Yağmur suyu hasadı diye bir şey var…

 

 

KUBİLAY S. ÖZTÜRK

 

Küresel iklim krizinin etkileri fiilen yaşandıkça, pek çok yerleşik anlayış da değişiyor. Bunlardan önemli birisi de “su zengini bir ülke olmadığımız” gerçeğinin artık açıkça söylenmesidir. Ülkeler su varlığına göre sınıflandırdığında, yılda kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten az olan ülkeler için “su fakiri”, 2.000 m3’den az olan ülkeler için “su azlığı”, 8.000-10.000 m3’ten fazla olan ülkeler içinse “su zengini” tanımlamaları kullanılıyor bilindiği gibi. Ülkemizde ise, DSİ raporlarına göre 2006 yılında kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 1.652 m3 ve 2021 yılında ise 1.323 m3 olarak hesaplanmıştı. Buna göre ülkemiz “su azlığı” durumunda ama yakın gelecekte su sıkıntısı çeken ülkeler arasında olma ihtimali de yüksek. Yeni su kaynakları yaratamazsak, artan nüfusumuz karşısında kişi başına düşen yıllık su miktarının kademeli olarak azalması da kaçınılmaz görünüyor.

 

KÜRESEL TATLI SU KULLANIMINDA GİDEREK DAHA BÜYÜK SIKINTILAR YAŞANACAK

Peki, su kaynakları nasıl arttırılabilir? Pek de kolay değil bunu başarmak. Bilim insanları gezegenimizde toplam 1,4 milyar km3 su olduğunu ve bunun % 97’sinin okyanus ve denizlerde tuzlu su, % 3’ünün ise nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunduğunu ifade ediyor. Sürekli bir buharlaşma ve yağış çevriminde (hidrolojik döngü) olan tatlı su miktarı, Dünya’da aynı kalıyor. Bunu arttırmak mümkün değil. Üstelik tatlı su kaynaklarının % 90’ı ya kutuplarda buz halinde, ya da yeraltında depolanmış bulunuyor.

Özetle yeryüzündeki canlıların kolaylıkla yararlanabileceği elverişli tatlı su miktarı oldukça az. Oysa halen gezegenimizde sadece insan türünden 8 milyar canlı yaşıyor ve bunların 2 milyardan fazlası kıt su kaynaklarıyla yetinmeleri gereken bölgelerde bulunuyor. Hayvan ve bitki türü canlılar da benzer durumdalar. Göçler veya türlerin ortadan kalkması, çoğu kez bu nedenle yaşanıyor.

Dünya’da canlı varlık sayısı, özellikle de insan nüfusu arttıkça, küresel tatlı su kullanımında giderek daha büyük sıkıntılar yaşanacağı görünüyor. Nüfus artışı tarafında, bu yükseliş sürerse, 2030’a kadar küresel su kıtlığının % 40’a kadar yükseleceği hesaplanıyor. Bunun anlamı, kısa vadede gezegenimizin yarıya yakın kısmının su kıtlığı ile karşı karşıya gelebileceği, “su stresinin” yaygınlaşacağıdır.  

 

TÜKETİM ALIŞKANLIKLARI DEĞİŞMELİ

Bu gerçeğin diğer tarafında ise bilindiği üzere, küresel iklim değişimi, kuraklık ve gezegenin ısınması bulunuyor. Bütün bunların etkisi birleşiyor ve her geçen gün temiz su kaynakları çok daha zor ulaşılabilir hale geliyor. Bu nedenle, insan türü aklını başına alarak sürdürülebilir su kaynaklarının yönetimine dair çok önemli ortak kararlar almak ve bunları da titizlikle uygulamak zorunda. En önemli karar, göllerin, akarsuların ve yeraltı su depolarının (akiferlerin) kirletilmemesi olmalı. Sanayi, kentleşme, altyapı yetersizliği, tarım kimyasalları, plastik kirliliği ve savaşlar, gezegenimizin su varlıklarını olumsuz yönde etkiliyor. Bunlara ilave olarak devreye alınabilecek önlemler de var elbette.

