Hilmi DUYAR / POLİTİKA / Profesör Doktor Hakkı Keskin’in kıymetini Türkiye bilmedi, 2 kez vatandaşlıktan çıkardı. Keskin, yılmadı, hukuk mücadelesi sonrası yargı kararlarıyla tekrar vatandaşlığa döndü. Uludağ Üniversitesi’ne ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmek istedi, akademik yeterliliği olmasına, sınavları kazanmasına rağmen, kabul edilmedi. Öğrenim görmeye gittiği Almanya, değerbilirliği ile hem üniversitelerinde okuttu, hem akademik kariyer sahibi yaparak üniversite kürsülerinde yer verdi. Yetmedi, önce eyalet milletvekili, sonrasında federal Almanya milletvekili yaptı. O da yetmedi Avrupa Birliği Parlamenterler Meclisi üyesi yaptı. Bu gelişmeler, Hakkı Keskin’in kararlılığı, mücadeleci ruhu ve kıvrak zekası sayesinde oldu.
Prof. Dr. Keskin, öğrencilik yıllarında, Almanya’daki Türk toplumunun, yaşadığı ülke vatandaşlarıyla eşit haklara sahip olması için mücadele verdi. Almanya’da kendi halkının hakları için mücadele verirken, Türkiye’deki gelişmeleri izlemeyi ihmal etmedi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasını engellemek için açlık grevlerine öncülük etti. Bu mücadelesine Alman Cumhurbaşkanı Gustav Heinemann bile destek verdi. Giriştiği mücadele yurt dışında takdir edilirken, Türkiye’de vatandaşlıktan çıkarılmasına kadar uzadı. Keskin, “Ben Nazım Hikmet’ten sonra vatandaşlıktan çıkarılan ikinci Türküm” derken, vatandaşlığa geri dönmek için savaşmaktan asla geri dönmedi. Avukatları Uğur Mumcu ve Uğur Alacakaptan sayesinde 2 kez vatandaşlık hakkını elde etti. Bu kadar çok badireyi atlatırken, Almanya’da, milletvekili, Profesör oldu. Yazdığı, Die Türkei (Vom Osmanischen Reich Zum Nationalstaat) kitap pek çok ülkede kaynak kitap olarak kabul edildi.
Prof. Dr. Hakkı Keskin Kimdir?
Trabzon Maçka Hamsiköy’de doğdum. 2 yaşındayken, Of, Çaykara ve çevresinde büyük bir sel felaketi olmuş. Bizim aile ile birlikte yüzlerce aile, Karadeniz Bölgesi’nden Erzincan’a naklettirilmiş. Erzincan’ın Tercan Kazası Sarıkaya Köyü’nde bize devlet çok uygun fiyata yer vermiş. Ben bu olayları yaşamış görmüş değilim, daha sonraki yıllarda olanları yakından öğrendim. Çocukluğum Sarıkaya Köyü’nde geçti. İlkokulu Sarıkaya’da okudum. Köy enstitüsü mezunu öğretmenimiz vardı, çok iyi bir ilkokul öğrenimi yaptım. Tercan’da ortaokulu okudum. Erzincan’da lisedeyken her zaman gittiğimiz kahvede oturan yabancı bir mühendis ile karşılaştım. Ne iş yaptığını, neden Erzincan’da bulunduğunu sordum. Petrol mühendisi olduğunu, görevli geldiğini söyledi. 2 Ağabeyimin Almanya’da olduğunu belirterek, gitmemi önerir misiniz? Diye sordum ve onayladı. 1964 yılında Erzincan Lisesi’nden iftiharla mezun olduktan sonra Almanya’ya gittim. Üniversiteye girmek istedim. Türkiye’de Liseyi bitirene dek 11 yıl eğitim aldığım için, lise diplomam denk sayılmadı. Almanya’da u süre 13 yıldı. Üniversiteye gidebilmem için önce Almanca öğrendim, sonra 2 yıl daha lise eğitimi aldım.1967 yılında Hamburg Üniversitesi Siyaset Bilimi (Politische Wissenschaft) öğrenimine başladım ve sonrasında, Freie Universität Berlin, Türkçe anlamıyla, Berlin Özgür Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudum. Aynı fakültede 1976’da Siyasal Bilgiler ve Ekonomi doktorasını yaptım. 1979’da Ecevit’in başbakanlığı döneminde, Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak çalıştım. 1980’de siyasi nedenlerden Almanya’ya döndüm.1993-1997 yılları arasında Hamburg Eyalet milletvekilliği yaptım. 18 Eylül 2005’de Federal Almanya Parlamentosu milletvekilliğine seçildim. Sol Parti meclis grubunda Federal Almanya Parlamentosu Avrupa Birliği Komisyonu ve Milli Savunma Komisyonu üyesi ve İçişleri Komisyonu yedek üyesi olarak görev aldım. Avrupa Parlamenterler Meclisi üyeliğine seçildim. Ayrıca Sol Parti’nin Avrupa Birliği Genişleme Görevlisi oldum. Evliyim, 2 kız babasıyım.
