KUBİLAY S. ÖZTÜRK
Ülkemizde çok değerli idari ve teknik kadrolarımız var. Yetişmiş insan gücümüzle ve çalışkanlıklarıyla gurur duyabiliriz. Fakat bu kadroların, alanlarındaki sorunlara ve çözümlerine yaklaşırken, mümkün olduğunca dar bir açıdan bakmayı tercih ettiklerini de görüyoruz. Bunun temel nedeni, tek adama dayanan bir yönetim sistemine sahip olunması elbette. Her seçilmiş siyasetçi, kendi yönetim çevresi içinde bir tek adamlık sistemi oluşturuyor artık günümüzde. Bu yetenekli kadrolar da, inisiyatif almak yerine, konulara sadece kendi yetki ve sorumlulukları çerçevesinde bakmayı yeterli ve hatta zorunlu buluyorlar giderek. Sistem, en üstten verilen karar doğrultusunda çalışıyor ve o nedenle de merkezi ve yerel yönetimlerde bu dar bakış açısı oldukça yaygınlaşıyor.
Bu konudaki tespitlerimi, yerel ölçekte ve BASKİ örneğinde yaşananlar üzerinden anlatmaya çalışacağım. Özel bir nedeni yok bunun. Sadece kurumun iş odağında, herkesi ilgilendiren su ve kanalizasyon konusu olduğu için bu örneği seçtim.
Hatırlayın lütfen, geçtiğimiz yıllarda Körfez’deki koca dağların eteğindeki bazı yerleşimlerde bile, ciddi boyutta su sıkıntıları yaşandı. Küresel iklim değişimini pek dikkate almadan yapılan yatırım programlarının payı vardı bunda. Fakat aslında inşa edilen konut sayısı ile nüfus yoğunluğu o kadar hızla arttırılmıştı ki, mevcut su temin ve dağıtım sistemleri bir anda iflas etmişti. Kıyı kesiminde ve alt kotta yaşayanlara su verilen kuyular, yaz ortasında boşaldı. Kuyuların beslendiği yeraltı su depoları (akifer) tükendi. Hatta boşalan akiferleri, bazı yerlerde deniz suyu bastı. Sonuçta musluktan ya hiç su gelmedi veya tuzlu su akmaya başladı. Vatandaş tepki gösterdi bu duruma haliyle. Sonuçta BASKİ’nin idarecileri ve teknik kadroları, yüksek kotta ve dağlardaki su kaynaklarının takviyesi sayesinde su verebildiler yazlıklara ve sezon atlatıldı.
ÇÖZÜM DEDİKLERİ ŞEY BAZEN SORUN DA OLABİLİYOR
Elbette gerçek ve kalıcı bir çözüm olmadı bunlar. Öncelikle su temini ve dağıtımını yapan bu kurum ile konut inşasına izin veren kurum birbirinden farklı. Bir koordine sistemi veya kadroların eşgüdümü de yok aralarında. Büyük çapta su temini deyince, DSİ akla geliyor. Fakat yerel ölçekte suyun temini Balıkesir B. Belediyesi’ne bağlı BASKİ Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğunda. Ancak bütün bu kurumlar arasında, ne yazık ki güncel bir ortak planlama da yok. İlçe belediyeleri inşaat ruhsatı verirken, mevcut “uygulama imar planına” bakıyorlar sadece. BASKİ buna “altyapı yetersizliği” gerekçesiyle engel olamıyor. DSİ ise sorun “bölgesel nitelik” almadıkça, bu konulara hiç girmiyor. Sonuçta, başta vatandaşlar olmak üzere bütün bu kurumlar ve yerel yönetimlerde herkes mutsuz oluyor. BASKİ idarecileri de bu sorunu yaşayınca DSİ’yi yatırıma çağırdılar. Kapsayıcı ve kalıcı bir çözüm geliştirmek yerine, kendi dar alanlarına sığınmayı tercih ettiler. Çözüm denilenin sorun da olabileceğini dikkate almadılar.
BASKİ SU SORUNUNA ÇÖZÜMÜ DSİ’DE GÖRÜYOR
Büyükşehir B. Belediyesi ile ilçe belediyelerinin çalışmalarında bir ortak zemin yaratamaması çok anlamsız bir durum elbette. Fakat BASKİ’nin su sorununa çözümü DSİ’nde görmesi ve su temini için onların bir baraj yapımına girişmesini talep etmesi de o kadar anlamsız. Zira turizmin plansızca sürdürülebilmesini temin amacıyla ve “dereler boşa akmasın” denilerek DSİ’nin baraj yapmasını istemek, çok dar bir bakış açısının göstergesi.
