Marmara Adası anıları

Adamlar Japonmuş. Sempozyum için gelmişler.. Başkan zabıtayı çağırdı, “al bunları misafirhaneye götür, ne dediklerini anlamıyorum, ne istiyorlarsa yap” dedi.. Sonra bana döndü: “Haydi otur, anlatalım…”

marmara-adası-anıları

 

AHMET AKIN’ın Marmara Adası ziyareti haberlerini okurken.. Mazide kalan ada anılarım geliverdi aklıma.

Marenostrum; Akdeniz için söylenir.. ‘Bizim deniz’ anlamında.

Akdeniz, Ege’yi kucaklar.. Ege, Marmara’yı.. Denizler birleşir. Hepsi birden ‘bizim deniz’ olur.

Adalar birbirine benzer. İnsanlar birbirine benzer. Yaşam alanları birbirine benzer.

Diller farklıdır; adalı karakteri değişmez!

Adalı tembeldir bir kere.. Zamanla yarışmaz. Deniz sevgilisidir.

Bir yerlere yetişmek gibi acele davranışlara yer yoktur. Hele bir de yaz mevsimiyse, sıcaksa hava, hafif bir rüzgarla serinliyorsa tenin.. Ulu bir çınar ağacının gölgesinde oturup akşamı etmek, uyuklamak, iskeleye yanaşan balıkçıya laf atıp iki beşlik bozmak ne büyük keyif!

 

***

İLK gittiğimde doksanların ortasıydı.. Orada bir ada vardı; daha önce hiç görmediğim.

Marmara, Avşa, Ekinlik, Paşalimanı, küçük kayalıklar, üstünde yaşam olmayan mini minicik adacıklar. Ayvalık’ın adalarını biliriz de, Marmara’nınkileri hiç görmemişiz o vakte kadar. 

Bir yaz günü, tek başıma, aldım çantamı, Erdek’ten gemiye atlayıp adaya yollandım.

İki saat mi sürdü, iki buçuk mu, belki üç saat yolculuk.

İskeleye inince, ilkin garipsedim ortamı. Ne bileyim işte, tipik bir Akdeniz adasına gitmişiz de, beyaz badanalı, mavi pancurlu evler karşılayacakmış gibi.. Ara sokakları küçük meydanlara açılan, tarihi yapılarla iç içe geçmiş bir ada yaşamıyla karşılaşacağımı sandım.

İlk gördüğüm manzara hayal kırıklığı olmuştu!

Bizim Balya’nın denizli olanıydı yani…

 

***

SAHİLDEKİ Murat Otel’den bir oda tuttum; üç beş gün kalacağım. Ak saçlı, toparlak yüzlü, göbekli bir amca, o zaman otelin sahibi. Kendisi de binanın en üst katında oturuyormuş.

Hemen cankuş olduk.. Gittiğim günün akşamında otelin önüne tahta bir masa atmış, zamandan münezzeh halde oturuyor. Buyur etti, oturduk, uzun uzun söyleştik.

Ertesi akşam yine aynı muhabbet.

O günlerde, heykel sempozyumu var adada. Sempozyum, her yıl mermer ocaklarıyla ünlü Saraylar’da düzenleniyor. Yerli ve yabancı sanatçılar orada. Ada mermerini sanat eserine dönüştürüyorlar.

Haber aldım; gidip izleyeyim dedim.

Sempozyumun ev sahibi, Saraylar Belediyesi. O zaman tonton bir ihtiyar, Saraylar’ın Belediye Başkanı.

Belediye’yi aradım, Başkan’ı bağladılar; kendimi tanıttım. “Gel, buyur, bekliyoruz” dedi.

Ertesi gün sabah erkenden bir minibüse atlayıp Saraylar’a gittim. Yollar şimdiki gibi mi?

Hoplaya zıplaya, kan ter içinde beldeye ulaştım. Sahildeki balıkçı lokantasında oturuyormuş Başkan.. Sora sora buldum. Lokantanın bahçesinde küçük bir masada çekik gözlü iki üç kişiyle sohbet ediyor.

Gittim yanlarına, kendimi tanıttım.

Başkan demez mi; “ben bu arkadaşları sen zannettim, onlarla konuşmaya çalışıyorum!”

Adamlar Japonmuş. Sempozyum için gelmişler.. Başkan zabıtayı çağırdı, “al bunları misafirhaneye götür, ne dediklerini anlamıyorum, ne istiyorlarsa yap” dedi.. Sonra bana döndü: “Haydi otur, anlatalım…”

 

***

HEM heykellerin yapıldığı atölye kısmını dolaştım, hem Saraylar’daki arkeolojik varlığın sergilendiği açık hava müzesini gezdim, bol bol fotoğraf çektim.

