Doğan Alparslan: “Türkiye’de radyolar üvey evlat muamelesi görüyor”

Doğan Alparslan -Türkiye’de radyolar üvey evlat muamelesi görüyor

Hilmi DUYAR / POLİTİKA

 

Arkası yarınlar, ajans haberleri, radyo tiyatroları, maç anlatımları, müzik yayınları ile bir zamanların gözbebeği radyolar, günümüzde cep telefonlarına yenik düştü. Radyo yayını yapanlar, eski günlere dönmenin arayışı içinde. Radyoların eski saygınlığını kazanması için büyük mücadele veriyor. Türkiye’de radyoculuk nasıl gelişmiş, nereden nereye gelmiş. Bu bilgileri 32 yıl radyoculuk yapan Doğan Alparslan’dan öğrenelim.

 

Türkiye’ye Radyo her şeyde olduğu gibi yine geç geldi. İlk Radyo yayını 6 Mayıs 1927’de yapıldı. Telsiz Tesisi Kanunu 1925 yılında yürürlüğe girdikten sonra, Radyo yayıncılığı için İleri Gazetesi sahibi Sedat Nuri Bey harekete geçti ancak maddi olanaksızlıklar nedeniyle başarılı olamayınca devletten destek isteme kararı aldı. Sonunda konu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e iletildi. Atatürk’ün radyoyu dinlemek istemesi üzerine Orman çiftliğine tesisat kuruldu. İstasyon aranırken Rus radyosunun frekansı bulundu. Atatürk Rus yayınını dinledikten sonra, Rusların propaganda yaptığını söyleyerek radyo sisteminin acilen kurulmasını istedi.

O dönemde tüm Avrupa’nın dinlemesi için başka ülkelerde olmayan güçlü bir verici kullanılarak, Türkçe’nin yanı sıra Almanca ve Fransızca yayınlar yapılmaya başladı. Bilindiği gibi 1992 yılında özel radyolar devreye girdi, özel radyo yasası 1994’te resmi gazetede yayınlandı. Balıkesir’de İlk radyoyu kuran ve 32 yıldır yayın yaşamını sürdüren Radyo 10’un sahibi Doğan Alparslan, Radyoların kuruluş öyküsünü, gelişmelerini ve sorunlarını Politika okurlarına aktardı. Doğan Alparslan, ülkemizde, radyoların diğer medya kuruluşlarına göre üvey evlat muamelesi gördüğünü söyledi. Özel radyoların ilk kuruluş aşamasında vatandaşın büyük teveccühü ile karşılaştıklarını hatırlatan Alparslan, siyah kurdele eylemlerinden, yapılan kaçak yayınlardan söz etti. Cep telefonları ve internetin radyolara etkisini anlattı.

 

 

Doğan Alparslan kimdir?

15 Mayıs 1961’de Balıkesir’de doğdum. Namık Kemal İlkokulu, Karesi Ortaokulu, Balıkesir Lisesi ve Marmara Üniversitesinden mezun oldum. Marmara Üniversitesi’nden önce okulumuzun adı, İstanbul İktisadi İdari Bilimler Akademisi idi. Bölüm de Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokuluydu. Daha sonra Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu oldu. Günümüzde de İletişim Fakültesi’ne dönüştü. İletişim fakültesini 1984 yılında bitirdim. Gazetecilik bölümünü tercih etmemin nedeni, ortaokul, lise yıllarında iyi kompozisyon yazmamdan kaynaklandı. Özellikle lisede kompozisyon yazmakta çok iyi olduğum için hocalarımız yarışmalara gönderirlerdi. Hep benim yazılarım seçilirdi. Hal böyle olunca, iyi yazı yazıyorum, mesleğim de iyi yazma üzerine olsun gibi bir düşünce ortaya çıkmıştı. Üniversitede bölüm tercihini yaparken onu gözeterek, gazetecilik iyi yazı yazmak için biçilmiş kaftan düşüncesi uyandırdı ve orada kullanabileceğim bir meziyetmiş gibi tercihte bulunmuştum.

