Tek taraflı madalyon olmaz!

Kubilay S. Öztürk, Türkiye’nin yeni siyasal gerçekliğini analiz etti: Yerel yönetim, demokrasi eksikliği ve halkın tepkisi gündemde!

kubilay-öztürk-siyaset-ve-gerçek

KUBİLAY S. ÖZTÜRK

 

 

Türkiye’nin siyasi, ekonomik, toplumsal bütün dengeleri değişti. Fakat yerine konulan sistem de, huzur ve refah getiremedi. Hala da ufukta yeni bir denge ve rahatlama görünmüyor. Mesela eskiden çoğu politikacının seçmen kitlesi hedefi olan ve “orta sınıf” diye adlandırılan o meşhur ama belirsiz kesimden, geriye pek bir şey kalmadı. Ancak o kesimin çocukları, şimdi İmamoğlu’na reva görülen uygulamaya bakıyor da, “yarın bize neler yapılır?” deyip sokaklara, meydanlara iniyorlar. Buna şahit olan bazı siyasetçiler ise pek şaşırıyor. İşin burası gerçekten garip. Zira ortada şaşıracak bir şey yok, kendileri bu hale getirdiler ülkeyi, gençler de tepki veriyor şimdi.

 

Bu türden siyasetçilerin haliyle ilgili pek çok açıklama yapılabilir elbette. Mesela ben, bazı TV kanallarında vatandaşla dalga geçer gibi izlettirilen şu “yemek yarışması programı” katılımcılarına benzetiyorum onları. Malum bizde yemeğe, “nimet” denir. Lakin o programların formatı gereği, rakibini burun farkıyla geçebilmek için, birinin hazırlayıp sunduğu yemeği, diğerleri resmen “gömüyor”. Emeğe ve nimete saygı bir yana, kötü şeyler de söyleyip o yarışmacının pişirdiklerine alenen “böö” diyorlar. Her yol meşru kazanmak için. Ancak bu arada, halkın gıda satın almakta bile zorlandığı gerçeğini de tamamen unutuyorlar. Bu ülkede halk her gün biraz daha fakirleşirken, düne kadar kiloyla aldığını 250 grama indirmekten utananlar, şimdi taneyle alma devrine geçiyor pazarlarda ama o programlar sanki başka bir ülke için çekiliyor. Bu durumda sizin içinizden ne geçiyor bilmem ama ben şöyle hayal ediyorum. Şimdi diyorum 3 tane 5’er çocuklu anne dalıverse oraya, kenara çekip yarışmacıları kendi çocuklarını oturtsalar o masaya ne olur? Ne olacak, yağı şöyle tuzu böyle demeyip 5 saniyede yalayıp yutar çocuklar hazırlanmış yiyecekleri ve “daha yok mu?” derler tabii ki. Açın halini anlamayanlar da ders almış olurlar.

 

“Beş çocuklu anneleri, bazı TV kanallarına karşı kışkırtma” suçu falan işlemiyorum elbette. Benim hayalimi yanlış anlayan ve adalete iş çıkartmaya kalkışan olmasın, hiç değmez. Zira benim anlatmak istediğim çok daha farklı bir husus. O programlardaki gibi, siyasetçiler de kendi kurdukları algı dünyasını sakın gerçek sanmasınlar. Dayatma yapmaya da kalkmasınlar. Hayat, bir TV programı değil zaten. Siyaset de sadece algı değil. Falcı gibi bir cam küreye bakıp da, “o geldi böyle oldu, şunlar da olacak sırasıyla, ben de önümü temizleyeyim bari” diye hayal kurup, rakip eksiltmeye kalkışanlar bile, bakın bir anda duvara toslayabiliyor. Tıpkı gerçek hayatta bazılarınca beğenilmeyen bir yemeğe yumulacak o kadar çok aç ve sağlıklı beslenemeyen çocuk olduğunun farkına varılamadığı gibi. Velhasıl yaşam dediğimiz tek taraflı bir madalyon değil. Diğer tarafının da olduğunu, mutlaka hesaba katmak lazım. Yoksa her an kurallar değişebilir, yeni bir evreye geçilebilir. Her etki, bir tepki yaratıyor. Bunu akılda tutmak lazım.  

