Hilmi DUYAR / POLİTİKA / Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) skandalının bir sanatçı ortaya çıkaracağı aklınıza gelir miydi? Balıkesirli atanamayan öğretmen Özlem Ergül 2010 yılındaki KPSS skandalından sonra bir daha sınavlara girmemeye karar verdi. Çünkü o sınavda, 350 kişi tüm soruları yanıtlamıştı.
Skandal ortaya çıktı ama deyim yerinde olacaksa, “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti” Aldığı karardan sonra, Özlem Ergül Onlarca KPSS hazırlık kitabını ve dergisini paraya çevirmeye karar verdi ve uzun uğraşılardan sonra kağıt sanatının öncülerinden oldu. Bizim atık olarak baktığımız, gazeteleri, dergileri, o sanat malzemesi olarak değerlendirdi. Kağıttanne yapılır sorusu aklınıza gelebilir ama Özlem Ergül, kağıt kedi barınağından, oyuncak sepetine, çerez tabağından, telefon kılıfına, yüzükten, küpeden kolyeye, tabloya varıncaya dek hayal ettiği objeleri sanata dönüştürdü. İlk sergisinde giydiği elbise bile kağıttandı. İşte Özlem Ergül’ün öfkeyle kalkıp, zararla oturmadığı öyküsü.
Özlem Ergül kimdir?
1979 yılında Balıkesir’in Kepsut İlçesi Akçakertil Köyü’nde dünyaya geldim. Babamın memuriyetinden dolayı Kütahya Simav’da uzun yıllar kaldık. Orada ilkokul, ortaokul, lise bitti. Sonra bir üniversite sınavı maceram oldu. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi El Sanatları bölümünü bitirdim. Tabii sanata yatkınlığım daha önce hep vardı. Sanat bence bir mirastır. Anne babadan geçen bir genetik mirastır diye düşünüyorum. O yüzden de el yeteneğim çocukluktan beri vardı. Üniversiteden mezun olduğum zaman tabi ki en büyük idealim öğretmen olmaktı. Çünkü çocukları çok seviyorum. Fakat ülke koşullarından dolayı Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) derken öğretmenlik olmadı. Fakat öğretmenlik yaptım. Ücretli öğretmenlik yaptım. 2010 yılındaki sınavdan sonra KPSS’ye girmeyi bıraktım.
Kazanamayacağına mı inanıp sınavlara girmedin?
Adaletin olmadığı bir dünya. Sınava girmenin mantığının olmadığını düşündüğüm için bıraktım. Biliyorsunuz 2010 yılında çok büyük bir kopya skandalı oldu. Pek çok kişi evlerinin en yakınındaki okullara atandı maalesef. Ve ben 2010’dan beri bireysel protesto yapıyorum ve sınava girmiyorum. Bazen arkadaşlarımın ısrarı ile sınava girdim fakat atanmak gibi bir amacım artık maalesef bu ülkede yok. 2010’daki sınav aslında bireysel isyandı. Benim için inanılmaz, muhteşem bir kapı açtı, şans oldu. Kağıtlarla tanıştım ve kağıt yolculuğum başladı.
Atanamayan öğretmenlerden biri de sizsiniz. Atanamamak nasıl bir şans oldu?
İyi ki mesleğe başlayamadım. Pek çok yerde ücretli öğretmenlik yaptım. Halk eğitim merkezlerinde çalıştım. Meslek lisesi çıkışlı olduğum için, biraz daha fazla emek vermem gerekiyordu ders için. Ve bunu da 2010’da fazlasıyla yaptığıma inanıyorum. Kopya skandalı olmasaydı 2010’da atanacağıma emindim. Fakat taban puanlar, her şey bir anda değiştiği için o sene atanamadım. Ondan sonra babama, adaletin olmadığı bir ülkede sınava girmeyi kabul etmediğimi söyledim. Aynı kulvarda aynı kişilerle, aynı ortamda yarışmıyorum. Birileri soruları alıp sınavı geçiyor. Birileri de gece gündüz, harıl harıl ders çalışıyor ama başaramıyor. Etik gelmedi bana. Asıl sınava girmeme nedenim, biz ne yazık ki gelişmemiş bir ülkeyiz. KPSS yüzünden pek çok öğretmen mesleğe başlayamadığı için intihar etti bu ülkede. Ben öğretmenim. Yani benim öğretmenliğimi ne devlet sorgulayabilir, ne şahıs, ne de herhangi birisi. Fakat toplum bu sorgulamayı o kadar güzel yapıyor ki; “Yine mi atanamadın?”, “ Yine mi olmadı?” Bir kısır döngünün içinden geçiyoruz. O yüzden de yüzlerce öğretmenim intihar etti. Amacım onlar için de bireysel bir protesto. Çünkü bir can, bir KPSS’ye bağlı olmamalı bu ülkede.
