YEREL SEÇİMLER ÖNCESİ BALIKESİR KONUŞULDU

Balıkesir Akademik Odalar Birliği’nin düzenlediği “Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Sorunları” konulu sempozyum önceki gün gerçekleştirildi. Salih Tozan Kültür Merkezi’ndeki sempozyumda akademisyenler Balıkesir özelinde yerel yönetimler ve kentleşme sorunlarını ele alarak düşüncelerini paylaştı. Üç oturum halinde gerçekleştirilen sempozyumun açılışına Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu, Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin, Millet İttifakı Büyükşehir Belediye Başkan Adayı İsmail Ok, Akademik Odalar Birliği’ne bağlı meslek odalarının başkan ve yöneticilerinin yanı sıra CHP’den Karesi Belediye Başkan Adaylığına getirilen Levent Tellioğlu belediye başkan adayları katıldı.

KEŞKE ADAYLAR DA SEMPOZYUMA GELSEYDİ

Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan sempozyumun açılış konuşmasını AKOB adına dönem sözcüsü yaptı. Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu da açılışta yaptığı konuşmada sempozyuma katılımın azlığına dikkat çekti. Kafaoğlu sempozyuma bütün belediye, belediye meclis üyesi adaylarının katılmasının daha uygun olacağını belirterek, “Keşke adaylar bu sempozyumdan istifa edebilselerdi” diye konuştu.

BALIKESİR OLARAK KIRSAL NÜFUSUMUZ FAZLA

Açılışta yaptığı konuşmada Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu şehirlerin ortak akılla yönetilmesinin önemli olduğunu belirterek şunları söyledi:“Günümüzde ülkeler değil şehirler yarışır hale geldi. Kent nüfusu gittikçe artıyor. Kırsal nüfusu azalıyor. Balıkesir ölçeğine baktığınızda ise biz biraz Türkiye ortalamasının üzerindeyiz. Kırsal nüfusumuz fazla. Kent ve çevre değince akla yerel yönetimler ve belediyecilik geliyor. Bunların eliyle kentleşme sağlanmış oluyor. Belediyeler özellikle sivil toplum örgütleriyle ortak akılla şehirler yönetilmeli. Ben yaptım oldu. Mantığıyla asla olmamalı. İlgili kurum ve kuruluşlar ile şehrin dinamikleri ile sıkı sık bir araya gelerek ortak akılla şehir yönetilmesi herkesin menfaatinedir. Günümüzde artık şehirler hızla büyürken maalesef şehirleşmede sıkıntılar yaşıyoruz. Keşmekeşlikler, trafik sorunundan tutunda dikey yapılaşmadan dolayı mahalle kültürleri yok oluyor.”

ÇAMLIK PROJESİNE 350 BİN METREKARE ALAN İLAVE EDİLDİ

Başkan Zekai Kafaoğlu, dikey mimariden yatay mimariye geçiş yapılması gerektiğini ifade ederek Balıkesir’de yeşil alanlara daha çok ihtiyaç olduğunu vurguladı. Kafaoğlu şunları söyledi:”Sayın Cumhurbaşkanımızın başlatmış olduğu Millet Bahçeleri bu noktada atılmış projelerden birisidir. Balıkesir’in muhtelif ilçelerine Millet Bahçesi konusunda çalışmalarımız oldu. Şehir merkezinde de Balıkesir’in mesire ve yeşil alanlara ihtiyaç var. Bir tek Değirmen Boğazı ve İkizce Tepeler Barajının olduğu DSİ’ye ait alan vardı. Burası bakımsızdı ve devri Büyükşehir’e gerçekleşti. İnşallah gelecek belediye başkanı güzel bir millet bahçesi, yürüyüş alanları, bisiklet yolları ile piknik alanlarıyla Balıkesir’in ikinci bir nefes alacağı yer olarak hizmete açacaktır.
Çevre Bakanlığının desteğiyle Çamlık Projesine 350 bin metre karelik bir alan daha tahsis edildi. Oradaki yeşil alan ve piknik alanlarının genişlemesi noktasında önemli katkılar sağlanmış oldu. Gelecek belediye başkanı oraları da değerlendirerek Balıkesir’e alternatif alanlar kazandıracaktır diye düşünüyorum.”

