“Yerel seçimlerden sonra kemer sıkma politikası kaçınılmaz olacak”

seçimden-sonra-kemerler-sıkılacak

Demokrat Parti Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Haydar Altıntaş, partili başkanlık sistemine geçildiğinden bu yana Türkiye’de ekonomik ve sosyal sorunlar başta olmak üzere pek çok meselenin daha da derinleştiğini belirterek, “Yerel seçimlerden sonra kemer sıkma politikası kaçınılmaz olacak” ifadelerini kullandı.

DP Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Haydar Altıntaş, Balıkesir Haber TV’de katıldığı programda, Türkiye ve Balıkesir gündemiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

“Balıkesir’in Meydanı” programına katılan Altıntaş, terör saldırılarında şehit ve gazi olanlara şükran duyduklarını belirterek, “Her gün bir vatan evladının bu uğurda canını vermiş olması, milletin ve devletin bu işler üzerinde ciddi manada durmasını ve buna bir çözüm bulmasını gerektirir.” ifadelerini kullandı. Terör sorunu, din devleti tartışmaları, ekonomik kriz, yerel seçimler ve Balıkesir’in sorunları başta olmak üzere çeşitli konulara değinen Altıntaş’ın açıklamaları şöyle:

“Milletlerin hayatında bazen çok uzun süreli olan, çözülemeyen problemler vardır. Osmanlı Devleti’nden bu yana baktığınızda Türk milletinin hayatında hep bir kalkışma, hep bir isyan olagelmiştir. Bunların bazıları iyi, bazıları kötü sonuçlanmıştır.

“Terörün de, din devleti kurma taleplerinin de çözüm yeri TBMM’dir”

Cumhuriyet devrinde dini, etnik, sağ, sol, ideolojik vesaire konularda pek çok tartışma yapılmış, birçoğu aşılmıştır. Ancak bunların iki tanesi gündemde durmaktadır. Birincisi, etnik meselelere bağlı olarak Türkiye’de federe veya konfedere veya özerk bölgeler kurmak isteyen bir terör hadisesi vardır. İkincisi, Cumhuriyetin kurum ve kurallarını tersine çevirerek, dini meseleler üzerinden bir devlet kurmak isteyenler bulunmaktadır.

Bunların çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bunlar milli meseledir, bunlar bir devlet meselesidir. Hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ve devletin üniter yapısını, başkentin Ankara olduğunu, Türk milletinin dilinin Türkçe olduğunu unutmamak gerekir. Eğer bunları unutarak yeni bir sistem vazetmek, bu sistemi terörle insanlara kabul ettirmek istiyorsanız, hem kendinize hem de diğerlerine bir şey veremezsiniz.

Dünyanın hegemonik güçleri, öteki ülkeleri her zaman karıştırmak ve kendileriyle alakalı bir takım işler yapmak için uğraşırlar. İşte İsrail-Filistin meselesi, Yemen’deki Husiler ve diğer pek çok mesele ortadadır. Dünya kurulduğundan beri Ortadoğu ve Afrika hegemonik devletlerin gözünü diktiği, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmediği bir bölgelerdir. Bunların içerisinde tek huzur ve dirlik içerisinde yaşama imkânını bulabilen, büyük Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

“Sağcı Kürtler var, solcu Kürtler var”

Türkiye Cumhuriyeti devleti bu coğrafyanın parlayan yıldızıdır. Bu yıldızın parlamasına kim kast ediyorsa elbette ki millet olarak onunla mücadeleden geriye durmayacaktır. Ben bir milletvekili olmanın dışında bir Türk vatandaşıyım. Evet, anayasada tarifini bulmuş olan Türk vatandaşlığı ilkesine sonsuza kadar bağlıyım ve ayrıca bir de Türk milliyetçisiyim.