Almanya’da 2 yıl fark dersleri almışsınız öğrencilik yaşamınız nasıl geçti?
Ben siyasal bilimler okumayı kararlaştırdım. Almanya’nın en iyi siyasal bilgiler okulunda okumaya karar verdim. Türkiye’de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi nasıl ünlüyse, Berlin’deki siyasal bilgiler okulu da bu işin merkeziydi. Orada siyasal bilgiler öğrenimi yaptım. Öğrencilik yıllarında, Almanya’nın 16-17 şehrinde Türk Öğrenci Birlikleri vardı. Almanya Türk Öğrenci Federasyonu vardı ben onun başkanlığına seçildim. Federasyon işleriyle uğraşırken, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yakından izliyordum ve bu nedenle Almanca, Türkçe, Türkiye’deki siyasi duruma ilişkin eleştirilerim oluyordu. 68-69 yıllarında Almanya’da bir öğrenci müfettişi vardı. Benim yaptığım çalışmaları Türkiye için sakıncalı gördü, rapor verdi. Bakanlar Kurulu da benim vatandaşlıktan atılmam için istekte bulundu, sonuçta beni vatandaşlıktan çıkardılar. Bakanlar Kurulunun aldığı karar hem Türkiye’de, hem yurt dışında çok büyük protestoya neden oldu. Basın geniş yer verirken, Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarları konuya çok önem verdi. Alman medyası da duyarsız kalmadı haberi geniş şekilde duyurdu. Almanya’da 7 öğrenci derneği, 7 şehirde açlık grevleri yaptı. Rahmetli Uğur Mumcu, Uğur Alacakaptan’la birlikte avukatlığımı yapıyordu. Yargıtay’da davayı kazandık yeniden vatandaşlık hakkını elde ettim. 1971 muhtırası oldu ve ben 2’inci kez vatandaşlıktan çıkarıldım. Türkiye’de vatandaşlık davam devam ederken, Almanya’da Üniversiteyi bitirdim, doktoramı tamamladım, bir süre asistan olarak üniversitesinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndüm.
Neler söylediniz de vatandaşlıktan çıkarıldınız?
Kendimi sol Kemalist olarak tanımlayan birisiyim. Atatürkçüyüm, kendimi demokratik sosyalist olarak görüyorum.1971 muhtırası olmadan gidişatın o doğrultuda olduğunu gördüm, 1968-69 yıllarında, Almanca Türkçe bir bildiri yazdım. Bildirimde, gidişatın Yunanistan’daki askeri darbe öncesine benzediğini, Türkiye’nin, yavaş yavaş demokratik ilkelerden uzaklaştığını belirterek, özellikle 1961 Anayasası’na vurgu yaptım. Ben bu işleri çok iyi incelediğim için söylüyorum, 61 Anayasası dünyanın, en ileri, en iyi anayasalarından biriydi. 1971’deki muhtıra ile yavaş yavaş değiştirilmeye başlandı. Yazımda bu konulara değinip, eleştirdim. Almanya’daki gençlik hareketlerinin en aktif yerlerinden biri Berlin’di. Ben Almanya Türk Öğrenci Federasyonu başkanı olarak gençlik hareketlerinde Almanya’da lider konumunda olanlardan biriydim. Türkiye’yi yakından izliyorduk. Deniz Gezmiş ve arkadaşları idama mahkum edildiğinde, onların asılmasını önlemek için açlık grevi başlattık. Eyleme ünlü Alman profesörler de katıldı. Grevin 5’inci gününde, Alman Cumhurbaşkanı Gustav Heinemann dedi ki, “Türkiye Cumhurbaşkanı’yla ilişkiye geçeyim, siz grevinizi sonlandırın.” Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile iletişime geçmesinin hiçbir sonucu olmadı. Askeri cunta idamı kararlaştırmıştı ve genç insanlarımızı maalesef kaybettik.
