Ege Denizi’nde 28 Ocak’ta başlayan “deprem fırtınası” günlerdir sürüyor değil mi? Farkında olmamak da mümkün değil, zira sarsıntılar 5.3 büyüklüğüne kadar ulaştı ve artık kentimizden bile hissediliyor. Fakat meydana gelen yüzlerce sarsıntı sonucunda tam olarak ne olacağını, bunun nereye varacağını bilim insanları hala söyleyemiyorlar bile. Bu aşamada sadece tahminleri var ortada.
Çünkü deprem bir doğa olayı. Onu ne engellemek, ne de tam olarak hesaplamak mümkün değil. Gezegenimizin milyarlarca yılda oluşan yerkabuğu sürekli hareket halinde olduğu için, deprem de hep olacak. Yani onunla birlikte yaşamak zorundayız. Fakat depreme karşı yeterince hazırlıklı değiliz. Bunu nedense sürekli erteliyoruz. Oysa bu doğa olayına hazırlanmak ve depreme dirençli kentler yaratmak elimizde. Bunun için de akla ve kararlılığa gerek var.
Fakat ne yazık ki, ülkemize bu konuda yönetimlere ve vatandaşlara hakim olan davranış, bu felaketi yaşarken ve hemen sonrasında duyarlı olmak ama bir süre sonra da unutmak şeklinde ortaya konuluyor. Bugüne kadar yaşanılan bütün büyük depremleri hatırlatmaya gerek yok. Fakat bakın bugün 6 Şubat’ın yıldönümü geldi ve daha iki yıl önceki bu büyük felaketi yaşamamış, ondan ders çıkartmamış gibi davrandığımız da ortada. Hazırlık konusunda yine sınıfta kaldık. O nedenle şimdi “6 Şubat Depremini Unutmayın” demek gerekiyor öncelikle.
Maraş merkezli o depremlerde 11 ilde yıkım yaşanmıştı. Resmi rakamlara göre 14 milyondan fazla vatandaş doğrudan etkilenmiş, 518.000 konut yıkılmış, 53.725 kişi hayatını kaybetmiş ve 107.213 kişi yaralanmıştı. Üstelik bugün hala birçok vatandaş enkazdan çıkamayan yakınlarını aramaya devam ediyor.
Bunun yanı sıra yıkılmış kentleri yeniden ayağa kaldırmakta da oldukça zorlanıldığı görülüyor. Adıyaman’da 1.485 binanın yıkıldığı, 68.000’i aşkın yapının hasar gördüğü ve resmî rakamlara göre 8.387 kişinin öldüğü biliniyor mesela. Geçici diye yerleştirilen 115.000 kişi hala konteyner kentlerde yaşamaya devam ediyor, kentteki 3.231 bina ise daha yıkılmayı bekliyor. Hatay’da ise bina yıkımlarının yarattığı asbest tehlikesi çok büyük, sinsi bir kanser tehdidi bu durum.
Ayrıca eğitim, sağlık, ulaşım sorunları çözülememiş halde. Depremden bu yana, ihtiyaç duyulan konutların yarısı bile tamamlanamadı. İllerin özel durumu dışında, genel görünüm de böyle. İktidar tarafından, felaketin ardından yapılan açıklamalarda, bir yıl içerisinde 319.000 konutun inşa edilip depremzedelere teslim edileceği, toplamda 850.000 konut yapılacağı söylenmişti. Oysa 24 Ocak 2025 itibarıyla deprem bölgesinde 201.580 konut, köy evi ve iş yeri teslim edildiğini açıkladı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum. Henüz hedeflerin epeyce gerisinde kalındığı anlaşılıyor. Yıkımdan sonra toparlanmak gerçekten çok zor. Hele de ekonomide kriz varken.