Atanamamanın bir şans olduğunu söylediniz, konu Türkiye gerçeklerine geldi. Şans bu işin neresinde?
Sınavlarda başarılı olabilmek için hep sınav kitapları aldım. Elimde o kadar çok KPSS kitabı vardı ki ve ben bunlara bir bedel ödeyip aldım. Sınava girmeme kararı aldığımda babama bu kitapların hepsini paraya dönüştüreceğimi söyledim. KPSS kitaplarının hepsi para olacak dedim. Sonra kurduğum cümlenin çok büyük bir cümle olduğunu düşündüm. Çünkü ne yapabilirsiniz ki karaladığınız bir KPSS kitabını? Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Günlerce ne yapabilirim diye düşündüm. Sonra kağıttan ne yapılır sorusunu kendime defalarca sordum ve kağıdı sanata dönüştürmeye karar verdim. Kütahya Simav küçük bir yer. Kimden destek alabilirsiniz ki? Sonra internette araştırmalar yaptım. Kağıtları rulo yaparak şekil vermeye çalıştım. İnternet o günün koşullarında şimdiki gibi gelişmiş değil. You Tube bu kadar gelişmiş değil. Pinterest yok. Hiçbir görsel mecra yok. Sadece hayal dünyam ile baş başayım. İlk etapta çok zorlandım. Kağıtları sararken, şekil verirken, fakat sonra baktım ki oluyor, olmayacak bir şey değil inat ettim. O kadar çok çaba sarf ettim ki ellerim acıyıncaya kadar kağıt sardım, rulo yaptım. Bütün parmaklarımın acıdığını hatırlıyorum. Sonunda başardım. Şimdi kağıttan sanat eserlerim sergileniyor, satılıyor. Önüme inanılmaz bir dünyanın yolu açıldı.
Bu konuda size destek veren teşvik eden odlu mu?
En büyük destekçim babamdı. Hep şöyle söylerdi: “Evet bunu denedik fakat bir de böyle yapalım. Toplumdaki bireylerin, insanların ne dediği çok önemli değil. Biz şunu da deneyelim. Bak bence bu daha da güzel olacak.” diyerek en büyük destekçim oldu. Eğer bugün sanatsal anlamda ürünlerim bir yere geldiyse, tek nedeni sadece ve sadece babam. Onun sabrı ve özverisidir. Sonra baktım oluyor, bir şeyler yapabiliyorum. KPSS kitapları bir şeylere dönüşüyor. Sınav skandalından sonra içimde çok büyük bir öfke vardı, asla inkar edemem. Bu süreçte sınavda soru verenleri destekleyen bir gazeteyi. parçaladım. Çünkü o kadar büyüktü ki öfkem! Televizyonlara çıkıp, “Ne istedin de vermedik?”, “Sütte leke vardır sınavlarda leke yoktur.” gibi söylemlerle topluma yön vermeye çalışanlar vardı. Öfkemin bir bölümü de onlaraydı. Babam kahvelerden gazete toplayıp eve getirirdi.
Çıktığınız yolda çok başarılı olacağınız aklınıza gelmiş miydi?
Ben bu yolculuğun buraya kadar geleceğini çok planlamadım. El Sanatları bölümünden mezun olduğum için pek çok alanda iyiyim. Kadınlar örgü işi yapıyor. Her kadın örgü örüyor, fakat ben o örgünün içine sanatsal bir boyut katmayı çok seviyorum. Toplumun geneli örgü örünce ben o örgüden kendi adıma çok haz almıyorum, mutlu olmuyorum. Çünkü olmayanı yapmayı çok seviyorum. Yeni şeyler üretmeyi, hayal kurmayı, tasarım yapmayı, seviyorum. Yaptıklarımın bana özgün olmasını istiyorum. O yüzden belki de hala kağıt tutkum artarak devam ediyor.
Peki kağıtları parçalamak sizi mutlu etti mi? KPSS kitaplarından hıncınızı çıkardınız mı?