Türkiye’ye ne zaman geldiniz, ne için geldiniz?
Bursa’da yeni bir üniversite açılıyordu. Bursa Uludağ Üniversitesi için, İngiltere’den Fransa’dan gelen arkadaşlar vardı. Benim de katılmamı istediler. Birlikte üniversiteyi çok iyi bir okul yapalım dediler. Toktamış Ateş, İstanbul’dan derslere geliyordu. Almanya’da doktora yaptığım için asistanlık sınavına girdim. Bana dediler ki sınavı kazandın, sonucu bildireceğiz. Aradan 4 ay geçtikten sonra tekrar sınav yaptılar. İkinci sınavdan sonra aynı şekilde bekletildim. Anladım ki siyasi gerekçelerle bu iş engelleniyor. İstanbul’da Uludağ Üniversitesi’nin kuruluşuyla ilgilenen Profesör vardı, ona gittim, kendimi tanıttım. Almanya’dan geldiğimi, Uludağ Üniversitesi’ne müracaat ettiğimi, sınavı kazanmama rağmen bekletildiğimi söyleyip nedenini sordum. Eğer siyasi nedenlerle alınmayacaksam bunu bana söyleyin hiç beklemeyeyim dedim. “Bizi sizin siyasi geçmişiniz ilgilendirmez, önemli olan bilimsel kariyerinizdir, bilimsel niteliğinizdir” diye yanıt verdi. Ümitlenmiştim. Sonucu beklerken, sendikacı avukat arkadaşım Engin Ünsal, Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) sınavla uzman alınacağını başvurmamı söyledi. Bu arada Altan Öymen ile birlikte Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne müracaata gittim. Dekana, Uludağ Üniversitesi’ne girişim siyasal nedenlerle engelleniyor ne yapmam gerek diye sordum. Nermin Abadan’a yönlendirdi, konuşun dedi. Ona gittim, beni görünce sanki eşkıya gelmiş gibi tepki verdi. “Sen burada ne arıyorsun?” dedi. Beni tanıyordu. Almanya’ya geldiğiğinde, toplantılar yaptık. Ankara’daki sınavı kazandığım halde o da olmadı. Devlet Planlama Teşkilatı’na girebilmek için bir tez hazırlamam gerekiyordu. Türkiye’nin 5 yıllık kalkınma planlarıyla ilgili 120 sayfalık, kapsamlı bir çalışma yaptım. Bir sınava tabii tutulduktan sonra DPT’ye girdim. Ben vatandaşlıktan çıkartıldığımda Ecevit tepki göstermişti beni iyi tanıyordu, Mustafa Üstündağ beni tanıyordu. DPT’ye girerken hiç birine gitmedim, bileğimin hakkı ile girdim.
DPT’de hangi konularda çalıştınız, ne yaptınız?
DPT’de özellikle Kamu İktisadi Kuruluşlarını nasıl kurtarırız? Diye çalışmalar yaptım. Çünkü bunları özelleştirmek istiyorlardı. Kamu İktisadi Kuruluşlarını nasıl karlı duruma geçirelim, nasıl çalışır duruma sokalım diye bir ekip kurduk. Başına Makine Kimya Endüstrisi eski başkanı geldi. Ben DPT adına, değişik şehirlere yatırımları incelemek için gidiyordum. Başbakan Bülent Ecevit’in istifasından sonra ekibi ve beni görevden aldılar. Ankara’da Bahçelievler’de kalıyordum. Bahçelievler’de 6 Türkiye İşçi Partili öğrenciyi boğarak öldürdüler. Muzaffer Erdost, bana, “sen burada kalma” dedi. Çankaya’da bir ev boşalmıştı, oraya taşındım. Baktım olacak gibi değil, Bursa’ya annem, babamla görüşmeye gittim, oradan Almanya’ya geri döndüm.
