Zeus Altarı deve güreşlerine kurban gitti

Mesude Eğilmez, Balıkesir’de destekleneceğine kösteklenen, yapıtları eleştirilen, takdir edilse de, bizim kız, bizim oğlan muamelesi gösterilip bir türlü değer verilmeyen bir insan. Kıymetini bilen uluslararası kuruluşlar da var. Derlediği türküler, ses kayıtları ve dokümantasyon çalışmaları UNESCO tarafından somut olmayan kültür değerleri kitabına alındı. Şeb-i Arus tiyatro sirki için, Japonya ve Kanada’nın sponsorluğunu yaptığı ünlü Avrasya sirki Eğilmez'i, Balıkesir’de buldu ve sirk tiyatrosu yazmasını istedi.

mesude-eğilmez

Mesude Eğilmez, Balıkesir’de destekleneceğine kösteklenen, yapıtları eleştirilen, takdir edilse de, bizim kız, bizim oğlan muamelesi gösterilip bir türlü değer verilmeyen bir insan. Kıymetini bilen uluslararası kuruluşlar da var. Derlediği türküler, ses kayıtları ve dokümantasyon çalışmaları UNESCO tarafından somut olmayan kültür değerleri kitabına alındı. Şeb-i Arus tiyatro sirki için, Japonya ve Kanada’nın sponsorluğunu yaptığı ünlü Avrasya sirki Eğilmez’i, Balıkesir’de buldu ve sirk tiyatrosu yazmasını istedi.

Eğilmez, sirk tiyatrosu için, İran, Suriye ve Afganistan’a gitti, incelemelerde bulundu ve “Her şey Sende Saklı” adlı sirk tiyatrosunu yazdı. Balıkesir’de, Mahallenin Orta Yeri Sinema temasıyla Balıkesir Sinema günlerini, Zeus Altarı Ödülü’nü yaşama geçirdi. Ünlü sanatçıları Balıkesir’de ağırladı, ödüller verdi. Memur olmasına rağmen Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Sendikal mücadelenin ön saflarında bulundu. Kızılçukur Köyü halkından oluşturduğu halk oyunları ekibi, Türkiye şampiyonu oldu. Pek çok haksızlıklara uğrayan Mesude Eğilmez, bunların hepsinden çok, Balıkesir’de sinema günlerinin bitmesine, Zeus Altarı’nın deve güreşlerine kurban gitmesine üzüldü.

 

 

Mesude Eğilmez kimdir?

Tarsus’ta 1957 yılında dünyaya geldim. Kent soylu bir ailenin dördüncü çocuğuyum. Biraz aşırı ve uçarı bir çocuktum. Çok meraklıydım, çevremdeki her şeye bakar, “Bu ne?” diyerek öğrenmeye çalışırdım. Tarsus Kerim Çeliktaş Türk Ocağı İlkokulu, Tarsus Cengiz Topel Ortaokulu’nda okudum. Kahramanmaraş Öğretmen Okulu’nda 4 yıl öğrenim gördükten sonra yatılı hüzünlerin çocuğu olarak diplomamı aldım. Mezuniyet sonrası, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesine atandım. 1978 yılında Pazarcık ve Kahramanmaraş olayları başladı.

TÖB-DER’li öğretmenler, alevi vatandaşlar öldürüldü. O günlerde eşimle birlikte tayinimiz Balıkesir’in Dursunbey İlçesi’ne çıktı. İlerleyen zamanda Balıkesir Karesi İlkokulu’nda öğretmenlik yaparken, Eğit-Sen kurucuları arasında yer aldım. Eğit-sen ile Eğitim-iş sendikalarının birleşmesiyle kurulan Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nda (Eğitim Sen) yöneticilik yaptım. Devlet memurlarının parti kurması yasaktı ama Özgürlük ve Dayanışma Partisini (ÖDP)  kuran 100 kişiden biri ben oldum.  Herkes benim görevden atılacağımı sandı.