Çünkü bölge aynı zamanda zeytin tarımı açısından da çok değerli. Baraj için zeytinleri kesmeden uygun bir alan yaratmak ise mümkün değil. Kaldı ki baraj yapılıp çok büyük bir su kütlesi tutulmaya başlanınca, yazlık konutlara düzenli su verilecek ama zeytin tarımının sağlıklı bir şekilde devamı nasıl olacak? Nem faktörünün geleneksel bölge coğrafyasına aykırı bir şekilde artması zeytin tarımını etkileyecek. Gerçekte bölgenin sürdürülebilir turizm faaliyetine de zarar verecek aslında. Bütün etkileri dikkate alınmak zorunda. Şimdi bu durumda, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı DSİ Genel Müdürlüğü’ne, yazlık konutların yararına ama zeytin tarımının zararına bir büyük altyapı yatırımı için BASKİ’nin çağrılar yapılması ne kadar doğru?
KURUMLAR ORTAK BİR AMACA UYGUN ÇALIŞMA BECERİSİ SAĞLAYAMIYOR
Cevabı basit bunun. 1/5.000’lik planları hazırlayan Büyükşehir’e bağlı bir Genel Müdürlük olan BASKİ’nin, 1/1.000’lik uygulama imar planlarını dilediğince hayata geçiren ilçe belediyelerine “vallahi size yetişemiyorum” diye sızlanmasına sebep olması kadar doğru elbette.! Kurumlar ortak bir amaca uygun çalışma becerisi sağlayamıyorlar. Kadroların ise kendi dar açılarından bakarak, bu karmaşanın üstesinden gelmesi de mümkün değil. Demek ki, yetki ve sorumluluk alanlarının belirlenmesi ve “ortak karar alma – ortak çalışma” konularında, merkezi yönetimden yasal bir değişiklik istenmesi de gerekiyor günümüzde.
Hal böyleyken, idareci ve teknik kadroların, nihayetinde bir siyasetçi olan seçilmiş yerel yönetimle olan ilişkilerine de bakmak gerekiyor. Yine BASKi örneğinden gidersek, kurumun başına getirilen genel müdürün, mesela atıksu arıtma tesisi yatırımında hangi yerleşim birimine öncelik vereceğini söyleyen seçilmiş belediye başkanı oluyor. Hatta bazen o başkana bile, talimatlar merkezi yönetimden geliyor. Kaynak kıt, talepler çok ise “şunu yap, bunu ertele” diyor birileri. Ne yapacak bu durumda o idareci? Mesleki duyarlılığı ağır bassa ve “hayır, o değil bu daha önemli” dese, görevden affını istemesi rica edilmeyecek mi kendisinden? Karar alıcının böyle bir esnekliği olsa zaten, öncelik belirlemenin de daha adil, demokratik usulleri tatbik edilirdi değil mi?
RAFA KALDIRILAN DOSYALAR
Yine seçilmiş siyasetçiden gelen ‘şöyle bir çözüm olabilir mi?’ sorusunu yanıtlamak, yani projeler de üretmek zorunda BASKİ yönetimi. Siyasetçi, bu çözüm önerisini Meclis’te gündeme getirildiği için, kendisi düşündüğü için, halk ilettiği için, atanmış mülki amirin talebi için, merkezi yönetim veya bakanlıkların önerisini değerlendirmek için vb. pek çok nedenle isteyebilir. Kurumun kadroları da sadece soruna teknik bir çözüm getirmek anlamında mühendislik dosyaları ve çizimlerini hazırlamakla kalmaz, tüm proje ihtiyaç ve finansmanını da çıkartır.
Edremit Körfezi için de, BASKİ’nin çalıştığı pek çok proje vardır arşivinde. Mesela, Güre için yapılan bir çalışmanın, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetindeki eski Deve Güreşi alanını vermeye yanaşmaması ve kendi ihtiyaçları için bir tesis yapması nedeniyle, hiç uygulamaya alınamadığını biliyoruz. Bir başka çalışmayı ise, Güre’deki büyük otel sahiplerinin “koku yapar” itirazıyla istemediklerini ve bu nedenle iptal edildiğini hatırlıyoruz.