Üniversite yıllarında çeşitli deneme yazılarımı, şiirlerimi, makalelerimi çeşitli yerel ya da ulusal dergi ve gazetelere gönderirdim. Yazılarım yayımlandığında çok hoşuma gider, mutlu olurdum. Okulu bittikten sonra Balıkesir’e döndüm. Bir gün, çarşıda dolaşırken, Gazeteciler Cemiyeti tabelasını gördüm. İçeriye girdiğimde, cemiyet başkanı rahmetli Ekrem Balıbek ile konuştum. Sahibi olduğu Yeni Haber Gazetesinde köşe yazmaya başladım. Profesyonel anlamda gazetecilik yaşamına Yeni Asır Gazetesinde adım attım. Balıkesir Bürosu’nda 4 yıl muhabirlik yaptım.

Bir gün gazetenin merkezinden çağırdılar. Kuşadası, Marmaris veya Bodrum’da açılacak büro için teklifte bulunacaklardı, merkezde de ihtiyaç olduğunu söyleyip kalmamı istediler. Ege Bölge Masasında,  bölge haberlerine egemen olduğum için bölge sorumlusu olarak görevlendirildim. Evli ve iki çocuk babası olduğum için evimi de İzmir’e taşıdım. Bölge masasında çalışırken, Denizli, Aydın ve Ege’nin bazı ilçelerinden yeni radyoların kurulduğu haberleri gelmeye başlamıştı. Ben de memleketim Balıkesir’de radyoculuk yapmaya karar verdim ve Yeni Asır Gazetesi’nden istifa ettim.

 

 

Balıkesir’in ilk radyolarından birini kurdunuz. Sizi radyoculuğa yönelten ne oldu? Balıkesir’de kaç yıldır bu mesleği sürdürüyorsunuz?

Gazetecilik eğitimi alırken benim branşım radyo televizyondu.  Fakültede, gazetecilik ve halkla ilişkiler ile radyo televizyon diye iki bölüm vardı. Ben radyo televizyon bölümünde okumuştum. Dolayısıyla eğitimini aldığım işi yapmam imkan dahilinde gözüküyordu. Çünkü radyolar  yeni yeni yayın yaşamına başlıyordu. Cazip geldiği içini araştırmaya başladım. Ege’de açılan ilk radyoların kurucuları ve sorumluları ile görüştüm. Stüdyolarını gezdim, kullandıkları, aygıtları inceledim. Büyük bir hevesle Balıkesir’de radyo kurmak üzere gazeteden ayrılıp Balıkesir’e geri döndüm. Balıkesir’de yerel radyo yoktu. Stüdyo için bir yer bulup, kiraladım. Radyonun yayın yapabilmesi için gerekli olan teknik aygıtları satın aldım. Yayınlanacak müzikler için kasetler sağlarken arşiv oluşturdum. Çalışacak personel istihdam ettim. Aşama aşama hepsini gerçekleştirdim.

Biz bu çalışmaları yaparken Ultra FM diye başka bir radyo yayına başladı. 1hafta sonra biz, Radyo 10 olarak 1992 yılında, Frekans Modülasyonu (FM) 102.6 üzerinden yayına geçip Balıkesir Halkına “merhaba” dedik. Radyolar popüler olmaya başlayınca, Balıkesir’de 20’ye yakın radyo oldu. Daha o zamanlar radyo yasası çıkmamıştı. Kanunlarda özel radyo yayıncılığıyla ilgili herhangi bir düzenleme yok. Ama realitede Balıkesir içinde olmak üzere, Türkiye’nin dört bir tarafında radyolar pıtrak bitkisi gibi bitti. Bizimki de öyleydi aslında. Benim yola çıkış öyküm, dönemin başbakanı, 1993 yılında cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in bir demeci ile başlamıştı. “Ortada bir radyo realitesi var. O realiteye göre hareket edeceğiz” demişti. Sanki mevcut yayın yapanlara bir öncelik hakkı tanıyacaklarmış gibi o sözleri algılanıp yorumlandı. Ben de bu demeç sonrası, yasası olmamasına rağmen yola çıkmış oldum. Çok büyük sıkıntılar yaşadık. Realite de var ama icraatta yok. Vali basın toplantısı yapıyor, toplantıya radyoların habercilerini çağırmıyor, yok kabul ediyor. Valinin davranışını bilen bazı kurumlar da radyoları tanımadı.

