Şehirlerin kalbi var ise; şüphesiz İstanbul’un kalbi İstiklal Caddesi’dir. Binlerce yıllık bir geçmişin tam ortasında bulunan bu cadde onlarca milletten insanı ağırlamış, yüzlerce yıl bu milletlerin kültüründen bir parça barındırmıştır. Günümüzde bu cadde yerli ve yabancı turistlerin İstanbul’a geldikleri zaman ziyaret ettiği ilk noktalardandır. Bünyesinde lokal ve global onlarca markayı, farklı kültürlere sahip tarihi eserleri barındırır; ayrıca muhteşem lezzetli mekanlara, unutulmaz sokak lezzetlerine ve inanılmaz bir atmosfere sahiptir. Caddenin ilk şekillenmesi Bizans dönemine rastlamaktadır. Bizans döneminde Galata surlarla çevriliydi. Surlarla çevrili olan bu bölge Cenova kolonisi olduğu gibi Latin toplulukları burada yaşıyordu. Haliç’in bu yakasına ”karşı yaka” anlamına gelen ‘’Pera’’ deniyordu. Haliç ve Boğaziçi arasında bulunan Galata bölgesinin en yüksek noktasını teğet geçen yerde Beyoğlu Platosu bulunmaktaydı. Bu tepede av alanları, koruluk, mezarlık ve bağlar yer alıyordu. Sur kapısının ilerisine doğru çıkılınca bugünkü Tünel Meydanı’na varılıyordu. Burada az sayıda ev bulunuyordu.
Bizans döneminde Galata oldukça canlıydı. Kentin Osmanlı’nın eline geçmesi, verilen güvencelerle birlikte canlılığın ve ticari gelişimin artmasını sağladı. Latinler dışarı doğru taşarak hem Haliç’e hem de Boğaz’a yerleşti. Beyoğlu Platosu yavaş yavaş değerlenmeye başladı. Zaman içinde Galata ve Pera’nın ticari önemi arttı. Venedik kolonileri, Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar buraya yerleşti. 16. yüzyılda bölgenin atmosferi belirginleşmeye başladı.
Bölgenin ilk şekillenme adımlarına ek olarak Fransız Sefareti’nin veba salgını ile Pera bağlarının içinde Fransız Sarayı’nı yani Fransız Elçilik Binası’nı inşa etmesi ve İngilizlerin Haliç’e bakan kesimde İngiliz Sarayı’nı inşa etmesi bölgeyi daha da şekillendirmeye başladı. Müslümanların bölgedeki varlığı 1491 yılında II. Bayezid’in İskender Paşa’ya bir arazi vermesi ve Paşa’nın bu arazide Mevlevi tekkesi kurmasına dayanmaktadır. Günümüzde bu tekke ‘’Galata Mevlevihanesi’’ olarak bilinmektedir. Yani 15. yüzyılın sonundan itibaren bölgedeki Müslüman nüfusu artmaya başlamıştır. Fakat genel olarak bu dönemde bölgeye yabancılar yerleşmiş, kendi yaşam tarzlarını ve kültürlerini getirmişilerdir. Yine bu dönemde Osmanlı’da ismi ‘’Cadde-i Kebir’’ olan bu yer hafif hafif zanaat ve alışveriş merkezi halini almıştır.
- yüzyıla gelindiği zaman cadde Galata Kulesi yakınlarından Galata Sarayı kışla mektebine kadar uzanıyordu. 18. yüzyılda ise Beyoğlu ‘’Grand Rue de Pera’’ ekseninde genişlemeye devam etti. Bu dönemde Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu genişletildi, Sent Antuan Bazilikası ve Santa Maria Draperis Kilisesi inşa edildi.
- yüzyılın başlarında Beyoğlu bir çeşit sayfiye yeri ve Galata’nın banliyösü tadındaydı. Caddenin tam anlamıyla şekillenmesi 19. yüzyılın ikinci yarısını buldu. Bu dönemde Osmanlı aydınları, zenginleri ve genç soyluları Avrupa yaşam tarzlarına ayak uydurdu. Bu dönemde konuk Avrupalılar ve Levantenler ‘’Grand Rue de Pera’’da eğlenme ve dinlenme yerleri, lüks ve şık binalar inşa etti. Abdülaziz döneminde Paris’teki ‘’La Belle Epoque’’ yaşam tarzı burada somutlaştı. Atlı tramvaylar, Tünel ve elektrik bu dönemde var oldu. Tüm bu gelişmeler Tünel – Taksim eksenini daha da geliştirdi.