Birincisi mevcut su kaynaklarının verimli şekilde kullanılması, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi ve su tasarrufunun sağlanmasıdır. İkincisi de bütün ülkelerde giderek daha fazla yaygınlaşan yağmur suyu hasadı, su ıslahı, suyun yeniden kullanılması gibi yöntemlerin daha yoğun bir şekilde devreye alınmasıdır.

Açıkta devasa su kütlelerini toplayan barajların maliyeti, ömrü ve buharlaşmanın sonuçları biliniyor. Ayrıca bu önlemlerin devlet eliyle yapılması da şart değil. Bireysel olarak veya yerel yönetimlerin öncülüğünde de bazı ek önlemleri yaşama geçirmek mümkün. Suya sahip çıkılması, kuraklıkla mücadele için şart. Üstelik günümüzde su ucuz da değil. Yoksullukla mücadele için de suya sahip çıkılması gerekiyor.

 

BİNLERCE YILDIR BİLİNEN BİR YÖNTEM

Şimdi bu çerçevede ne yapmalıyız? Küresel ısınma, buzulları da eritiyor gerçi ama su temini için çıkar yol bu değil. Zira gezegenimize pek çok olumsuz etkisi de var bu erimenin. Akiferlere ulaşmak da bir diğer yol ama jeolojik yapıyı bozmaksızın onların kullanıma uygun hale getirilmesinde epeyce teknik zorluklar var. Bu yüzden, atık suların arıtıldıktan sonra tekrar kullanılması veya deniz suyunun arıtılması gibi çok pahalı uygulamalar bile, yerine göre devreye sokulmak zorunda kalınıyor. Geriye kalıyor “yağmur suyu hasadı” yöntemi.

Bu sonuncusu, yeni su kaynağı yaratmak için içlerinde en uygun olanıdır ve o nedenle de son yıllarda sıkça dile getiriliyor. Yağmur Suyu Hasadı (Rain Water Harwesting) diye ifade edince, haliyle pek çok kişi “o nedir?” diyor. Oysa bu yöntem binlerce yıldır bilinen “yağmur suyunun toplanması” usulü sadece. Dünyanın birçok yeri gibi, Anadolu’daki bulgular da gösteriyor ki tarih öncesi çağlardan beri insanlar evsel kullanım, tarımsal sulama, hayvancılık için gerekli su ihtiyaçlarını yağmur suyunu toplayıp depolayarak karşılamaya çalışmışlar. Çeşitli çap, ebat ve teknikle oluşturulan sarnıçlar da bunun günümüze uzanan göstergeleri. Fakat sonradan terk edilmiş bu kadim kültür.

Zira teknoloji ilerledikçe, suya ulaşım da kolaylaşmış. Geleneksel su hasadı unutulmaya yüz tutmuş. Ancak 20. Yüzyıldan itibaren su ticarileşip, ekonomilerde de çeşitli aksamalar görüldükçe, su hasadı tekrar gündeme gelmiş. Son dönemde ise küresel iklim değişimi, suyu yağmurken hasat edip, yok zamanına kadar saklamayı zorunlu hale getirdi. Zira yağmur ya bulunmaz oldu, ya da afet şeklinde geliyor artık. Önemli olan karasal yağışın bir kısmını, akıp giderek büyük su kütlelerine kavuşmadan önce toplama becerisini gösterebilmek. Günümüzde yağmur suyunu hasat etmenin birçok yöntemi var. En çok uygulananıysa, çatı yüzeyine düşen yağmur suyunun toplanıp oluklar aracılığıyla bir depoya aktarılması. Toplanan suyu, doğru filtrasyon sistemlerinden geçirilip, içilebilir hale de getiriliyor. Fakat daha çok, içilebilir olmayan amaçlarda, bahçe sulamada, araba yıkamada, havuzlarda,  tuvalet sifonlarında ve çamaşır makinelerinde kullanılıyor.

