DOLAR 19,1064 % 0.1
EURO 20,6783 % 0.27
GRAM ALTIN 1.201,69 % 0,08
ÇEYREK A. 1.964,76 % 0,08
BITCOIN 27.033,90 -2.802
GİRİŞ YAP

SON DAKİKA
hava 11°
Google News

TÜRKİYE’NİN ENFLASYONU

Son Güncelleme :

21 Eylül 2021 - 0:12

TÜRKİYE’NİN ENFLASYONU

Enflâsyon, ekonomide arz talep dengesinin bozulması sonucu piyasada dolaşıma giren (üretilip satılan) mal ve hizmet fiyatlarının makro seviyede aşırı yükselmesidir. Enflâsyon; artan üretim ve yatırım maliyetleri ile üretici ve yatırımcıları, aşırı yükselen fiyatlar nedeniyle de satın alma gücü gerileyen çalışan kesimleri olumsuz etkileyen, yoksulluğun artmasına ve yayılmasına neden olan bir ekonomik tablodur, sonuçtur. Enflâsyonun temelindeki iki ana neden; plânsız ve başı boş bırakılan ekonomik süreçler ile ekonomide ulusal gelir dağılımında alt ve üst sınıflar arasındaki ciddi gelir farkıdır.

Enflâsyonun çalışan kesimler üzerindeki önemli olumsuz etkisi “hayat pahalılığı”dır. Gelir dağılımındaki eşitsizliğin fazla olmadığı gelişmiş ekonomilerde arz talep dengesindeki bozulmalar, kamunun sosyal devlet sorumluluğu çerçevesinde inisiyatif alarak ithalât ve gerekli diğer düzeltici müdahalelerde bulunması ile güçlü ekonomik yapıları – esas itibariyle istikrarlı kur ve güçlü milli paraları – sayesinde kısa sürede düzeltilir, hayat pahalılığı yaşanmaz. Makro ölçekte bireysel satın alma gücü yüksek olduğundan buralarda “hayat pahalılığı” değil, “fiyatlar genel seviyesinin yüksekliği” söz konusudur. Yüksek gelirli tüketiciler, yüksek fiyattan etkilenmez.

Enflâsyonun, “maliyet enflâsyonu” ve “talep enflâsyonu” olarak iki açıdan değerlendirilmesi sorunun daha doğru ve iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Mal ve hizmet üretiminde maliyetler, (mal ve hizmetlerin nihai/piyasa satış fiyatları) ücret , rant, faiz, kâr olarak dört unsurdan oluşur.

  • Ücret: Türk ekonomisinde yüksek ücretten kaynaklanan yüksek maliyetli üretim söz konusu değildir. Örgütsüz emek, işgücü piyasasındaki arz talep dengesizliği, (ihtiyacın üzerinde vasıflı – vasıfsız işgücü) pazarlık yoluyla belirlenen asgari ücret, kaçak, kayıt dışı istihdam… işçilik maliyetlerinin toplam işletme giderleri içindeki payının düşük kalmasını sağlamaktadır.
  • Rant: Rantın (toprak geliri) – başta turizm – yatırımlar için uygun arsa ve arazilerin giderek azalması nedeniyle yükselmesi, yüksek olması beklenir. Ancak, Türkiye’de imar planlarında yapılan değişiklikler, özelleştirilen kamu kuruluşları, “orman vasfını kaybetmiş arazi” gibi ucu açık tanımlamalar sayesinde yatırım için “uygun” araziler yaratılarak rant maliyetlerinin düşük kalması sağlanır! Son yıllarda buna bir de “TOKİ’nin devreye sokularak arsa ve arazilerin kamulaştırılması” yöntemi eklenmiştir. Kuruluş amacı dar gelirli kesime uygun maliyetli “yaygın toplu konut” olarak belirlenen TOKİ geldiği noktada doğal afetlerde zarar gören konutların yenilenmesi, lüks rezidanslar, köprüler yapmak durumundadır. Yasal yetki ile donatılan TOKİ vasıtasıyla kamulaştırılan arazilerde özel sektöre ihale edilen inşaatlara, “eski Türkiye”nin güvenilir konut üreticisi kamu kurumunun “Emlâk Konut güvencesi” sloganını da kullanarak pazar yaratan TOKİ, dikkate alınmayan Sayıştay raporları ile fiilen denetimden muaf dev haline gelmiş bir dipsiz kuyudur.
  • Faiz: Faiz, borç alınan paranın fiyatıdır. Borç veren, borç verdiği nakit fonlardan piyasa şartlarına göre elde edebileceği (borç almak isteyenin kabul edebileceği) faiz getirisini en yüksek seviyede tutmak ister.