Aslında ilk etapta başlama nedenim, kızgınlık mı diyeyim, öfke mi diyeyim? Ya da hakkım olanın bana verilmemesi mi diyeyim. Fakat sonra baktım ki bendeki bu öfke, tamamen bambaşka bir boyuta evrildi, bambaşka bir tutkuya döndü. Kağıtlara dokunmadan bir günüm kolay kolay geçmedi. Çünkü yaptığım şey aslında biraz daha fazla emek istiyor. İnsanlar gördükleri zaman, “Aaa kağıt ne olacak ki? Ben de yaparım.” diyorlar. Ben de diyorum ki buyurun deneyin. İş kağıtları büküp, rulo yapmaya gelince, “Yok, bununla uğraşılmaz. Allah sabırlar versin.” diyorlar. Biraz hayal gücü, birazcık üretmeyi sevmek, biraz da yetenek. İşte o zaman istediğiniz gibi üretiyorsunuz.
Kimsenin umursamadığı kağıttan güzel yapıtlar yaratmak siz de hangi duygu ve düşünceleri uyandırıyor?
Değişik objeler elde etmek. üretmek, ben yaratmak kısmını çok sevmiyorum. Yaratmak Allah’a mahsustur. O yüzden orada nasıl bir cümle kurayım bilmiyorum ama üretmek ve yeni bir ürün ortaya çıkarmak herhalde benim kağıtlardaki tek amacım. Ben emanetçiyim. Ben ürünü yaparım, gerçek sahibi gelir benden ürünü teslim alır gider. Benim güzel resim yapma ve çizim gibi özel bir yeteneğim yoktur. Beynimle tasarlarım, hayal kurarım, ellerimle şekil veririm. Bu da Tanrının bana verdiği bir yetenek. Biraz da genetik olarak aldığım bir miras bu durum. Çünkü babam çok yetenekli. Bu yeteneği babamdan almışım diye düşünüyorum. Ben ürettikçe mutlu oluyorum.
Kağıtlarla uğraşmak size mutlu olmayı mı öğretti?
Kağıtlar bana ne öğretti? Sabrı öğretti. Aslında çok sabırlı bir insan değildim ben. Yani bir şey hemen bitsin isterim. Hemen sonuç odaklı olsun. Çok fazla uğraş istemem. Fakat kağıtlarla tanıştığımda böyle bir sürecin mümkün olmadığını gördüm. Mesela en basit işte, bir KPSS kitabı ya da gazeteyi ele alalım. Yedi sekiz santim eşit aralıklarla kesmek zorundasınız. Kestikten sonra onları rulo yapıyorsunuz. Yüzlerce kesilmiş kağıt yüzlerce rulo oluyor. Sonra onları birleştirip şekil vermek bir hayli zaman alıyor. Bu durum insana sabretmeyi öğretiyor.
Kağıttan güzel eserler nasıl ortaya çıkıyor? Nasıl yaptığınızı anlatır mısınız?
Ben yapacağım işi önce hayalimde canlandırıyorum, sonra büyüklük ve küçüklüğüne göre örgü şişi kullanıyorum. Kağıtları 7-8 santim genişliğinde şeritler halinde kesiyorum. Sonra bu kağıtları şişe sarıyorum. Bir pipet gibi düşünün, bir minik boru gibi düşünün. Kimisi onlara pipet diyor ama ben rulo diye adlandırıyorum. O rulolara şekil vermeye başlıyorum. En basit bir bardak altlığı için 45-50 rulo hazırlıyorum. Ruloların sayısı da kağıdın inceliğine kalınlığına göre değişiyor. Daha büyük bir üründe binlerce rulo sarmam gerekiyor. Çocuklar için oyuncak sepeti, kadınlar için örgü sepeti, ev dekorasyonları hep bu ruloların bir şekle girmesiyle ortaya çıkıyor.
Kağıtları yumuşatmak için su kullanıyor musunuz? Kağıdı hamura dönüştürdüğünüz oldu mu?
