İsrail vuruyor dünya seyrediyor!

Bölgemizde bütün bu olup bitenler, bir kez daha ABD odaklı emperyalist dayatmanın kuralsızlığını herkese gösterdi ama başka pek çok şeyi de ortaya koydu. Mesela, 2. Dünya savaşında Hitler’in uyguladığı soykırımı dile getirerek 1945’den beri “mazlum ve hakkı yenmiş halk” algısını öne süren ama toprak sahibi olur olmaz da ısrarla katliama yönelip Filistin’i tümüyle ele geçirmeye çalışan İsrail’in giderek bir zalime dönüştüğünü, bütün dünya geri çevrilemez bir açıklıkla gördü artık.

israil-vuruyoür-dünya-seyrediyor

 

 Netanyahu bir senedir Gazze’de taş üstünde taş bırakmayıp ezmeye çalıştığı halde, ne rehine vatandaşlarını kurtarabildi ve ne de Hamas’a pes ettirebildi. Şimdi de Lübnan’da terör estirmeye girişti. Onun derdi belli, her ne pahasına olursa, iktidar koltuğunu bırakmak istemiyor. Zira oradan kalktığı an, ülkesinde ve uluslararası arenada yakasına yapışılacağını gayet iyi biliyor. Ona destek olanların da derdi belli, İsrail’in bu kışkırtmaları sonucunda, İran fiilen devreye girerse hep birlikte asıl ona saldırmak istiyorlar. Çünkü nükleer teknoloji konusunda, Ortadoğu’da tek çekindikleri ortak düşmanları o.

Netanyahu’nun İran halkına son seslenişi de bunun açık kanıtı zaten. İsrail’le sınır ortaklığı olan iki komşusu Lübnan ve Suriye’de, yıllardır İran’ın desteğiyle genişleyen Hizbullah’a karşı harekete geçmesini bu nedenle de anlamak mümkün. ABD ve İngiltere’nin deniz filoları da, çok uzun zamandır her an bölgeye müdahil olabilecekleri bir uzaklıkta dolaşıyorlar.

 

 

İsrail, ateş gücünü İran’a yöneltmek istiyor

İsrail’in dış siyaseti “intikam” olgusuna da yer veriyor. Hatta bunu özellikle iç siyasetin bir uzantısı gibi kullanıyor. Hizbullah’a karşı 2006’da Lübnan’da aldıkları yenilginin rövanşı peşindeler bu anlamda. Üstelik buna uzunca bir süredir hazırlanıp, önce Hizbullah’ın 15 kadar komutanını sabotajlarla ve çağrı cihazlarını patlatarak, sonra da 27 Eylül’de Nasrullah’ı havadan vurarak yok ettiler. Yönetici kademesi büyük darbe alan Hizbullah’la karada da hesaplaşmak ve Lübnan’ın güneyinde kurulmuş olan savaş hatlarını ortadan kaldırmak için, şimdi Lübnan’a da giriyorlar. Görünen hedefleri sınırda 10 km derinliğinde bir silahsız bölge yaratıp, İsrail’in kuzey sınırından göç etmek zorunda kalan yerleşimcilerinin tekrar evlerine dönebilmelerini sağlamak. Gizli hedefleri ise, bu süreçte İran’ın Lübnan çatışmalara müdahil olmasına ortam yaratıp, ateş gücünü ona da yöneltmek. ABD ve İngiltere’de bunun için hazır bekliyor. Ancak dünyaya karşı bir meşruiyet gerekçesi de lazım elbette.

 

 

ABD kural tanımadığını her fırsatta ispatlıyor!

ABD’nde iktidardakiler 4 Kasım seçimleri öncesi bir “zafer” bekliyorlar. Biden yürümekte ve konuşmakta bile zorlanıyor ama Nasrallah’ın pek çok siville birlikte Beyrut’ta öldürülmesine “adalet” deyip kenara çekiliverdi. Dışişleri Bakanı Blinken ise “O acımasız bir teröristti. Lübnan, bölge ve dünya onsuz daha güvenli” diyor. Bu politikaya devam edip, bütün ahlaksızlığına ve uluslararası saldırganlığına rağmen Netanyahu’yu desteklemeyi sürdürecekler. Böyle bir ırkçı politikacıyı, Filistin, İran, Suriye ve Lübnan’da yaptığı her zorbalığı için ısrarla desteklemek, açıkça “bizim hiçbir kuralımız yok” demektir. Kural tanımadığını her fırsatta ispatlayanların ise, kendilerine karşı da kural tanınmayabileceğini hesaba katmaları lazım. Belki bu sefer de bölgesel bir savaş çıkmaz Ortadoğu’da ama İsrail ve arkasındaki güçlerin sivil vatandaşları, dünyanın her yanında açık hedef haline gelebilirler değil mi? Hayat sadece zalimin istediği yolda ilerlemiyor ki. Zulüm, kaçınılmaz olarak karşıtını da doğuruyor.

 

 

Mazlum ve hakkı yenmiş halktan zalimliğe…

Bölgemizde bütün bu olup bitenler, bir kez daha ABD odaklı emperyalist dayatmanın kuralsızlığını herkese gösterdi ama başka pek çok şeyi de ortaya koydu. Mesela, 2. Dünya savaşında Hitler’in uyguladığı soykırımı dile getirerek 1945’den beri “mazlum ve hakkı yenmiş halk” algısını öne süren ama toprak sahibi olur olmaz da ısrarla katliama yönelip Filistin’i tümüyle ele geçirmeye çalışan İsrail’in giderek bir zalime dönüştüğünü, bütün dünya geri çevrilemez bir açıklıkla gördü artık. Mesela İslam dünyasının kendi içindeki zaafları bir kere daha ortaya çıktı. Onlar Sünni Hamas ile Şii Hizbullah arasında, ortak düşmana karşı direniş paydası kurmak yerine, bir kere daha mezhepçiliği öne çıkarttılar.