 

Ülke için böyle de yerel siyasette farklı mı durum? Tabii ki hayır. Mesela yıllardır Belediye Meclisi toplantılarını internet üzerinden izlerim ve görüyorum ki birileri gidiyor, birileri geliyor ama tarzları hiç değişmiyor. Çünkü Meclis görüşmeleri naklen yayınlanıyor ve izlendiğini bilen yerel siyasetçi de, kamuoyu önünde adeta oynuyor. Bu nedenle argo ve laf sokma var, rakibi mat etme çok önemli, herkese “abi” deniyor, bağıran haklı, efendilik ise büyük kusur orada. Lakin vatandaşlar içeride bağıranların, çıkınca karşılıklı espriler yapıp birbirlerine sarıldıklarını da biliyor artık. İşin görüntü tarafını geçip, içerik tarafına gelirsek; istişare, danışma ve ikna metodu ise hala gerçek anlamıyla uygulanmıyor. Arada çıkartılan kayıkçı kavgalarına aldanmayın. Gündeme alınan konuların hepsi komisyon çoğunluğunca oluşturulduğu haliyle geliyor, gruplarda da zaten önceden verilecek oy tespit ediyor, sonuçta eller kalkıp iniyor, çoğunluk ne derse o oluyor ve sonraki maddeye geçiliyor. Yani her şey Ankara’daki meclisin bir benzeri olarak yürüyor. Mesela Büyükşehir Meclisi’nde geçen dönem AKP çoğunluğu vardı, şimdi de CHP çoğunluğu var. O zaman da, şimdi de “muhalefet” diye hesaba katılan bir olgu pek yok. Tek fark, kararlar illa da “oybirliği ile alınsın” diye direten birisi yok bu dönem. Aslında bu bile bir ilerleme ama azınlık hakkını korumadan ve ikna mekanizmasını çalıştırmadan, demokratik bir ortam ve katılım sağlamak da hala mümkün olamıyor.

 

İlçelerin Belediye Meclisleri de aynen böyle çalışıyor. Körfez’de CHP’li belediyelerde hala imar ve satış kararları biraz daha yoğun meclislerde, yatırım konuları ise az. Fakat o meclisler bir siyaset üretme yeri olamıyor. İlçe için ortak ve kapsamlı kararlar alınıp, toplumsal dinamikler devreye sokulamıyor. Mesela hiç dinleyici heyecanı yok toplantılarda. Yanlışa yanlış deyip hesap da soramıyor meclisler. Şöyle anlatayım, Ahmet Akın çok borçlu devraldı belediyeyi ve devasa bir pankart yapıp binaya da astı bu durumu. Peki mesela Mehmet Ertaş’ın devraldığı kasa çok mu doluydu? A. Akın bu sıkıntısını AKP’li eski başkana rücu etti, üstelik bu nedenle hedef alınacağını da biliyordu. Fakat silkelense de, ceza yese de bulacak bir yolunu, hem belediyenin rutin işlerini yürütecek, hem de finansman sağlayıp “bu eser onun zamanında yapıldı” dedirtecek çözümler üretecek. Var mı başka bir yolu? Bugün belediyeler, yasada yazan görevlerinin çok geniş bir yorumuyla ve merkezi hükumetin bilerek eksik bıraktığı alanları da doldurabilmek uğruna, çok farklı işlere girişmek zorundalar. Kreş, bakımevi, kadın sığınma evi, kent lokantası, eğlence, konser, sergi, poliklinik, ambulans, cenaze arabası vb. gibi. O nedenle Büyükşehir Belediyesi objektif ve hızlı olmak zorunda. Zaten önceden düşünülmeyen, akıl edilemeyen olağanüstü bir çare de yok ortada. Edremit’te ve diğer ilçelerde de böyle durum. Dolayısıyla gayrimenkul de satılır, AB fonu da bulunur, halkın desteği de istenir ama doğru hedefleri seçip, oyalanmadan tamamen onlara yönelmekte fayda var. Bir de görüntüde değil ama gerçek anlamda, CHP’li belediyeler kendi aralarında çekişme yerine “uyum” ve “dayanışma” sergilemek zorunda. Seçmenleri bunu bekliyor onlardan, kendi siyasi amaçları için attıkları adımları, yaptıkları tercihleri değil. Eskiden Büyükşehir ile ilçe ayrı partide der ve sabrederdi seçmen, şimdi ne diyecek peki?

