Sağanak yağış ve yetersiz altyapı

Daha geçen sene Zeytinli Çayı kaç kere taşmadı mı? Biri araç, diğeri yaya kullanımında olan iki köprümüz yıkıldı. Can gitmedi neyse ki, mala geldi zararlar. Şimdi bu yaşanılanları dikkate alarak Kızılkeçili ve Edremit Çayı’na da bakılması gerekmiyor mu? “Lokal ve şiddetli sağanak bir yağış, bu derelerin de su toplama havzasına inerse, sular eski çöplüklerin yığıntılarını önüne katar ve denize kadar sürükler mi?” demenin tam da zamanı değil mi bugün? Afet sonrası kadar, afet olmadan yapılması gerekenleri de planlamak gerekmiyor mu?  

kubilay-saygın-öztürk-yetersiz-altyapı

KUBİLAY S. ÖZTÜRK

 

Atmosferde meydana gelmesi muhtemel sıra dışı doğa olaylarını izleyip kamuoyunu uyarmak, son yıllarda daha da önem kazandı. Zira “küresel iklim değişimi” nedeniyle, “normal dışı” veya “aşırı” diye tanımlanan bazı hadiseler, artık daha sık yaşanır oldu. Hayatı olumsuz yönde etkilemesi beklenen sıcaklık, rüzgar ve yağışlar ile bizde henüz yeni olan hortumları, mevsimsel özellikler çerçevesinde izlemek de mümkün değil. Çünkü uzun yıllar boyunca “yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı” kalıp cümlesiyle tarif edilen bir “iklim” de kalmadı ortada. Mevsimlerin sınırları çoktan değişti, artık dört mevsimi sırasıyla yaşamak bile olanaksız. Çok ılık ve kurak geçen kıştan sonra, çok şiddetli Haziran yağışları görülüyor şimdi ülkemizde.

 

Tabii iklimin değişmesine paralel olarak, tarım, kent yaşamı, turizm, bayındırlık yapıları, ulaşım ve aklınıza gelebilecek daha pek çok alanda da değişim gerekiyor. Bu yönde atılan çeşitli adımlar var. Mesela yıllardır “Çevre ve Şehircilik” diye bilinen bakanlığın ismine bile “İklim Değişikliği” ilavesi yapılalı neredeyse üç koca sene geçti. Onun yeni adı veya işleviyle de kalınmadı. Merkezi yönetimin çeşitli birimleri ve yerel yönetimler de, iklim değişikliğinde alınacak önlemler, yapılacak işler için binlerce sayfalık içtihatlar düzenleyip, yönergeler ve talimatlar çıkarttılar son yıllarda. Fakat bu konudaki hazırlıklar için kağıt üretmekten ziyade, sahada hızlı davranmak çok daha büyük önem taşıyor.

Mesela, bu bakanlığa bağlı Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM), yaşanabilecek olumsuz hava olayları ve bunların muhtemel sonuçlarıyla ilgili çeşitli uyarılar yapıyor değil mi? Ancak yine de, pek çok bölgede can ve mal kaybına yol açan olumsuzluklar yaşanmaya devam ediyor. Üstelik sadece MGM değil, merkezi ve yerel yönetim birimleri de bu uyarılara destek oluyor. Basın, bölgesini de belirterek “dikkat, geliyor” başlıklarına yer veriyor. Fakat bunların tümü, hala bir doğa olayını kayıpsız atlatmamızı sağlayamıyor. Çünkü her seferinde, dosyalardaki hazırlığın, sahaya henüz yansıyamadığına şahit oluyoruz.

 

Kuvvetli veya çok kuvvetli bölgesel sağanak yağışlardan sonra yine dereler, nehirler taşıyor; sellere, evlerin yıkılmasına, mal ve can kayıplarına yol açıyor. Son yıllarda ulusal çapta dikkat çeken ve tepki toplayan böylesi her felaketin üzerinden çok da zaman geçmeden, bir başka bölgede yine benzer felaketler yaşadığımız da oldu.  Çünkü kentleri yutan bu seller incelendiğinde, ya dere yataklarının merkezi kurumlar veya yerel yönetimler tarafından daraltıldığı, duvarlarla sınırlandığı ve “kazanılan” alanların da konut inşasına açıldığı; ya da vatandaşların dere yataklarına kaçak inşaatlar yaptığı görüldü.