Türkiye’de istenmiyorsunuz Almanya’da nasıl davrandılar?
Almanya’da bilinen, tanınan birisiydim. Geri döndüğümde bir profesör ün yanında oda verdiler, burada kal dediler ve hangi alanda çalışabileceğimi sordular. Bilimsel alanda çalışmak istiyorum dedim. Hochschule für Verwaltung und Rechtspflege Berlin. Yani, Berlin Amme İdare Enstitüsü diye bir yüksekokulda görev verdiler. Türkiye’de benzeri var, kaymakamların yetiştiği okul. Onun Almanya’da olanı. Buradaki sınavda bilimsel çalışmalarım yeterli görüldü, asistan olarak çalışmaya başladım. Göç ve uyum politikasına ilişkin dersler verdim, Berlin İçişleri Senatörünün yabancılar konusunda danışmanlığını yaptım. Yabancılar konusunda pek bilgim yoktu. Bu nedenle özellikle İskandinav ülkelerini ziyaret ettim. İsveç, Hollanda, Danimarka, bu konularda daha ileri düzeydeydi, orada 2 sene çalıştım.
Almanya’daki üniversiteler size Türkiye’de yapılanların tam tersini mi yaptı?
Almanya’da şöyle bir sistem var. Üniversiteler profesör kadrosu oluşturmak için Die Zeit diye haftalık gazeteye ilan verir. Biz şu kürsü için, şu konuların uzmanını alacağız. Onlarca, yüzlerce kişi müracaat eder. Ben de 3 üniversiteye başvurdum. Almanya’ya ilk geldiğim yer Hamburg olduğu için Hamburg’u tercih ettim. Bütün yayınlarımı gönderdim. Yayınlar orada inceleniyor, sonra müracaat edenlerden 3 kişiyi görüşmeye çağırıyorlar. Görüşmede fakültelerden profesörler, hatta öğrenciler hazır bulunuyor. Bir konferans veriyorsunuz, ona göre karar veriyorlar. Ben Hamburg Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu’na (Hochschule für Angewandte Wissenschaften Hamburg) Siyasal Bilgiler ve Göç, Uyum Politikası Kürsüsü Öğretim Üyesi olarak kabul edildim ve çalışmaya başladım.
Öğretim üyesi olunca öğrenci federasyonu ve dernek çalışmalarınızı bıraktınız mı?
Öğrenci derneğinin dışında Türkiye’ye gitmeden önce, Ecevit’i desteklemek için, “Ortanın Solu” ve “Halkçı Devrimci Birliği” derneklerini kurmuştuk. Derneklerde yeterince çalıştım diyerek tamamen kendimi bilime verme kararı aldım. İlginç bir gelişme oldu. Bir arkadaşın çocuğunun doğum günü vardı. 30 kişi ziyaret ettik. O anda televizyondaki haberlerde, Neonazilerin ağır yaraladığı Ramazan Avcı isimli Türk gencinin kaldırıldığı hastanede 24 yaşında vefat ettiğini söylüyordu. Bunun için harekete geçmemiz gerekiyordu. Arkadaşlara bu işi es geçemeyeceğimizi belirttim. Kaba kuvvet yanlısı dernekler dışında, bütün dernekleri, camiler, spor kuruluşları, değişik siyasi partileri pazar günü bir restorana davet edeceğimizi, bu konuyu konuşacağımızı belirttim. 80 sonrası Almanya’ya değişik gruplardan, bölüngülerden iltica edenler olmuştu. Aktif siyaset yapıyorlar ama onlar daha çok birbiriyle mücadele ediyorlardı. Bu görevi yine bana verdiler. Davetimizi yaptık 24 dernek toplantıya katıldı. Olayı ciddi biçimde protesto yapmamız gerektiğini söyledim. Alman medyası da Neonazilerin kaba kuvvetini onamıyordu, Ramazan Avcı’nın öldürülmesinden rahatsız olmuşlardı. Büyük bir eylem yaptık. Avcı’nın cenazesini havaalanına yüzlerce otomobil, kornalara basarak götürdük. Almanya’da hiç görülmemiş bir olay gerçekleştirdik. Daha sonra saldırıların devam edeceğini söyleyip örgütlenmemiz gerektiğini açıkladım. Hamburg’da Türkiye Göçmenler Birliği örgütünü kurduk. Değişik görüşlerden 24 dernek kuruluşa üye oldu, başkanlığına da ben getirildim. 10 sene içerisinde Almanya’nın değişik eyaletlerinde benzer dernekler kuruldu, 1995 yılında da Almanya Türk Toplumunu (TGD) kurduk ve şu anda 220 üye derneğe sahip. 10 yıl başkanlık yaptım, Almanya’da Milletvekili olunca başkanlığı bıraktım.
