Yalancı bahar!

yalancı-bahar

 

 

 

BİZİM badem ağacı yine aldanışta! Çevrede ve bahçedeki ağaçlar kupkuru henüz; dallarına su yürüme zamanı gelmemiş.

Yaşlı badem ağacı, açmış çiçeklerini beyaz beyaz; geleni geçeni selamlıyor.

Belki de günaydın demek istiyor uykunun en tatlı yerindeki doğaya!

“İlk ben uyanırım; ben haber veririm baharı… Zaten uyur uyanık haldeyim hep, kapıyı çaldığında bahar, ilk ben açmalıyım…”

Bizim oraların nöbetçi ağacı!

 

***

DÜN sabah köyden ayrılırken bir daha baktım bademin dallarına.. Uçları çiçekli tomurcuklarıyla selamladı beni. Geçen baharda ana gövdeden ayrılan büyük kolunu budamıştık. Tıpkı belediyecilerin yaptığı gibi; motorlu testereyle enine enine kesiyorlar ya dalları. Sonra bir bakıyorsun ağaçtan geriye kupkuru bir totem kalmış.

Baharın ışığı vurunca kuru dallara, o bir daha yapraklanmaz dediğin ağaçlardan yeni filizler fışkırıyor.

Birkaç hafta içinde yeşil elbisesini giyiyor kuru dallar.

Oysa bademin budanan kolundan bir filiz fışkırmadı.. O kısım kupkuru duruyor. Ne ki, ağacın diğer kısmı önceki yıllara göre çok daha diri, canlı; tutkuyla uzatıyor dallarını güneşe doğru.

Belki de kangren haldeki kısmı kesip attığımız için tutundu yaşama. Hem nasıl tutunmak!

Nicedir üç beş adet çağladan ibaretti meyvesi.. Budamadan sonra çağlalar adeta çağladı yaşlı ağacın gevrek dallarında.

Çocukken mahalle aralarında yılkı atları gibi sahipsiz ve özgür badem ağaçları olurdu. Şubat’ın ikinci haftasında çiçeklendiklerini bilirim hepsinin. Hatırlarım hâttâ; babam bir 12 Şubat’ta öldü.. Ertesi gün evin önünden kalkarken cenazesi, karşımızdaki boş arsanın bademi beyaz beyaz açmıştı çiçeklerini.

Bir ölüm vardı zaten dünyada, bir de doğum.

Tabutun ardından gözyaşı dökenlere, bademin çiçekli dallarını kırıp verdiğimi de hatırlarım hep.

 

***

EN çok da bademler aldanır yalancı bahara. Belki de doğası böyle.

Erken tomurcuklandığında, “meyve vermez” derler hep. Bahçedeki bademde tam tersini yaşadık oysa. Ekşi çağlalar kabuklandı, bademe döndü; bir çuval topladık.

Bir de yaz ortasında yaprak dökümü yapmasa!

Elde süpürge kürek; sürekli yaprak temizliği. Sararıp dökülen yaprakları görünce Temmuz sıcağında.. “Siz yazı yaşayın, bize sonbahar geldi” moduna geçiyoruz.

 

***

YALANCI bahar dedik de.. Balıkesirli şair Turgay Fişekçi’nin ‘Yitik bahar’ dalı şiiri geldi yine aklıma.

Çok sevdiğim bir şiirdir. Şiiri, şairin kendi sesinden dinleme olanağı pek olmaz. Hem zaten çoğu şair, dizelerdeki duyguyu ses tellerine aktarmakta zorlanır. Şiirdeki duyguyu yansıtamazlar pek.

Kısa süre önce Turgay Fişekçi ile aynı sofrayı paylaşmanın keyfini yaşadık. Varlığıyla, masamızdaki dostları ve bizi onurlandırdı sağ olsun.

Yitik bahar, şairin seksenlerde yazdığı bir şiir. Yeni Türkü’nün ‘Yeşilmişik’ adlı albümündeki en sevdiğim şarkılardan biri.

Sözler muhteşem.

 

Hayat, kar altında kalan bahar

Çiçekleri üzerinde ölüyor en bereketli ağaçlar

Üretkenlik dört duvar arasında

Kar yağıyor bahar dallarına.

Üç bin yıllık hayatın bilgesi

Sevene acı veren, bedeni bal ülke

Işıklarının ardından solup gidiyor insanlar

Kar yağıyor güneşli kirpiklerine.

