TALANA, SÖMÜRÜYE, KİRLİLİĞE SON VERİN

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Dünya Çevre Günü dolayısıyla bir bildiri yayınladı. Kazdağları ve bölgesindeki madencilik faaliyetlerine dikkat çekilen açıklamada, HES, RES ve JES’lerden kaynaklanacak çevresel kirliliğe de vurgu yapıldı. Bölgenin özellikleri açısından dünyadaki sayılı önemli yerlerden birisi olduğu belirtilen açıklamada, sınıf ve cinsiyet sömürüsü gibi bölgenin doğal yapısının da sömürüden nasibini aldığı kaydedildi. 

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin Dünya Çevre Günü’nde bölgedeki çevresel sorunlara dikkat çektiği açıklaması şöyle:

 

“Kazdağı çevresinde, çok güzel bir bölgede yaşıyoruz. Ülkemizin çoğu köşesi gibi bizim bölgemiz de bir sürü özelliği açısından çok kıymetli. Dünya’da da sayılı önemli yerlerden birisi…

Ancak ne yazık ki, sınıf ve cinsiyet sömürüsü gibi bölgemizin doğası da bu sömürüden nasibini alıyor.  Bölgemizin hem doğal varlıkları, hem de kültürel değerleri bu sömürü ve talan tehdidi altında. Termik santralcılar, altın -gümüş-kurşun vb. madencileri, barajcılar, RES’çiler, JES’çiler, taş ocağı işleticileri Kazdağı’nın her yanında.

Kazdağı’nın kuzeyinizde 5 adet termik santral faaliyette. Daha sırada 11 proje var. Ne yazık ki TÜMAD ve ALAMOSGOLD’a ait altın madenciliği faaliyetleri tüm mücadelemize rağmen başladı. Başka onlarca proje de çeşitli aşamalarda. Yenice, Havran, Kalkım civarında da Teck Madenciğin Bahar Madenciliğe devrettiği birsürü altın madeni ruhsatı, Eczacıbaşı, CVK gibi çalışan kurşun ve demir madeni projeleri var. İvrindi’de ise TÜMAD altın madeni projesi ne yazık ki faaliyete başladı.

EYBEK Dağı ve daha bir sürü dağımız Rüzgar Enerji Santralları tehdidi altında. Gülpınar, Tuzla bölgemizde onlarca Jeotermal enerji projesi var. Havran civarında Kocaseyit Köyündeki taş ocağı yetmezmiş gibi yeni yeni taşocağı ruhsatları verilmekte.

Zeytinli Çayı’ndan Mıhlı Çayı’na kadar tüm dereler üzerinde baraj projeleri öngörülmekte. Derelerimizi tüm itirazlarımıza rağmen beton kanallara hapsedildi.

Denizimizin ve derelerimizin giderek artan kirliliği, yanan çöplükler, kıyı yağması, her gün rant uğruna kesilmekte olan zeytin ağaçlarımız, tarım ilaçlarının yarattığı kirlilikler diğer bazı sorunlarımızdan bir kaçı…

Tüm bu talan, sömürü ve kirliliğe karşı bizler de yaşam alanlarımızı savunuyor, her türlü mücadele yöntemlerine başvuruyoruz. Şu anda açtığımız onun üzerinde dava var.

Bir yandan da savunduğumuz yaşamı kurmak için yerelde, kırsal alanda çalışıyor, yerel kırsal  kalkınmaya destek olmaya, kadınlarla, çocuklarla çalışarak doğa koruma bilincini yeşertmeye çalışıyoruz.

Doğanın talanına, sömürüsüne, kirliliğine son!

Yaşam savunuculuğu mücadelemizde herkesi birlik olmaya davet ediyoruz. Yaşasın örgütlü mücadelemiz.

 

 

DOĞANIN TALANINA, YAĞMASINA, KİRLETİLMESİNE KARŞI GELİN ‘BİRLİK’TE DİRENELİM

Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da Dünya Çevre Günü ve Haftasına  maalesef doğanın her geçen gün artan uyarı çığlıkları ile giriyoruz. Doğa bizden yardım beklemiyor, aksine kendisinin bir parçası olan bizi “bindiğiniz dalı kesiyorsunuz” diye uyarıyor.