Beklenen İstanbul depremi için de çok karamsar bir tablo çiziyor Çevre Bakanı. “İstanbul’un bunu kaldıracak gücü yok, 1.500.000 ev ve iş yeri yüksek risk altında, 600.000 ev her an yıkılabilir!” diyor. Diğer yandan MTA tarafından yayımlanan güncel fay hattı haritasına göre de, Türkiye’de 45 il ve 110 ilçe diri fay hatları üzerinde yer alıyor. Bu fayların kırılması durumunda ilk önce fay hattı üzerindeki yapılar zarar görecek. Balıkesir ili ve Edremit ilçesi de bu haritada yer alıyor. Zaten tarihsel süreç de bunu doğruluyor. 1953 Yenice (7,2), 1944 Edremit Körfezi (6,8) depremleri önemli birer kanıt aslında.
Yaşadığımız tecrübeler ve yeniden toparlanmanın külfeti bu kadar açıkken, önlemler ne durumda? Malum her afette olduğu gibi, depremle mücadelede de dört aşama var: Hazırlık, Müdahale, Kurtarma ve İyileştirme. Bunu dikkate almak ve bir depremle yıkıma düşmeyecek şekilde hazırlanmak gerekiyor. Bunun ilk adımı olan ama en fazla ihmal edilen ise “Hazırlık Aşaması” oluyor bizde.
Bu aşama, bir Afet Müdürlüğü kurmak, bir müdahale planı yapmak veya aksiyon listesi düzenlemek olarak ele alınıyor. Oysa depreme hazırlık için öncelikle depreme dirençli kentler oluşturmak gerekiyor. Zemin açısından yetersiz, fay hatları üzerinde, sıvılaşma özelliği olan bölgeleri öne almak, kentin mevcut tüm bina stokunu hızla taramak, dönüşüm ve güçlendirme gereken binaları belirleyip uyarmak lazım. Ancak bu hazırlıklardan sonra müdahale yöntemlerini belirlemenin bir anlamlı olabilir. Kurtarma grupları kurulması, eğitilmesi ve şehre bir ağ gibi yayılması da böylece önem kazanır.
Geçici barınma, su ve gıda ihtiyaçlarının giderilmesi, yardımların ulaştırılması da bu aşamada devreye girer. Depremin ilk şokunu atlatıp yaralıları kurtardıktan, yaşamını yitirmiş olanları defnettikten sonra da sıra enkazı kaldırıp yeni bir şehrin kurmaya gelir.
İlimiz de ve ilçemiz de, daha hazırlık aşamasında bulunuyor. Fakat hazırlandığımız pek de söylenemez. Bunların hiç biri, henüz depreme dirençli şehir olmaya yakın bile değiller. Vatandaşlar, bina dayanıklılığını kontrol ettirmek, eski yapıları güçlendirmek için yol gösterilmesini bekliyorlar hala. “Gidin mühendislik bürolarıyla halledin işinizi” denilmeyecek kadar yaşamsal bir konu var ortada bu nedenle. Hızlı bina taraması bu nedenle yerel yönetim, yani Büyükşehir Belediyesi eliyle yapılmalı. Depreme hazırlık konusu bir kamusal kampanya haline getirilmeli. Deprem çantası hazırlamak, bir acil durum planı yapmak, toplanma noktasına koşmak ve AFAD’ı beklemekle yetinmemeli vatandaş. Hazırlık aşaması konuttan başlamalı ve kamu eliyle yönlendirilmeli. Diğer aşamaların da kolay olmasını sağlayacak öncelikli adım bu olmalı.
Yaşam hakkı kutsaldır. Devletin ve yerel yönetimin önceliği budur. Siyasetçinin oy kaygısına, müteahhidin kar hırsına, yetersiz mühendislik hizmetine ve denetimsizliğe terk edilemez insan hayatı. Üstelik bugün 1 birim harcamayla korunacak kentleri, yarın 1.000 birim harcayarak yeniden oluşturmaya çalışmanın da rasyonel bir yanı yoktur. O nedenle aklımızı kullanmalıyız. 6 Şubat’ı unutmadığımız gibi, depreme dirençli kentler oluşturma konusunu da asla ihmal etmeyelim.