Kesinlikle su kullanmıyorum. Kağıt hamurunu da çok nadir bazı ürünlerimde kullanıyorum. Normalde tutkal kullanıyordum fakat, 2-3 yıldan bu yana kendi yaptığım yapıştırıcımı kullanıyorum. Eskiden insanlar, teknolojinin bu kadar gelişmediği zamanlarda, ev yaparlarken harcı daha sağlamlaştırmak için yumurta akı kullanmışlar. Ben de kendi malzememi kendimin yapabileceğini düşündüm ve gerçekleştirdim. Malzemeye yüksek meblağlar ödemekten kurtuldum. Çünkü ben biraz mükemmeliyetçiyim. Kağıdı parçalayan su olduğu için çok daha özenli olmak gerekiyor. O yüzden de kullanacağınız malzemelerin ona göre itinayla seçilmesi gerekiyor. İşte bunların hepsi uzun yıllar sonrası deneme yanılma yöntemiyle bulunan şeyler. Kendi yaptığım tutkal, çok özel ve asla kağıt parçalanmıyor, deforme olmuyor. İstiyorum ki benden satın alınan bir ürün bir sonraki nesle miras kalsın. Ben kendime yaptığım bilekliği hiç çıkarmadan denize giriyorum.
Rengarenk yapıtlarınız var boya kullanıyor musunuz?
Kullandığım malzeme, gazete, dergi, kitap, hiç önemli değil ama oradaki doğal dokuyu kaybetmek istemiyorum. Tamamen doğal kalsın istiyorum. Fakat boya olarak kağıda ne tür boya verilirse verilsin, kağıt onu kabul ediyor. Ben kağıttaki görseli tercih etmeme rağmen, kafamdaki tasarıma göre boya da kullanıyorum. Boyayı ne tarz kullanıyorsunuz diye soracağınızı değerlendirerek bu soruyu yanıtlayayım, ben gıda boyasıyla başladım. Baktım ki en kötü badana boyasını bile kağıt alıyor, bende çok ender de olsa boya kullandım. Kağıt o kadar enteresan bir malzeme ki, hiçbir boyaya hayır demiyor. Sınırsız bir alanı var kağıdın. Gıda boyaları sağlığa zararlı olmadığı için kullanılıyor. Bende bu yüzden gıda boyasını tercih etmiştim. Sonra baktım ahşap boyaları da kullanılabilir. Sprey boya, her şeyi kullanabilirsiniz. Hepsini denedim. Fakat bence en güzel kısmı kağıdın kendi şeklinin objeye yansıması. O zaman tamamen sanat yapmış oluyorsunuz. Bir ürünün ikincisini siz kendiniz de yapamıyorsunuz. Beni kağıtlara bu kadar tutkuyla bağlayan tek şey, aynı ürünün eşini ikinci kez yapamıyor olmam.
Yapamıyor olmam dediniz siz neler yapıyorsunuz?
Neler yapıyorum? Örnek verecek olursam, bardak altlığı, takılar, değişik türde sepetler, kağıt boncuklar, kağıt giysi, hayal kurmayı seviyorum. Kağıt boncuklar çok eskiden, takıların bu kadar çok olmadığı zamanlarda, gurbetçiler Almanya’dan magazin dergileri getirirmiş. Kadınlar o dergileri üçgen şekilde kesip yuvarlayarak boncuk yapar sonra da boynuna takarmış. Çünkü günümüzdeki gibi her şey çok sınırsız değil. O güzel, rengarenk dergileri atmaya kıyamazlarmış ve boncuk kolye yaparak boyunlarına asarlarmış. Belli bir yaş üstü insanlar bana bunu defalarca anlattığı için biliyorum. Hatta kapılara, pencerelere sineklikler yapılırmış. Kağıdı sanata dönüştürmek yıllar önce de varmış. Fakat ben tasarıma çeviriyorum. Kolyeler, küpeler, bileklikler, büyüklü küçüklü kaseler, mumluklar, kapı süsleri, telefon kılıfı, çakmak kılıfı değişik ürünler yapmayı çok seviyorum. Aklınıza gelebilecek her şeyi üretiyorum. İlk ürünü kendime yapıyorum, ürün kullanışlıysa, beğenirsem arkasını getiriyorum. Ben kullandıysam başkası da kullanabilir diyerek üretime geçiyorum.
Ev aksesuarı yaptınız bir kenarda duruyor. Uzun süre bozulmaz. Fakat yüzük gibi küpe gibi takılar onlar nasıl bozulmadan kalıyor? Özel bir malzeme kullanıyor musunuz?
Benim özel bir yöntemlerim var. Kağıdın üzerine istediğiniz verniği sürün. En ucuzundan en pahalısına kadar deneyin kağıt mutlaka mürekkep gibi kusar. Fakat benim ürünlerim kendi doğal formunda kalıyor. O da benim sırrım. Benim ve babamın sırrı. Üçüncü bir kişi bilmiyor bu sırrı. Pek çok ürünü de yurt dışından temin ediyorum maalesef.