Bu şekilde doğadan çalınmış daha pek çok yerler olduğu ve hepsinin de bugün olmazsa, yarın potansiyel bir felaketle karşılaşabileceği elbette biliniyor ama hala kalıcı çözümler uygulanamıyor. Zira kentsel rant hazretleri karşısında, pek çok seçilmiş veya atanmış yöneticinin adeta eli kolu bağlı kalıyor. Ne zamana kadar? O felaket gelip de kendi kapılarını çalana kadar elbette.

 

Oysa bu dereler binlerce yıldır, kendi yatakları ve taşkın sahalarıyla birlikte var oldular. Günümüzde ise, doğaya her istediğinde set çekebileceğini düşünen insan türü, çoğu kez kendi felaketini de hazırlamaya girişiyor. Sebep olduğu iklim değişikliği yüzünden, kırsal kesimdeki bir aşırı yağış, binlerce yılda oluşturulan tarla ve bahçeleri sel altında bırakıp, ürünlerini de çürütebiliyor. Toprak dengesi tümüyle, düzelmeyecek derecede bozuluyor. İşte bütün bu nedenlerle, değişen yağış rejimlerine uygun bazı planlamalar yapılması da artık çok büyük önem taşıyor. Özellikle DSİ ve Büyükşehir yatırımlarını, şimdi bu gözle bakılarak bir kere daha güncellenmek gerekiyor. Üstelik bu yatırımların açık, şeffaf ve izlenebilir olması, her kurumun yatırımları için mutlaka o bölgedeki yerel yönetimlere ve kamuoyuna bilgi aktarması da sağlanmalı.  

 

“Aşırı” doğa olaylarının bir diğer etkisi de, yetersiz ve hazırlıksız kent altyapısı gerçeğini de sergilemesi oluyor. Bir yandan meteoroloji bilimi her geçen yıl ani, lokal, kısa süreli ve çok şiddetli yağışların artmakta olduğu uyarısını yaparken; diğer yandan kentlerin buna uygun hazırlıkları yapmadıkları açıkça görülüyor. Bizim yaşam alanımız olan Edremit de, ne yazık ki böyle bir yer. Kentin hidrolojik yapısına uygun bir planlamaya sahip olmadığı ortada. Suyla birlikte, hatta su üzerinde yaşanan bir bölgedeyiz. İki yanımız dağlarla çevrili ve bunların ürettiği pek çok yerüstü ve yeraltı suları, denize doğru akmakla meşguller. Konutlar da böyle bir bölgede inşa ediliyor yıllardır. Sağlam üst bölgedeki zeminler yerine, sahillere yakın gevşek zeminler tercih ediliyor.

Sözüm ona “planı” olan ama çarpık bir şekilde gelişen bu kentleşmenin sonuçlarını, her sağanak yağıştan sonra görüyoruz. İtfaiye çalışanları haftalarca bazı bölgelerden çıkamıyor. Su pompalama, boşaltma işleri, kanal temizlikleri belediyenin önemli bir zamanını alıyor. İyi planlanmayan her yağmur suyu drenaj çalışması ise, ilk sağanak sonrası iflas ettiğini haykırıyor.

 

Herkesin bildiği üzere, bu alanda yetki karmaşası var. Su ile kanalizasyon altyapısı büyükşehir sorumluluğundayken, yağmur suyu drenajı ilçe belediyesinde. Ancak bu alandaki yatırımlar bile, gelir kaynakları yetersiz olan ilçe belediyeleri açısından önemli bir tutara ulaşıyor. O nedenle, yatırımlarını çok iyi hesap ederek, doğru bir mühendislikle ve doğru bir kaynak kullanımıyla yapmak zorundalar. Oysa pek de öyle olmuyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi “ben yaptım oldu” mantığıyla yapılıyor bunlar.

Bütünsel değil, mikro bakılıyor. Bitirildiği gün sınıfta kalan drenaj yatırımlarıyla dolu Edremit. Her sağanaktan sonra da “yapana rahmet” okutuyor bunlar. Sokaklar, yaya yolları, alt geçitler ve tabii ki konut ve işyerleri su içinde kalıyor.