Türkiye 2 kez vatandaşlıktan çıkarmaya kalktı Almanya milletvekili yaptı. Nasıl oldu?
Hamburg’da, yabancı düşmanlığına, ırkçılığa karşı, eşit haklar için Türkiye Göçmenler Birliği olarak aktif çalışmalar yaptık. Almanya’da eyalet sistemi var. Eyalet parlamentoları, eyalet hükümetleri var. Hamburg Sosyal Demokrat Parti (SPD), şu anda Almanya Başbakanı olan Olaf Scholz’u bana gönderdi. Scholz, beni milletvekili yapmak istediklerini söyledi. Ben 1975’te Sosyal Demokrat Parti’nin üyesiydim. Willy Brandt, Almanya’da çok değer verdiğim en iyi siyasetçilerinden biriydi. Almanya’nın başbakanlığını yaptı. Partide onu devirmek istedikleri zaman, genç sosyalist arkadaşlar benim üye olmamı istemişlerdi, o nedenle üye olmuştum. Türkiye’ye dönünce fazla bir çalışma yapamamıştım fakat üyeliğim devam ediyordu. Arkadaşlarla, eşimle konuştum ve siyasete girmeye karar verdim. Türk olarak ilk yabancı kökenli milletvekili adayı oldum. Aday olmak hemen seçilmek anlamına gelmiyor. Parti kurultayında sizin adaylığınızın onanması gerekiyor. Kurultayda bir konuşma yaptım. Dedim ki göstermelik, vitrinlik kişi olarak düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Almanya’daki Türklerin, diğer göçmen toplumun eşit haklarla yaşaması için mücadele vereceğim. Bu amaçla adaylığımı koyuyorum, bu bilinmelidir dedim. Milletvekilliği adaylığım için bana belli bir yer vermişlerdi. O yere 2-3 kişi daha aday oldu. Buna rağmen büyük bir çoğunlukla seçildim. Hamburg Eyalet Parlamentosuna milletvekili olarak girdim. Almanya’da, Türk olarak ilk yabancı milletvekili oldum. Sosyal İşler Komisyonunda aktif olarak görev aldım. Yabancılarla ilgili hangi çalışmalar yapılmalı diye karlar aldık. Fakat 4 sene sonra kararlar komisyonlardan geçmesine rağmen yapılmadı. Sosyal işler bakanı parlamentonun restoranında benimle konuştu, alınan kararları uygulayamayacağız, eğer bunları yaparsak büyük oy kaybına uğrarız dedi. Seçme seçilme hakkı, Türkçe’nin ana dil dersi olarak okullarda öğretilmesi, ırkçılığa karşı yasaklar ve buna benzer 10 madde uygulanmadı. Ben bir daha adaylığımı koymayacağım dedim. Oysa benim adaylığım sadece Alman basınında değil, Kanada, Japonya’da yankı buldu. TV kuruluşları mülakatlar yaptı. Almanya’da çok tanınan kişilerden biri konumuna gelmiştim fakat tekrar aday olmadım. 10 sayfalık kıyasıya eleştirimi, seçimden sonra medyaya verdim. Sosyal Demokrat Partinin tutarsızlığı ve alınan kararlara uymamalarını eleştirdim. Daha sonra Almanya Türk Toplumunu (TGD) kurduk. Çok geniş bir rezonans buldu.