Maalesef dediğiniz ürünler nedir?
En basit örnek peçete. Yaptığım kaselerin içine desenli peçeteler koyuyorum. Bizim ülkemizde üretilen peçeteler dağılıyor. Tam istediğim muntazamlığı yakalayamadım yerli malı peçetelerle. Bu nedenle yurt dışından getirtiyorum. Tabii burada dışarıdan bakanları eleştirmek için söylemiyorum. Bakan kişi sadece kağıdı görüyor, oradaki sonsuz emeği görmüyor. Toplum olarak biz sanatsal yönümüzü geliştirmemiz gerekiyor.
Sanat yönümüz yetersiz mi diyorsun?
Herkes sanatçı olsun anlamında söylemedim sözlerimi. Sanata değer verilmesini istiyorum. Sergilerimde veya açtığım stantlarda inanılmaz şeylere tanık oluyorum. Analı kızlı geliyorlar, “Bak kızım akşam evde yaparız”, “Ayy ne var ki kağıt işte sen de yaparsın”, “Baksana ne kadar kolay” diyorlar. Anne kız ya da her kimse, onlara kartımı veriyorum. Yapın getirin buradaki fiyatın 2 katını vereceğim diyorum. Tabi ki bu güne kadar bir kişi bile gelmedi.
Nasıl yapıldığını merak edip “ben de yapmak istiyorum” diye yardımcı olmanızı rica ettiler mi?
Kağıttan sanatı Türkiye’de kendi alanımda ilk yapanlardan biri benim. Son zamanlarda pek çok kişi yapmaya başladı. Belediyelerin açtığı el sanatları kurslarında bu konuda dersler verdim. Halk eğitim kurslarında eğitmenlik yaptım. Bunların dışında çok anlattığım kişiler oldu. Bu işten para kazananlar var. Bu benim çok hoşuma gidiyor. Ev hanımı aile ekonomisine hiçbir katkısı olmazken, şimdi para kazanıyor. Kimse kimsenin rızkını yiyemez.
İnsanların kağıt sanatına bakışı, yaklaşımı nedir?
Balıkesir’i terk etme nedenlerimden biri de yaptığım işin basit görülmesiydi. Balıkesir’de çok muhteşem sanatçılar var. Fakat Balıkesir’de kısır bir döngü yaşanıyor. Bunu söylerken çok üzülüyorum. Yıllar önce kişisel bir sergi yapmak istemiştim. Dokuz temam vardı o serginin içinde. Sergi için bir sene boyunca, gece, gündüz çalıştım ve bir ay kala benim sergim iptal edildi. Nedeni de sergi salonu tadilata alınacakmış. Sonra dedim ki bu şehirden gitmem gerekiyor. Balıkesir’de hala dört dörtlük bir sergi salonu yok. Sergi herhangi bir yerde hatta sokakta bile açılabilir. Fakat konu bu değil. İnsanların gelip, “Aaaa! Çok güzel olmuş, muhteşem” diyerek gitmeleri sanat değildir. Çünkü sanatın içine o kadar çok şey giriyor ki. Sanat dokunmaktır. Benim esas sloganım, Sanat dokunmaktır. Yaptıklarımı beğenenler, merak edenler çok. Balıkesir’de kalsaydım yine üretirdim. Çünkü benim ki tutku.
Yaptıklarınız kazandırıyor mu?
Ben kötü satıcıyım. Müşterimi görmek, gözlerine bakmak isterim. Yeri gelir neden aldığını sormak isterim. Benim ürünlerimin öyküleri var. Herkes benden ürün alamaz. Çünkü ben hikaye dinlemek isterim. Yani ben o tasarımı yaparken birçok yerlere gidiyorum, geziyorum. Bunu karşı taraftan duymak isterim. Eserlerimi genellikle gece yaparım. Gece sessizliğinde üretmek hoşuma gidiyor. Gece yarısı telefon çalmadığı için, konuk gelmediği için, yaptığımla yalnız kalıyorum, aramda bir bağ oluşuyor. Sergilerimde eserlerimi almak isteyenlerle konuşmak istiyorum. Benim hikayem olduğu gibi onların da benzer hikayeleri varsa satış yapıyorum. Herkes benim eserlerimi alamaz. Ürünü alacak kişinin sosyo-ekonomik durumu beni çok da enterese etmiyor. Dünyanın en zengini olabilir, en fakiri olabilir. O konuda hiç takılmıyorum. Çünkü ben hikaye istiyorum. Müşteri geliyor o kadar kalabalığın arasında bir tek objeye bakıyor. Onu neyin, neden etkilediğini neden almak istediğini soruyorum. Anlattıkları, benim üretimdeki halimle uyuşuyorsa yapıtımı satıyorum. Bu yüzden ben kötü bir satıcıyım.