 

 

Bir ara radyolar kapatılmıştı. Resmi kurum ve kuruluşların tavrı sizi nasıl etkiledi?

Çok zor günler geçirdik. Habercilik yapmak istiyoruz, radyonun anında yayın yapma avantajını kullanmak, insanlara birtakım şeyleri sunmak istiyoruz. Çok başarılı yayınlarımız oluyordu. Yakınının kaza yaptığını bizim haberlerimizden duyan insanların olduğuna tanık oldum. O denli etkili bir yayıncılık yapma olanağı elde etmiştik. Telsiz sistemler ile anında canlı yayınları aktarabilme şansımız vardı ama resmiyette çok sıkıntılar atlattık. Yerimizi çok deklare etmiyorduk. Polis her an baskın yapabilir, cihazlarımıza el koyabilir, kaygısı taşıyorduk. Stüdyomuzun kapı zili çaldığında, gözetleme dürbününden bakıp, gelenlerin görevli olup olmadığını kontrol ediyorduk. Her zil çalışında yüreğimiz ağzımıza geliyordu. Böyle büyük korkularla bir süre görevimizi icra ettik. Genel anlamda resmi görevliler de fazla sıkıntı yaratmamışlardı ama vali tanımıyor, toplantılara çağırmıyordu. Böyle 2 yıl kadar devam eden bir süreçten geçtik.  Radyo 10, 1992’de kuruldu, fakat radyoların, koşullarının, standartlarının ne olduğunu belirleyen yasa 1994 yılında çıktı. Ondan sonra her şey kanuna göre şekillendi. Biz de kendimizi ona göre yeniden yapılandırdık.

 

 

Yeniden yapılandık derken ne gibi koşullar öne sürüldü?

Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi, ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması, medya hizmet sağlayıcılarının idarî, malî ve teknik yapıları ve yükümlülükleri ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluşu, teşkilâtı, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları belirleyen yasa yürürlüğe girdi. Bu aşamadan sonra teknik cihazlarda belli standartlar aranıyordu. Anonim şirket kurmamız gerekiyordu. Onun ortaklık yapısına ilişkin kurallar getirilmişti. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) diye bir kurul oluşturuldu. RTÜK’ün belirlediği kriterlere göre yayın yapılıyordu. Radyolar da standartlara göre hareket edip yeniden yapılandırıldı, yayınlar RTÜK ölçütlerine uygun hale getirildi. Radyo 10, yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte tüm kurallara uyarak 1994 yılından bu yana aksatmadan yayın hayatını sürdürdü.

 

 

Polislerin radyoları bastığı ve kapatmalar yaşandığını söylediniz. Sizin de cihazlarınıza el konuldu mu? Vatandaşın tepkisi ne oldu?