Hatta buna alternatif olması için, Güre’nin atıksularını toplayıp kolektörlerle Altınkum’daki arıtma tesisine kadar taşımak için bir başka çalışma daha yapıldığını ama istimlakler, sistemin çalışma maliyetinin yüksekliği ve atıksuyun gönderileceği tesisin de zaten yeterli kapasitede olmaması gibi nedenlerle, dosyanın rafa kaldırıldığını da biliyoruz.
ZEYTİNLİ ATIKSU ARITMA TESİSİ
Bir başka örnek de, BASKİ’nin 2019 seçiminden hemen önce Zeytinli Atıksu Arıtma Tesisi’nin üzerinde kurulu olduğu 58 dönüm Hazine arazisine ilave etmek amacıyla, hemen yanındaki 169 dönümlük Hazine arazisini Bakanlık’tan talep etmesiydi. Bunun anlamı, Körfez’in çok büyük bir bölümünün atıksu arıtımının tek bir tesiste birleştirilmesi olacaktı. O nedenle de vatandaşlar koku ve kirlik artışının daha büyük boyutlara ulaşacağından korktular, bu projeye karşı bir imza kampanyası düzenlendi.
BASKİ’nin bu talebi de uygun görülmedi sonuçta. Çünkü arıtma işinde, yerinde çözüm esastır. Taşıyarak atıksu arıtmak ise fazladan maliyet demektir. Bu projenin rafa kaldırılması çok da isabetli oldu aslında. Zira vaktiyle BASKİ o alanı alsaydı, Büyükşehir Belediye başkanı sonradan orayı da villa yapılması için satmaya kalkışırdı! Şimdi latife gibi geliyor ama imar planını değiştirmek için mevcut arıtma tesisinin yerini bile yeşil alan gösteren bir anlayışın, 169 dönüme de bir şeyler düşünmesi de gayet mümkündü.
“Derin Deniz Deşarjı” bahsine ise hiç girmek istemiyorum. Bu konuda çok yazdım vaktiyle.
KARAR ALMA SÜREÇLERİ DAHA DEMOKRATİK USÜLLERLE OLABİLİR Mİ?
Velhasıl seçilmiş belediye başkanı “bir de şöyle, bir de böyle yapsak” diyor ve BASKİ proje üretme fabrikası gibi çalışıyordu. Tabii ki, siyasetçinin talebine uygun proje üretiliyordu. Fakat rasyonel olanı, kamu yararına olanı, gelecek planlarına uygun olanı söylemesi gerekmiyor mu BASKİ’nin?
Elbette gerekiyordu ama kadrolar bu noktada meslek ilkelerini değil de, siyasetçinin taleplerini öne almak zorunda gördüler kendilerini. “Emriniz olur” demeyi tercih ettiler eski dönemde. Bu yüzden zaten, erkin tekleşmesi çok sakıncalı bir durum. Bütün bu karar alma süreçleri “daha demokratik” usullerle olmalı. Bunun yolu da belli.
Yatırımlar, belediye meclisinde ve kamuoyuna açık şekilde konuşulup tartışılmalı. “Komisyona havale” sistemiyle ve grup onayıyla geçmemeli kararlar. İtiraz edenler asla susturulmamalı, aksine itirazları mutlaka kayıt altına alınmalı. Oybirliğiyle karar alınması için zorlanmamalı meclis üyeleri, zira her biri kendi seçim bölgelerinin realitesini temsil etmenin ötesinde, farklı mesleklerde de tecrübe sahibi kişiler. Bu karar alma halkasını biraz daha genişletmek de mümkün elbette.
Bunun aracı da Kent Konseyleri olabilir mesela. Sorunların tespiti ile çözüm önerileri doğrudan halktan, hatta mahalle meclislerinden gelirse, hem anlık çözüm yerine uzun vadeli planlar yapmak ve hem de taban demokrasisinin nimetlerinden yararlanmak mümkün olacaktır. Sonuçta idari ve teknik kadroların veya siyasetçinin tarzı yerine, elbette halkın talepleri belirlemeli atılacak adımları. Çözüm de, yerel yönetim kadrolarının verimliliği de, burada saklı aslında.