Mesela İran “suçluya bir şans vermenin, yeni cinayeti için onu cesaretlendirdiğini” itiraf etmek zorunda kaldı. Reformcu başkan Pezeşkiyan, ABD ve Avrupalı liderlerin, İran’ın Hamas Siyasi Büro Başkanı İ. Haniye suikastına karşılık vermemeleri halinde Gazze’de ateşkes ilan edeceklerine dair söz verdiklerini ancak bunu yerine getirmediklerini söyledi. Yani bir kere daha aldatılmış oldu İran. Haklı bir karşı saldırı şansını da kullanamadı.

Mesela tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi, Ortadoğu’da da İsrail’in emrine sunulan ABD ve AB menşeli silahlar, bombalar, hayalet uçaklar, savaş gemilerinden sağlana koruma ve askeri-siyasi-istihbari destek ile bir kapitalist kampın ne kadar belirleyici olabileceği ortaya çıktı. Bu devasa güce karşı, sadece bölgesel direniş gruplarıyla üstünlük sağlamanın zorluğu ortadayken, Hizbullah’ın sanki dokunulmazlığı varmış gibi Beyrut’un bir mahallesinde bulunan merkez ve konutlarını güvenli sanmasının, enayice bir davranış olduğu da görüldü.

Tahran’da suikast yapabilen, Beyrut’ta neden yapmasın? Mesela bir ABD doktrini olan “kuşatma ve yok etme” siyasetinin Filistin, Lübnan, Suriye ile sınırlı kalmayacağı, bu ülkeleri mümkünse parçalara bölme, yeni bağımsız devletçikler yaratma stratejisinin diğer bölge ülkelerine ve özellikle de İran’a uzanacağı, sonraki hedeflerinin ise Rusya ve Çin olacağı tümüyle ortaya çıktı. Beş sene önce, bunları böylece söylemek bile zordu ama bugün fiilen yaşanıyor bu gerçek.

 

 

Peki senaryo hep onların istediği gibi mi sürecek?

ABD seçimlerinde sandıktan çıkanın hangi parti olacağı, genel çizgiyi tümüyle değiştirmeyecek elbette. Sadece küresel kapışmayı, bölgesel vekalet savaşlarıyla çözme yolunda hiç olmazsa sivil halkların korunması ve savaş kurallarına uygun davranılması sağlanabilir. Bir başka ülkeye “boşalt, orayı vuracağım” demenin önüne geçilmesi şart. Yoksa hiç kimsenin kural tanımadığı bir dünya, cehenneme döner.  Hiçbir ülkenin böyle bir hakkı olmamalı. Filistin devletini tüm dünya ülkelerinin tanıması, orada iki devletli bir yaşamın sağlanması, BM’in yeniden düzenlenen kurallarla çalışması, ülkeleri bölüp parçalama politikalarına artık bir son verilebilmesi, halkların kaderlerinin savaşla değil de referandumla sağlanabilmesi, öncelikle tüm dünyada gerilemekte olan demokrasi ve ortak yaşama kültürünün yeniden gözden geçirilmesine bağlı olacak müşterek geleceğimiz. Yoksa aşırı nüfus artışı, küresel iklim değişimi, kitlesel göçler, gıda, enerji, su gibi büyük sorunları olan dünyanın, kapitalist kampın paylaşım kavgasının nihai sonucuna ulaşmak amacıyla çıkaracağı bir zorlamayla, global bir kapışmaya girmesi çok mümkün günümüzde. Ne yazık ki böyle bir gerçeklik var.

 

 

Direnenler değil, asıl tümüyle ezmek isteyenler olmalı insanlığın ortak hedefi

Hamas “biat etmiyoruz” dediği için, Hizbullah “Gazze’de ateşkes sağlanmadan İsrail’i rahat bırakmam” dediği için, yok edilmek isteniyor. Bu direnişleri yok sayıp da sadece “İsrail’in savunma hakları” denilerek geçiştirilemez mevcut durumu ABD ve ortakları. Bölünme kaygısıyla Suriye ve Lübnan sert tepkiler veremiyor emperyalist dayatmaya. İslam ülkeleri sözüm ona “tarafsız”, dünya ülkeleri sessiz bir izleme peşinde. Bu işin sonunun, nereye gidebileceğini ise yukarıda kısaca anlatmaya çalıştım. Bütün ülkeler bu senaryoya direnmek zorundalar. Dünya’nın bir kere daha kötülerin elinde oyuncak olmaması için bu yapılmalı. Belayı daha fazla büyümesine fırsat vermeden defetmek gerekiyor. Nasrallah öldü diye sevinen ahmaklar, bizde ve tüm dünyada bu gerçeği bir an önce görmek zorundalar. Direnenler değil, asıl tümüyle ezmek isteyenler olmalı insanlığın ortak hedefi. Birileri yeniden kaynakları ve pazarları paylaşacak diye, bir kere daha tüm Dünya’nın kanaması gerekmiyor.

 

Exit mobile version