Japonların kağıt katlama sanatı var. Sizin yaptıklarınızla Origami arasında bir bağ var mı?
Japonca Ori katlama, Gami kağıt anlamına geliyor. Origami, Japon kağıt katlama sanatı. Genelde insanlar benim yaptığımı onunla karıştırıyorlar. Ben kağıt katlama sanatı yapmıyorum. Origami’de kağıtları katlaya katlaya değişik şekiller veriyorlar. Kalp, kurbağa, kelebek, turna, kayık yapıyorsunuz. Bana çok sıcak gelmiyor. Çünkü ben gideceğim yolu bilirsem üretemem, tasarım yapamam. Şekerlik, ayna süsü, tablo, saksı süslemesi, kedi evi yapabilirim, Ben katlamıyorum, tasarlayıp şekil veriyorum. Origami ile benim yaptıklarım çok ayrı kulvarda
Bizim çöp diye attıklarımızı, geri dönüşüm diye düşündüklerimizi sanata mı dönüştürüyorsunuz?
Üzülerek söylüyorum toplumumuz geri dönüşüm ile ileri dönüşümün farkında değil. Geri dönüşüm ile ileri dönüşümü maalesef ayırt edemiyor. Burada en büyük etken televizyon ve okumamak. Ben geri dönüşüm yapmıyorum, ileri dönüşüm yapıyorum. Geri dönüşüm evinize aldığınız bir gazetenin okunduktan sonra atılması yerine değerlendirilerek tekrar gazete kağıdı haline getirilmesidir. Hamur haline getirilip dönüştürülerek, bilboardlarda kullanılan afiş yapılmasıdır. Fakat benim yaptığım ileri dönüşüm. Okuduğunuz gazeteyi alıyorum, kesiyorum, şekil veriyorum. Şekil verdikten sonra baktığınız ürün kalemlikse siz onu gazete olarak görmüyorsunuz artık. Belli işlemlerden sonra sanatsal bir içerik kazanıyor. Okuyamıyorsunuz, sayfalarını çeviremiyorsunuz. Bir adım ileri gitmiş oluyorsunuz. Ve bu da ileri dönüşüm oluyor. Bakmakla görmek arasındaki ince çizgi. Yeni neslin bu iki ayrımı çok iyi öğrenmesini istiyorum. Geri dönüşüm de çok önemli, çok değerli fakat kağıda sanatsal bir boyut kazandırınca ileri dönüşüm oluyor. Bir adım ileri gidiyorsunuz.
Yürüdüğünüz yolda kimlerden, nelerden etkilendiniz?
İlk başlarda, kağıttan ne yapabilirimi araştırırken, Facebook’ta Rus bir sanatçının kağıttan çantalar yaptığını gördüm. İnternet kotam az olduğu için ekran resmi alıp, öyle inceliyordum kadının yaptıklarını. Video görüntüsü yok, bilgi yok, sadece görsellere bakıp nasıl yapabilirim diye düşünüyorum. Fazla bir şey paylaştığı da yok sayfasında. Ben olsam paylaşırdım. Yalnız, bana özgü olan bulduklarımı paylaşmazdım. Sonunda ben de kendi yöntemlerimi buldum. O günler benim için mihenk taşıdır. Gazeteyle, kitaplarla bir şey yapılabiliyormuş dediğim noktadır. Benim tekniğim de kağıt rulolarından bir şeyler üretmekmiş. Temalara göre renklerim var. İstanbul temalarım mor. Çünkü, Bizans ve Roma dönemlerinde kralların giydiği ayakkabılar mor renkteymiş ve Şimdiki sanatçılar İstanbul’u benim gibi mor görmüşler. Ben bunu yeni öğrendim fakat benim İstanbul’a biçtiğim renk tonu mor oldu. Aşk temalarım kırmızı renkli. Kırmızı renkli kağıt bulamadığım için gıda boyası kullandım. Kırmızıya takılıp yapıtlarımı almak isteyenler olunca kırmızıya neden takıldığını soruyordum. Aşkın renginin kırmızı olduğunu bilmeyenlere satmadım. Çünkü para harcarsınız biter. Fakat o renkte, sizi bulana sattığınız zaman aldığınız manevi haz hiçbir zaman tükenmez.
