NİYE EKİM DİKİM YAPIYORSUNUZ, SATACAKTIK O ARAZİLERİ!..

Ş. TARIK SÜRMELİOĞLU

 

KORONA ‘aç kalma riski’ni ve ‘kıtlık’ korkusunu akla getirdi.

Aç ve açıkta kalmış insanları hiç mi hiç umursamadığımız şu dünyada.. Sanki bundan önce hiç gıda sıkıntısı olmamış, hiç kıtlık yaşanmamış hissiyle…

Korona çıkınca “eyvah, aç kalacağız!..”

Eh birader, adam Çin’de yarasa yiyor, hamam böceği, karınca, ne bulursa artık.

Zevkinden mi yiyor?

Milyar nüfuslu ülkeyi doyuracak gıda temini yok demek ki.

Afrikalılar meselâ.. Açlıktan derisi kaburgasına yapışmış, başında akbabaların bekleştiği aç çocuk fotoğrafları.

Bizim için yalnızca fotoğraftı onlar.. Gördük, içimiz cız etti, sonra unuttuk gitti.

Biz de malum, kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biriydik eskiden. Sonra yetemez olduk.

İthal gıdaya sarıldık. “Tarlaya ektim soğan” türküsünü söylerken, ekilen soğanın bir atımlık gâvur tohumundan cücüklendiğini de pek düşünmedik.

Tek derdi ‘sağlıklı yaşam’ olan tuzukurularımız organik marketlerin, pazarların müdavimiydi.. Hâlâ öyleler. Yemen’de yiyecek ağaç yaprağı bulamayan insanlarsa akşam haberlerinde on beş saniyelik görüntüydü yalnızca!

 

***

YANİ öyle tarımın, hayvancılığın derdine çok düşmedik. Şehirli olup onun bunun fabrikasında, imalathanesinde asgari ücrete talim etmek, aç kalıp para biriktirmek,  biriktirdiğinle Doğan görünümlü bir Şahin alıp patlak egzozla çürük asfaltta gaza bakmak, seni sollayan şehirli züppenin Mercedes arabasıyla yarışa kalkmak falan..

Bunlar daha cazip geldi.

Dam yıkıldı.. Tarla kurudu. Eken biçen kalmadı.

Maliyet, kazancın üstünde olunca.. Ekip biçmenin ne anlamı kaldı?

E canım devletin destekleme ödemeleri falan var, çiftçiye yağdırıyor maşalah…

Desteklemeyi alıyorsun da.. Gübre üçe dörde katlanıyor, tohum ananı ağlatıyor, mazot cebini yakıyor.

Ayrıca eken biçen değil, aracılar kazanıyor.

Falan filan.

 

***

KORONA çıkınca ‘güvenli gıda’ konuşulmaya başlandı. Bir üretim seferberliği ki sormayın.

Tarlalar boş kalmasın, hayvanlar çayırda otlasın.

Hani dışarıdan da alamıyorsun şimdi virüs derdine. Mecburen kendin üreteceksin.

Haydi sefere!

 

***

BU işin öncülüğünü belediyeler yapıyor şimdi.

Bizim memleketin belediyelerine bakıyoruz, aman yarabbim, hepsi tarla tapa işinde.

Bunca zaman boş duran arazileri sürüyorlar, tohumları atıyorlar, sulama sistemleri kuruyorlar.

Kimisi yem bitkileri için seferber; kimisi buğday, yulaf.

Büyükşehir’den açıklama yağıyor: “Bilmem şu kadar dönüm arazimizde yonca yetiştiriyoruz…”

Ayrıca yüzde ellisi hibe tohum falan da veriyor.

İlçe belediyeleri, kendi bölgelerindeki iklimine göre tarım işlerine soyunmuş; hepsi harıl harıl ekim dikim yapıyor.

Demek ki belediyelerin ‘gıda üretimi’ gibi sorumlulukları da var.

Salgın hastalık döneminde akla geliyor bu durum.

Salgın geçince ne olacak?

Unutulacak!

 

***

ULEN madem o kadar geniş, bu kadar büyük, şu kadar verimli topraklarınız, arazileriniz vardı da.. Niye bunca zaman ekip biçmediniz?

Sen ekip biçme; ver şehirde asgari ücretle yarı aç yarı yok yaşayan gence.. Yap anlaşmanı.. Alım garantisi ver.. Senin için ekip biçsin.

Ürünü ne yaparsan yap sonra.. İster at, ister sat, istersen vatandaşa dağıt bedavadan.

 

***

SALGIN çıkınca akla gelen tarım arazilerinin envanterini çıkarıyorlar.

O araziler ki, dönüm dönüm, hektar hektar.

Bugüne kadar ‘satış’ için tutuyorlardı. Para lazım, şuradaki arsayı, buradaki tarlayı satalım.

Şehir içinde, şehir dışında kırsal mahallede, şurada burada, ne kadar arsa, tarla varsa artık.

Satmadılar mı canım; bunca zaman ne verimli topraklar gitti elden.. Bir kısmı imarlandı.. Bir kısmı, ileride imarlanmak üzere ayarlandı falan.

 

***

ŞİMDİ tüm belediyeler tarımsal projelere yoğunlaştı. Devlet politikası sonuçta.

Korona muhabbetine hepsi.. Öncesinde, geçtik tarım projelerini falan, köylünün tarlası neden boş duruyor diye merak eden bile yoktu.

Oysa, madem o kadar verimli toprağa sahipsiniz, şu kadar ekilebilir tarım araziniz var, göçü önlemek adına projeler üretseydiniz ya.

 

***

KIRSAL mahallelere parke taşı döşeyip, iki salıncak bi kaydırak yerleştirince “hizmet götürdük” diyorsunuz ya.

En büyük hizmet, topraksız köylüye ekip biçeceği toprağı vermekti. Ver on yıllık, yirmi yıllık, otuz yıllık kullanım hakkını. Yap sözleşmeni.. Benden bu kadar destek, şu kadar hibe.. Senden şunu şunu istiyorum.

Ya da kooperatif yoluyla tüm kırsalı içine alacak, herkesi kazandıracak tarım hayvancılık projelerine imza atsaydınız.

 

***

MERALARI taş ocağı yaptınız.. Keçinin, koyunun otlayacağı yerde kepçeler, kamyonlar geziniyor şimdi.

Dağı taşı yarıyorlar.

Sonra, “köy yoluna asfalt attık, köprüsünü tamir ettik…”

Köylü kaçmış şehre.. Kala kala üç beş yaşlı kalmış; bir de emekli olup köydeki babadan kalma eve yerleşen,  bahçesinde çeri domatesi, frenk biberi yetiştiren.

Dalyan gibi gençler var; kafayı tas şeklinde kazıtıp ortalıkta dolaşan.. İş yok, güç yok.

Topla onları, eğit, öğret.. Sonra ver toprağı, gitsin üretsin işte.

 

***

ÖZETLE, korona süreci belediyelere de tüketmeyi değil üretmeyi zorunlu kılıyor artık.

Satmayı değil, kullanmayı, değerlendirmeyi doğru yol olarak gösteriyor.

Exit mobile version