Siyasetin gündemi fena halde karardı. Ankara ve İstanbul ile parti merkezlerinde kotarılan güncel siyasetin söylemi ve eylemiyle oluşturulan yeni tarzın izdüşümünü, küçük il ve ilçelerinde de aynen görmek mümkün elbette. Fakat merkez siyaset, yerelin en alt basamağındakileri nasıl etkiliyor, oralara nasıl yansıyor acaba? Bunu, kendi yaşam alanımızdan bazı küçük ve basit örneklerle anlatmayı deneyeceğim şimdi. Edremit’te bir hafta arayla katıldığım iki sosyal etkinlikte şahit olduklarımdan seçtim örneklerimi. Gerçek olay bunlar, kurmaca falan değiller.
İlkini geçen hafta düzenlenen “Depreme Karşı Dirençli Kent” konulu bir Panel’de gördüm. Alanlarında uzman iki panelist, depreme dair yerin altı ve üstündeki reel durumu, görsel malzemelerden de yararlanarak anlattılar orada. Ülke ve bölgedeki durumu izah edip, sadece deprem sonrasına hazırlık yapmanın doğru olmayacağını, öncesi için de kentleri dirençli hale getirerek önlem almak gerektiğini izah ettiler. Sonra sıra soru cevap bölümüne geldi. Anlamlı sorular vardı, sorudan çok söyleve dönüşenler de oldu. Konuyla ilgili olanları panelistler yanıtladı. Derken arka taraflarda oturan ve ısrarla söz isteyen bir grup gence uzatıldı mikrofon. İçerikle ilgili olmayan, usule dair bir soru sordu içlerinden birisi, “neden bize davetiye gönderilmedi?” dedi. Anlaşıldı ki “biz” dediği, AKP’nin ilçe teşkilatıydı. Günlerdir panel çağrıları yapıldığı, afişlerin asıldığı, belediye anons sistemiyle de duyurulduğu hatırlatılarak, isterlerse bu konudaki yaklaşımın panel bittikten sonra izah edileceği söylenip devam edildi.
İÇERİK Mİ, DAVETİYE Mİ?
Panel bittikten sonra AKP’li gençlere katılımda asla bir sınır konulmadığı ama hiçbir partiye de davetiye verilmediği anlatıldı. Sadece ilçe Kaymakamı ile Belediye Başkanı’na davetiye verildiği, diğer tüm kurum ve kuruluşlara ise sosyal medyadan duyuru yapıldığı söylendi. Gençler ise, bu etkinliği Edremit Belediye Meclisi üyesi bir arkadaşlarından duyarak birlikte geldiklerini, AKP için özel bir çağrı olsaydı daha kalabalık geleceklerini söyleyip ısrarla “davetiye” üzerine durdular. Anlaşılan içerik değil, davet önemliydi onlar için. STK yöneticileri de, herkese açık bir etkinliğe ihtiyaç duyan tüm siyasetçilerin gelmesi gerektiğini anlatıp “seçmen olan biziz, siyasi partiler ne istediğimizi öğrenmek için kendileri bize gelmeli” dediler. Aslında “normal” bir ülkede olması gereken de buydu. Özellikle çevre konusunda çalışan STK’lar, hiçbir siyasi partinin arka bahçesi olmamaya, bu anlamda bir yanlış anlama olmamasına özen gösterirler. Ayrımsız tüm toplumsal kesimlerine seslenmeye de gayret ederler.
ÖZGÜVEN İYİDİR, KİBİR TEHLİKELİDİR!
Fakat AKP’li gençlerin bunu anlaması mümkün değildi. Zira yaklaşımları çok farklıydı. “Davetiye” söyleminin ardında yatan, “çözüm isteyen bizim kapımız çalmak zorunda” görüşüydü. Gençler “çözüm bizde, çünkü devlet biziz” demeye getiriyordu. Buna göre çözüm isteyen STK da onlara gidip, “lütfen bununla ilgilenin” demeliydi. Siyasette özgüven iyidir ama kibir tehlikelidir. Doğrusu halk onların değil, siyasi partiler halkın ayağına gitmeliler. Üstelik gerektiğinde hesap da vermeliler. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Balıkesir B. Belediyesi’nin tüm olanaklarını yıllardır elinde tutan AKP’nin, “depreme dirençli kent” konusunda neden ilimizde ve ilçemizde önemli adımlar atamadığını izah etmesi gerekiyor önce.