Açık hava müzesi, insan boyu otların bürüdüğü, taşla çevrili bir alanın içine ulu orta atılmış arkeolojik parçaları barındırıyor. Şirketler mermer ocaklarında eşindikçe sağdan soldan arkeolojik parçalar çıkıyormuş.

Bölge, antik dönemde pek çok medeniyetin mermer ihtiyacını karşılamış.

Açık hava müzesinde çok bir şeye benzetemediğim ‘zırhlı general heykeli’ vardı. Onun da resmini çekmiştim. Yıllar sonra gazetede haber oldu: “Zırhlı general heykelinin başını çaldılar!”

Koparıp götürmüşler. Uzun bir aradan sonra heykelin başı bulunmuştu.

 

***

MARMARA’dan sonra, karşıdaki Avşa’yı görüp tanımak istiyor insan. Marmara ne kadar sakin, dingin, zamansızsa.. Avşa o kadar hareketli, oynak, renkli bir ada.

Turizmle geçimini sağlamaya çalışsa da, öyle yıldızlı oteller, lüks mekanlar falan yok. Zaten bir sahil şeridi var Avşa’nın, gezip dolaşacağın.. Gerisi köyden farksız.

Arka yüzünde Yiğitler köyü var; Mağrip coğrafyasının çölle denizin birleştiği Kuzey Afrika çoraklığından farksız. Yeşil yoksunluğu dikkatimi çekmişti.. Sapsarı bir bölge.. Yıllardır gidip görmedim, şimdi nasıl bilmiyorum. Eski adı Araplar zaten.. Tam adına uygun bir coğrafya.. 8.’nci, 9.’cu yüzyıllarda falan Arap akınlarına uğramış; öyle bir tarihçesi vardı.

Avşa’nın cıvık cıvık sıcağı ve çoraklığından kurtulup Marmara’ya yeniden dönünce insan bir anda serinliyor. Marmara’nın gölgeleri yeter!

 

***

SONRAKİ yıl, bizim oğlanı alıp gittim.. İlkokula başlayacak o sene; küçük daha. Ada merkezinin dışında, zeytinlik alanların içinde bir motel bulduk.. Sessiz, dingin, iyot ve zeytin kokuları arasında birkaç gün geçirdik.

Araba yok.. Motelden merkeze yürüyerek gidiyoruz. Güzergahta mezarlık var; ortam karanlık.. Bizim oğlan korkuyor. Islık çala çala geçiyoruz yanından.

Gecenin sessizliğinde, kaldığımız odanın hemen dışından şap şap sesler geliyor. Yine bir korku kaplıyor içimizi. Sabah bakıyorum; bahçedeki dut ağacından dökülen meyvelerin şapırtısıymış.. Ağaçtan dökülen karadutlar zemini kırmızıya boyamış.

Böyle bir anımız var.

 

***

GİDE GELE adayı ezberledik adeta. Kaç kez gittim.. Kimileyin kafa dinlemeye, kimileyin siyasi çalışmaları takip etmek maksatlı… Galiba en son rahmetli Edip Uğur’la gittik.. Büyükşehir Belediye Başkanı olarak bir iki tesisin açılışını yapacaktı.

Gündoğdu köyünün çay bahçesinde ahaliyle toplandı, onlara adayla ilgili planlarını falan anlattı.

Hatırlıyorum; 15 Temmuz darbe girişimi henüz tazeydi. Herkes FETÖ’yü konuşuyordu. Edip Uğur, Gündoğdululara, “ben de zamanında bunlara çok destek verdim” dedi. Ayni, nakdi, ne varsa vermiş vaktiyle. Pişmanlığını dile getirip rahatlamıştı belki.

 

***

AHMET AKIN, “Marmara Adası’nı kültür sanat adası yapacağız” sözü vermiş halka.

Edebiyat Günleri etkinliğinin üstüne gitmiş; arıtma tesisi açılışında söylenmez zaten bunlar. Mevzu edebiyatsa, ona vurgu yaparsın.

Marmara’yı ne şekil bir kültür sanat adası yapma planı var, bilmiyoruz.

Ama şu heykel sempozyumu konusuna ağırlık verirse, desteklerse, uluslararası boyutu genişletip daha etkili ve dünyaya sesini duyuran bir organizasyona dönüştürebilirse…

Vaktiyle adadaki heykel sempozyumlarının üçünü – beşini izleyen, sanatçılarla ropörtaj yapan, çalışmaları gazete ve dergiler aracılığıyla duyuran biri olarak, bu sempozyumun Marmara Adası turizmi için de önemli bir kaynak olacağını söyleyebilirim.

Bu konudaki görüşlerimizi soran olursa anlatırız.

Bu kadar yetsin.

Selam ederim.

 

Exit mobile version