Cumhurbaşkanı Erdoğan, Saray’da düzenlenen Yerel Yönetimler Sempozyumunda ‘çevrecilik’ nutuğu atarak yaptığı kapitalizm eleştirisinde ‘’Bu kapitalizm nelere muktedir; Orman morman ne varsa kesip atıyor, doğa ne olmuş umurunda değil’’ dedikten sonra…
Ne beklersiniz, Erdoğan iktidarının gereğini yapmasını ‘’Doğaya, çevreye, orman’’lara sahip çıkmasını beklersiniz değil mi; bakmayın şu kadar milyon ağaç diktik, en çevreci iktidar biziz vaveylalarına!
Cumhuriyetin ilanından 2002 yılına kadar verilen maden ruhsatı sayısı 1186 iken. AKP’nin iktidar olduğu 2002’den bu yana verilen maden ruhsatı sayısı 325 katı; yani 386 bin. Buna hemen şöyle bir itiraz yükselebilir ‘’canım yeraltı zenginlikleri toprağın altında mı kalsın, ekonomiye kazandırılmasın mı?’’ elbette kazandırılsın ama nasıl? Esas sorulması gereken soru bu iken Türkiye’de madencinin insafına terkedilmiş ‘’orman, morman ne varsa umurunda olmayan vahşi madencilik’’ yapılıyor olmasıdır.
AKP iktidarı bugüne kadar Maden Yasası’nda 21 kez değişiklik yaptı. Yapılan bu değişiklikler, uluslararası madencilik tekellerinin ülkede daha rahat faaliyet göstermelerinin önünü açarken, riskli alanlarda açılacak işletmeler içinse ÇED (Çevre Etki Değerleri) alınmasını kolaylaştırdı. Doğal yaşam alanlarında ve hatta tarım alanlarında bile madencilik yapılabilmesinin önü açıldı. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 60’ı, maden sahası ilan edildi.
Ruhsat sayılarındaki fahiş artışa rağmen, madencilik sektörünün Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) içindeki payında buna paralel fahiş bir artış olmadı. Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü verilerine göre, sektörün GSYH içindeki payı 2021 yılında % 0,87 iken, 2022’de bu oran sadece % 1,36’ya çıkabildi. Bunun nedeni, maden şirketleri ile yapılan sözleşmelerde yabancı şirketlerin devlete %2,5 gibi çok düşük oranlarda pay vermesidir.
Şimdi çok detaya boğmadan, madenciliğin doğaya verdiği zarar kadar ekonomiye katkısının olmadığını anlatmak değil; halkla, üreticiyle, köylüyle devlet adına yetki kullanan kamu görevlilerinin karşı karşıya gelmesidir esas sorgulanması gereken.
TÜRKMEN DAĞI, Balıkesir-İvrindi ilçesi Gökçeyazı mahallesi ve onlarca köyü kapsayan bir bölgedir. Bütün bu yöre halkı toprağını, ormanını, doğasını koruma amacıyla bölgesindeki talana aylardır itiraz etmekte, dernekler kurmakta, Balıkesir Kent Meydanında ilgililere sesini duyurmak için çırpınmakta. Yapılacak madencilikle başta insan yaşamı ve tüm canlıların yaşam tehlikesini, doğaya verilecek tahribatı, tarım ve hayvancılığa vereceği zararı anlatmaya çalışmaktadır.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de Balıkesir ziyaretinde konuya dikkat çekip köylülere sahip çıkarak, Jandarma komutanının ‘’özel görevle geldim bu altın çıkacak’ diyor. Tek tek köylüleri çağırıp eyleme gidenleri tehdit ediyor. Kaymakam şirketin arkasında duruyor. Hadsizlik etme, millete hizmet et, şirkete hizmet etme’’ diye sahip çıkmasından önce itiraz eden köylülerin, esnafın yetkililer tarafından ‘’hizaya’’ çekilmesi, jandarma tarafından vatandaşın sorguya çekilerek, hakkınızda Fetöcülükten işlem yaparım denerek vatandaşa-esnafa korku salınması kabul edilebilir değildir.
Halk ormanlar kesilmesin, çevre katliamı yapılmasın, doğa korunsun diyor, devlet çevre katliamına sebep olacak madencinin yanında yer alıyor. Koca koca nineler, dedeler, esnaf işini gücünü bırakıp adliye koridorlarında hakim karşısına çıkarılıyor, ifadeler veriyor, haklarında işlem yapılıyor; bunda bir gariplik yok mu?
Halk feryat ediyor, Ali Hikmet Paşa Meydanında ‘’Doğa talanına hayır, toprak mera orman halkındır, siyanürcü şirket toprağımızı terk et, Gökçeyazı İliç olmasın, toprağımızı ekmek üretmek istiyoruz, susuz topraksız hayvansız yaşayamayız, 26 bin ton siyanür ne olacak…’’ dövizleri, pankartlarıyla seslerini devlet yetkililerine duyurmaya çalışıyor.
Ey yetkililer, onlarca köy ve on binlerce çevre halkının sesine kulak verin, Gökçeyazı-Tükmendağı’nda siyanür liçlemesiyle altın ve bakır madenciliği yapacak olan CVK Madencilik gibi Maden Şirketlerinin çıkarlarına değil…
Kapitalizmin mülksüzleştirme politikası AKP iktidar döneminde Türkiye’de en vahşi şeklide uygulanmaktadır. David Harvey’in mülksüzleştirme yoluyla birikim tanımına göre ‘’nüfusun bir kısmının, daha fazla sayıdaki diğer kısmının zararına ortak bir metayı (şiddetli bir şekilde) ele geçirmesidir. Sistemin fazlasıyla birikmiş sermayelere yeni bir çıkış, yeni meta-rant alanları açma ihtiyacı kaçınılmazdır.
Mülksüzleştirme yoluyla birikim, mağdur ettiklerinin direnişiyle karşılaşır…