Cumhuriyet’in ilanı ile İstiklal Caddesi ismini alan bu cadde, bu dönemde altın çağını yaşadı. Otelleri, pastaneleri, kafeleri, lokantaları, sinemaları, tiyatroları ve görkemli yaşam tarzıyla muhteşem zamanlar yaşadı. 1917 Ekim Devrimi ile ülkeye gelen Beyaz Rusların kültürleri buraya olağanüstü bir dönem yaşattı. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde pek çok milletten dilin konuşulduğu ve insanın yaşadığı bir yer oldu. 1950’lerde yaşanan büyük şehirlere göçlerden İstanbul da nasibini aldı. 60’lı, 70’li, 80’li ve hatta 90’lı yıllarda İstiklal Caddesi ruhunu kaybetti. 90’lı yılların başlarında yapılan restorasyonlar ile İstiklal Caddesi günümüzdeki halini aldı. 2000’li yıllara geldiğimizde ise yavaş yavaş ruhu öldürülmeye başlanan caddenin sürekli parkeleri değiştirilmeye başlandı. Hatta parke değiştirme şenlikleri adı altında başlıklar bile açıldı.
Edebiyatımızın İstiklali
İSTİKLAL MARŞI’NIN ŞAİRİ AKİF
İstiklal Marşı’nın şairi ve II. Meşrutiyet’ten sonraki önemli fikir akımlarından biri olan İttihad-ı İslam’ın önde gelen temsilcilerinden olan Mehmet Akif, hem Doğu hem de Batı edebiyatında hatırı sayılır bir birikime sahip bir kişidir. 1921 yılında yazdığı İstiklal Marşı Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen Mehmet Akif, 1925 yılı sonrası Türkiye’den ayrılmış ve on yılı aşkın bir süre boyunca Mısır’da yaşamıştır. 1936 yılında hasta haliyle Türkiye’ye dönüş yapan “Milli Şair” son aylarını Mısır Apartmanı’nda geçirmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında kentleşme konusunda bir değişim yaşayan İstanbul’da, Abbas Halim Paşa tarafından 1910 yılında Ermeni mimar Hovsep Aznavur’a kışlık konak olarak yaptırılan Mısır Apartmanı, Art Nouveau üslubunun öncüsü Gaudi’nin eserlerine gönderme yapmaktadır. Bunun yanı sıra yapıdaki çıkmalar ve bitkisel motiflerin ağırlıkta olması ise ulusal mimari öğelerini bünyesinde barındırmasından dolayı binayı, İstiklal Caddesi’nin kayda değer apartmanlarından birisi haline getirmiştir. Günümüzde, Mehmet Akif Ersoy’un 16 Haziran 1936 ile 27 Aralık 1936 tarihleri arasında hayatının son günlerini geçirdiği ve vefat ettiği Mısır Apartmanı’nın dördüncü katı, Aralık 1936’da restore edilerek bir anma evine dönüştürülmüştür.
Orhan Kemal
“İstanbul’un Beyoğlu’su, Yeşilçam Sokağı türünden, Türk filmciliği prodüktör yazıhanelerinin çokluk bulunduğu Hava Sokağı, Bursa Sokağı, Sakızağacı Sokağı gibi sokaklarda…” (Yalancı Dünya).
“Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nin kaldırımlarından birindeyim. Önümden işçi kadınlar, kızlar, yaşlı erkeklerle çocuklar akın akın geçiyor…” (Kırmızı Küpeler-Dümenci).
Kaldırımında yürüdüğü İstiklal Caddesi’nin kalabalıklığını, insanların işlerine yetişmek için koşuşturmalarını, filmciliğimizi yıllar önce yazdığı öykü ve romanlarıyla Beyoğlu’nu günümüze taşıyordu.
“Vız geliyordu Beyoğlu, İstiklal Caddesi durmamacasına akıp geçen dolmuşlarla, troleybüsler, kaldırımlarda omuz omuza kalabalık…” (Önce Ekmek).
Beyoğlu’nda dolaşırken gözüne çarpan kahvelerde ona arkadaşları mı seslenmiyordu?
“İstiklal Caddesi’ndeki büyük kahvelerden birinin önünden geçiyordum. Cam vuruldu.Döndüm: O !” (Babil Kulesi).
