişkisini açığa çıkaran bu gelişme oldu. ABD’nin eli Türkiye’de her yere ulaşıyordu o dönemde, onun düşman bellediği herkes artık Fetullah’ın da hedefiydi. 2008’den sonra Türkiye piyasalarının parlayan yıldızı haline gelmiş olan R. Sarraf da nasibini aldı. ABD devleti onun kazanç yolunu, Fetullah çetesi eliyle Türkiye kamuoyunun görmesini sağladı. Zencani’nin kaderi de o günlerde değişiverdi.
Ülkesinde iktidar değişmiş, Ahmedinejad indirilmişti. Gelen yeni iktidarın hedefi olmaktan kurtulamadı, ödemediği veya üzerine yattığı petrol paraları için tutuklandı. Hakkında üç farklı soruşturma açıldı. 3 Ekim 2015'te idam talebiyle yargılanmasına başlandı ve 26 duruşma boyunca pek çok itirafta bulundu. Türkiye'de de R. Sarraf aracılığıyla 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttığını açıkladı. 6 Mart 2016'da idam cezası aldı. Türkiye’de ise CHP bu rüşvetin araştırılmasıyla ilgili TBMM’ne bir önerge verdi, MHP ve HDP de destekledi bunu ama AKP çoğunluğunca reddedildi.
Sonradan anlaşıldı ki, ABD’nin Zencani hamlesi ile Türkiye’deki 2013 operasyonu tamamen eşzamanlıydı. Fakat o günlerde bunlar pek bilinemiyordu. Türkiye’de kamuoyu, birlikte olduğunu sanıyordu bu iki iktidar gücünü ama onların kıblesi çoktan ayrılmıştı. Vaktiyle Türkiye’nin uyduruk Ergenekon davalarıyla sarsıldığı günlerde ise ticaret yolunda ilerlemeyi seçen R. Sarraf ise, 2010 yılında holding sahibi olmuş ve sansasyonel bir evlilikle basının ilgi alanına da girmişti.
Uluslararası altın ticaretine de başlayınca hızla ilerledi. 2012’de Türkiye’nin 12 milyar dolarlık altın ihracatının % 46’sını tek başına (!) gerçekleştirir hale geldi. Tabii o ihracatın tek müşterisi İran’dı. Büyük işadamı olunca, 2013’de “istisnai kişi” sınıfından kendisi ve ailesi Türkiye vatandaşı da oldular. Gana’dan gelen o uçak olayı nedeniyle 17 Aralık sürecinde üç Bakan’ın oğluyla birlikte gözaltına alındı ama 70 günde tahliye edildi. Hakkındaki söylentiler ise bir türlü son bulmadı, Fetullah peşini bırakmadı.
Diğer yandan, 2016’da ihracattaki üstün başarısı nedeniyle ödüle layık bulundu ve hatta ödülünü Başbakan Yardımcısı ile Ekonomi Bakanı’nın elinden aldı. İran’ın el altından sattığı petrolün parasını, sözüm ona altın ticareti kisvesi altında tahsil ettiği ve kara para akladığı söylentilerine karşı, kendisi Türkiye ekonomisini tek başına kurtaran adam rolü oynamaya bile kalktı. Fetullah’ın hedefindeki R.Sarraf’ı iktidar kolluyordu ama tezgah da ortaya çıkmıştı. R. Sarraf sıkışmıştı Türkiye’de ve ABD ilişkilerinde pazarlık malzemesi yapılacağını da artık görüyordu.
ABD haliyle İran’daki Zencani’ye ulaşamadı ama sonradan anlaşıldığına göre gizlice R. Sarraf’la görüşmeler yaptı. O da tutuklanacağın bilerek ABD’ne seyahat etti. 19 Mart 2016’da Miami’de tutuklandı. Detaylı itiraflar karşılığında Halk Bankası yönetimi, pek çok kurum ve kişinin konumunu ortaya serdi ve ABD’nde özgür bırakıldı. Aslında ABD, bu tanık sayesinde İran’la Türkiye devletleri arasında kurulan karmaşık ilişki ve menfaat bağlarını belgelemişti. Sonuçta İran’ın meşru gördüğü bir devlet politikasıyla, milyarlarca dolarlık petrol paralarının bir kısmı bu suç organizasyonunun elindeydi.
B. Zencani ülkesinde yargılanırken “suçsuz” olduğunu söyledi ama ancak İran devletine kendi servetinden borcunu ödedikten sonra Mayıs 2024’de idam kararı kaldırılıp 20 yıl hapse çevrildi. R. Sarraf ise Türkiye’yi de aldatarak ABD’ne kaçtı ve itirafçı olmayı seçti. Hakkında 75 yıl hapis cezası istendi, ABD’ne karşı suç işlediğini kabul etti ve tanık koruma programına alındı. Muhtemelen sahip olduğu tüm istihbaratı ve üzerine oturduğu Zencani paralarının önemli bir kısmını ABD’ne verdi. Paranın kalanıyla ABD’nde ismini, işini, eşini değiştirdi ve şimdi zengin bir hayat sürdürüyor.
Peki Türkiye’de neler oldu? Ergenekon ve 17-25 Aralık operasyonlarının arkasındaki çete, Temmuz 2016’da bir de darbe yapmaya kalkıştı.Orduyu kullanarak sivil halka ateş açtırdı, TBMM havadan bombalandı. Toplam 300 can kaybı oldu, 1.500 kişi yaralandı. 2020’ye kadar araştırılarak toplam 126 bin kişi kamudan ve TSK’nden ihraç edildi, 332 bin kişi gözaltına alındı, 101 bin kişi tutuklanıp yargılandı, 4.130 kişi mahkum oldu. İki yıl boyunca da ülke OHAL ile yönetildi. Öte yandan 2017’de ABD seyahatindeyken Halkbank genel müdür yardımcısını gözaltına alındı. R. Sarraf’ın ifadeleriyle suçlu bulundu, 28 ay cezaevinde kaldıktan sonra 2019’da geri iade edildi. Halkbank hakkında kara para aklama ve dolandırıcılık dahil altı ayrı suçtan açılan davalar ise yıllardır devam ediyor ve Türkiye’nin başında bir satır gibi sallanıyor.
Hatırladıklarım ve aktaracaklarım bu kadar. O günlerde yaşananlar için Türkiye asla kendi içinde hesaplaşamadı. Şimdi bu günlere geldik ve iktidar mücadelesinde yine aynı çizgi izlenmeye çalışılıyor. Yitirdiğimiz zaman, itibar ve huzur ise asla hesaba katılmıyor. ABD çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre partnerini seçiyor ama bir dolarının bile peşini bırakmıyor, suçluyu affetmiyor. İran da ne bir kuruşunu kaptırıyor, ne de bir suçluyu bile cezasız bırakıyor. Biz ise daima kayıptayız farkında mısınız? Papazı alıp papaz verme hesaplarımız bile tutmuyor. Hep okka altında kalıyoruz. Normal bir ülke olamadıkça, tarihin tekerrür edeceğini görmeye de yanaşmıyoruz. Yaşadıklarımızdan niye ders çıkartamıyoruz? Bize fena halde demokrasi gerekiyor, farkında mısınız? Bu yol, yol değil ama tekrar yürünmeye çalışılıyor, bunun bir yararı var mı ülkemize?