Kendimi bilime adayacağım derken, hem siyasete, hem derneklere tekrar mı yöneldiniz?
2005 yılında SPD’yi giderek sağa kaydırdılar. Partinin yöneticileri, Almanya’da işçi sınıfı geleneksel anlamda kalmadı. Bunlar orta sınıfı oluşturdular, dolayısıyla biz orta sınıfa yönelik bir sosyal demokrat çizgi izleyeceğiz düşüncesini ortaya attılar. SPD’nin temel dayanağı sendikalardır. Sendikaları es geçmeye başladılar. Yüz binlerce kişi istifa etti. Doğu Almanya ile Batı Almanya birleşince, Doğu Almanya’daki Sosyalist Parti ile istifacılar bir araya gelip Sol Partiyi kurdu. Sol Partinin kurucuları arasında Maliye Bakanlığı da yapan SPD’nin eski başkanı La Fontaine’de yer aldı. Bir gün Sol Parti başkanı beni aradı. Seni milletvekili yapmak istiyoruz diyerek aday olmamı istedi, ben de kabul ettim. Adaylığım yine kongreye sunulacak, yine kongre karar verecek. Kongre zamanı genel kurula gittim. Dışarıda karşıladılar, başkanların yanında yer ayırdılar. Bir baktım benim aleyhimde bildiriler dağıtılıyor. Bildiride, Hakkı Keskin, Ermeni soykırımını reddediyor, asla Sol Parti olarak aday seçmemelisiniz deniyor. O bildiriyi aldım, başkan ve önemli kişilerin arasına oturdum. Bildiri okumaya başladım. Bunu duyan başkan, “Bana onlarca mektup geldi. Siz aldırmayın” dedi. Kendimi tanıtmak için kürsüye çıktım. Ermeni konusunu çok iyi incelediğim için, Ermeni soykırımı iddiaları karşısında 2 zıt görüş var. Türkiye’nin görüşü ve Ermenistan’ın görüşü; Ermeniler diyor ki bunlar soykırım yaptı. Türkiye hayır diyor, Ermenilerin farklı nedenlerle zorunlu göçe tabi tutulduğu, göç sırasında yollarda çeşitli nedenler ve hastalıktan öldüğünü belirtiyor, Fransız, İngiliz, Alman, Ermenistan, Türk, arşivlerinin açılıp, uluslararası tarihçilerden oluşan bir komisyonun arşivleri incelemesini istedim. Başkan beni destekler bir konuşma yaptı ve ben büyük bir çoğunlukla Sol Parti milletvekili adayı oldum. 2005 seçimlerinde Almanya Milletvekili oldum. Partim aday gösterdi, Almanya Parlamentosu beni Avrupa Parlamenterler Meclisi üyeliğine seçti.
Kitaplarınızla ilgili bilgiler almak istiyorum. Kitapların çoğu Almanca Türkçeye çevirmeyi düşündünüz mü?