TRAFİK SORUNUNU ÇÖZMEK İÇİN ÇALIŞIYORUZ

Balıkesir’deki trafik sorununun da gün geçtikçe arttığına dikkat çeken Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu şunları ifade etti. “Balıkesir’de trafikte ciddi bir sorun haline geldi. Tabi köprülü kavşaklar önemli. İnsanlar yaşadığı şehirde mutlu ve huzurlu olmak istiyor. Trafikte beklemek insanı mutsuz eden stresli yapan konuların başında geliyor. Bununla ilgili olarak dönemimizde yaptığımız köprülü kavşaklar var. Balıkesir trafiği bir nebze rahatlamış oldu. Yılbaşı itibariyle 19 ışıklı kaşağı dinamik hale getirdik. Yapılan istatistiklerde kırmızı ışıklarda bekleme süresi yüzde 49 azaldı. 3 trilyonluk yakıt tasarrufu sağlanmış oldu. Bir dinamik kavşak çevreye de katkı sağlamış oluyor.”

BELEDİYECİLİK ÇEVREYE DUYARLI OLMALI

Çevre sorunlarına da dikkat çeken Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu konuşmasının sonunda şunları dile getirdi:
“Çevreden asla vazgeçmemiz lazım. Belediyecilik hizmet belediyeciliği değil. Belediyecilik yol, su, kanalizasyon değil belediyecilik çevreye duyarlı olmalı. Belediye Başkanlarının en çok işin başında önem vermesi gereken bir konudur. Bu çevre bize emanet bu emaneti gelecek nesilleri iyi aktarmamız lazım.”

***

HAYATIMIZI OLUMLU YA DA OUMSUZ ETKİLEYECEK SORUNLAR ELE ALINACAK

Açılış konuşmalarının ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Ruşen Keleş tematik bir sunum gerçekleştirdi. Keleş yaptığı sunumda yaklaşan yerel seçimler öncesinde belediyecilik konusunda açıklamalarda bulundu. Keleş şunları kaydetti:“Programa göz attığımda şunları görüyorum; yerel yönetim politikaları, kentleşme ve demokrasi ilişkileri, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan yeni rejimin yerel yönetimlere yansımaları, ekonomik bunalımdan kaynaklanan sorunlar, çevre politikaları, rant odaklı imar ve planlama uygulamalarının kent kimliklerinin yozlaştırılmasının yanı sıra sağlık, tarım, hayvancılık, ulaştırma, madencilik gibi sektörler üzerindeki olumsuz etkileri, yaşamsal temel taşıyan bir çok konu ele alınacak.

KONULAR BÜTÜNSELLİK İLE ELE ALINMALI

Programda yer alan konuların farklı disiplinlerin konusu olması, hepsinin teknik, siyasal, idari, sosyo-kültürel ve ekonomik özelliklere sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bu nedenle yapılacak çözümlemeler ve değerlendirmelerin genel çerçevesi, kaçınılmaz olarak toplum bilimlerinin bütünsellik ışığı altında işlenmeli ve değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bu bütünselliğin üç sebebi var. Birincisi konular arasındaki bütünsellik, ikincisi zaman yönünden bütünsellik, üçüncüsü mekansal bütünsellik. Sayın belediye başkanımız Balıkesir’in sorunlarına yoğunlaşan bir konuşma yaptı. Ama Balıkesir’in, Samsun’un, Trabzon’un, İstanbul’un ya da Muğla’nın sorunlarını Türkiye’nin genel sorunlarının özelliklerinden koparmak ve onlardan bağımsız olarak irdelemek mümkün değildir diye düşünüyorum. Mekansal bütünsellikten kastettiğim biraz da budur.

