İzmir’de olanlar ve Edremit Körfezi’nin geleceği

Gelelim bu kıssanın, hissesine… İzmir ile Edremit körfezleri endüstriyel atık sorunu hariç pek çok açıdan benziyorlar değil mi? Ağır bir kirlilik yükü altındalar, çeşitli kaynaklardan dereler vasıtasıyla organik ve evsel kirlilik taşınmaya devam ediyor. Atık su arıtma tesislerinde kapasite yetersiz ve verimli işletilemiyorlar. Kirliliğin tespiti, önlem alınması ve denetim sorumlulukları farklı kurumların görev ve yetki alanına giriyor. Denizde doğal denge hızla bozuluyor ve yoğunlaşarak artıyor.

edremit-körfezi

 

 Geçen hafta, ülkemizin üçüncü büyük kenti olan İzmir’de “Körfez’in kirliliği” üzerinden başlayan bir siyasi polemik izledik. Haliyle akıllara ilk gelen “kim haklı?” sorusu da olmadı. Aslında yıllardır durum ortada, iktidara oy vermeyen İzmir seçmeni alenen cezalandırılıyor her alanda. Vatandaşlar da kestirmeden “ne zaman sona erecek bu rezalet” diye soruyor. İzmir’de denizi temizlemek için verilen bunca emek ve yapılan bunca harcamadan sonra, tekrar başa dönülmesine kim katlanmak ister? İşi polemik konusu yaparak belediyeye yüklenmek Çevre Bakanı’na hiç yakışmadı. Kendisinin görevi sadece “imar barışı mıydı” acaba geçtiğimiz yıllar boyunca?

 

 

İzmir’de Körfez kirliliğinin oldukça eski bir geçmişi var, taa 1960’lı yıllara dayanıyor. Kentin ve sanayi kuruluşların hızla büyümesine karşın, gerekli altyapının inşasına önem verilmemesi yüzünden, yılarca evsel ve sanayi atıklar Körfez’e döküldü. Temizliği gündeme gelince kamu-özel artma tesislerinin devreye alınması ve dereleri kirlilikten koruyacak ıslah çalışmalarının yapılması gereği ortaya çıktı. 1962’de kapsamlı bir proje hazırlanmasında uzlaşma sağlandı. 1987’de uygulanabilir bir proje olan Büyük Kanal Projesi’nin inşasına başlandı. Süreç hızlı olmadı, merkezi yönetim desteği bir türlü gerçekleşmedi. Pek çok belediye başkanı değişti bu süreçte ama İzmir kendi öz kaynaklarıyla sürdürdü inşaatları.

Sonunda 2002 Ekim’inde bu proje tamamlandı. Bunun sağlayan en önemli dokunuşlar yapan ise CHP’li başkan Ahmet Piriştina’ydı. Projedeki yağmur suyu ile evsel atıkların farklı kanallara alması, sanayi kuruluşlarının kendi arıtmalarını inşa etmeleri için sıkı yaptırımlar konulması ve İZSU tarafından inşa edilecek en önemli AAT’ni Menemen yerine Çiğli’ye çekmesi isabetli düzeltmeler oldu. Büyük Kanal Projesi’ne 700 milyon USD harcandı, 65 km kuşaklama kanalı ve 180 km kolektör hattı döşendi, 4 büyük pompa istasyonu yapıldı. Ayrıca proje kapsamında 159 km uzunluğundaki 61 derenin ıslahı da tamamlandı. Sonuçları ise 2005 yılına net olarak görülmeye başlandı, artık Körfez temizlenmişti.

 

Elbette projenin eksikleri de vardı. Onların çözümü zaman yayılmak istendi. Önemli sorunlar, yağmur suyu-atık su ayrıştırmasının tamamlanması ve arıtma işleminden sonra ortaya çıkan atık çamurunun tasfiyesiydi. Çok farklı ve çalışkan bir belediye başkanı olan A. Piriştina’nın 2004’deki erken vefatından sonra seçilen başkanlar, ya konuya gereken özeni gösteremedi, ya da kaynak bulma ve merkezi hükumetle ortak çalışmalar yapma konusunda destek alamadı. Hatta engellendiler bile. AKP iktidarları döneminde, fizibilitesi yeterli olmayan bazı mega projelerle İzmir’de seçmeni etkileyip, yerel yönetimi almaya da çabaladılar ama kente bütünsel bakmayı beceremedikleri için başarılı olmaları mümkün değildi. İzmir seçmeni yerel yönetimi AKP’ye hiç vermedi. İktidar ise, muhalefetin belediye başkanlarının taleplerini görmezden geldi.