Babamın müthiş bir yaşam öyküsü var. Dedem müderrismiş. Babam 8 yaşındayken dedem ölüyor. 13 yaşındayken Bakü’den Trabzon ve ilçelerine birisi geliyor. 15-20 yaşındaki gençleri tütün işinde çalıştırmak için Bakü’ye götürecek. Babam, kardeşlerin en büyüğü, bir kız, bir erkek kardeşi var. Bakü’ye gitmeye karar veriyor. Bakü’ye götürecek kişi, babamın annesine 1 altın veriyor. Giden çocukların annelerine, babalarına birer altın veriyor. Babam 1913 yılında Bakü’ye gidiyor. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başlıyor. Rusya’yla Osmanlı İmparatorluğu da savaşa karışıyor. Babam Türkiye’ye dönmek istiyor, dönemiyor. Çükü dönüşler yasaklanıyor. Babam çiftlikte çalışırken yıllar geçiyor. 1917 Ekim Devrimi oluyor, Kızıl Ordu geliyor, sen Türk müsün? Yabancı mısın? Demeden babamı askere alıyor, Kızıl Ordu’da süvari oluyor. Babam bize başından geçen öyküleri defalarca anlattı. Ben Türkiye vatandaşlığından çıkartıldığımdan, 10 sene kadar Türkiye’ye gelemedim. Babam bir gün Almanya’ya ziyaretime geldi. Bir öğrenci yurdunda kalıyordum. Çok sevindim. O zamanlarda müthiş bir dayanışma vardı. Bir Alman arkadaş uzak Asya’ya gideceklerini söyleyip, 150 metrekarelik evinin anahtarlarını bana verdi. Berlin’de babanla istediğin kadar kalabilirsin dedi. Arkadaşımın evine yerleştik. Babama dedim ki ben senin bu hikayeni kasete almak istiyorum. 8 gün, boyunca günde 2-3 saat konuşturup kayıt altına aldım. Güzel bir bant oluşturdum. Tabii biz politikaya atılınca o kaseti unuttum. Aradan yıllar geçti aklıma geldi. Kaseti dinleyeceğim fakat o aletler kalmadı. Televizyonda çalışan bir Türk arkadaş var. Hocam dedi bunu orada bir deneyelim. 1 saatlik süreyi 3 saatte aktarabiliyor. Çok zor olacak. Yeğenim amca İstanbul’da bu işi yapan bir yer var, oraya bakalım deyince İstanbul’a geldik ve eski bantları günümüze uyarladık. Babamın bu öyküsünü yazarken, benim de başımdan pek çok olay geçti, kendi hikayemi de yazayım dedim. Babamın yaşam öyküsü ve benim Almanya’daki 50 yıllık mücadelemin biyografisi bir kitap haline geldi ve Cumhuriyet Yayınları’nda çıktı. 2’inci baskısı da bitmek üzere.
Kızıl Ordu Süvarisi Trabzonlu Hacı Hasan ve Yedinci Oğlu kitabından başka basılmış kitabınız var mı?
Almanca mesleki kitaplarım var. Ben doktora çalışmamı Osmanlı İmparatorluğu’nda sanayi devrimi niye yapılamadı? Osmanlı İmparatorluğu niye geri kaldı? Ve bunda hangi etkenlerin rolü var? Dış etkenlerin mi? İç etkenlerin mi? Konusunda yaptım. Bunları incelerken aynı zamanda Hindistan ve Brezilya olaylarını da inceledim. Çok kapsamlı, 700 sayfalık bir doktora çalışması yaptım. Türkiye’ye gelemediğim yıllarda zaten Türkiye’ye gidemiyorum yapabileceğim ne kadar araştırma varsa hepsini yaptım. Amcaoğlu Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyordu, bana durmadan kitap gönderirdi. Çok kitap okudum ve 700 yüz sayfalık kapsamlı doktora çalışması yaptım. Almanya’da doktora çalışmamı 2 profesör inceleyip, not veriyorlar. Doktora çalışmamda alabileceğim en yüksek notu aldım. Almanya’da övgülü pekiyi diye bir not var. Yani bir pekiyi var, bir de pekiyinin övgülü pekiyisi var. O notu alarak doktora yaptım. İleriki zamanda da, “Die Türkei” adlı kitap olarak yayımlattım. Şimdi kitabım Almanya’da ana kaynaklardan biri oldu. Sadece Osmanlı İmparatorluğunu değil 1970’li yıllara kadar Türkiye’yi çok detaylı araştıran, inceleyen bir çalışma çıktı ortaya ve 5 baskı yaptı. Bir hayli de para kazandım o kitaptan. Para kazanmak için yapmadım onu ama iyi kazandırdı. Türkiye’de kitaplardan fazla para kazanılmaz ama orada kazandırıyor. Almanya’da kendi ismimle 10 kitabım var. Bir de başka bilim adamlarıyla birlikte yayınlanmış 30 civarında kitabım var.
Ana kaynak olarak kullanılan doktora tezinizin Türkçesi yayınlandı mı?