KÜRESELLEŞMEYLE HER ŞEY DEĞİŞTİ

Dünyanın ve ülkemizin uzunca bir süreden beri içinde bulunduğu koşullara toplantımıza ışık tutacağı düşüncesiyle kısaca göz atmak istiyorum. Yapacağımız değerlendirmeleri daha sağlıklı geliştirmek için. Daha önce de kısaca belirtildiği gibi sermayenin sınır tanımaz egemenliği özellikle 1980’lerden bu güne gelen uluslararası finans kuruluşlarının da zorlamasıyla hemen hemen bütün ülkeleri neo-liberalizm olarak adlandırılan küreselleşme ve onun ilkeleriyle karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Bunu gözden uzak tutmamamız gereken bir gerçek. Türkiye’de de 1996 yılında Birleşmiş Milletler tarafından toplanan konferansa resmen hükümet tarafından sunulan resmi raporun savunduğu tez şudur: Küreselleşme kaçınılması değil, boyun eğilmesi gereken bir gerçektir. Tabi küreselleşme adı verilen durumun insanların tavır ve davranışları üzerinde de yansımaları olduğunu çok açık bir şekilde görüyoruz. Küreselleşme belli bazı olumlu yönleri olmasına karşın, insan davranışlarında sınırsız zenginleşmeye yol açmaktadır. Bunun hem çevre, yerel yönetim gibi olgular açısından yaratabileceği çok önemli olumsuz sonuçları vardır.

PLAN MI PLANSIZLIK MI

İkinci konu şudur; neo-liberal yaklaşımın bir sonucu olarak toplum yaşamında rasyonel karar alma sürecinin faydası olan plan düşüncesine saygı erozyona uğramış ve uğramaktadır. Burada plana karşı olumlu bir tavır almak gerektiğini ima ediyor bilim. Bu akıma; planın ve plan çevresinin erozyona uğramasına öncülük eden, buna destek veren başlıca dünya uluslarının başında Dünya Bankası ve IMPF geliyor biliyorsunuz. 1997 yılında yayınlamış olduğu yıllık raporun başlığı ’Planı bırak, Piyasaya Bak’ olmuştur. Planlamada amaç ve araç ilişkisi büyük önem taşımaktadır. Planlamayı gözü kapalı olarak olumlu bir gelişme olarak, araç olarak, uygulama olarak değerlendirmek doğru değildir diye düşünüyorum. Özellikle Şehir Plancıları çok sık kullanırlar; en kötü plan bile plansızlıktan iyidir. Bunun yanlış olduğunu arkadaşlarımızın izniyle söylüyorum. Çünkü biraz da planda hangi amaca ulaşmak istediğimizdir önemli olan. Bu plan sonuç itibariyle bir amaçtan ibarettir. Marksizm’in yapmış olduğu sınıflandırmaya göre araç rasyonelinin değil de amaç rasyonelini birbirinden ayırmak gerekir. Örnek vermek gerekirse; yanlış işler de planlı bir şekilde ve bir plan dahilinde yaşama geçirilebilir. Bir örnek; Atatürk Orman Çiftliğini yapılaşmaya açan aracın bir plan olması gerçeğidir. Adı da Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Planıdır. İkinci bir örnek verecek olursak; İstanbul’un Kuzey Ormanlarını ve su havzalarını tehdit eden İkinci Hava Limanı bir plan değişikliği sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İkinci bir örnek; henüz gerçekleşmedi ama gündemden hiç düşmeyen Kanal İstanbul. Çılgın proje plan değişikliği yapılarak gündeme taşınmak zorundadır. Son olarak da Çamlıca Tepesi’nin kimliğini yeşilden betona çevirerek bozan Camii Projesi bir İmar Planı değişikliğiyle ortayı çıkmıştır. Üstelik şekil bakımından bu son olaya bakacak olursak; İmar Planı değişikliği önerisi 3194 Sayılı İmar Yasasına göre belediye yetkisi üzerinden gelmesi gerekirken, yukarıdan merkezi yönetimden talimatla İstanbul Belediyesine yaptırılmıştır.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE SAYGI EROZYONA UĞRADI