AKP’li gençlere panele katıldıkları için teşekkür edildi ama bu konulara daha geniş bir açıdan bakmaları gerektiği de söylendi.
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK…
Hedefini buldu mu uyarı? Pek sanmıyorum. Çünkü yaşları itibariyle doğduklarından beri, kendilerini ve mensubu oldukları kesimi hem parti, hem hükümet ve hem de devlet olarak gördü bu gençler. Talep sahibi kişi ve kuruluşların kapılarında sıralanmasına da alışkınlar. Çünkü yeni sistem böyle işliyor. O nedenle, farklı bir tutumla tüm sorumluları görevlerini yapmaya çağıran STK’ları görünce gerçekten anlamıyorlar. Anlamak için onların zihniyet değiştirmeleri ve kendileri gibi olamayan “ötekilerle” diyalog kurmaları lazım. “Öğrenilmiş çaresizlik” diye bir kavram var malum. “Biz hep böyle yapıyoruz ama onlar bize yanlış bakıyor ve sonuç hep olumsuz oluyor” diye açıklanabilecek bir psikolojik hali anlatıyor. Ondan giderek izah etmek gerekirse, o temeli değiştirmek gerektiği görülüyor. Hep “böyle” yapmaktan vaz geçip, bir de “şöyle” yapıldığında; empati duymak, ötekini anlamak ve kendi yanlışını da görmek mümkün aslında.
ÇÖZÜM VE MUHATAP…
Gençlere düşen, davetiye sormak yerine, herkese açık toplantılara gidip ne düşündüklerini söylemek olmalı. Fakat daha da önemlisi, bu konularda neden AKP’ye artık bir çözüm talebi bile iletilmediğini de kendi kendilerine sormalılar. Zira genel seçimler yapılalı neredeyse iki koca yıl geçmesine rağmen, depreme karşı dirençli kent yaratmaya çalışan il ve ilçelerde yaşayanların piyasa koşullarında çözüm aramak yerine hala toparlayıcı bir muhatap bulmakla meşgul olduğunu da sormaları gerek. Bu konunun çözümünü, bugün her fırsatta “silkelenen”, yıllardır biriken kamu borçları için her türlü cari gelirine el konulan, her fırsatta cezalar kesilen muhalefet belediyelerden mi, yoksa devlet denilen kurumlar bütününden mi beklemeli vatandaş?
***
EDREMİT’İN GELENEKSEL MECİ ŞENLİĞİNDEN İZLENİMLER
İkincisini ise bu hafta gördüm. Edremit Belediyesi ile birçok meslek odaları, STK’lar, kuruluşlar ve şirketin düzenlediği Geleneksel Meci şenliklerindeki bir toplantıda şahit olduğum diyalog, doğrusu çok ilginç geldi bana. Meci’nin malum çok eski bir geçmişi var. Zeytin tarımının ürün toplama işlemleri emek yoğun bir faaliyet olagelmiş yüzlerce yıldır. Makine kullanılan uygulamalar daha çok yeni. Genel olarak yerleşim yerlerinden uzak yamaç ve kırlardaki ağaçlardan zeytini silkmek, elle toplamak ve nakletmek oldukça zahmetli bir iştir. Bu işi yapan mevsimlik elemanlar (tayfa), onları temin eden ve çalışmalarını yönlendiren tayfabaşı ve zeytin sahibinin uyumlu bir çalışma birlikteliği kurup karşılıklı memnun kalmaları halinde, seneye de buluşmayı, birlikte çalışmayı sağlamaları amacıyla yapılan bir imeceli kutlama, şölen, paylaşım geleneği olmuş Meci.
Tayfa daha ziyade köy kökenlidir ve ilçemizde vaktiyle daha şenlikli kutlamalar zeytinliğin içinde yapılırmış. Zamanla unutulmaya yüz tutan ama son yıllarda STK’ların gayreti ve Belediye’nin de desteği ile yeniden canlandırılan bir kültürel gelenek bu. Ancak, köylüden ziyade kentli ağırlıklı oluyor şimdi şenlikler.
“BİZ UĞRAŞIRKEN SİZ NEREDEYDİNİZ?”