Bu defa meslekten atıldı” diyenler oldu ama ben atılmadım. Bigadiç Yağcılar Yatılı Bölge İlköğretim Okulu’nda 8 ay görev yaptıktan sonra emekliye ayrıldım. 22 yılın sonunda devletle olan ilişkimi kestim. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Antropoloji okudum. 3 yıl öğrenim gördükten sonra okulu bırakmak zorunda kaldım. “Gelenekten Geleceğe Halk Oyunları”, “Karesi’den Günümüze Öykülerle Türküler”, “Tezik” kitaplarını yazdım. ”Asuva’nın Çocukları” adlı belgesel filmin yönetmenliği ile “Uzat elini”,  “Buluşma”, “Yağ satarım bal satarım”, “Bu öykü burada bitmez” kısa filmlerinin yönetmenliğini üstlendim. “İlmek İlmek Düğüm Örmek” tiyatro oyunu ile “Her şey Sende Saklı”, “Arinna’nın Güneş Tanrıçası” sirk tiyatrosu metinleri yazdım. “Efsane” adlı 4 bölümlük diziyi de yapıtlarım arasına kattım. Fotoğraf çalışmalarım arasında, “8 Mart ve Kadınlarımız”, “Ateşin çocukları” ve “Yaşayan kültür Rembetiko” saydam gösterimlerim oldu. Halk oyunlarında yüzlerce öğrenci yetiştirdim.

 

 

 

Öğretmenlik, sendikacılık, yazarlık, fotoğrafçılık, bu kadar uğraşın arasında halk oyunlarına nasıl zaman ayırdınız? Halk oyunları sevgisi sizde nasıl oluştu?

Her şeye meraklıyım diyorum ya, halk oyunlarına da kafayı taktım. Bu insanlar kolunu arkadan öne çevirmiş de, neden diğer insanlar önden arkaya çevirmiş? Niye bu topluluk ayağını 3 kere öne atmış da diğeri 3 kere geri atmış. Bunu öğrenmek için ne yapmalıyım diye araştırdım, insanlarla birebir konuştum, baktım olmuyor gittim Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Antropoloji okudum. 3 yıl öğrenim gördükten sonra talihsiz bir hastalığa yakalandım ve eğitimim yarım kaldı. Orada öğrendiklerim bana ne yapmam gerektiğini, nasıl düşünmem gerektiğini, olaylara nasıl bakmam gerektiğini öğretti. Gerçekten üniversite eğitimi şart diye düşünüyorum.

Çünkü o bilimsel bakış başka bir şeye benzemiyor. Emekli olduktan sonra Toplumsal Araştırmalar Derneği’ni (TAD) kurduk. Çok iyi işler yapan iddialı, kaliteli bir dernekti. İyi insanlar yetiştirdi. Semih Yalçın Bilecik Belediye Başkanı oldu. Neyzen Murat Gezer iyi bir müzisyendir.  Şu an İngiltere’de bulunan tiyatro sanatçısı Cüneyt Emre, O da bizim dernekteydi.  Derneğimiz çok iyi işler yaptı derken, yanlışlıkla Baybaşin’lerin kızını öğretmeni olan bir arkadaşımız üye yapmış. Derneğimize önceden siyasi şube ekipleri gelirdi, sonra narkotik polisleri gelmeye başladı. Biz nedenini araştırırken kayıt defterlerinde kızın adını görünce meseleyi anladık.

Nereden bilsinler ki? Derneği kuranlar Politik insanlar değildi. Bu arada Halk oyunları yarışmalarında jüri üyeliği yapmaya başladım. Jüri üyeliğinin yanında köylere gidip Folklor ve halk oyunları üzerine araştırmalar gerçekleştiriyordum. Bigadiç’in Kızılçukur Köyü’ne kamera ile ilk kez ben girdim. Kızılçukur’da bir halk oyunları topluluğu kurduk ve o ekip, Kültür Bakanlığı’nın Türkiye genelinde açtığı yarışmada birinci oldu.

 

 

Kızılçukur ekibinin başarısı sizi mutlu etmiştir. Bu yöndeki çalışmalarınıza ivme kattı mı?  