1990’lı yıllara kadar Türkiye’deki tek ses, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) olmuştu. Radyo ve televizyon yayınlarını TRT yapıyordu. 1989 yılında Star Televizyonu yurt dışından yayın yapmaya başladı, Star Televizyonunu başka yayın kuruluşları izledi. Türkiye’de artık özel televizyonlar gündemdeydi. Halk TRT’nin pabucunu dama atmıştı. Televizyonların akabinde radyolar devreye girdi. Türkiye’nin hemen hemen her şehrinde onlarca özel radyo yayın yapmaya başladı. Türkiye artık çok sesli olmuştu. Devletin sesine özel radyo ve televizyonların sesi ortak olmuştu. Halk özel radyoları dinliyor, devletinkilere yeğ tutuyordu. Hükümet bu başıboşluğu disipline edebilmek için harekete geçti. 1993 yılı mart ayında radyoların hukuki gerekçesi olmadığını ileri sürüp, Ulaştırma Bakanlığı aracılığıyla valiliklere radyoların kapatılması için genelge gönderdi.  Radyolar tek tek kapatıldı. Radyo kapatmalar vatandaşların büyük tepkisine neden oldu. Halk radyolara sahip çıktı. Öncelikle ömürleri yollarda geçen ve bu nedenle en çok radyo dinleyen taksi sürücüleri otomobillerinin antenlerine siyah kurdeleler bağlayıp eylemler gerçekleştirdi. Bu akıma diğer ticari araç sürücüleri ve vatandaşlar da katıldı. Demirel hükümetinin koalisyon ortağı SHP’de radyoların kapatılmasına karşı çıktı. Halkın tepkisi, siyah bant ve kurdele eylemi, siyasi gücü elinde bulunduran erk sahiplerini harekete geçirdi eylemlere duyarsız kalamadı, bir süre sonra radyoları serbest bırakmak zorunda oldular. Yerel radyolar demokrasinin çiçekleri gibi yurdun dört bir yanında açtı.  Vatandaşla, resmi kurumların arasında köprü vazifesi gören, insanları bilgilendiren, eğlendiren, eğiten kuruluşlar olarak yaşamımıza girdi. Benim sahibi ve kurucusu olduğum Radyo 10’da Hükümetin düzenlemesi ve radyo yasasının çıkmasının ardından yayın dünyasındaki yerini aldı.

 

 

Radyo 10 ismini kim önerdi? Nasıl bir yayın politikası izlediniz?

Radyo 10 ismini ben verdim. Çünkü Balıkesir’in plakası 10’dur. Yayın politikamız, sadece insanların beğenilerinin peşinde koşan değil, onların beğenileri ile birlikte yaşam kalitelerini arttıracak, katkı sunacak, insanların hayatına ışık tutacak, yayınlar sunmak oldu. En çok dinlenen radyo olmak için de yine insanların beğenisini kazanmayı hiçbir zaman göz ardı etmedik. İkisini bir dengede tutup, sorumlu bir yayıncılık yaptık. Bir bakıma kamu yayıncılığı gibi hareket ettik. Onun için de bize Balıkesir’in TRT’si yakıştırmasında bulunmuşlardır. Bunu kimileri övgü amacıyla, kimileri de yergi amacıyla söyledi. Biz, lakayt olmayan, ciddiyeti olan, güzel Türkçe konuşan, içeriği, haberleri, programlarıyla TRT radyoları gibi yayın yaptık. Bazıları ağır başlı olduğumuz için yergi amacıyla, eleştirmek amacıyla TRT gibi lafını söylemiştir. Hangi amaçla söylenirse söylensin bizim bilinçli bir tercihimizdi ve o minvalde yayıncılık hayatını sürdürdük.

 

 

Bir zamanlar özellikle sanat okulları olmak üzere pek çok lise radyosu vardı ve kısa dalgadan yayın yapıyordu, sonra özel radyolar kuruldu. Radyo kurup yayın yapmak teknik olarak kolay mı zor mu?