 

İzmir Körfezi’nin 2015’den sonra tekrar kirlilik sorunuyla karşılaşması ve bugünkü duruma gelmesindeki en temel etken ise derelerdi. Başta Meles, Arap, Ahırkuyu, Bornova, Manda, Büyük Çiğli, Küçük Çiğli, Ilıca ve Poligon olmak üzere Körfez’de 30 kadar dere, evsel atıklar, atık su ve sanayi kaynaklı deşarjlar ile kirlenerek, bunları Körfez’e taşıyordu. İZSU çeşitli önleyici çalışmalar yaptı ama DSİ ile uyumlu, sistemli ve koordineli bir uygulama ile bütünsel havza denetimi hiç sağlanamadı. Fosseptik ve arıtılmamış atık suların derelere ulaşması tümüyle engellenemedi. İZSU tarafından dere ağızlarına çöp kapanları yerleştirildi, hatta Körfez’e ulaşan katı atıklar deniz süpürgesi tekneleriyle toplandı. Fakat deniz suyundaki azot ve fosforun hızlı artışına engel olacak temel altyapı yatırımları için gerekli kaynağa sahip olamadı.

Her ay denizden düzenli numune alarak analiz yaptıran İZSU verilerine göre E.coli ve İntestinal enterokok limit içinde çıktı. Fakat mesela deniz yüzeyinde yağ tabakalarının görülmesi ve bunların ham petrol gemilerinden veya organize sanayi bölgelerinden kaynaklandığının bilinmesine rağmen, gerekli denetim ve önlemler İzmir Çevre İl Müdürlüğü tarafından sağlanamadı. Sonuçta denizde kirlilik, renk değişiklikleri ve ağır kanalizasyon kokusu bölgesel değil, artık genel bir durum haline geldi. İzmir Körfezi’nin yeterli derecede korunamadığı da ortaya çıkmış oldu.

 

Son on yıldır bunun temel göstergeleri ortada aslında. Mesela 2018’den itibaren Körfez’de yayılmacı bir tür olan deniz marulu (Ulva Lactuca) istilası başladı ve giderek bütün sahilleri kapladı. Öyle ki bunların yığıldığı ve çürüdüğü kıyılarda, yoğun toksik metan gazı kokusu oluşuyor ve İzmir BB periyodik temizlikler yapmak zorunda kalıyor. Fakat su yüzeyinde yoğunlaşmaları sebebiyle oksijen azalması da meydana geliyor denizde. Küresel iklim değişikliği de etkili, deniz suyu eskisine göre daha çok ısınınca alg üremesi aşırı seviyeye çıktı. Öyle çoğaldılar ki, çevrelerinde oksijen bırakmadılar ve önce kendileri kitlesel olarak ölüyorlar. Bu nedenle deniz, bazen kırmızı bir renk alıyor. Planktonlar açısından özellikle iç körfez, azot ve fosfor bolluğu içeren devasa bir besin tabağı oldu artık bazı türler için. Onlar hızla artınca, balıklara da oksijen ve yaşam hakkı kalmadı. Sonuçta balıklar da kitlesel olarak Ağustos ayı ortasında ölünce, herkesin ağzı hayretten açık kaldı. Oysa yıllardır devam eden yetersiz “su yönetimi” politikalarının doğal sonucuydu olanalar.

 

Yoğun balık ölümleri basında yer alıp, genel bir hoşnutsuzluk ve şikayet oluşunca, İzmir B.B. Başkanı Cemil Tugay 26 Ağustos’ta bir açıklama yaptı. Yaşanan durumu “çevre felaketi” olarak nitelendirdi. Yetki ve sorumluluk açısından Çevre Bakanlığı’nı da uyardı. İç Körfez’de “milyonlarca ton” çamurun biriktiğini ancak belediyenin 50 bin metreküpe kadar temizlik yetkisine sahip olduğunu söyledi. Ayrıca “Organize sanayi ve münferit sanayi atıklarını arıtan tesislerin yer yer yaşadığı problemlerle ilgili olarak tüm yetkinin Çevre Bakanlığı’nda olduğunu” da ilave etti.

Bir bilim kurulu oluşturup sonucu kamuoyuna açıklayacaklarını söyledi. Bunun üzerine Çevre Bakanı M. Kurum da 5 Eylül’de İzmir’e gelip bir basın açıklaması yaptı. “Üzülerek söylüyorum. Denizde, atık su kaynaklı amonyak miktarı, olması gerekenden tam 50 kat daha fazladır” dedi. Bunun evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan deşarj edilmesinden kaynaklandığını belirtti. “Körfezi’n bazı bölgelerinde yaşam kalmamıştır” bile dedi, balık ölümlerinin de oksijensizlikten kaynaklandığını açıkladı. Bir bilim kurulunun da Bakanlık tarafından kurulacağını ilave etti. Böylece oldu iki tane bilim kurulu. Aynı gün İzmir BB başkanı bunu yanıtladı. CHP belediyelerine “devlet bankalarından kuruş krediyi çok gören, uluslararası finans kurumlarından alınana kredileri onaylamayan” iktidarı eleştirdi. “Birbirimizi suçlamaktan, mağduriyetler üzerinden kutuplaşma siyaseti yapmaktan vazgeçelim. Bu ülke bizden hizmet, feraset ve sonuç bekliyor” dedi.