Kızılçukur Halk Oyunları topluluğunun başarısına çok sevindim. Balıkesir’de doğmamış olmak sanki suçmuş gibi başıma ilginç şeyler geldi. İnsanlar beni dışladılar. Özellikle belli kürsülerin başındakiler hedef almaya başladı. “Sen kimsin?” Diyorlar. “Sen dışarıdan gelmişsin, bize niye karışıyorsun?” Dediler. Karesi’den Günümüze Öykülerle Türküler adlı bir kitap yazdım, “kitap yanlış” diye basın açıklaması yaptılar.

Ben türkü kitabı yazmadım, benim kitabım araştırma kitabı desem de eleştirildim. Kaynak olsun diye türkülerin notalarını kitabın arka sayfalarına koydum. Buna rağmen, “kitap yanlış” dediler şikayet ettiler. Fakat kitabı daha sonra Kültür Bakanlığı satın aldı. Yani kayda değer bulduğu için satın aldı. Çünkü bu kitap bir türkü kitabı değil, türkülerin çıkış noktasını anlatan bir kitaptı. Ali ile Ayşe’nin aşkı değil, yerelde, siyasal, toplumsal, o dönem kim idaredeymiş? Neler yapıyormuş? Onları anlatan bir kitap. Yerel tarih önemlidir. Zaten türküler yerel tarihin kaynağıdır.

Türkülere bakarsan yerel tarihi bulursun. Sözlü tarih önemlidir. Bakanlık kitabımı satın aldıktan sonra ben hızımı alamadım. Çünkü Halk oyunlarında biriktirdiğim pek çok şey var. Gelenekten Geleceğe Halk Oyunları diye bir kitap daha yazdım. Bu kitabım Türkiye genelinde büyük bir ilgiyle karşılandı, en çok satılan kitaplar listesinde yer aldı. Çünkü halk oyunları alanında bir açıklık var. Halk oyunlarına, halk kültürüne Kimse dil uzatmıyor. O kitabın arkasındaki yazımda; “Halk oynayan mı? Oynanılan mı?” diye bir ibare kullandım.

 

 

Halk oynayan mı? Oynanılan mı?” sözcüklerini neden kullandınız?

Halk oyunlarını yalnız tek kültüre mal edip Türk Halk Oyunları gibi genelleme yapmak ve illere göre adlandırma çabası ulusal kültürleri bağdaşık görmekten kaynaklanan siyasi yaklaşımdır. Ulusal kültür içinde çok farklı dokuların olması yadırganacak bir durum olmaktan öte, sosyal bilimlerin doğruladığı bir gerçekliktir. Yokmuş algısı yaratmak kültürel kimliği yadsımak anlamına gelir. Anadolu’da, herkes bar tutup, halay mı çekiyor? Yoksa zeybek oynayıp horon mu tepiyor?

Oyunların her biri adı olan kültürü imleyen kodlardır. Halk oyunlarını illerin adıyla sınırlamak ekin çeşitliliğini hiçe sayıp illeri kan grubu aynı olan insanlar topluluğu olarak görmeye benzer. Halk oyunları il isimleri ile mi, yoksa kültür adları ile mi anılmalı? Türk Halk Oyunları mı? Türkiye Halk Oyunları mı? Halk oyunlarını, neden 1923’te başlatma gereği duyulmuş? Folklorun bu nadide yaratısı ne amaçla kurumsallaşmış? Halk oynayan mıydı yoksa oynanılan mı? Gelenekten devraldığımız halk oyunlarını geleceğe nasıl taşımalıyız düşüncesi ile bir çözümleme yaptım kitap arkası yazısında. Ben hiç boş duramıyorum. Bu nedenle kız ve erkek yetiştirme yurtlarında çocuklara halk oyunları öğretmeğe başladım.

 

 

Yetiştirme yurtlarındaki girişiminiz başarılı oldu mu?