Şimdi Türkiye’nin bugün geldiği noktaya baktığımızda, siyaset esasında doğru bir iş yapmıyor. Sağcı Kürtler var, solcu Kürtler var. Sağcı Kürtler, iktidarın yanında. HÜDA PAR’dan tutun diğerlerine kadar. Bunların da Cumhuriyet’le kavgaları var. Solcu Kürtler de zaman zaman ya kendi başlarına hareket ediyorlar ya da diğer partilerle ittifak yapmaya çalışıyorlar. Bunların geçmişlerine baktığımızda, Şeyh Ubeydullah’tan mı başlayalım, Osmanlı zamanından mı başlayalım, artık onlar tarihin derinliğinde geride kalmıştır.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinde anayasal sınırlar içerisinde herkes mal ve mülk edinme, seyahat etme, eğitim, seçme ve seçilme gibi modern dünyada bütün insanların kullanabileceği hakları eşit miktarda kullanabilmektedir ve bu arkadaşların temsilcileri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Meclis Başkan Vekili olarak kürsüye oturup Meclis’i de idare etmektedirler. Ama bunların birtakım anayasaya aykırı, anayasaya uymayan hadiselerinin üzerini bile bile görmezden gelerek onlarla işbirliği yapmak gibi bir duruma gidiliyorsa orada bir sıkıntı var demektir.

“Türkiye bugün anayasal değil anayasalı bir devlet haline gelmiştir”

Türkiye’de anayasaya uymayan aslında hükümetin kendisidir. Türkiye bugün anayasal bir devlet olmaktansa anayasalı bir devlet haline gelmiştir. Eğer bütün usulü, nizamı elinize geçirdiğiniz güç marifetiyle eğip bükerek kendi menfaatiniz, kendi ikbaliniz için kullanmaya kalkarsanız, ülkenin bütün cıvataları, bütün yasası, nizamı, kurucu kaideleri yerinden oynar, ülkeyi idare edilemez hale getirirsiniz.

Bugün Türkiye’de partili başkanlık rejimine geçtiğimiz günden beri devletin millet adına kullanmakta olduğu bütün yetkiler eğilip bükülerek partili başkanlık sisteminin ve onun bağlı olduğu partinin hayatının sürdürülmesi istikametinde kullanıldığı için bu yara daha da derinleşmektedir. İnsanların bir kısmını terörist ilan ederek bu işin içinden çıkmak, insanları ikiye bölmektir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok müthiş bir sözü var, “milletle kitle farklıdır.” Büyük Atatürk’ün kurduğu, bizim de yolunu takip ettiğimiz devletin dayandığı temel direk millettir.

Hatta Süleyman Demirel’in de çok veciz bir sözü vardır, “Devletin arkasına koyacağınız yegane teminat, karnı tok, sırtı pek vatandaştır.” der. Ama siz milleti kendi faydanız ve menfaatiniz, siyasi emelleriniz ve ikbaliniz için kitlelere bölerseniz, bu kitleler millet olmaktan çıkar, o zaman ülkenin ayarını ve düzenini bozarsınız. İktidara kim gelirse gelsin milleti bir bütün olarak kavramalı ve ayrıştırmaya çalışmamalıdır.

“Emeklilerin maaşı cülus bahşişi ya da ulufe değildir”

Bir ülkede insanlara dirlik ve düzen sağlayacaksanız, adaletle yaklaşmak zorundasınız. İhale kanununu iktidarınız devrinde 200 defadan fazla değiştirebilme kudretiniz var da bu emeklilerin çektiği sıkıntıyı ortadan kaldıracak modern bir emekli kanununu çıkarmak sizin için çok mu zor? Benim maaşımın ne olacağına bir kişi karar verecek, o da sanki cülus bahşişi gibi, ulufe gibi…

Emeklinin aldığı maaş, onun çalıştığı zamanın, yatırdığı primin ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin sosyal devlet olmasının icabı olarak anasının ak sütü gibi helaldir. Siz ne yaptınız, bu işi oyla eşitleyerek, efendim işte “Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle, bilmem neyle, şunu da arttıracağız, bunu da arttıracağız” gibi bir noktaya getirdiniz. Emeklileri kendi aralarında ikiye ayırdınız, bir memur emeklileri, bir de SGK ve BAĞ-KUR emeklileri diye. Bunların arasındaki maaş artışlarını bile yüzdelik bir farkla ayırdınız. Şimdi verdiğiniz zamlarla bile en yüksek emekli maaşının 10.000 TL olduğu bir dönemde bu, insanlara hakaret etmektir. Bu ülkede yaşayan insanlar, onuruyla, haysiyetiyle, ekmeğe muhtaç olmadan yaşayabilmelidir.