Radyo yayınları teknik olarak zordur. Neticede bir verici sistemi gerekiyor. Stüdyo düzenlenmesi gerekiyor. Bir antenle yayınların vatandaşlara ulaşması gerekiyor. Balıkesir’de sanat okulunun radyosu yoktu ama Balıkesir Lisesi’nin eski yıllarda yayın yaptığını okuduk, öğrendik. Okul çevresine yayın yapan bir radyosu varmış. Günün, haftanın, belirli saatlerinde öğrenciler yayın yaparlarmış. Bizim kuşağımız bir radyo kuşağı diyebiliriz. Çocukluğumuzda televizyon yayınları başlamadan önceki dönemde büyüklerimiz Radyo ajanslarını yani haberleri pür dikkat dinlerlermiş. Bizler radyo tiyatrolarını, arkası yarınları dinler, maçları radyodan takip ederdik. Radyo kültüründe yetişmiş bir kuşağız. Dolayısıyla insanların radyodan beklentilerinin ne olduğunu bilerek hareket ettik. Kendi açımdan öyle davrandım, üniversitedeki eğitimle pekiştirince ikisinin karması bir şeyle insanlara radyo yayıncılığını sunma olanağım oldu. Bu şekilde devam ettik, dolayısıyla başarılı da oldu.

PTT’den hat kiralayıp Balıkesirspor’un maçlarını yayınladık. Gazetecilik dönemimden elde ettiğim bir takım kişisel ilişkilerle değişik stadyumlarda arkadaşlarımızın maçı anlatmalarını sağlayacak olanaklar yaratıyorduk. Daha sonra araç telefonları sonunda da cep telefonlarını kullanmaya başladık. Radyo bünyesinde haber merkezimiz vardı. Günlük haberleri koşuşturup, belirli saatlerde dinleyicilere ulaştırıyorlardı. Programcılarımız vardı. 20’ye yakın personelimizin çalıştığı dönemler oldu. Herkesin sorumlu olduğu programlar veya görevler vardı, onları icra ediyorlardı. İlerleyen zaman diliminde Türkiye’de yayıncılığın coşkulu yaşanılan dönemdeki coşkusuna paralel gelişme seyretmedi. İvme giderek azaldı ve coşkusu, etkinliği, izlenirliği zaman içinde eridi.

 

 

Radyoların etkinliğinin azalmasının nedenleri neler oldu?

Radyoların etkisinin azalmasına radyoculuğu yapan bazı insanlar oldu. Anadolu’nun dört bir yanında, daha önceleri kaset ve plak satan insanlar radyocu olmuş. Kaset dolduran, plak satanlar radyoların yayına başlamasıyla iş değiştirmişler radyoculuğa soyunmuşlar. Türkiye’de müzik dükkanları üzerinden bir radyoculuk gelişimi oldu. Eğitim, haber verme, insanları bilgilendirme gibi radyocuların asli görevleri ikinci plana itildi. Yetişmemiş, eğitimini almamış insanlar bir medya, bir radyo sahibi oldu. Yazılı olan veya yazılı olmayan, birtakım kurallardan uzak bu işleri yapmaya çalıştı. Bu insanlar işi bilmedikleri için başarılı olamadılar, sürdüremediler. Bugün halen dünyanın pek çok yerinde yerel radyolar, yaptıkları haberlerle gazetelere haber kaynağı olabiliyorken bizim ülkemizde maalesef radyoculuk geriye gitti ve günümüzde yerel radyolar etkisiz kuruluşlar haline geldi. Personel sayıları azaldı, teknik olarak değişen ortama ayak uyduramadılar. Tüm bunlara bağlı ekonomik olarak gelişemediler. Balıkesir’de 1994 yılında 10 tane radyo, yasanın belirlediği standartları yerine getirerek yayın hakkı elde etti. O günden bu yana karasal yayın yapan hiçbir radyo ve televizyon kurulmadı. Sadece mevcutlar isim ve sahip değiştirerek yeni bir radyo gibi, yeni bir televizyon gibi yayınını sürdürmüştür. Sayı olarak artmamıştır. Bugün itibariyle de Balıkesir’de Radyo 10 ve Karesi FM dışında günlük yayın yapan radyo yoktur. Lisansı devam eden, Balıkesir’den yerel yayıncılık yapmayıp ulusal kanallara kiralanmış radyolar mevcuttur.