Bir diğer nokta üzerinde durmak istiyorum; planlama düşünce ve uygulamasına saygıda yaşanan erozyona paralel olarak, hukukun üstünlüğüne saygı ilkesinde de bir erozyonla da karşı karşıya bulunuyoruz ve bunu gösteren sayısız örnekler var. Özellikle Uluslararası Çevre Hukukunda gelişmeler kuşaklar arası adalet adı verilen hukuk kuralı çerçevesinde gelecek kuşakların; yani bugün henüz dünyaya gelmemiş kişilerin yeryüzünün, ülkelerin, kendi ülkelerinin, kendi yaşadıkları semtlerin doğal ve kültürel değerlerinden yararlanma hakkına sahip olduğu düşüncesinden güç kazandırmıştır. Bir çok doğal değerlerimizin, ormanlarımızın, yeşil alanlarımızın, kıyıların çoğu kez çevresel etki değerlendirilmesi yapmaya olanak yoktur gibi kararlarla yapılaşmaya açılmış olması fiilen bu uluslararası çevre hukuku içinde yer alan kuralın açıkça ihlali, çiğnenmesi anlamına gelmektedir. Örnekler artırılabilir.

DEVLET YÖNETİMİNDEKİ DEĞİŞİKLİK DİKKATİMİZİ ÇEKİYOR

Bir diğer nokta; günümüz koşullarında artan ölçülerde kaygı yaratan bir olgu var. O da temel değerlerin anayasamızda yer alan cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılıktan giderek uzaklaşılması olmaktadır. Her düzeyde uygulamalar yaşadığımız örnekler bunu göstermektedir. Ancak bütünsellik ilkesi çerçevesinde konular, sorunlar, birbirlerinden koparılamayacak şekilde iç içe olan birbirlerine bağlılıkları olan konulardır. Bununla bağlantılı olarak yapılacak olan konuşmalar arasında bir başvuru dikkatimi çekti. Devlet sistemindeki değişiklik dikkatimizi çekiyor. Devlet sisteminde yakın geçmişte yürürlüğe konulan değişiklik, ulusal ve yerel demokrasimiz açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır ve doğurmaya gebedir. Ulusal çaptaki demokrasi de, bölgesel çaptaki demokrasi de, yerel demokrasi de ancak demokrasinin temel kurallarına uygun davranıldığında yerleşme ve değişme şansı kazanabilirler. Eğer eşitlik ve adalet ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere saygıda bir erozyon varsa ve bu durum sistemden ya da yöneticilerin kişisel tutum ve davranışlarından kaynaklanıyorsa, her düzeyde demokrasinin bu gibi gelişmelerden büyük ölçüde zararlı çıkar. Örneğin; sistem yerel seçimlerin yaklaşmış olduğu bir sırada, belediye bütçelerine yapılacak yardımları cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleme olarak konuyorsa ve cumhurbaşkanının bir siyasi partinin lideri olması sebebiyle bu sistem değişikliğinin doğurabileceği sonuçları ve sakıncalarını takdirlerinize sunuyorum.

YEREL YÖNETİMLERDE MERKEZİLEŞMİ OLGUSU

Yerel yönetimler açısından önem taşıyan bir konu da; merkezileşmenin ülkemizde giderek güçlenmekte olmasıdır. Her konuda, ama özellikle imar ve planlama yetkilerinin kullanılması konusunda merkezileşme, siyasal iktidarın 2000’li yılların başlarındaki söylemlerinin tam tersine bütün hızıyla sürüyor. İmar Yasası, İmar planlamasında son sözü belediye meclislerine bıraktığı halde merkezileşme hukuken de fiilen de devam ediyor. TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çeşitli bakanlıklar hatta devlet kurumları belediyelerin imar ve planlama yetkilerine müdahale etme yetkisine sahipler. Bu durum kamu hizmetinin yeterince uygulanmadığı gibi dünyadaki gelişmelere de terstir. İktidardaki siyasal partinin 2000’li yılların başından beri ısrarla yaptığı söylemlere de ters düşmektedir. Ve daha da önemlisi Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin yerel yönetimler özerklik şartının temel felsefesiyle de çelişmektedir.