 

 İkincisi de çok büyük finansman gerekiyor bazı bölgelerde. Çayiçi Caddesi mesela, bunların başında geliyor. Çayı yok ederek inşa edilen cadde “ben bu su yükünü kaldıramam” diyor uzun yıldır. Burada vaktiyle inşa edilmiş olan devasa kanal da tümüyle balçıkla dolmuş ve bazı yerlerde temel kazılarıyla bütünlüğü bozulmuş durumda. Şimdi işlevini yerine getiremiyor. Temizlemeye ve onarmaya da cesaret edilemiyor, zira çökme olmasından korkuluyor. Yenice yolundan itibaren yüzeye düşen yağış veya kanallardan gerisin geriye çıkan sular, kendisine bir yol bulamadığı için caddenin üzerinden akarak Edremit Çayı’na kavuşmaya koşuyor her seferinde. Şimdi yılların biriktirip önümüze bıraktığı bu sorunun çözümü için çok büyük bir yatırım gerekiyor.

 

Ancak daha geçen sene yeni baştan inşa edilen Yılmaz Akpınar Caddesi, her yağışta nasıl dere yatağı haline geliyor acaba? Edremit Belediyesi ile Büyükşehir Belediyesi Ek Hizmet binası bile bu caddede üstelik! İlçe merkezinde ise, neredeyse Çanakkale otobanını aşacak hale gelen yağmur suyu kanalı tıkanıklıkları varken, zaten su içinde yüzen Altınkum ve Akçay ne yapsın? Cemil Temelli Mahallesi ne yapsın? Buralardaki vatandaşlar her yağıştan sonra isyan ediyorlar uzun süredir.

İtfaiye elinden geleni yapsa da, belediye acil durum ekiplerini seferber etse de, başkan yağmurluğunu giyip sahaya çıksa da, bu işlerin nihai çözümü yeni bir planlamadan, BASKİ ile yapılacak ortak çalışmalardan ve merkezi yönetimin desteğinden geçiyor. Her sağanak yağışın, yaşam alanımızda bir felakete dönüşme riskinin bu kadar yüksek olduğu görüldüğü halde, “neden hala inşaatlar izinleri veriliyor?” diye sormanın tam da zamanı değil mi bugün?

Edremit’te yağmur suyu kanalizasyona, kanalizasyon yağmur suyu hattına karışırken pek çok yerde, kentsel rant herkesin dilindeyse hala, bulunduğumuz nokta yanlış demektir. Bu karışan atık sular ve yağmur suları nihayetinde her yağıştan sonra ya kentin sokaklarında akıp her tarafı kirletiyor, ya da gerekmediği halde arıtma tesisine gidiyor. Bu durumda, halk sağlığından nasıl söz edilebilir ki bu ilçede?

 

Selleri de düşünmek zorundayız elbette. Daha geçen sene Zeytinli Çayı kaç kere taşmadı mı? Biri araç, diğeri yaya kullanımında olan iki köprümüz yıkıldı. Can gitmedi neyse ki, mala geldi zararlar. Şimdi bu yaşanılanları dikkate alarak Kızılkeçili ve Edremit Çayı’na da bakılması gerekmiyor mu? “Lokal ve şiddetli sağanak bir yağış, bu derelerin de su toplama havzasına inerse, sular eski çöplüklerin yığıntılarını önüne katar ve denize kadar sürükler mi?” demenin tam da zamanı değil mi bugün? Afet sonrası kadar, afet olmadan yapılması gerekenleri de planlamak gerekmiyor mu?  

Neyse ki Meteoroloji gibi bir kurum var da, önceden sıra dışı atmosfer olaylarını haber veriyor bize. Fakat ne gariptir ki, onun uyarılara rağmen önlem almamakta direniyoruz hala.

 

Şimdi lütfen biraz düşünelim, ya hiçbir şekilde önceden haber verilmesi mümkün olmayan depremler için ne yapacağız? Bu ilçenin, her doğal afetle perişan olmaması için, yönetenlerin bilimin ışığında hareket etmesi, rasyonel kararlar alması gerekmiyor mu? Yerel yönetimler, bir yandan kanayan yaraya parmak anında basmalı. Fakat günün derdini geçiştirmek değil, mutlaka planlı davranmak da esas alınmalı. Çünkü kamu adına para harcarken, yöneticilerin bir kerede en doğrusunu, kamu yararına olanı ve kalıcı olanı yapmaları gerekiyor.

Exit mobile version