“16 milyon emekliyle alay etmeye hakkınız yok”

Memur emeklilerine zam yüzde 49 küsurdu, şimdi BAĞ-KUR’la SGK emeklilerine zammı da 5 puan arttırıp onu da 42’ye çıkardıklarını açıkladılar. Nereye çıkarırsanız çıkarın, Türkiye’nin bugün içine düştüğü ekonomik kaos ortamında bu maaşlarla, emekli maaşlarıyla, insanların geçinme şansları asla ve asla yoktur. Sayın Bakan Işıkhan 2024 yılını “emekli yılı” olarak ilan etmiş. Maazallah başka bir yıl ilan etseydi emekliler ne yapacaktı. 10.000 lirayla adam kira veremez, çocuğunu okutamaz, ekmek alamaz, şunu yapamaz, bunu yapamaz. Çalıştığı zaman da “5.000 lira ikramiyeleri çalışana vermem, çalışmayana veririm” diye bir tefrik yapıyorsunuz.

Türkiye’nin derdi önce iktisaden iki yakasını bir araya getirmektir. İki yakanızı bir araya getirdikten sonra da oturup benim memleketimin ve milletimin ihtiyacı nedir diye bakarak, bu maaş meselesini kökten çözecek bir modern kanun getirmek zorundasınız. Adam bugün evinde otururken gelecek sene maaşının ne kadar olacağını enflasyona göre, katsayıya göre bilmelidir. Bunları yapmayıp ondan sonra her gün bu emekli meselesini tartıştınız. Türkiye’de 16 milyon emekli var, bu insanlarla alay etmeye hiç hiçbirimizin hakkı yok. Çarşıda pazarda ekmek kaç para, simit kaç para, peynir kaç para, ev kirası kaç para, elektrik kaç para, bunları biliyoruz. Detaylarına girip tartışmaya gerek yok. Bu para sadakadır, milletin sadakaya değil geçinecek paraya ihtiyacı var.

“Yerel seçimlerden sonra kemer sıkma politikası kaçınılmaz olacak”

Devleti idare ederken bu paranın millete ait olduğunu, hem bu dünyada hem yarın ahirette hesabını vereceğinizi ifade eden bir deyiş vardır, “tüyü bitmemiş yetimin hakkı” derler. Evet bu para, milletin dişinden tırnağından keserek getirip size vergi olarak verdiği paradır. Bu parayı harcarken düzgün harcamak zorundasınız. Bakın 2023 yılının Aralık ayında Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütçesi 842 milyar TL açık verdi. Bu 12 ay devam ederse, bırakın insanlara onuruyla, haysiyetiyle yaşayacak para vermeyi, maaşları bile veremez noktaya gelirsiniz. Devlet olarak iflas etme noktasına düşersiniz.

Seçim bitsin, hakikatlerle karşı karşıya kalacağız. 2024 yılı bütçesi üzerinde çok mücadele ettik, çok laf söyledik, çok konuştuk, detaylarına bile ulaşamadık. Ben her gün bir soru önergesi vererek, “Balıkesir’in 2024 yılı yatırım programı nedir, nerelerde neler yapacaksınız, nasıl bitireceksiniz bunları?” diye sordum. 2024 yılı bütçesine ret oyu verdik ama yatırımları göremedik. Sadece 5 tane rakam geliyor önünüze, belki Strateji Başkanlığı cevap verir. 2024 yılı bütçesinde 11 trilyon 89 milyar lira gider, 8 trilyon 43 milyar lira da gelir rakamı vardır. Bütçe açığı 2.6 trilyon liradır.

Bütçelerde tahmin ettiğiniz rakamların yüzde 80’ini topladığınızda devlet olarak iyi bir iş yapıyorsunuz demektir. 2023’te yüzde 90’ını toplamış olmamıza rağmen iki yakamızı bir araya getiremedik. Acaba 2024’te içine girdiğiniz bu yüksek enflasyonist ve sıkışık dönem nedeniyle bu paraları toplayabilecek misiniz? Toplayamazsanız ne yapacaksınız?