Deseler ki sizi öğretmen yaptık. Eğitimini aldığınız mesleğinize geri dönüp öğretmenlik yapar mıydınız?
İstanbul’da da özel bir okulda öğretmenlik yapıyordum, haftada 3 gün. Balıkesir’de de öğretmenlik yaptım gitmeden önce. Benim hayat felsefem farkındalık yaratabilmek. Birilerine, birilerinin hayatına dokunmak. Çocukları çok seviyorum. Çocuklar bence bu ülkenin en önemli değerleri. Çocuk ilk eğitimini anne babadan alır. Aldığı eğitim iyiyse, karşısına çıkan öğretmen onu daha iyi yönlendirir anne babadan biraz daha üst seviyede eğitim verir. Giresun’un en uzak köyünde ücretli öğretmenlik yaptım. Birinci ikinci üçüncü sınıfları okuttum. O bile inanılmaz bir duygu. Öğretmenliği seviyorum fakat sınava bir daha girmem. Önce benim duygularım, benim düşüncelerim, sonra toplum.
Çocuğunuz olsa kağıt sanatını yapmasını ister miydiniz?
Yaptığım çok meşakkatli, bana sabrı öğrettiği de bir gerçek. Çocuk kısmı bazı özelliklerini genetik yoluyla anne babadan alır. Ben yeteneğimi babamdan aldım. Eğer sanatsal bir geni varsa illa kağıtlara dokunmak zorunda değil. Çünkü benim bu işte uzun süreli yolculuğumda ben birkaç kişi tanıdım elimle gösterebileceğim. Verdiğim kursların içinde gerçekten muhteşem yeteneği olan birkaç tane insan tanıdım.Fakat bir toplulukta bazen hiç çıkmıyor. Çocuğumun sanatçı ruhlu olmasını isterdim elbette. Benim standıma gelen bütün çocuklar sınırsız yetkilere sahiptir. Ama yetişkinler maalesef değildir, onlar dokunamaz. Alıp pat diye bıraktıkları zaman ben geriliyorum. Onlar benim bir parçam. Çocuklar alıp atabilirler, çarpabilirler, her şeyi yapabilirler. Çünkü onlar dokunarak öğrenecek.
İlk serginizi nerede açtınız?
İlk kişisel sergimi Balıkesir Güre’de açtım. Hatta orada giydiğim elbise bile kağıttı. Kırmızı ince kağıtlardan yaptım. Onun dışında çok sergim oldu aslında. Balıkesir’de 5’ten fazla sergide yer aldım. İstanbul’da pek çok karma sergiye katıldım ama en etkilisi ilk kişisel sergimdi. Çok doğaçlama oldu, birden oldu fakat benim için çok etkiliydi. Bir de İstanbul’da beni çok etkileyen bir olaya tanık oldum. Turistlerin Atatürk resmi olan kolye ve yüzüklerimi alıp, yarım yamalak aksanlarıyla, “Mustafa Kemal Atatürk” demeleriydi. Yabancılar bile Atamızın kıymetini biliyor. Atatürk, “Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Sözünü boşuna söylememiş. Herkesten tek istediğim sanata bir yerden dokunmaları. İnsanlar ne yapabiliyorsa hiç önemli değil ama sanata bir yerden girmeli. Bu sanat örgü olabilir, ahşap boyama olabilir, resim olabilir, müzik olabilir. Belki sizin için çok geçtir ama çocuğunuz. için, daha iyi bir birey olması için lütfen sanatla ilgilenmesi için elinizden geleni yapın. Çünkü sanat demek ufkun genişlemesi demek. Bakış açısı demek. Pandemide insanlar inanılmaz çok öfke patlaması yaşadılar. İnanılmaz mutsuzlardı. Sanatla uğraşanlar hiç sıkılmadı, eserlerini çoğalttı. Sanatla bambaşka bir boyuta geçebilirsiniz. Hayal gücünüz artar. İnsanlara bakış açınız değişir. Bireysellikten çok bütünü görürsünüz ve bunu yapacak tek şey sanattır.