Benim giriştiğim bir işin başarılı olmaması mümkün mü? Hem kız yetiştirme yurdunda, hem erkek yetiştirme yurdunda çocuklara halk oyunları öğretmeye başladım. İyi şeyler yaptığıma inanıyorum. Fakat biraz da sıkılgan insanım. Öğret, öğret ne olacak? Nereye kadar gidecek? Bir şenlik yapma düşüncesi geldi aklıma. Bir şenlik yapacağız, bu şenlikte bütün çocuklar sahneye çıksın, herkes görsün istedim.  Çocukların iyi şeyler yapacaklarına inandım ve gerçekten yaptık. Gerçekleştirdiklerimin sosyal hizmetlerin temsil, gösteri yönetmeliğine bile katkısı oldu. Ne olacak, nasıl yapılacak?  Tek tek yazdım. 6 yıl Yetiştirme yurtları arasında halk oyunları şenlikleri yapıldı. Balıkesir Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, diğer illerle iletişim kurdu.

Milli eğitim müdürlükleri ile protokol imzalandı, Türkiye genelinde, yetiştirme yurtları arasında halk oyunları şenliği yapıldı. Milli eğitimle yaptığımız protokolde, bizim, yetiştirme yurdunda halk oyunları dalında yetiştirdiğimiz öğrencilerin okullarda kulüp kurmasını, devletin verdiği egzersiz hizmetinden yararlanıp para kazanmasını istedim. O çocuklar bunu yaptı, üç-beş kuruş para aldılar. Bu işin en olumlu yanı, çocuklarımız kendilerini önemli bir birey olarak görmeye başladı. Benim projem çok güzel bir projeydi. Hatta sonradan da önemli çalışmalar yapıldı ama en tepedeki değişiklik ve dönüşüm doğal olarak alta da yansıdı.

 

 

Tepedeki değişiklik sizi de üzdü sanırım. Sonrasında nasıl bir yol izlediniz?

Sosyal hizmetlerdeki yöneticiler görevden ayrılınca ben de bıraktım. Sinemayı çok severim, çok film izlerim. Bu kez sinemaya yöneldim. Çünkü bazı nedenlerden dolayı sinema izleyemeyen pek çok insan var. Bir dernek kurup herkese film izlettirme sevdasına düştüm. Bir dernek kuralım, ev ev gezelim herkese sinema izlettirelim düşüncesi uyandı bende. Mahallelerde perde açalım, geçmiş yıllarda olduğu gibi insanlara film seyrettirelim. Biz bu işi yaparken mülki idare ve yerel yönetimler, sanayiciler, iş insanları da yanımızda olsun, hep birlikte Balıkesir’i sinema dalında bir kalkındıralım derdine düştüm. Eninde sonunda gerçekten başardım.

Öncelikle arkadaşlarımla beraber Sinema Amatörleri Derneği’ni (SAM-DER) kurduk. 10 yıl peş peşe “Mahallenin Orta Yeri Sinema” temasıyla Bir gecede 3 mahallede perde açıyorduk. Balıkesir Sinema Günleri, değişik mahallelerdeki gösterimlerle sürüyordu. Sinema günlerinin ilk gecesi, “Kırmızı Halı” gecesiydi. Ünlü sanatçılar geliyordu, kırmızı halıda yürüyor, röportajlar, söyleşiler yapıyordu. Bu etkinlik kokteyl ile sürüyordu. Balıkesir Sinema Günlerinde, 2 yılda bir Türk Sinemasına emeği geçen sanatçılara, “Zeus Altarı Ödülü” veriyorduk. Mahallenin Orta Yeri Sinema diye başlattığımız Balıkesir Sinema Günlerine, Kültür Bakanlığı, belediyeler, çeşitli kurum ve kuruluşlar destek verdi. Balıkesir’e bir yenilik getirdik. Getirdiğim yenilikten öte, yetiştirme yurtlarında ortaya koyduğumuz halk oyunları projesinin bir benzerini SAM-DER de uyguladık. Dernek binamızda fotoğraf çekimi, kamera kullanımı, film çekimi ve sinema konularında öğrenciler eğittik.