Bilge Karasu – Lağımlaranası ya da Beyoğlu
Bilge Karasu’nun ölmeden önce yakın arkadaşı Füsun Akatlı’ ya emanet ettiği metinler daha sonra birleştirilerek Lağımlaranası ya da Beyoğlu adıyla roman olarak yayımlanır. Bilge Karasu bu metinlerinde çocukluğuna ve ailesine dair izler taşır. “Başımı dışarı çıkardım, havayı kokladım. Yarım saati bulmadan yine koklanamaz olurdu hava. İçim kıprandı. İstanbul kokusuydu bu, İstanbul da değil, Beyoğlu kokusu. Ukalaca genellemeler düğmesine bastım. ‘Eski şehirler böyle kokar.’ diye’’ der eserinde ve Beyoğlu’ndan sıkça bahseder.
Ziya Osman Saba – Kış Gezintisi
Ziya Osman Saba’nın Kış Gezintisi adlı öyküsü, ölümünden iki yıl sonra yayımlanan Değişen İstanbul adlı kitabında yer alır. Ziya Osman Saba tüm öykülerinde; İstanbul’a duyduğu sevgi, çocukluk anıları ve özlemi işler. Saba, Kış Gezintisi adlı öyküsünde de sıklıkla Beyoğlu’nu anlatır. “…her şeyinden önce bir sinemalar ülkesiydi ve bir kış gezintisi demek Beyoğlu demekti.” gibi pek çok cümleyle özlemlerini ifade eder.
Sait Faik Abasıyanık – Tüneldeki Çocuk
Sait Faik Abasıyanık, öykülerindeki karakterleri daima gerçek hayatın içindeki insanlardan seçer ve bu karakterlerin yaşadığı olumsuzlukları, dertleri ve sevinçleri konu edinir. Tüneldeki Çocuk adlı öyküsü de onlardan biri. Sait Faik Abasıyanık, muhtemelen bir Beyoğlu gezisinde rastladığı, yoksul bir çocuğun Karaköy – Beyoğlu arasında çalışan tünele ilk binişini ve yaşadığı mutluluğu Tüneldeki Çocuk adlı eserinde öyküleştirerek yer verir.
Demir Özlü – Beyoğlu’nda Bir Öğle Vakti
Beyoğlu’nda Bir Öğle Vakti, Demir Özlü’nün 15 öyküden oluşan İstanbul Büyüsü adlı öykü kitabında yer alır. Demir Özlü öyküsünde Beyoğlu’nda herhangi bir öğle vaktindeki hayatın olağan akışını kendine has betimlemeleriyle anlatır.
Naim Tirali – Büyük Cadde
Naim Tirali’nin Yirmi Beş Kuruşa Amerika adlı altı öyküden oluşan eserinde yer alan öykülerden Büyük Cadde’de İstiklal Caddesi’nden bahseder. İstiklal Caddesi’nin 1940’lı yılların sinemalarını ve insanlarını kendine özgü ifadelerle ustalıkla betimler.
Tezer Özlü – Cafe Boulevard
Başarılı öykü yazarlarımızdan biri olan Tezer Özlü Cafe Boulevard adlı öyküsünde gerçekçi anlatımıyla insanlardan ziyade mekânı ön plana alarak anlatmak istediklerini ifade eder. Farklı kesimlerden insanları değerlendirir ve dönemin mevcut şartlarının insanlar üzerindeki etkisini öyküsünde işler. Mekân ise Beyoğlu. “Burada insanlar zorunlu olmadan, isteyerek yığın kitleler hâlinde bulunurlar. Bu kalabalıktan kimse yakınmaz. Bu liman, havaalanı, ya da istasyon kalabalığı değildir. Beklenen bir şey yoktur. Amaç eğlence, insan seyri, bakmak ve bakışları çekmektir.” satırlarına baktığımızda Beyoğlu’nun özünü hâlâ koruduğunu söylemek pek de zor değil.
Nazlı Eray – Mösyö Hristo
Nazlı Eray eserlerinde sıklıkla fantastik ögeler ve eğlenceli bir dil kullanır. Gerçek kişi veya olaylara olağanüstü unsurlar katar. Yazar, çocukluğunda tanıdığı yaşlı bir kapıcıyı öyküsünde karşımıza güvercin olarak çıkarır. Mösyö Hristo olarak adlandırdığı güvercin ise Beyoğlu semalarında yaşar.
“… Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal Caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi.”
İstanbul’un Kuytu Köşeleri, Aydın Boysan
Peki bu semt, Taksim adını niçin almıştır ? Çok basit , taksim, ‘dağıtım,bölüştürme” demektir. 1732 yılında bitirilen su şebekesi buradan dağıtılır. Taksimi yapan bina Taksim Meksem’i ise İstiklal Caddesi girişinin sağında yer alır, taş kaplı , kurşun çatılı, altı köşeli, eski bir yapıdır.”