 

Bu noktada “kim haklı?” denilir mi artık? Vatandaşlar zaten işin siyasi malzeme haline getirilmesinden hoşlanmıyorlar. O nedenle de Çevre Bakanı’na dönüp “müdahale etmek için niye bugüne kadar bekledin?” diyorlar. Fakat İzmir BB başkanlığına dönüp “neden şimdiye kadar bu sorumsuzluğu iyice teşhir etmediniz?” diye de soruyorlar. Körfez’de balık ölümleri hızlanınca, vatandaşın sorumluluk konusunda kafasının net olmasını sağlamak lazımdı önceden. İzmir BB’nin durumu ısrarla anlatması gerekirdi ama anlaşılan o ki, bunu yeterince yapamamış. Oysa ESHOD’un 496 tane otobüsü var İzmir’de, sadece bunları açıklamalar ve görsellerle donatıp şehirde gezdirselerdi, İzmirli de, vatandaşlar da, basın da bu konuyu öğrenir, sahip çıkardı.

”Bize engelleme yapılıyor” demek gerekli ve Anayasal bir görevdir. Şimdi “bu gelinen noktadan ne çıkar?” derseniz, sanırım pek bir şeyler çıkmaz. Yerel iktidarı vermeyen hizmet alınamıyor malum. Kurum ve kuruluşlar el ele verip sorunu çözmektense, polemik yapmaya devam ederler şimdi. Hatta parti liderleri de karışır işe. Vatandaş tam tersini bekliyor oysa. Gezegenimizde iklim değişirken, suyun önemi de artıyor. Rasyonel akla sahipse siyasetçiler, önce suyun miktar ve kalite olarak iyi yönetilmesini, sonra da kullanılan suların alıcı ortamlara uygun standartlarda ve temiz olarak bırakmasını sağlamaları gerekiyor. Bakalım, yaşayıp göreceğiz ne yapacaklarını.

 

Gelelim bu kıssanın, hissesine… İzmir ile Edremit körfezleri endüstriyel atık sorunu hariç pek çok açıdan benziyorlar değil mi? Ağır bir kirlilik yükü altındalar, çeşitli kaynaklardan dereler vasıtasıyla organik ve evsel kirlilik taşınmaya devam ediyor. Atık su arıtma tesislerinde kapasite yetersiz ve verimli işletilemiyorlar. Kirliliğin tespiti, önlem alınması ve denetim sorumlulukları farklı kurumların görev ve yetki alanına giriyor. Denizde doğal denge hızla bozuluyor ve yoğunlaşarak artıyor. En önemlisi de büyük yönetim zaafları var. İktidar elini taşın altına koymuyor, külfeti yerel yönetime bırakıyor. Nihayetinde ise, su kirliliği sorunu biyolojik bir sonuç oluyor elbette ama arkasından da bir yönetim zayıflığı sırıtıyor. Su kirliliği, su ve çevre yönetimindeki bariz hataların, başarısızlıkların doğrudan bir sonucu olarak tezahür ediyor.   

İzmir’de yaşananların ve gelinen durumun, Edremit Körfezi’nde de yaşanması çok mümkün. Merkezi hükumet desteği pek mümkün görünmüyor. Hatta bıçak kemiğe dayanınca suçlamalar yapılması burada da kaçınılmazdır. O nedenle artık sadece “susmak” bir çözüm olamaz. Edremit Körfezi’nde yarın temel atılması da mümkün olmadığına göre, Balıkesir BB Başkanı Ahmet Akın’ın zaman geçirmeden Körfez’le ilgili yol haritasını ve planlarını halkla paylaşması lazım. Tam destek istemesi lazım. Aksi takdirde Çevre Bakanı M. Kurum, yakın bir zamanda önce TÜBİTAK araştırma gemisini yollayıp, sonra da kendisi gelerek Edremit Körfezi sahilinde benzer bir basın açıklaması yapacaktır. Gündemi belirleyen o değil, Balıkesir BB olmalı. “Ben bu derdi de, çözümünü de biliyorum” demek çok daha doğrudur.

Exit mobile version