“Cumhuriyet tarihinde ilk defa, borçlanmanın faizi anaparayı geçmiş durumdadır”

Benim kanaatim, mahalli seçimler biter bitmez kemerleri sıkma diye eskiden addedilen konu milletin önüne yeniden gelecek. Yeni bir ek bütçe, yeni bir borçlanma problemi gelecek. Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde 100 küsur yılda ilk defa devletin borçlarıyla faizleri arasındaki dengede faiz anaparayı geçmiş durumdadır. Yüzde kaçla borçlanıldığı önemli değil, bugün ne şekilde olursa olsun borç bulunmak zorundadır. Böyle bir ortamda siz emekliye veya başka birine ne verebileceksiniz?

Devlet vergiyi topluyor ama harcarken hesap vermediği için canının istediği gibi harcıyor. Makam arabaları, lojmanlar, ballı paralar sadece yüzeyde görünenler. Bunlar elbette vatandaşın vicdanını kanatır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin parlamentosunun yasal sınırlar içerisindeki görevi zaten demokrasinin temel kaidesi doğrultusunda vergi koymak, verginin nasıl dağıtılacağına karar vermek ve bu parayı harcayanlardan hesap sormaktır. İcranın sekreteryası haline gelmiş olan Meclis bunun hesabını kitabını soramıyor Türkiye’de şu anda. Saraydan bir kâğıt gelir, o kâğıdı onaylamakla görevlisiniz. Muhalefet aklının, fikrinin erdiği her şeyi kullanır ve konuşur. Ama sonuçta, çoğunluğun dediği olur.

Demokraside meşruiyet sandıktan çıkar. Biz sandıktan çıkan meşruiyete karşı gelmiyoruz, halkla kesinlikle bir kavgamız yok. Ama demokrasi sadece sayısal ve sandıksal bir kavram değildir. Hukuksal ve ahlaksal bir kavramdır. Siz hukuku ve ahlakı yok ederseniz ve Türkiye’deki kuvvetler ayrılığı ilkesini reddederek “Ben bir tek Allah’a hesap veririm, bir de millete hesap veririm, hukuk da kim oluyormuş” derseniz israfın önüne geçemezsiniz.

“Yerel seçimlerde adayları değil, sorunları konuşmalıyız”

Hangi partinin adayının kim olacağına dair yapılan tartışmalardan artık gına gelmiş vaziyettedir. Hangi partinin adayının kim olacağı tartışmasından ziyade, mahalli idare nedir ve onun problemleri nelerdir, bu problemler nasıl çözülür, önce onu tartışmak lazım. Ben şimdi size şuradan birkaç tane rakam vereyim, birlikte tartışalım. Şimdi Büyükşehir Yasası diye bir hikâye çıktı. Ayrıca Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal hadiselerden dolayı nüfus hem dış göç hem iç göç münasebetiyle önemli oranda şehirlere doğru akmaktadır. Dolayısıyla Türkiye yoğun nüfus, orta yoğun nüfus, kırsal nüfus diye bölgelere ayrılmıştır.

Türkiye’nin yoğun nüfus diye tabir edilen bölgeleri Türkiye yüzölçümünün yüzde 1.9’udur, burada yaşayan nüfus yüzde 69’dur. Orta yoğunlukta olan yerlerde yüzölçümü yüzde 9.3, orada yaşayan nüfus da yüzde 17’dir. Buradan çıkan hadise şudur: Türkiye’de nüfus şehirlere yoğunlaşıyor. Yoğunlaşan bu şehirlerin ihtiyaçları namütenahi artıyor. Deprem sorunu var mı kardeşim, var… Trafik sorunu var mı, içme suyu sorunu var mı, hava kirliliği sorunu var mı? Buralarda yaşarken gürültüsüz bir ortamda yaşamak istiyor musunuz, evinizde rahat oturabilmek istiyor musunuz, bir parkta bahçede nefes alabilmek istiyor musunuz? Bütün bu problemler dağ gibi büyüyor.