Bu öğrencileri okullara gönderdik. Çünkü Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim projemizi beğenip yanımızda yer aldı. Öğrencilerimiz gittikleri okullarda kısa film atölyeleri kurdu. Köy okullarındaki çocuklar, kamerayı tanıdı, film ve sinema hakkında bilgi edindi. Balıkesir’deki hemen hemen her okulun kısa filmleri çekildi. Şimdi o çocuk öğrendiklerini asla unutmaz. Sinema konusunda da iyi işlere imza attık.  Her 2 yılda bir, yaşayan, halen bu işin içinde olan sinema emekçisi bir sanatçıya ödül verdik. Ödülün isminin Zeus Altarı olması bile polemik konusu yapıldı.

 

 

Ödüle “Zeus Altarı” denilmesi neden polemik konusu oldu? Zeus Altarı Nedir?

Bilenler de bilmeyenler de konuştu. “Neden Kibele değil de Zeus Altarı adını veriyorsunuz?” Yok efendim, “Balıkesir’e özgü bir isim bulunamaz mıydı?” Dünyada kaç Zeus Altarı var? Bu bizim ismini verdiğimiz, Kaz Dağı’ndaki Zeus Altarı’dır. Edremit Körfezini, çam ve zeytin ormanlarından oluşan güzel manzarayı tepeden görüyor. Tanrılar tanrısı Zeus’un Troya Savaşını izlediği yerdir. Küçükkuyu sınırları içinde yer alıyor.

Biz de dernek olarak Zeus Altarı’nın minyatür heykelini yaptırıp sanatçılara verelim diye düşündük. Aralarında, Süleyman Turan, Tuncel Kurtiz, Halil Ergün’ün de olduğu sinema emekçilerine verdik. Zeus Altarı’nı ünlü sanatçı heykeltıraş Bihrat Mavitan tasarladı. Zeus Altarı’nın önemi anlatmakla bitmez. Homeros, İlyada Destanında, Zeus’un Troya Savaşını Zeus Altarı’nda izlediğinden bahseder. Ayrıca Zeus Altarı Gargara’nın (Küçükkuyu) en yüksek olan Gargaran Tepesindedir Denize hakim, zeytin ağaçları ormanının ortasındaki kayalar oyularak merdiven yapılmış, bu merdivenlerden çıkılan sunağa Yunanlılar, yaptıkları savaşları kazanmak, hastalıklardan, kuraklıktan, felaketlerden kurtulmak için adak sunarlar. Taş duvarlarla örülen sarnıç vardır.

Yine Zeus Altarı’nın yanında Çanakkale Savaşına katılan Erdem Dede yatırı da vardır. Zeus Altarı, Zeus’un ilk karısı Hera ile aşkına da tanık olmuştur. Bu sunağa Zeus Altarı adını, Troya Antik Kentini ortaya çıkaran Alman Arkeolog Heinrich Schlieman vermiştir. Balıkesir Sinema Günlerine, hem valilik, hem belediye, hem milli eğitim müdürlüğü hem vatandaş sahip çıktı. Mahallelerdeki film gösterimlerinin çoğunu biz okullarda yapıyorduk. Bu projeden biz de vatandaş da çok memnundu. 10 yıl başarılı bir şekilde sürdürülen etkinlik, ekonomik nedenlerle sona erdi.

 

 

Ne oldu da Balıkesir Sinema Günleri sonlandırıldı?

Ulusal gazetelerde, televizyonlarda, Balıkesir Sinema Günleri’nden çok söz ettiler. Sonra Belediyedeki bir üst düzey görevliyle yaptığımız görüşmede Sinema günlerine talep olmadığını söyledi. Ben böyle bir etkinliğe nasıl talep olmadığını düşünürken,  ağzındaki baklayı çıkardı ve en çok talebin deve güreşlerine olduğunu söyledi. Zeus Altarı Ödülü deve güreşine kurban gitti. Aslında talep yaratılırdı. Sinema günleri olmayınca biz derneğin kirasını ödeyemez olduk.