RANT GÜDÜSÜ İNANÇ VE İDEOLOJİK BAĞLILIKLARI BİLE GÖZ ARDI EDİYOR

Bir diğer nokta; yerel yönetimlerde görev almaya istekli olanların, sayın adayların, ancak yeni dönemin sistemden ve uygulamalardan kaynaklanan anlayışlarına ve istemlerine olumlu yanıt verebildikleri oranda başarılı olabilecekleri, ayakta kalabilecekleri gerçeğidir. Çünkü bir kez ülkemizde bütün geçmişteki çabaları karşın, yerel yönetimler başta mali kaynaklar olduğu halde türlü yönlerden merkezi yönetime bağımlı durumlarını sürdürmektedirler. Vesayet yalnız anayasal ve yasal çerçevede değil, fiilen de cesaret ölçülerine varmıştır. 1990’lı yıllarda büyük belediyelerde önemli bir seçim başarısına imza atmış olan bir muhalefet partimizin lideri o tarihlerde yanlış bir değerlendirmeyle şu basın açıklamasını yaptı. Dedi ki; ‘yerel yönetimlerde iktidar olduk.’ Kanımca böyle bir ifade Türkiye’nin gerçeklerine uymaz, o nedenle yanlıştır. Çünkü seçim kazanılmış olsaydı, merkeze bağımlılığın kaderi olduğunu belediyelerin gözden uzak tutuyordu sayın lider. Durum değişmemiş o günden bu güne. Yani bağımlılık günümüzde de 1990’lı yıllardaki duruma oranla daha da artmış durumdadır. Ama bundan daha da önemlisi kentsel, çevresel ve mekansal rant yaratmaya ve paylaştırmaya öncelik veren kentleşme, çevre ve yerel yönetim politikalarının günümüzde de çok büyük ağırlığa sahip olduğu gerçeğidir. O kadar ki rant güdüsü kimi zaman inanç ve ideolojik bağlılıklarının bile göz ardı edilmesine neden olmaktadır.”

***

OTURUMLARDA TARTIŞILAN KONULAR

Açılışta Prof. Dr. Ruşen Keleş’in tematik sunuşunun ardından verilen aranın hemen sonrasında Oturum Yöneticiliğini Mimarlar Odası Başkanı Ali Özerk’in yaptığı ‘Yerel Yönetim Politikaları Kentleşme ve Demokrasi’ konulu sunum gerçekleştirildi. Oturumda ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Hüseyin Tarık Şengül ‘Olağanüstü Koşullarda kent Yönetimi ve Demokrasi Sorunu’ konusunda, İstanbul Barosu Kat Mülkiyet Hukuk Komisyonu Başkanı Avukat Şeref Kısacık ‘İmar Barışı ve kentsel Dönüşüm Uygulamaları’ konusunda, Gaziantep Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Dr. Ferit Serkan Öncel ‘Ekonomik Kriz ve Kent’ konusunda, Antalya Muratpaşa Belediyesi Danışmanı Mimar Osman Aydın da ‘Sivil Toplum Örgütleri ve Yerel Yönetimler’ konularında düşüncelerini paylaştı.

Sempozyumun ikinci oturumunda ise Mimarlar Odası Eski Genel Sekreteri Hasan Topal yöneticiliğinde ODTÜ Mimarlık Fakültesinden Mimar Celal Abdi Güzel ‘Mimarlık Yatırımlarında Kentsel Kimlik ve Büyüklük Sorunu’ konusunda, İstanbul Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Prof. Dr. İzzettin Önder ‘Yeni Siyasal Rejimde Yerel Yönetimler ve Planlama Bütçesi’ konusunda, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük ise ‘Çevre Politikaları’ konusunda açıklamalarda bulundu

Makine Mühendisleri Odası Balıkesir İl Temsilcisi Ömür Boyuer yönetimindeki üçüncü oturumda ise Balıkesir Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinden Prof. Dr. Ergün Demir ‘Tarım ve Hayvancılık Politikaları’ konusunda, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Osman Öztürk ‘Sağlık Politikaları’ konusunda, Bandırma 17 Eylül Üniversitesinden Dr. İnşaat Mühendisi Taylan Engin ‘Kentsel Ulaşım Politikaları’ konusunda, Jeoloji Mühendisleri Odası Balıkesir İl Temsilcisi Kemal Yenigün ise ‘Afetler ve Çevre Politikaları’ konusunda katılımcıları bilgilendirdi.

Sempozyum Yöneticiliğini Elektrik Mühendisleri Odası Balıkesir İl Temsilcisi Nazmi Kacar’ın yaptığı Genel Değerlendirme forumu ile sona erdi.

Exit mobile version