İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde düzenlenen ‘Türk Sineması Günleri’ adlı programa konuk olan Türkan Şoray, Yeşilçam döneminde yaşadığı deneyimleri, yönetmenlik serüvenini ve sinema anılarını anlattı.
Türkan Şoray, Prof.Dr. Ergün Yolcu’nun oturum başkanlığını üstlendiği programda, sinema alanında çalışmaya ailesiyle yaşadığı ekonomik sıkıntılar dolayısıyla 15 yaşında başladığını söyledi.
‘GERÇEKTEN BÜYÜLENMİŞTİM’
“Gerçekten büyülendim ve o anı öyle kalmıştı. Daha sonra okula giderken sinemaya gidiyordum ama sinemada çalışmaya, sinemanın nasıl bir mucize olduğunu, nasıl bir tutku haline gelebileceğini bilmeden başladım. Çünkü ilk filmimdeki kazanç ailemiz için gerekliydi. Filmlerde hayatları canlandırmak giderek beni cezbetmeye başladı. Mesela sinemaya girişimin birinci yılında Türkiye’nin en ünlü yönetmeni Metin Erksan ile ‘Acı Hayat’ adlı bir film çektim. Filmde Ayhan Işık ve benim gibi tecrübesiz bir kız oynuyor. Çok acı çeken, alt tabakadan gelmiş, hayatta ezilmiş, çocukluğunda hiç mutluluk yaşamamış manikürcü bir kız rolü. Ben bu rolü yönetmen bana bir şey tarif etmeden canlandırmıştım. Hatta bu filmle Antalya Film Festivali’nden ‘En İyi Kadın Oyuncu’ olarak ilk ödülümü aldım”
‘DUYGULARI EN DERİNLEMESİNE YAŞIYORDUM’
“Çok küçük yaşlarda okuldan film setine giderdim ve sinemada kahramanlar ne yaşıyorsa ben de onu yaşadım. Benim diğer oyunculardan farkım sanırım hiç özel hayatım olmadı. Yani her gün film çeviriyordum ve bu giderek hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Filmlerde acıları, aşkların en büyüğünü, duyguları en derinlemesine yaşıyordum. Yapımcılar eğer Türk sinemasından kazandıklarını tekrar Türk sinemasına yatırsalardı sinema daha iyi bir sermaye haline gelirdi”
‘BİR FİLMİN KAPTANI GERÇEKTEN YÖNETMEN’
“Oynadığım birçok karakter hayal mahsulü, daha yüzeysel karakterlerdi ama seyirci seviyordu. O sıralarda da Lütfi Akad, Metin Erksan çok gerçekçi filmler çekiyorlardı. Ben ‘Neden gerçeğe yakın filmlerde ben yer almayayım ki?’ diye çok üzülüyordum. Sonra ben Lütfi Akad ile çalışmak istediğimi söyledim. Akad, ‘Ana’ diye bir film hazırlamıştı bana. Kan davası hikayesiydi ve ben o makyajlı süslü hallerimden sonra ilk defa şalvar giydim. Tarlada çapa yapan bir köylü kadını oynadım. Konu çok güzeldi, ben de karakterimden çok memnun olmuştuM. Bir filmin kaptanı gerçekten yönetmen. Oyuncu veya senaryo ne kadar güzel olursa olsun, yönetmen o filmi iyi çekemezse, bir dil tutturup anlatamazsa, filmin güzel olması mümkün değil”
‘YEŞİLÇAM SİNEMASINI KÜÇÜMSEMEMEK LAZIM’
“Sinemada bir dil tutturmak lazım. Önemli olan hikayeyi nasıl anlatacağınız. Ayrıca mutlaka filmin bir ritminin de olması lazım. Yönetmenin filmdeki olayı yaşatabilmesi için konunun içerisine girmesi lazım. Mekan konusu da çok önemli. Bugün Türk sinemasına pek sıcak bakmayanlar, şunu bilmeli ki Türk sineması tamamen halkımızın, öz kültürümüzün yarattığı bir sinema. O zaman da aydınlar birtakım yorumlar yapıyorlardı. Yeşilçam’da filmler çekildiği zaman eğer halkımız sinemalara gitmeseydi, takipçilerimiz olmasaydı, bizleri sevmeseydi Türk sineması olmazdı. Onun için Yeşilçam sinemasını hiçbir zaman küçümsememek lazım”