Çünkü festivalde bizi görenler arıyor soruyor, kamera kurslarımıza, oyunculuk kurslarımıza, film oynatımlarımıza geliyordu. Mahallenin Orta Yeri Sinema, kırmızı halı, Zeus Altarı Ödülü kalkınca insanlar ayağını kesti. Bu arada Derneğimize saldırılar oldu. Polisi çağırdık ne gelen var ne giden. SAM-DER’i Bandırmaya taşımak zorunda kaldık. Çünkü Bandırma Belediyesi derneğimize bir yer tahsis etmişti. SAM-DER Balıkesir’in çehresini değiştiren bir dernekti.  Bizden sonra Balıkesir Belediyesi yaptığı tüm etkinliklerde mutlaka filmler koymaya başladı. Bu da çok güzel bir şey, demek ki başarmışız.

 

 

Dernek kapandıktan sonra belgesel çekimleriniz başladı. Neler yaptınız?

Dernek kapanınca boş durmadım Belgesel çekimlerini başlattım, dokümantasyon çalışması yaptım, oyunlar ve türküler derledim. Derlediğim türkülerin ses kayıtlarını aldım. Geçtiğimiz günlerde Kültür Bakanlığı sanatçısı Salih Turan geldi. Yaptığım çalışmaları ona verdim. Bu çalışmalarım, UNESCO‘nun somut olmayan kültür değerleri kitabına girmiş. Çok sevindim. Buna istinaden, Susurluk, Kaymakamı beni davet etti ve orada bir söyleşi yaptım.

İskender Boğazı Türküsü’nün öyküsü çok güzeldir ve gerçek bir tarihtir. 1877-1878 yıllarında Osmanlı Rusya arasında geçen savaş Rumi takvime göre 1293 yılındadır. Bu nedenle 93 harbi diyorlar. Osmanlı bu savaşta büyük bir yenilgi alır. Yerlerinden yurtlarından olan Balkan Göçmenleri, Karadeniz, Marmara Denizi üzerinden göç ederler, İskender Boğazı’ndan geçerler. Gönen Çayında Güvercinli Köprü var Roma döneminden kalma. Türkü bunları anlatır. Asuva’nın Çocukları belgeselinde ben bu yerlerin görüntüsünü çektim. Türküde “İskender Boğazı dardır geçilmez” diyor.

Gerçekten dardır. Büyük İskender Perslerle savaşırken Kapıdağ Yarımadası’nı Tombolo’larla karaya birleştiriyor.  Ben İskender Boğazı Türküsü’nden yola çıkarak tarihi belgeselle buluşturdum. Söyleşi yaptığım öğrencilere bunları anlatıp, Susurluk’un tarihini yazmalarını istedim. Büyüklerinizle röportaj yapın,  öğretmenleriniz size yardımcı olsun diye tembihledim. Onlar da bir grup kurarak İskender Boğazı Türküsünü TÜBİTAK Projesi olarak sunuyorlar ve kabul ediliyor. Bu benim için gurur verici çok güzel bir olgu.

 

 

Halk oyunları ve türkülerle ilgili kaç kitap yazdınız? Yönetmenliğini yaptığınız kaç film var

İlk kitabım, yanlış yazıldı diye kıyamet koparılan, Karesi’den Günümüze Öykülerle Türküler kitabıydı. Kültür bakanlığı satın aldı linç edilmekten kurtuldum. Böylelikle doğru bir yapıt ortaya koyduğum anlaşıldı. Bu kitapta 10 türkünün öyküsü var. Öykü dediğim de yerel tarih ve yaşananlar. Bu kitabı yazarken kaynak bulamadığım için çok zorlandım, ancak 10 türkü öyküleştirebildim. İkinci kitabım, Gelenekten Geleceğe Halk Oyunları. Bu kitapta, gelenekte yaptığımız bir işi, geleceğe nasıl taşırız sorusunu aydınlığa kavuşturdum.