 

YAĞMUR SUYU TOPLAMA ZORUNLULUĞU KARARI

Dünya’da birçok ülkede yağmur suyu hasadı sisteminin yaygınlaşmasına rağmen Türkiye’de bu konudaki adımlar henüz yeni. 2017’de “Yağmur suyu Toplama, Depolama ve Deşarj Sistemleri Hakkında Yönetmelik” yayınlandı. 2021’de Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği’ne “2000 m2’den büyük parsellerde yapılacak yapıların mekanik tesisat projelerinin; çatı yüzeyinden toplanacak yağmur sularının gerekmesi halinde filtre edilerek bir tankta toplanması ve bina tuvalet sifonlarında kullanılması amacıyla yağmur suyu toplama sistemi içermesi zorunludur” maddesi eklendi.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın “Su Kaynaklarında İklim Değişikliğine Uyum Projesi” ile de 30 Büyükşehir Belediyesini kapsayacak şekilde “yağmur suyu hasadı”, “gri suyun (tuvaletler hariç atıksu) kullanımı” ve “su fiyatlandırması” çalışmaları başlatıldı. Bunun üzerine çeşitli kentlerde uygulamalara geçildi. Bazı belediyeler imar yönetmeliklerinde değişiklikler yaparak yeni binalarda metrekare durumlarına göre yağmur suyu toplama sistemini zorunlu kılıyorlar. Mesela Bodrum Belediyesi Meclisi, geçtiğimiz günlerdeki toplantısında bazı şartlarda yağmur suyu toplama zorunluluğu getirilmesini oybirliğiyle kabul etti.

İzmir Büyükşehir Belediyesi ise kuraklıkla mücadele için “Sünger Şehir” diye adlandırdığı uygulamasını bir süre önce başlatmıştı. Tabii ki, belediyelerin işin içinde olması çok önemli, ilk yatırım maliyetlerini makul seviyeye getirme fırsatı yaratıyor bu durum. Üstelik yağmur suyu hasadının, geleneksel su tedarik sisteminden daha ucuz olması ve daha az enerji tüketmesi nedeniyle hem kırsal ve hem de kentsel alanda kabul edilebilirliğini yükseltiyor. Düne kadar, suyu kapıya kadar getiren ama sonra da olmadık ücretler talep eden belediyeler, şimdi aynı kapılara “su toplama depoları” dağıtmaya başladı ve bu güzel bir durum.

 

ALTERNATİF SU KAYNAKLARI YARATMALIYIZ

Su hasadı teknikleri yüzyıllardır toprak erozyonunu azaltmada, kırsal ve kurak alanlara içme suyu ve tarımsal üretim için yeterli su sağlamada kullanılıyor. Başlıca üstünlüğü basit, ucuz, yenilenebilir, etkili ve adapte edilebilir olması. Üstelik yakın zamanda hepimiz de gördük ki, yağmur yağdığında onu toplayıp depolayacak sistemler kurulmuş olsaydı, hem depremlerden sonra meydana gelen aşırı yağışların sellere dönüşmesi engellenebilirdi, hem de o kentlerde susuzluğa çare olacak ek bir kaynak yaratılabilirdi. Bu nedenlerle yağmur suyu hasadına hızla geçmek gerekiyor. Ancak elbette bir standardı da olmalı bu uygulamanın. Yoksa her belediyenin yağmur suyu hasadı hususunda depo hacmi başta olmak üzere farklı tercihlerde bulunması halinde, bir kargaşaya neden olunacağı da şimdiden görünüyor.  

Ülkemizin pek çok yerinde halen ayakta olan tarihi su kemerleri, kanallar, sarnıçlar, kuyular, sebiller, çeşmeler vaktiyle bu coğrafyadaki uygarlıkların suyu depolama ve dağıtma konusundaki gelişmişliğinin de bir göstergesidir. Oysa bugün aynı topraklarda içilebilir su kaynaklarımızı bilinçsizce kullanıyor, bir kısmını da hızla tüketiyor, hatta üzerini betona buluyoruz. Halbuki, ülkemizdeki kentsel yoğunlaşmayı ve tarım arazilerimizin genişliğini de dikkate alarak, bugün alternatif su kaynakları yaratmamız, bunları en verimli şekilde kullanmayı öğrenmemiz ve teknolojisini de geçmişten ilham alarak geliştirmemiz gerekiyor.

 

Exit mobile version