Bilim insanlarının, meslek örgütlerinin yüzlerce sayfaya sığdırdıkları bilimsel gerçeklerle itiraz etmelerine rağmen yapılan ve işletmeye alınan “İstanbul Havalimanını arılar bastı” haberinin başlığı aslında “Arıların yaşam alanlarına havalimanı yapıldı ve arılar binlerce yıldır olduğu gibi çiçek topladıkları yerde tam mevsiminde oğul verdiler” olmalıydı.

Doğa, arılardan birkaç gün önce rüzgarlarla da uyarısını vermişti aslında İstanbul Havalimanının yanlışlığı ile ilgili. Sert rüzgarlar nedeniyle onlarca uçak başka havaalanlarına yönlendirildi, oysa bunun böyle olacağı daha havaalanı proje aşamasındayken ortaya konulmuştu.

Bizler, ülkemizde yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren ekoloji örgütlerinin dayanışma ve ortak mücadele ağı Ekoloji Birliği olarak doğanın uyarılarını anlatmaya, son birkaç yıl içinde İstanbul ve çevresinde kesilen 10 milyon ağacın çığlığı olmaya ve geride kalan 240 milyon ağacı korumak için direnmeye devam edeceğiz!..

Olmayan enerji ihtiyacını gerekçe göstererek (Elektirik Mühendisleri Odasının rakamlarına göre ürettiğimiz elektriğin neredeyse yarısına yakın bir kısmını tüketemiyoruz, boşa gidiyor!) ülkemizin dört bir yanını enerji yatırımları, termik santraller, RES, HES, GES, JES’lerle dolduranlar, yüzlerce yeni projeye onay verip enerji üzerinden sermayeye rant aktarımı yapıyorlar. Bu da yetmiyor artık tüm dünyanın vazgeçtiği, riskleri nedeniyle birer ikişer kapattığı nükleer santral projelerini de aynı çarkın içine dahil ettiler. Dünyanın en güvenilir teknolojisi ile işletiliyor denilen Fukishima nükleer kazasının dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birisi kabul edilen Japonya’da meydana gelmesi ve etkisinin yüzlerce, binlerce yıl devam edeceği gerçeği ortadayken nükleer santrallerde ısrar etmek tam bir akıl tutulmasıdır. Hele ki kontrol mekanizmaları, özeleştiri süreçleri budanmış, her şeyin tek bir kişi-partinin oluru ile yapıldığı bir sistem de nükleerde ısrar etmek, felakete, insan ve canlı kıyımına davetiye çıkarmaktır.

Akkuyu nükleer santralinin temelinde meydana gelen çatlaklarla ilgili açıklamaların aylar sonra gündeme gelebilmesi nasıl bir tehditle ve nasıl bir yönetim anlayışıyla karşı karşıya olduğumuzun en açık göstergesi durumundadır. Nükleer santral özlemlerine, bu büyük felaket girişimine karşı tüm yurttaşlara ve nükleerin etkisinin bütün dünya olduğu gerçeğinden yola çıkarak tüm insanlığa hukuksal ve fiili mücadeleyi hep birlikte yükseltme çağrısı yapıyoruz.

Ekoloji Birliği olarak, ülkemizin tarımının, akarsularının, jeotermal kaynaklarının ve yeraltı kaynaklarının tüketilmesi ve yok edilmesi pahasına sadece kar amacı taşıyan enerji yatırımlarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz.

Vahşi madencilik, inşaat, beton, asfalt belediyeciliğinin kapitalist sömürü sisteminin çarkının devamını sağladığını, bunun doğanın yağmalanması ve talanı demek olduğunu biliyoruz. Hali hazırda yaşam savunucuları ve  Ekoloji Birliğinin bileşenleri olarak bu yıkım ve talan girişimlerine karşı mücadele ediyoruz. Dağı taşı yok eden, kurdun kuşun yuvasını dağıtan, akan suyu, havadaki bulutu, toprağı zehirleyen, tarihi ve hukuku katleden madencilik faaliyetlerine karşı zeytinin, sudaki balığın, gökteki turnanın, topraktaki karıncanın yoldaşı olmayı sürdüreceğiz.

Değeri bilinmeyen, küçük çıkarlar uğruna, yandaşların kasaları para ile dolsun diye, tarumar edilen/edilmek istenen kadim kültürümüze, tarihten günümüze gelen kültürel miraslarımıza sahip çıkmanın, temiz, yaşanılabilir, doğayla ve insanla barışık bir geleceği bugünden yaratabilmenin ön koşulu olduğunun bilincindeyiz.