Belediye işin içinde olunca da, haliyle şenliğin katılımcı tabanı da kaçınılmaz şekilde siyasi özellikli oluyor ki, ilçemizde CHP merkezlidir bu durum. CHP’li milletvekilleri, il ve ilçe başkanları, belediye başkanları ve tabii ki CHP üyeleri bu şenlik ve törenlerin ana dolgusunu oluşturuyor. Kalanı da halk.
İşte böyle bir yapıdaki şenliğin ilk günü karşılaşıp alanda sohbet eden iki eski arkadaşa kulak misafiri olup da, izin almadan lafa dalıveren iki yerel siyasetçiyi görünce başladı şahit olduğum durum. İlçemizin yıllardır çözülemeyen bir çevre sorunu olan “arıtma tesisi” hakkında sohbet eden o iki kişiye CHP’liler hemen müdahil olup, kendi etkinlik alanlarında propaganda yapma fırsatını kaçırmamak derdine düştüler akılları sıra. “Yıllardır AKP yapamadı arıtma tesisini, onlara niye eleştirmiyorsunuz?” diye girdiler lafa. Oysa ayaküstü sohbet etmekte olanların ikisi de, yıllardır bu konuda en yoğun çaba gösterip mücadele eden kişilerdi. CHP’lilerin üslubu ve siyaset yapma tarzları ziyadesiyle basit kalıyordu bu durumda. Tereciye de tere satmak gibi bir hale düştüler. Kiminle konuştuğuna ve ne söylediğine aldırmadan, papağan gibi tekrarlanan o propaganda sözleriyle, doğru bir iş yaptıklarını sanıyorlardı. İkilinin “Peki biz uğraşırken sizler neredeydiniz?” demeleri bile lüzumsuz kaldı bu hamaset karşısında.
Zaten gerek bile duymadılar anladığım kadarıyla buna. CHP’lilerin orada sergiledikleri “öğretilmiş tepki” gösterisine izin de vermediler. Aslında “şunu” diyene siz de “bunu” deyin, “onu” duyarsanız “bunu” söyleyin diye öğretilen bir tarzla siyaset falan da yapılmıyor doğrusu. Sadece laf yarıştırılıyor. Bugün “arıtma tesisi” sorununun siyasi sorumluluğunu alması gereken kişiler ısrarla susarken, yerelde siyaset yaptığını sanan CHP’lilerin, bu “laf sokma” tarzları anlamlı bile olamıyor. Bu tarz, halkçılık falan da değil zaten.
ÖTEKİNE KARŞI DEĞİL, HEPİMİZ İÇİN SİYASET…
Siyaseti tepede oluşturanların sergilediği ince oyunları, karşı hamleleri, arttırılan kutuplaşmayı, dış siyasetin yine iç siyaset aracı olmasını, teröristten devlet başkanı yaratırken gazeteciye bile terörist muamelesi yapılmasını, “her şey koltuk için” yaklaşımını gören yerel siyasetçiler ise işte kendi yaşam alanlarında bu gibi işlerle uğraşıyorlar.
Nasıl hoşunuza gitti mi acaba? Trajik mi sizce bu, yoksa trajikomik mi? Yerel siyaset, adı üstünde avuç içi kadar, herkesin iyi kötü birbirini tanıdığı bir alanda yapılır. Fakat orada bile birbirini tanıma ve anlama zahmetinden kaçınıyorsa bu kişiler, vay geldi başımıza! Bu tarzdan anlamlı ve tatmin edici bir sonuç çıkabilir mi?
“Ötekine karşı” değil, “hepimiz için” siyaseti gerekmez mi yerelde? “Çözümü onlardan değil bizden bekleyin” demek ile “bizi değil onları eleştirin” demek arasında, vatandaş yararına bir fark var mı? Her şeyi zaten mükemmel yaptığını sanan, en doğrusunu bildiğine inanan bütün yerel siyasetçiler, aman dikkat edin! Aslında sizin dediğiniz gibi olmadığı için bu işler, vatandaş çözüm arayışına kendisi girişiyor. Farkında mısınız? Hala bunca kararsız seçmen varsa yapılan anketlerde ve sizin ışığınızda eriyip peşinizi takip etmiyorsa vatandaşın ezici çoğunluğu, bilin ki onlarda değil sizdedir hatanın çoğu. Bu insanları, bir de birbirini bile anlamayacak şartlanmalara sokmayın.