Ayrıca ikinci bir problemi de kendi şehrimizi ele alarak konuşalım. Balıkesir iki denize kıyısı olan müstesna bir şehirdir. Balıkesir’in nüfusu 1 milyon 260 bindir. Yaz gelince Erdek’ten Ayvalık’a kadar sahil güzergâhına 1 milyon insan gelir mi ortalama? Varsayalım 750.000 kişi gelsin, toplam nüfus 2 milyona çıksın. Bu insanların ihtiyaçları için biz bugün parayı kış nüfusuna göre veriyoruz, yazın ikiye katlanmış bir nüfus var, bunların ihtiyacını nasıl göreceğiz? O zaman şehirlerin, belediyelerin gelirlerini artırmak lazım, ama gelirleri arttırdığımız zaman bunları nasıl harcayacağınıza dair kural ve kaide koyarak reisleri de hesaba çekmeniz lazım.

Peki kural ne olacak? Bütçenin yüzde 40’ından fazlası cari harcamalara harcanmayacak… Bugün de var zaten bu usul, 40’ı geçenleri Sayıştay da eleştiriyor, ama bunlara kazanılmış haklar diyerek geçip gidiyor. Bu yetmiyor, belediyeler kafalarına göre para harcayabilmek için Belediye İktisadi Teşekkülleri (BİT) kuruyorlar. Balıkesir Belediyesi’nin 6-7 tane BİT’i vardır, bütçeden oraya para aktarıyorsunuz, ihaleleri böyle parça parça satıyorsunuz, siyaseti ve sporu finanse etmek, etrafınızdaki bir takım insanlara ballı maaşlar temin etmek için yerler açıyorsunuz. Bu iş mi yani? O yüzden önce Türkiye’de belediyelerin gelirleri arttırılmalı, ama arttırılan gelirlerin nasıl harcandığı ciddi manada denetlenmelidir.

İkincisi, bugün Türkiye’de belediye meclis üyesi seçilmek, bağımsız olarak kalksanız, muhtar seçilmekten çok daha zordur. Çünkü Türkiye’de belediye meclis üyeliği seçimlerinde yüzde 10 barajı hala işlemektedir.

“25 sene belediye başkanlığı yapanlar var. Mahkeme kadıya mülk mü?”

Üçüncüsü, mahalli idareler demokrasinin fideliğidir, siyasete adam yetiştirir. 25 sene belediye reisliği yapmış bir arkadaş, Allah uzun ömür versin 30 sene yapmak istiyor. Mahkeme kadıya mülk mü? Bütün belediyelere bakın, eskiler tekrarlanıp geliyor, yok mu bu memlekette yetişen bir şey? Eğer siz siyasetin boğazını böyle sıkarsanız, burada hiçbir şey yapamazsınız.

Diğer sorun, belediye başkanlarının belirlenmesiyle ilgilidir. Şimdi belediye reislerinin hepsi mülakata tabi tutuluyor, mülakata tabi tutan kim? Seçici kurul. Esas mülakatı yapacak olan halk. Seçiyorsunuz, getiriyorsunuz, önüne koyuyorsunuz. “Siz de bunu benim adıma seçin”. Böyle bir demokrasicilik oyununa son verilmesi lazım.

Ben de bu şehrin yönetiminde bulundum, 10 sene Belediye Meclis Başkanlığı yaptım ben kardeşim. Balıkesir, adı büyük ama ekonomisi ve kendisi küçük bir şehirdir. Bakın kişi başına milli gelir rakamlarına, Kütahya’nın, Tunceli’nin, Karaman’ın, Kırşehir’in arkasındadır. Şimdi gelen belediye reisleri bu problemleri nasıl çözeceklerine dair bir şey söylüyorlar mı? Bir proje ortaya koyuyorlar mı?

“Türkiye’de partiler yarışmıyor, ‘Tayyip gitsin mi kalsın mı’ tartışması var”

İki tane büyükşehir belediye başkan arkadaşı adayı arkadaşımız açıklandı, kendilerini yakinen de tanıyorum. Her iki adaya da çıktıkları yarışta başarı diliyorum. Ama burada partizanlık yapmayıp, memleketin kendilerine teslim edilen parasını, kör kuruşu ne kadar, hesabını verebilecek, adalet içerisinde bu işi yapacaklarsa ona söyleyecek bir şeyim yok.