Evrensel değerler önemlidir ve bu nedenle kitap en çok satılan kitaplar listesine girdi. O dönemde Yeni Haber Gazetesi’nde yazarlık görevim var. Bu arada uluslararası üne sahip bir sirk şirketi, yana yakıla beni arıyor. Sirk ile ne işim olur derken beni buldular ve gerçeği öğrendim. Şirket, Gelenekten Geleceğe Halk Oyunları kitabına ulaşmış, incelemiş, “Bizim düşündüğümüz projeyi yapsa yapsa kitabın yazarı yapar” diyerek benimle görüştüler.

Sirk performansı kullanılarak bir tiyatro sahnelemek istiyorlar ve bu nedenle, Şeb-i Arus törenleri ile ilgili bir tiyatro yazmamı istediler. Sirk yöneticileri ile el sıkışıp anlaştık. Gazetedeki görevimi bıraktım 6 ay Şeb-i Arus törenleriyle ilgili tiyatro eseri yazmak için eve kapandım, istenen yapıtı ortaya çıkardım. Türkiye’nin ilk sirk tiyatrosu yazarı olmak için mücadele etmedim, “Her şey Sende Saklı” adlı eseri yazdım. Gelenekten Geleceğe Halk Oyunları kitabım sayesinde, İran, Afganistan ve Suriye’yi gördüm. Çünkü sirk ekibi beni oralara götürdü, neler yazmam konusunda incelemeler yapmamı istedi.

 

 

Her şey Sende Saklı tiyatro eserinizi kitap halinde göremedik? Ne zaman baskısı yapılacak?

Ben bu eserimi kitaplaştırmadım. Çünkü telif hakkı bende değil. Ben yazdım, parasını alıp sattım.  Çok iyi bir eser oldu. Japon hükümeti ve Kanada hükümeti destekledi. Sirk tiyatrosu benim için çok yabancı bir dünyaydı ve yazabilmem için o havayı teneffüs etmem gerekiyordu. Benimle iletişim kuranlar mesleklerine vakıf olan insanlardı. Beni Afganistan’a Mevlana Celaleddin Rumi’nin doğduğu Horasan yöresindeki Belh şehrine götürdüler. Şemsi Tarikatı‘na gittim İran’a, Tebriz’e, Şam’a gezilerim oldu. Oraları gördükten sonra benim aklıma ne para, ne pul hiçbir şey gelmedi. Çok şey öğrendim ve gördüm, bana yetti.

Akrobatik hareketlerle tiyatro yapıyorlar. Biraz oyundan söz edeyim; Mevlana salıncakta sallanan Gevher Hanım’a aşık oluyor. Sahnede salıncakta sallanması ancak akrobasi ile oluyor. Sirk alanına manej deniyor. Biz maneje koyunları develeri soktuk. Çift manej kullandık. Bir sahne soldan sağa dönerken, diğer sahne sağdan sola dönüyor.

Çünkü sahneye hem insanlar, hem hayvanlar çıkıyor. Raks eden develer TIR’larla Moskova Devlet Tiyatrosu‘ndan geldi. Ben onları incelerken korkuyordum ama işimi yapmak zorundaydım. Hem güzellik, hem delilikti yaptığım. Tekrar kitaplarıma dönecek olursak, “Tezik” romanını yazdım. Aslında Tezik, benim tasarladığım bir filmdi. Oyuncuları, yönetmenleri bulduk, tanıtımını yaptık, tam filmin çekimlerine başlayacağız, Covid 19 Pandemisi ortaya çıktı. Sokağa çıkma yasağı var. İnsanlar evden dışarı adım atamıyor. Düşündüm, taşındım, filmi romana dönüştürmeye karar verdim. Tüm insanların eve kapandığı dönemde ben Tezik filmini kalıcı olsun diye romana dönüştürdüm, Öteki Yayınevi bastı kitabımı.

 

 

Tezik Romanında ne anlatmak istediniz? Başarılı yapıtlar ortaya koydunuz ödül aldınız mı?

