ALFABEYİ BİLMEDEN KİTAP YAZILMAZ!

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

DÜŞÜNEN ADAM

 

Ekonominin alfabesi tektir. Her iktisat teorisinin, ideolojinin oluşumundaki temel ögeler aynıdır. Farklılık temelde değil uygulamada olur.

Ekonominin alfabesi:

A : arz (üretim, gelir yaratma)

B : bölüşüm (yaratılan gelirin üretime katkı verenler arasında paylaşımı)

C : cari açık  (kısa dönemli dış parasal işlemlerdeki – dış ticaret ve turizm – gelir gider farkı)

Ç : çarpan katsayısı (harcamalardaki bir birim artışın makro seviyede yarattığı üretim ve tüketim artışı)

D : uluslararası değişim geçerliliği olmayan (non konvertıbıl) ulusal para ile yapılamayan dış ödemeler için gerekli uluslararası geçerliliği (konvertıbıl) olan yabancı para.

E : enflâsyon (ekonomide dolaşımdaki mal ve hizmet fiyatları genel seviyesinin makro ölçekte yüksek maliyet ve/veya  yüksek talep nedeniyle kısa sürede hızla artarak hayat pahalılığına sebep olması)

F : faiz (gelir yetersizliği ve/veya toplam tasarruf açığı nedeniyle tüketim ve yatırım harcamalarını karşılayabilmek üzere borç alınan paranın maliyeti veya fiyatı)

HG : harcanabilir gelir (elde edilen gelir üzerinden ödenen doğrudan vergilerden sonra kalan gelir)

T : talep (HG’nin fonksiyonu olarak oluşan mal ve hizmet harcaması)

VY : vergi yükü (gelir ve harcamalar üzerinden alınan – doğrudan ve dolaylı- vergilerin toplam gelire oranı)

HP : hayat pahalılığı ( enflâsyon ve yüksek vergi yükü nedeniyle ekonomide satın alma gücünün makro düzeyde düşmesi)

 

Ekonomi biliminin konusu ve amacı;

a) yukarıda sayılan parametreler arası dengelerin kurulması ve sürdürülebilmesi,

b) gelir dağılımında dengesizlik yaratan olumsuzlukların (vergi yükü ve harcanabilir gelir) önüne geçecek maliye ve vergi politikalarının belirlenmesidir. Özetle; toplumsal refah düzeyinin yükseltilmesidir.

Türk Ekonomisi “Müslümanlık emri” gerekçesi ile uygulanan anlamsız, ekonomi biliminin alfabesinden kopuk faiz takıntısı nedeniyle önce kobay yapıldı, ardından da koma durumuna düşürüldü.

“Yeni ekonomi modeli”(YEM) tanımlamasıyla müjdelenen! “yatırım, üretim, istihdam, ihracat” hedefi dünyanın yeniden keşfi değildir. Bunlar, ideolojisi -ne olursa olsun- tüm ekonomiler için gerekli ve geçerlidir. Ortak payda ulusal gelirin büyümesi ve toplumsal refahın yaygınlaşmasıdır.

Yatırım hacmi, ulusal gelir ve buna bağlı olarak oluşan toplam tasarruf hacminin fonksiyonudur. Tasarruf açığı ithalat ya da dış borçlanma yoluyla kapatılır. Yatımlar, üretim ve istihdam yaratır. Bu gelir artışıdır. Üretimde yaratılan katma değerin üretime katılanlar arasındaki bölüşümü dengesiz ise ekonomide tasarruf açığı doğar, borçlanmanın maliyeti (faiz) yükselir. Yüksek faiz yeni yatırımlar için olumsuz bir etkendir. Serbest piyasa ekonomisi üzerine kurulan faiz teorisinin hareket noktası budur. Yükselen faiz emirle düşürüldüğünde tasarruflar ulusal paradan kaçar, yabancı paraya yönelir. Ekonomideki Gresham Kanunu işler, kötü para iyi parayı kovar. Türkiye’de de kaçan TL’yi geri getirebilmek için “haram” faizin yerini “helâl” kur farkı alır!

Yirmi günde ortaya çıkan yüksek dolar talebi ile dokuz liradan on sekiz liraya çıkan dolar kuru, “mucize! dolar operasyonu” sayesinde üç saat içinde on iki liraya geriledi. Her iki mucize de aynı aktörlerce gerçekleştirildi! Dokuzdan alanlar, on sekize sattılar. Mesai saatleri dışında “mesai yapan! offshore (deniz aşırı) finansal operasyonlar sayesinde haram faiz yerini helâl kur aldı. Talimatla düşürülen Merkez Bankası faizi, talimatla birlikte artan döviz talebi, yükselen kurun ardından talimatla gerçekleştirilen dolar satışı, önce düşen bir süre sonra yeniden yükselişe geçen kur… Köprü altı kapkaççılarının “bul karayı al parayı” düzmecesinden farksız bir senaryo izledik. Faiz politikasına güvenen bir ekonomi yönetimi ulusal parasının değerini kur garantisi ile mi korur? Bu itiraftır, teslimiyettir. Geçiş garantili paralı yollardan farksız bir kalkınma hamlesi!