Bugün Türkiye’de şu kıskaçtan çıkmak lazım: Türkiye’de sahada partiler yarışmıyor, “Tayyip gitsin, Tayyip kalsın!” tartışması var. Anayasal şartlara riayet ederek çalışıyorlarsa, düşman gelmeyecek netice itibariyle. “Aman ona gitme, aman buna gitme,” böyle bir şey yok. Bu dar koridora AK Parti Türkiye’yi getirdi soktu. Muhalefeti de oraya zorladı. Buradan çıkıp bir açılım yapmak zorundayız, biz bu açılımı yapmazsak, bu ülkede, şehirlerde yaşayan insanlar nefes alamazlar.

“Bu saatten sonra kimse ev alamaz, araba alamaz, arsa alamaz!”

Balıkesir’de ortalama insanın cebindeki para vallahi billahi 10.000 lira seviyesindedir, 12.000 lira seviyesindedir. Bakmayın yolların arabalarla marabalarla dolu olduğuna, bu saatten sonra kimse ev alamaz, araba alamaz, arsa alamaz, çoluğunun çocuğunu evlendirmek için… İşte bu kıskacı nasıl kıracağız, şehrimize değeri nasıl katacağız, şehrimizin varlıklarını nasıl yükselteceğiz, onu konuşmamız lazım.

Şimdi Balıkesir’in “Türkiye’yi besleyen şehir” namı var. İşte 50 tane peyniri var, 60 tane bilmem nesi var, şusu var busu var falan… Tamam güzel, pirinci de var, onu da sayalım, mısırı da var, onu da sayalım ama bu ülkede herkes bu ekonomik modelle soyuluyor. Birinci soyulan ücretliler, diğerleri de çiftçiler. Balıkesir’de söylenen hayvan rakamları ve bu hayvansal ürün rakamı doğru değildir. Mutlak surette Türkiye’de kesin bir tarım sayımı yapılarak bunun doğrusu ortaya çıkarılmalıdır. 2002 yılında, çok gerilere gitmiyorum, 1 ton buğday satan çiftçi 35 gram altın alıyordu. Bugün 1 ton buğdayla kaç gram altın alacağını otursun kendisi hesaplasın.

İşçi soyulmuş, memur soyulmuş, esnaf soyulmuş… Düşünebiliyor musunuz 7.000 lira minimum bir BAĞ-KUR primi. Hangi çiftçi ödeyecek bunu, hangi esnaf ödeyecek bunu? Kiralara bakın, usulü kaidesi kopmuş… Dün 5.000 lira olan yere adam bugün 20.000 lira istiyor. Enflasyon yüzde 100 ise 10.000 lira olsun kardeşim, yani her şey yerle bir olmuş. İşte yerle yeksan olan bu değerleri kendi ayağının üstüne oturtur, Balıkesir’i yeniden nasıl ihya edeceğiz, nasıl inşa edeceğiz, ona geçelim.

Balıkesir’de istasyonun arkasına belediye el koydu. Biz rahmetli Sami Gökdeniz ile oraya bir Kültür Sitesi yapılması için Başbakan’a gittik, Ulaştırma Bakanına gittik, Ulaştırma Bakanı TCDD Genel Müdürünü ikna edemedi. Sayın Demirel’in yanına gittik, Demirel oraya Genel Müdürü çağırdı, dedi ki “Balıkesir Belediyesi’nin bir talebi varmış, oturun aranızda uzlaşın,” dedi. Olmadı mı, yine oldu canım, verdiler işte orasını. Sonra yürümedi ayrı, şimdi oranın tamamını Balıkesir Belediyesi aldı, neden aldı diye sorgulamayalım mı? Çok mu lazımdı emlak konutu yapmak oraya? Park yapsaydınız, deprem toplama alanı yapsaydınız, başka sosyal tesisler koysaydınız, insanlar gelip gitseydi.

“Gıda krizi Türkiye’nin kapısını çalıyor”

Dünyanın ekolojik, sosyal ve siyasal olarak değişen şartlarında artık bir gıda krizi Türkiye’nin kapısını çalmaktadır. Gıda üreten bir şehir olarak buradaki imkânlarımızı çok daha iyi ve verimli kılarak, o sektör cazip hale getirilerek Türkiye’nin ekonomisine katkı sağlamasını diliyorum.

Mahalli seçimlerde de halkın en doğru kararı vererek, kendisini idare edecekleri seçeceğini düşünüyorum. Biz de seçimlerle alakalı düşüncemizi vakti geldiğinde ortaya koyacağız.”

Exit mobile version