Bu gezegene Homo sapiens geldi her şey bitti. Ne böcek hakkı var, ne kanatlı hakkı var, ne deniz canlısı hakkı var, ne insan hakkı var.  Değişmiyor, dönüşmüyor. Herkes bir tarafın başında, baş olmuş. Çünkü halktan aldığımızı, bizim evrensel değerlerle buluşturmamız gerektiğini düşünüyorum. Tezik de bir halk terimi zaten. O kaçıp giden, çekip giden, bir daha geri dönmesi mümkün olmayan şeyi anlatıyor. Okuyan onu bir kadın hikayesi zannediyor.

Ama sonra bakıyor ki o bir erkek öyküsü. Çünkü erkekler de Tezik oluyor. Bir insan toplumdan ayrılıyor, farklı düşünmeye başlıyor ya Tezik bunu anlatıyor. Tezik çekip giden, küsüp giden, sürüden ayrılandır.  Türküsü bile var, “Tezik kuşlar yuvaya döndü” diye. Romanda herkes Tezik zaten. Sadece kadın değil, kadın da kadına düşman. Roman, kadının kadını öldürdüğünü, kadınların kıskançlıklarını anlatıyor. Ödül meselesine gelince; İstemiyorum ki zaten. Ben ne yaptıysam kendim için yapıyorum. Yarışmaya girmedikten sonra buna ödül verelim demiyorlar. Yarışma düşüncesini ben sakat buluyorum. Ben kendimle niye başkasını yarıştırayım?

 

 

Her şeye el attınız. Yapmak isteyip te yapamadığınız var mı?

Tezik Filmini çekmeyi çok istedim ve hala istiyorum. Pandemi pek çok insanın yapacaklarını engelledi, hayallerini suya düşürdü. Şimdi Tezik’in devamı, Ganare Kitabını yazıyorum. Ganare de Tezik gibi bir halk terimi. İsim Kanaradan geliyor. Eskiden mezbahaya kanara denirdi. Zamanla kültürler değişiyor. Bazı çoban köpeklerine de Ganare adı veriliyor.

Çünkü Ganare çoban köpeklerinin huyları değişiyor, koruması için kendisine teslim edilen sürüdeki hayvanlara saldırıyor, yemeye başlıyor. Sürü sahibi Ganare köpek varsa öldürüyor. O köpeğin yavrularını, hatta torunlarını bile öldürüyorlar. Zamanla bu deyim insanlar için de kullanılmış. “Sütü bozuk” anlamında kullanılmış. Emanete ihanet eden insanlar için kullanılıyor. Ganare, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, (TBMM)  bir oturumda bile söylenmiştir.

Bu halk terimlerini bulup çıkararak, günümüze uyarlayıp evrensel değerlerle buluşturmak gerektiğine inanıyorum. Hayatım boş olmasın, topluma bir faydam olsun istiyorum. Ben şimdi çalışmalarımı köyde sürdürüyorum. Biraz da başka bir hayat yaşamayı deneyimleyim diye düşündüm. Kitap hazırlıklarını daha rahat yapıyorum. Rutin bir yaşam sürdürmek istemiyorum. Dursunbey’in Akçagüney Köyü’nde çalışırken, Sarih karısı dedikleri bir kadın vardı. Bir gün inek salmaya giderken, “ben de geleyim Emine teyze” dedim Beraber yürüdük, o kadar uzağa gittik ki, ıssız dağda çobanlar bağırıyor, köpekler havlıyor, ineklerin, keçilerin, kuzuların yanlarından geçip gittik. “Emine teyze korkmuyor musun buralarda?” dedim. “Bak kızım hiçbir şeyden korkmayacaksın. Allah’ın alacağı bir can isterse verirsin” dedi. O konuşma sonrası yaşam bana çok cazip ve güzel geldi.

Gerçekten o günden sonra korku bilmiyorum. Ben köye tek başıma geldim. O kadar da büyük bir cesaretle geldim ki, bir tek evim vardı sattım. Bir arsa bulup, prefabrik ev şirketi ile anlaştım, 20 günde bitirdiler ve ben kendimi köye attım. Köy halkı çok yardımcı oldu. Buradaki dostlarıma müteşekkirim. Köyde çok mutluyum.

Exit mobile version