 

 

Radyoların kapanmasında, cep telefonları ve internetin ne gibi etkisi oldu?

Günümüzde teknoloji öyle hızlı gelişti ki, ehil olmayan insanların bu işe soyunmaları, teknolojinin değişmesi insanların tercihinde etkili oldu. İnternet yaşamımıza girince öyle gelişmeler oldu ki; sevdiğin şarkıyı anında cep telefonundan dinleyebiliyorsun. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir olaya anında ulaşabilme olanakları bulunuyor. Dolayısıyla radyoya ihtiyaç hissetmeme gibi bir durum oldu. Bu gelişmelere bizzat tanık oldum. 32 yıllık yayın geçmişi olan Radyo 10, yaşımın neredeyse yarısı. 32 yıl benim için büyük ama insanlık için çok küçük bir nokta. O çok küçük süreçte bile o kadar hızlı değişim yaşandı ki; biz başladığımızda arşiv oluşturmak için Unkapanı’ndan sandıklar dolusu kasetler aldık. Sonra CD’ye geçtik. CD’ler demode oldu flaş bellekler çıktı. Şimdi bilgisayar ve yapay zeka var. Yapay zeka, şarkıyı kendisi seçiyor, şarkılara öykü yazıyor erkek ya da kadın sunucu gibi davranıyor. Tüm bunları hiç insan karıştırmadan yapıyor. Yapay zeka insanların yerine şarkıyı seçiyor, programın anonsunu hazırlıyor ve planlanan saatlerde yayına veriyor. Hiç müdahale etmeden bir radyo yayını gerçekleştirebiliyorsun. Bu denli teknolojik gelişmenin yaşandığı kitle iletişim ortamında radyonun çok aktif olmaması düşündürücü. Neticede radyolar hiç yok olmayacak, hep var olacaktır ama cep telefonları olduğu süre zarfında insanlar radyoya ihtiyaç hissetmeyebilir.

 

 

Günümüzde radyocuların en büyük derdi ve sıkıntısı nedir?

Gazetelerde olduğu gibi radyolarda da bu işin sürdürülebilirliğini belirleyen ana unsur ve tek gelir kaynağı reklamlar. Reklamların haricinde radyoların bir gelir kaynağı yok. Hatta ülkemizde radyo ve televizyonlar kestikleri her faturanın belli bir yüzdesini RTÜK’e yani devlete pay olarak geri ödüyor. Devletin desteklemesi, katkı sağlaması bir yana radyolar ve televizyonlar devlete pay veriyor. Ödedikleri vergilerin haricinde ekstra bir pay veriyor. Oysa devlet resmi ilanlarla gazeteleri destekliyor. Gazeteler yayınladıkları resmi ilanlar için para alıyorlar. Radyolarda tam tersine işleyiş var. Devlet Radyolara televizyonlara kamu spotu yayınlamayı zorunlu kılıyor. Yayınlanmazsa RTÜK ceza kesiyor. Yayınladık diye para vermediği gibi bizden para alıyor. Kazandığımız yayınladığımız reklamlardan pay alıyor. Böyle garip bir paradoks var. 32 yıllık radyocuyum, radyoların niye üvey evlat muamelesi gördüğünü anlayabilmiş değilim.  Radyolar 2 seçimden beri siyasi parti reklamı yayınlayabiliyor. Daha önce radyoların ve televizyonların siyasi parti reklamı yayınlaması yasaktı. Radyo çalışanlarına devlet basın kartı vermiyordu. Radyolar kitle iletişim araçları içinde yıllarca üvey evlat muamelesi gördü. İzlenebilirliği, pratikliği, kullanım kolaylığı nedeniyle, anında binlerce insana ulaşabilme olanağıyla çok önemli bir iletişim aracı. Radyoların önemi 1999 Marmara depreminde ortaya çıktı.