Türk ekonomisinde borç para talebi sadece yatırımlarla sınırlı değildir. Gelir dağılımındaki göreceli büyük eşitsizlik, tasarruf yapamayan, enflâsyonla birlikte satın alma güçleri gerileyen tüketici kesimlerin de tüketim ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için borç para talebinde bulunmalarını zorunlu kılmaktadır. Özetle, Türkiye’de borç para talebi hem üretimin, hem tüketimin sürdürülebilmesi için sürekli vardır. Ekonomideki toplam tasarruf yetersizliği/açığı nedeniyle borç verilebilir fonların büyüklüğü borç para ihtiyacının altındadır. Bu açık, gelir dağılımındaki eşitsizlikle doğru orantılıdır. Tasarruf açığı dış borçlanma yoluyla kapatılmak istendiğinde bunun bedeli artan döviz ihtiyacı, dolayısıyla yükselen döviz fiyatı/yüksek kur olur. Yüksek kur da yüksek faiz etkisi yaratır. Türk ekonomisinde güvensizlik ve enflâsyon beklentisi/endişesi nedeniyle sınırlı birikimlerin yerli para yerine altına, dövize, yastık altına yönelme meyli yüksektir. Böyle bir ekonomide paranın fiyatı faizin  de yüksek olması kaçınılmazdır. Faizler “talimatla” düşürülemeyince, düşenler Merkez Bankası Başkanları olmaktadır! Kur fiyatlarını düşürebilmek için de son 128 milyar dolar olayında yapıldığı gibi değiştirilen Hazine protokolleri ile Merkez Bankası rezervlerine el atılır!

  • Kâr: Mal ve hizmetlerin nihai satış fiyatlarının oluşmasındaki dördüncü maliyet unsurudur. Plânsız serbest piyasa ekonomisinin temel kuralı “kâr maksimizasyonu” üreticilerin vazgeçemeyeceği bir realitedir. Bu bağlamda büyük sermayenin önemli avantajı mevcuttur. Büyük sermayenin pahalı yeni teknolojik yatırımlarla rakiplerini elimine ederek piyasayı kontrol etmesi oligopol güç (sınırlı sayıda üretici ve satıcı ile çok sayıda tüketici ve alıcının karşılaşması) durumuna gelerek kârlılığını daha da arttırmasını mümkün olur. Büyük sermaye, perakende sektörünün hemen her alanına girerek bitirdiği esnaf sınıfı ve üreticilerle tedarikçiler üzerinde oluşturduğu pazarlık gücü ile sahip olduğu süper market zincirleri vasıtasıyla hem satıcı hem de alıcı  piyasalarında oligopol durumuna gelmiştir. Bunların sağladıkları çok büyük cirolar perakendeci esnafının, üreticilerin ve tedarikçilerin kayıpları demektir.

Sonuç olarak; enflâsyon sorununu sadece yüksek faizle açıklamak ekonomi bilmemektir, bilimsel değildir. Böyle söyleyenlere bilimsel gerekçeleri anlatmaya çalışmak yerine sorulması gereken soru; “gelişmiş ekonomilerde faiz sorunu var mıdır, yoksa neden yoktur”? olmalıdır. “Faiz haramdır” fetvasını verenlere de, sorulacak soru şudur: “yoksulluk helal midir”?

Türkiye’deki enflâsyon yüksek talepten değil, üretim (arz) süreçlerindeki pahalı maliyetlerden (yüksek faiz ve kâr)  kaynaklanan “maliyet enflâsyonu”dur. Türk ekonomisinde makro ölçekte satın alma gücü tüketicilerin normal yaşam standartlarını karşılayacak düzeyde olsa, uygulanmakta olan ekonomik model ve anlayışla ortaya çıkan maliyet enflâsyonuna bir de “talep enflâsyonu” eklenecektir.

Etkin çıkış yolu; ekonomi yönetiminin bir bütün olarak ele alınarak gelir dağılımının iyileştirilmesini, kaynakların kullanımında toplum yararını en yüksek düzeye çıkaracak önceliklerin belirlenerek bunlarla uyumlu ekonomi, maliye ve istihdam politikalarının “merkezi plânlama” çatısı altında oluşturulması ve uygulanmasıdır. Büyük sermayenin istediği şekilde yönetilen ekonomilerin sonu felâkettir.

Gelir dağılımını iyileştirmeye yönelik politikalarla yönetilmediği sürece ekonomi büyüyebilir ama gelişemez. Mevcut politikalar ve yönetim anlayışı ile Türk ekonomisi yıllardır bir türlü “gelişmiş ekonomi” haline gelemedi, gelemez de…

 

Düşünen Adam  

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.