Böylece, sermayeleri büyüyen yatırımcılar düşük faizli kredilerle yatırım yapacaklarmış, üretim, istihdam, ihracat artacakmış, mış, mış….

 

Gelir dağılımının sağlıksız, yoksulluğun yaygın olduğu bir ekonomide bunlar boş, içi doldurulamayan sözlerdir. Faiz de, kur da emirle düşmez de, yükselmez de. Gerçek hayatta da bunun olamayacağı bir kere daha belli oldu. Hiçbir banka Merkez Bankası’nın hiçbir bağlayıcılığı olmayan politika (referans) faizine göre kredi faizi hesaplamıyor!

Bunların nasıl olabileceği ya da olamayacağı ekonomi alfabesindeki temel ögelerin doğru anlaşılıp, bütün halinde değerlendirilmesiyle anlaşılır. Ekonomi, işportacı mantığı ile yönetilemez. Yeni ekonomi modeli ile Türk ekonomisi, iktisat teorisinde “likidite tuzağı” olarak tanımlanan; makro ölçekte bir çıkmaza girmeye adaydır.

Likidite tuzağı özetle; faizlerdeki düşüşün üretici, yatırımcı ve tüketici kredilerinde ümit edilen artışı yaratamamasıdır. Gerçek enflâsyonun altında belirlenen faiz nedeniyle oluşacak kayıplara karşı tasarruflara devlet tarafından kur garantisi verilmesi ekonomideki riskin itirafı, tescilidir. Belirsizlik ortamında ekonomi alfabesinin A, B, C’si; ARZ, TALEP, YATIRIM karşılık bulmaz. Tasarruflar, üretkenliği, sürdürülebilirliği olmayan alanlara(gayrimenkul) yönelir.

İşporta ekonomisinde, emirle faiz indiren, gösterilen adrese dolar gönderen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası “emret Sultanım” demekten öteye işlevi olmayan bir kurumdur. TÜİK de işporta ekonomisinin muhasebecisi…

 

“Yeni Türkiye” nasıl olacak?

Ekonominin yavaşlayacağı, işsizliğin, yoksulluğun artacağı, enflâsyonun artacağı, durgunluk içinde enflâsyonun görüleceği…

Mağdur olanların Körfez krallıklarında, emirliklerinde olduğu gibi görkemli otoyol, köprü, hava alanı türü yatırımlarla ümmetin “cambaza bak” nakaratları ile avutulacağı, oyalanacağı, sadaka devleti anlayışı içinde devlet yardımları ile kandırılacağı…

Asgari ücrette, memur ve emekli maaşlarında yapılacak, reel anlamı olmayan rakamsal artışların “zafer” olarak pazarlanacağı…

Ümidini kaybedenlerin kurtuluşu dinde daha fazla arayacağı…

Lâik Cumhuriyet’in ayakta kalmaya çalışan temellerinin daha da sallanacağı, yıkılacağı…

 

“2023 hedefleri”! ile uyumlu bir Türkiye olacaktır…

Plânsız, gelir dağılımı dengesiz, kamunun ekonomideki rolünün ‘özel sektör finansörü’ olarak görüldüğü Türk ekonomisinde “faiz enflâsyonun nedenidir” paradigmasını tekrarlayanlara sorulması gereken iki soru:

ı) Gelişmiş ekonomilerde faiz sorunu var mıdır?

ıı) Emirle düşürülen faizin kaçırdığı TL mevduata kur garantisi (hülle faizi) verilirken, ekonomide üreticiden tüketiciye tüm unsurları olumsuz etkileyen, enflâsyonu tetikleyen akaryakıta ve doğalgaza yılın ilk günü yapılan yüksek oranlı zamların kamu tarafından alternatif sübvansiyonlar vasıtasıyla karşılanması neden düşünülmez?

Türk ekonomisindeki makro sorunların temelinde; ‘ekonominin yatırım ve istihdam kapasitesinin çok üzerindeki ve artmaya devam eden nüfus’ vardır. İhtiyaç fazlası, ekonominin istihdam kapasitesinin üzerindeki mevcut ve kontrolsüz biçimde artan nüfus; işsizlik, bir taraftan yoksulluk, gelir dağılımında dengesizlik, tasarruf açığına neden olurken bir taraftan da sürdürülebilir, üretkenliği olmayan kamusal alt yapı yatırımlarının yapılmasına dolayısıyla kaynak israfına neden olmaktadır. Nüfus plânlaması ve Devlet Plânlama Teşkilatı’nın altmışlı yıllardaki etkinliği ile ekonomiye çeki düzen verilmelidir.

Milyonlarca açık ve gizli işsizin olduğu Türkiye’nin nüfusu seksen dört değil de yetmiş milyon olsaydı milli gelir düşmez, kişi başına gelir daha yüksek olurdu. Yüksek nüfus sadece kişi başına hesaplanan iç ve dış borcun düşük çıkmasını sağlar!

Dilerim 2022, Atatürk’ün kurduğu lâik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni “2023 hedefleri” adı altında sunulan, aslında her yönüyle 1923 öncesine döndürmeye yönelik çabaların son bulacağı bir yıl olsun. Olabilir mi acaba?

 

ALFABEYİ BİLMEDEN KİTAP YAZILMAZ!
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!