Biz bunu Balıkesir Valisi Alaaddin Yüksel zamanında yaşadık. Vali Balıkesir’deki radyocuları toplantıya çağırdı. Toplantıda, “Arkadaşlar sadece radyocuları çağırdım. Çünkü gazetecileri çağırmanın bu ortamda bir anlamı yoktu. Gazeteler söyleyeceklerimi en erken yarın yazabilir. Oysa bizim şu an insanlara hemen ulaşmamız gerekiyor. Şimdi radyolarınıza dönün ve insanlara evlerini terk etmelerini söyleyin. Deprem beklentisi var. Onun için insanların evlerinden dışarı çıkmaları gerekiyor” dedi. Biz de gelip radyolarımızda anonslar yaparak insanlara evlerini terk etmeleri konusunda uyarıda bulunmuştuk. Yakınlarımız telefonla ulaşıp, “bize evinizden çıkın diyorsunuz da siz neden çıkmayıp anons yapıyorsunuz” demişlerdi. Yayıncılık gereği görevimizi yaptığımızı, insanların can güvenliği için yapmak zorunda olduğumuzu söyledik. Radyonun insanlara sağladığı böyle imkanlar da var. Biz görevimizi yapıyoruz fakat ilk başta ekonomik güçlükler olmak üzere pek çok sorun var. Telif haklarıyla ilgili çok sıkıntı yaşanıyor. Radyo 10 olarak 4 farklı meslek birliğine telif hakkı veriyorum. 4 farklı kuruma neredeyse radyonun gelirinin tümüne yakını telif hakkı olarak ödüyoruz. 15-20 sene öncesinde bir sözleşme imzalamıştık. Zaman zaman bunlar yenilendi, imzaladığımız sözleşmeye binaen belirlenen ödeme oranları öylesine arttı ki radyolar bunları ödeyemez boyuta geldi. Ödemeler her yıl artarken radyoların gelirleri de o oranda artmadığından bugün topladığımız gelirin tümü neredeyse telif hakkını ödemeye gidiyor. Anadolu’daki radyoların yaşama şansı kalmadı. İşler benim ve arkadaşlarımın çabası ve özverisiyle yürüyor. Normal şartlarda ticari bir işletme olarak yürüme şansı yok. Bir takım önlemler alınmazsa radyolar faaliyetine son verecektir yani.

 

 

Sorunların çözümü için neler yapılmalı?

Hükümetler her şeyden önce radyolara üvey evlat muamelesi yapmaktan vazgeçmeli. Kamusal bir görevi yerine getirdiğimiz kamu kurumları tarafından kabul edilip, gazetecilere, habercilere tanınan haklar radyoculara da tanınmalı. Yasalar düzenlenirken diğer kitle iletişim araçlarına sağlanan avantajlar sağlanmalı. Gazeteler internet haber siteleri resmi ilan almasalar çoğu kapanır, yayınına devam edemez Radyolar bunlardan yararlandırılmıyor, resmi ilan almıyor. Nisan ayında yürürlüğe giren yasa ile internette yayın yapan haber siteleri resmi ilan yayınlamaya başladı, radyolar üvey evlat muamelesi görerek yararlandırılmadı. Maksat ne anlayabilmiş, çözebilmiş değilim. Telif haklarının adil olması gerekir. 4 farklı meslek birliğine ayrı ayrı telif hakkı ödeyeceğimize yasal bir düzenleme yapılarak bir kaynaktan RTÜK’e ödediğimiz pay gibi orantılı telif haklarının ödenmesini isterim. Söylediğim şartlar sağlanırsa radyolar ekonomik anlamda güçlenir, yatırımlarını yaparak kendi kendini geliştirip belli bir etkinliğe ulaşır. Bu durum kamunun yararına olacaktır. Radyolar bir kalemde silinip yok sayılacak iletişim araçları değildir. Yüzlerce yıl devam edecek önemli, etkili birer ihtiyaçtır aynı zamanda. Radyoların devamı için ülkeyi yönetenlerin bazı adımlar atması gerekir diye düşünüyorum.