Tüm baskı, yıldırma, ihraç, cezalara rağmen, gerçekleri halka anlatmaya devam eden ülkemizin ve bilimin yüz akı bilim insanlarımızla gurur duyuyoruz. Onur Hamzaoğlu, Bülent Şık, Aykut Çoban gibi ekoloji mücadelesinin emektarları hocalarımızla, akademiden “barış istedikleri için” ya da başkaca sudan gerekçelerle ihraç edilen bilim insanlarımızla dayanışmaya devam edeceğiz.

İklim krizinin yakıcı etkileri her geçen gün daha çok hissediliyor. Küresel ısınma en fazla, bu soruna en az katkısı olan ülkeleri, insanları, dezavantajlı grupları vuruyor. Olmayan sanayisi ile karbon emisyonuna en az sebebiyet veren Afrika ülkeleri küresel ısınma kaynaklı susuzluk, gıda yetersizliği, iç savaşlarla boğuşurken, küresel ısınmanın baş aktörleri ABD ve diğer gelişmiş emperyalist ülkeler iklim krizinden en az etkilenenler arasında.

Ekoloji Birliği, dünya üzerindeki yaşamı tehdit eden kapitalizme karşı, tüm dünyadaki ekoloji örgütleri ile birlikte ortak mücadelenin bir parçası olmaya devam edecektir.

Denizlerimizin, göllerimizin balık çiftlikleri ile doldurulup, ilaçlı, gdo’lu besinlerle, vahşi koşullarda büyütülen sağlıksız balıklarla halkın zehirlenmesine karşı olduğumuz kadar, bu balıkların, tıpkı endüstriyel hayvancılıkta olduğu gibi yaşam haklarına saygı da bizim mücadele ettiğimiz konular arasında. Bizler, doğasından koparılıp, sağlıksız şartlarda büyütülen ve bu tüketim çarkına sürülen hayvan dostlarımızın yanındayız.

Ekoloji Birliği olarak tarlası hibrit tohumlarla, tarım zehirleri ile kirletilen çiftçinin yerel atalık tohumunu kullanmasını kısıtlayan, cezalandıran sisteme karşı da direneceğiz. Sağlıklı gelecek, tarımsal ürünler ve nesiller için atalık, yerel tohumculuğun gelişmesi, yaygınlaşması için çaba gösterenlerle dayanışmaya devam edeceğiz.

Suların büyük barajlarla, HES’lerle esir dilmesine karşı “Bütün sular özgür aksın!” diyoruz.

Yaban yaşamının korunması, yabandaki bitkinin, hayvanın en az insanlar kadar nesillerini devam ettirmesinin gerekliliğine olan inancımız, doğaya ve yaşama olan saygımızın gereğidir.

Ekoloji mücadelesi yaşamı savunma mücadelesidir. Mücadelemizin özü, doğaya, onun bir parçası olan canlı yaşamına, kültürel varlıklara uygulanan talana karşı şiddetsiz, barışçıl, hukuki ve fiili direnişlere dayanır.

Ulusal ve uluslararası yasalar önünde en meşru haktır sağlıklı çevrede yaşama hakkı. Bizler bu hakkın korunması, kullanılması, geliştirilmesi için mücadele ederken, kendi koyduğu yasaları çiğneyen egemen güçleri karşımızda buluyoruz hep.

Bize, sağlıklı yaşama hakkımızı, doğayı ve geleceği koruma çabamızda ellerindeki her türlü güçle saldıranlar, son yıllarda baskılarını gittikçe arttırıyorlar. Metin Lokumcu’nun, ondan önce Av. Cihan Eren’in katledilmesi, son olarak Finike ormanlarını koruma mücadelesi veren Ali-Aysin Büyüknohutçu çiftinin kiralık katillere öldürtülmesi, yaşam savunucularının nasıl bir tehditle karşı karşıya olduklarını gösteriyor.

Yaşamı koruyanların yaşam haklarına dönük bu saldırılara karşı da ülke kamuoyunu duyarlı olmaya, bizlerle birlikte yaşamı savunmaya çağırıyoruz.”

Exit mobile version