 

Zaten merkezi yönetim, bazı yatırımları kendi hanesine yazdırma konusunda çok dikkatli. Mesela Balıkesir merkezde Çay Deresi ıslahı yapılıyor DSİ tarafından, BASKİ ile müşterek çalışılıyor. Fakat DSİ Bölge Müdürü bu çalışmaları yerinde görmeye gelince, heyette AKP İl Başkanı da oluyor. Vatandaş illa CHP İl Başkanı da olsun demiyor ama Balıkesir B. Belediye başkanı mesela davet ediliyor da A. Akın “işim var gelmem” mi diyor? İşin nezaket tarafının bilerek atlandığını görüyor seçmen.  Mesela Devlet Hastanesi’nin ek bina inşaatını AKP İl başkanı ziyaret ediyor, İl Sağlık Müdürü, Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri ve Başhekim tarafından karşılıyor. Hani diyor seçmen, başka bir partinin il başkanı da o inşaatı yerinde görüp bilgi almak istese nasıl karşılanır acaba?

Dengelerin gözetilmesi gerekiyor. Edremit’in yeni Devlet Hastanesi inşaatında da durum böyle. Orası da değil, ilçedeki tüm kamusal yatırım gelişmelerini, üçer aylık periyodlarla sadece AKP Balıkesir Milletvekili Mustafa Canbey basın aracılığıyla kamuoyuna aktarıyor. Edremit Belediye başkanıyla ne paylaşılıyor peki? Yol ve ulaşımın nasıl olmasıyla ilgili hemşerilerine o aktarmayacak mı gelişmeleri? Bu hususu da iktidar milletvekili üstlenmez umarım. Sonuçta bütün bu işlerde, parti, hükümet, iktidar, devlet nedir konusunu da açmak lazım. Ülkede sistem değişti ama pek çok konuda belirsizlik var ve devletin yapıp da partinin üstlenmesi hali asla sürdürülebilir değil. Zira iktidar milletvekili sadece yapılmakta olanı anlatıyor, yapılmayanı izah etmek kime kalıyor peki? Arıtma tesisleri mesela, sadece BASKİ ve Büyükşehir’in mi sorunu? Ankara’da tamamlanması uzayan metro hatlarını bitiren Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmuştu. Şimdi Balıkesir’de arıtma alt yapısı söz konusu olunca sadece ceza kesmekle mi yetinecek bu Bakanlık? Devlet, herkesin devleti değil mi?

 

Sonuçta bize demokrasi gerekiyor. Her örnek aynı kapıya çıkıyor bu konuda. Soru sorulamayan, sorulsa da yanıt alınamayan, “halk için halka rağmen” bir yönetim modeli bu çağa yakışmıyor. “Sandığa git, oyunu ver, çıkan sonuca beş sene sesini çıkartma, memnun değilsen bir dahaki seçimde gösterirsin tepkini” denilmesine halk razı değil. Sadece sandıkla demokrasi olmuyor. İşlevsel olmayan, çoğunluk iradesinin hiçbir koşulda asla aşılamadığı bir Parlamento’ya da razı değil halk. Üstelik bütün yönetim kademeleri de açık, şeffaf ve ulaşılır olmak zorunda. “Bizdense görmeyelim” kafasına da razı değil halk. Hata yapana, kusuru olana kamu davası bile açılmıyorsa, daha nice kötü niyetliler sıraya girmez mi o koltuklara oturmak için? Bize demokrasi lazım, hem de acil olarak. Tüm denetim mekanizmalarının siyaset üstü çalıştığı ve en üstte de halkın denetimi ve katılımının bulunduğu yeni bir sistem lazım. Bugünkü gibi veya eskisi gibi değil. Yaşadıklarımızdan ders çıkarttığımız yepyeni bir sistem lazım bize.

 

Exit mobile version