 

 

32 yıllık radyoculuk yaşamınızda ilginç bir olayla karşılaştınız mı?.

Radyo yayınlarının yasaklandığı zaman halkın bize sahip çıkması çok etkileyiciydi. Çok duygusal anlar yaşadık. Bir anda yayınlar susturuldu, onlarca çalışan, binlerce dinleyici, bizlere destek için ne yapılması gerektiğini soruyor. Radyonun telefonları susmuyor. Herkes protesto etmek için ne yapılması gerektiğini soruyor. Siyasetçilere faks çekmek için bizden telefon numaraları istiyorlar. Biz de devletin ilgili kurumlarının faks numaralarını veriyoruz. Otomobillerin, taşıma araçlarının antenlerinde siyah kurdeleler var. İnsanların bize sahip çıkmasını unutamam. Gösterilen hassasiyet sonucunda radyolar tekrar yayın hayatına başlayabildi.

 

 

Radyo 10 o dönemde kapatıldı mı?

Balıkesir Valiliğinin emriyle diğer radyolarda olduğu gibi polis Radyo 10’a baskın yaptı. Radyodaki cihazlara el koydular. Fakat yayınları vatandaşa ulaştırmak için kullandığımız vericiyi söylemedim. Çünkü verici yayının halka ulaşmasını sağlayan ana unsur. Kasetler alınırsa yerine başka kaset koyarsın, CD çalarları tekrar alabilirsin ama verici giderse yayın susar. Vericiyi hiç söylemedim. Polis diğer cihazları müsadere etti. Biz, gizlediğimiz verici ile kaçak yayınlar yaptık. Medyada, kitle iletişim araçlarında görev yapmak benim nezdimde, çok önemli, çok değerli kamusal bir görev. Kutsal bir meslek, her insan yapamaz. Ben çocuklarımın bu mesleği yapmasını istemedim. Kuruluş aşamasındaki düşüncem, Balıkesir’de radyosu, televizyonu, gazetesi, ajansı, bünyesinde barındıran bir medya merkezi oluşturmaktı. Böyle bir yatırım yaptığımda çocuklarımı bu işin dışında tutamayacağımı düşündüğüm için vazgeçtim ve radyoda bıraktım. Ben gazeteci olmayı isteyerek, eğitimini alarak bu işe girdim. İlerleyen süreçte çok haksızlığa uğradım. Sesi çıkmayana ses oluyorsun fakat hep ortada kalıyorsun. Don Kişot gibisin. Yarı yolda bırakılıyorsun. Hakkını savunduğun insanlar senin yanında yer almıyor. Dolayısıyla nankör bir yanı var. Bu nedenle çocuklarımın bu işin içinde olmasını istemedim. Yatırımın gelişmesi anlamında yönlendirmedim. Kendi açımdan geriye dönüp baksam 32 yılda bunu bir iş gibi görmedim. Para kazandığım bir iş değil de severek yaptığım bir iş olarak gördüm. Çünkü eğitimini aldığım ve isteyerek yaptığım bir işti. Bir ilk olması nedeniyle radyonun saygınlığı kamuoyunda hak ettiği değeri alması için, gerek resmi mercilerde, gerek halk nezdinde belli bir saygınlığa ulaşması için hep bir çabanın içerisinde oldum. Gazeteciler Cemiyeti gibi kurumlarda görevler alıp katkı sağlamaya çalıştım. 32 yıl sonrasında hala ayni şeyleri yapma konusunda çaba harcıyorum.  Mesleğin istenilen seviyeye gelmemiş olması insanın şevkini kırıyor. 32 yıl boyunca insanlara mesleğin gereklerini yerine getirerek hizmet sunabilmek isterdim. Biz enerjimizi ve çok daha fazlasını bu mesleğin saygınlığının belli bir noktaya gelmesi için çaba harcayarak geçirmiş olduk.

Exit mobile version