LÜBNAN’da çağrı cihazlarının sinyalle patlatılması, tüm dünyanın gözünü ‘terörün yeni dünya düzeni’ne odakladı.
Demek ki artık ultra güçlü silahlara, topa tüfeğe falan gerek yok. Tek bir sinyal, boooom!
İsrail’in Lübnan’da yaptığı şey, bölgedeki savaşın nereye evrileceğinin göstergesi.
İsrail zaten bir terör devletiydi; yıllardır Filistinlilere uyguladığı zulüm ve işgal politikasını, Gazze şeridinde sürdürüyor. Aylardır on binlerce insanı katleden İsrail’in soykırım terörünü tüm dünya izlemekle yetiniyor!
Hem Ortadoğu’nun, hem dünyanın başına bela olan İsrail’i durdurmak gibi niyeti yok kimsenin.
***
Terörün yeni dünya düzeninde yepyeni bir dönem başlatan İsrail’in iletişim cihazlarına yönelik siber saldırısı, aynı operasyonun başka cihazlar vasıtasıyla yapılabileceğini ortaya koyuyor.
Şimdi bunu konuşuyor dünya!
Farklı bir yazılımla dünyanın tüm düzenini altüst edebilecek teknolojik saldırılara hazır olmak lazım artık.
Çağrı cihazlarına, telsizlere sinyal gönderip patlatabilen akıl, kalbindeki pilden elektrikli arabanın lityum piline kadar her şeyi patlatabilir.
***
İHALARLA, dronlarla insanlığın üstüne ölümcül virüs boca etme planlarına kadar gözü dönmüş olanların, dizüstü bilgisayardan kolundaki elektronik saatin piline kadar her yerden saldırması mümkün.
Milyonları verip direksiyonuna oturduğun elektrikli araba da pille çalışıyor neticede. Nasıl üretildiğini bilmiyorsun; şarj istasyonunda fişi takıp şarj ediyorsun sadece.
Hava attığın o araba, seni ve çevreni yok edecek bir bombaya dönüşebilir!
Patlatmaların ötesinde, yazılım yoluyla aracı kontrolden çıkarmak da mümkün; direksiyon kilitlenir, frenler tutmaz, ağaca toslarsın, refüje dalarsın… “Direksiyon hakimiyetini kaybeden sürücü” diye yazar gazeteler.. Aslında uzaktan kumandalı bir suikasttır; bu da mümkün.
***
AKILLI ev sistemlerinin de benzer saldırılar için kullanılabileceği konuşuluyor. Dünyanın parasını ödeyip satın aldığın evin akıllı elektronik donanımı, aklını başından alabilir yani.
Adamlar harıl harıl bu işler için çalışıyorsa, akıllı evin gaz vanasını da açabilir, kapının kilidini kırabilir, havalandırmaya yapacağı küçük bir saldırıyla seni yok edebilir.
Elektrik sistemini bozar, küçük bir kontak yaptırır, cayır cayır yakar…
***
ARTIK ‘güvenli yer’ diye bir şey yok. Cep telefonundan her yerde takip altındasın. Telefon, iletişim için üretilmişse de, silaha dönüşebilir pekâlâ…
Hani hep anlatıyoruz ya eşe dosta; “aklımdan bir şey geçiyor, ya da konuşuyorum; o şey telefonda anında karşıma çıkıyor…”
Geçen gün bizim köydeki çim biçme makinesi bozuldu meselâ. KOÇTAŞ’tan almıştık, götürdük servise yolladık. Telefonda internete girdim, karşıma türlü markaların çim biçme makineleri çıkıverdi!
Bu hep böyle oluyor.
Elindeki telefon direkt tepedeki uyduya bağlı. Sen “teknolojinin gözünü seveyim, her an her yerde, herkese ulaşabiliyorsun” diye mutlu oluyorsun; teknoloji senin her anını uzaydan kontrol ediyor, farkında değilsin!
***
ÇANTANDAKİ ilacı silaha dönüştürebilen güç, dünyanın anasını ağlatıyor.
Bu noktada, teknoloji devrimi yapanla, o devrime ayak uydurmaya çalışanın farkı da ortaya çıkıyor. Teknolojiye yatırım yapan gücünü güç katarken, sen hem kobay oluyorsun, hem açık pazar.
Türkiye, teknolojiye yatırım yapmakta çok geç kaldı. Yerli ve milli üretimden koparıldı; küresel şirketlerin pazarına dönüştürüldü. Son birkaç yıldır savunma sanayi alanında yapılan milli hamleleri artık her alanda, her sektörde görmek, yaşamak lazım.
Başkasının ürettiği malzemenin kullanıcısı olmak yerine, kendi ürettiğimizle dışa bağımlılıktan kurtulmak için kafa yormak zorundayız.
Damara takılan stentin bile dışarıdan ithal edildiği bir ortamda, o küçücük aletin bir anda terör silahına dönüşebileceği gerçeğiyle yüz yüzeyiz.
Geçen hafta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Balıkesir’deydi. Bor madeninin öneminden, stratejikliğinden falan söz etti. Hammadde olarak yurt dışına ihraç etmenin önemli bir kazanç sağlamadığını, yarı mamul veya mamul hale getirip satarak daha çok kazanılabileceğini söyledi.
Eh, bunu söylemek için Bakan olmak gerekmiyor. Herkes bunun böyle olması gerektiğini söylüyor zaten.
Bu amaçla yakın zamanda karbür tesisleri falan kurmaya başladılar, işleyip satmanın planlarını yapıyorlar.
Bor madeninin sanayi ve teknolojik üretimin her alanında en önemli hammadde olduğu gerçeğinin farkındayız zaten. Devlet de eski zamanda farkına vardı bunun; bor madenlerini devletleştirdi.
Çünkü stratejik madendi.
Bor konusu gündeme geldiğinde, peşi sıra özelleştirme kavramı da telaffuz edilmeye başlanıyor. Galiba elde avuçta yabancıların kullanımına sunulmayan sadece bor madenleri kaldı.
Türkiye bu alanda daha ileri düzeyde teknoloji üretip kullanmak, dünyaya pazarlayıp kalkınmak için seferber olmalı.
Hiçbir şey yapılmıyor değil; ama hâlâ ‘yarı mamul hale getirip satmak istiyoruz’ cümlesi kuruluyorsa, önemli bir ilerleme katetmedik demektir.