Yalnız sevda ve kocalma hüznünü isteriz

Karşında bir sigara içip ölebilirdik

İlk sen mi soldun böyle uzak toprağından

Denizlerde yatanlar adları yitik

Boyna dolanan kement, Magosa Kalesi

Hepsi sayılsa tüm bir tarih mi?

Hayat kar altında kalan bahar çiçekleri

Yazın tek tük meyve dallarda

Kim doyacak, kim doyuracak…

 

***

..VE bugün yarın Sibirya taraflarından gelen soğuk hava dalgasının etkisine girecekmiş bizim memleket. “İstanbul’a kar geliyor” diye veriyor haberi ajanslar.

Ne gelirse, önce İstanbul’a gelir!

Oradan memleketin orasına burasına dağılır.

Kar geliyorsa İstanbul’a, ertesi gün bizim buralar da beyaza bürünür.

Geçen kış yağmadı; çok bekledik yağsın, toprak çeksin içine kar suyunu.. O sular yeraltı kaynaklarına ulaşsın. Yazın susuzluk çekmeyelim.

Tepelik yerlere yağdı biraz; düzlük yerlere soğuğunu savurdu yalnızca!

Geliyorsa bu kez, sağlam gelsin.. Eli boş gelmesin.

Kar yağsın güneşli kirpiklerimize.. Kar yağsın bahar dallarına.

Bizim badem de alsın payına düşeni.

Ama aldanmış olmasın. İleride çağlaya çevireceği tomurcuklar yalancı baharda solup ölmesin.

Varsın, bahçede birikecek karları küremek bize kalsın.

Şöyle sırt üstü yatıp yuvarlanmak da var çocuklar gibi… Karın tadı başka nasıl çıkar ki?

Sobada yansın meşe odunları, üstünde kestane kavuralım diyeceğim ama.. Ateş pahası…

Sahi, hesap etsek; asgari ücretle kaç kilo kestane alabiliyor insan?

 

***

 

BADEM’İN HALLERİNE DAİR…

BİR Bademimiz daha var; Suskun’un beşiz doğumundan geriye kalan ikiye yavrudan biri. İkisini, tekerine çomak soktuğumun arabaları ezip öldürdü.. Birini komşu köyün çobanı istedi.. İkisi bizde kaldı.

Biri Berduş, öteki Badem.

Şimdi kocaman oldular. 2023’ün 12 Eylül’ünde doğdular. Berduş nevi şahsına münhasır; burnundan kıl aldırmaz. Seveceksen sevdirir; “sev beni” diye sırnaşmaz. Yemek verirsen yer, vermezsen hırlamaz!

Öteki köpeklerin aksine tek tabanca takılır. Güçlüdür, çok belli etmez.

Badem, bizim ağacın dalları gibi kırılgan. Kavrulmuş badem renginde doğdu diye ‘Badem’ koyduk adını. Yazın arı sokmuş burnunu; kafa kocaman oldu, şişti. Burun, yaban domuzununki gibi irileşti, uzadı. Haftasına eski haline döndü.

Burnunu her şeye sokan, traktör ve motosikletleri soluğu bitene kadar kovalayan, biz evdeyken bahçede, olmayınca karşıdaki tepelik arazinin kuytuluklarında nöbet tutan.. Berduş’a göre daha cılız ve kırılgan, arabayı kapıya yanaştırdığımız an ‘beşli çete’ içinden en hızlı koşup kendini ilk sevdiren, azıcık ses yükseltince üzülüp bir kenara sinen..

..ve bizi çok sevip bağlandığını bildiğimiz, yaşatmak için neler yaptığımızın ayırdında olduğunu varsaydığımız, sevgili Bademimiz.

“Hepsinden bahsettin, Dogi’nin ismi niye geçmiyor yazıda” der şimdi Güzide; kızar bana.

Dogi içlerinde en iri olanı. Ama yarısı kadarlık Suskun’a teslim olmuş durumda. Yemek faslında, onu ayrı bir yere alıyoruz zira Suskun yedirmemek için elinden geleni yapıyor. Hani biraz boş bıraksak ortalığı, bahçeye sokmayacak; o derece kıskanç bizim Suskun.

Bu hafta sonu iç – dış parazitlerini hallettik, ilaçlarını verdik, iğnelerini yaptık. İğne faslında bir tek Badem feryat etti! Sinek ısırığı kadar acı vermiyorsa da, Badem bu, yaygaracı.

Basınca feryadı, “senin erkekliğine tüküreyim” diye fırçaladım Badem’i.. Bön bön baktı.

 

***

DİYECEKLERİM bu kadar.. Selam ederim.

 

 

 

 

 

 

 

Exit mobile version