Türkçeye çevirme konusunu rahmetli Aziz Nesin ile bir gün yan yana gelip konuştuk. Önemli bir kaynak kitabım olduğunu, onu Türkçeye çevirmek için nasıl bir yol izlemem gerektiğini kimlerin çevirebileceğini sordum. Aziz Nesin kitabı en iyi benim Türkçe diline çevirebileceğimi söyledi. Benim yoğun çalışmalar içerisinde zamanım olmadı. Eni yazılar var, Avrupa’nın dört bir yanına binlerce konferansa gittim zamanım olmadı. Türkçe yazdığım kitabın şu anda benim bu Türkçe yazdığım kitabı Almanca basılsın diye çevirisi yapılıyor. Çeviri işi de başlı başına bir meslek. Benim Almancam çeviriyi yapmaya uygun ama doğrusu yorucu, zahmetli bir iş. Çok zaman alıyor. Onun için bir birisi bunu yapıyor.
Şimdi ne yapıyorsunuz? Emekli gibi mi yaşıyorsunuz?
Ben durmadan bir şeyler yazıyorum, araştırıyorum, Facebook’ta 5 bin takipçim var, 260 kişi de sırada yeni takipçi olmak istiyorlar. Ben arada bir Cumhuriyet Gazetesi’ne yazıyorum. Dünya Türk Formu diye bir şey var. İnternet üzerinden. 200-300 bin kişiye ulaşıyorlar dünyada. Bunun merkezi Amerika’da ve Almanya’da. Ben bütün yazıları oraya gönderiyorum. Onlar internet üzerinden yayınlıyor.
Hangi konularda yazıyorsunuz?
Almanya’da, Avrupa konularında görevli milletvekiliydim, Avrupa’yı araştırıyordum. Son yıllarda Türkiye’deki durum beni çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü Türkiye’de özellikle 2007’den bu yana demokrasi, insan hakları, özgür basın, bağımsız yargı, fikir özgürlüğü, hukuk devleti çok büyük ölçüde zedelenmiş durumda. Yani bu konuda olabildiğince yazıyorum. Türkiye’yle ilgili konuları Almanca da yazıyorum. Almanya’da dergilerde zaman zaman yayınlanıyor. Türkiye’nin temeli bana göre Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine dayanıyor. Nedir onlar? 6 okla belirlenmiş olan temel ilkeler ve en önemlilerinden biri laiklik. Laikliği, Türkiye’nin çimentosu olarak görüyorum. Farklı inançtaki insanlar özgürce inançlarını söyleyebilmeli ama dini inançlar siyasete alet edilmemeli, siyaset için kullanılmamalı. Maalesef, Atatürk tarafından yasaklanan Tarikatlar, Şeyhler, Şıhlar bunlar siyaseti büyük ölçüde etkiliyor, hatta belirliyor. Şeyh Sait isyanını kutsal sayan bir parti parlamentoda yer aldı, kabul edilebilir bir şey değil. Demokrasiye, hukuk devletine inanan insanlar olarak elimizden geldiği ölçüde gereken neyse yapmamız lazım. Ben de bunu yazılarımda anlatıyorum. Almanya’da çok sık konferanslara çağırılıyorum. Seçimden 6 hafta önce, Almanya’dan buraya geldim. Bunu da anlatmadan geçmek istemiyorum. Almanya’da 3 şehirde, Berlin’de, Hannover’de, Kiel’de, bunlar 3 eyaletin baş şehirleridir, konferanslar verdim. AKP Türkiye’yi 21 yılda nereden nereye getirdi? Verilerle, rakamlarla açıkça ortaya koydum. Burada Atatürkçü Düşünce Derneği’nin üyesiyim. ADD başkanıyla görüştüm, seçimlere 6 hafta var, Millet İttifakı’nın elemanlarıyla birlikte, Burhaniye’de, Edremit’te, Ayvalık’ta, köylerinde, konferanslar verelim. ADD başkanı CHP örgütüne soralım dedi. CHP Başkanı bunlara gerek yok, milletvekili adayları söylüyor, gerekli açıklamaları yapıyor dedi. Bu anlayışı kabul etmek mümkün değil. Sonuç ortada.
Medyada, sosyal medyada gördük Almanya’da marketler boşaldı, yağ yok, un yok, gıda malzemesi yok durum çok kötü diyorlar. Bu ortamı yaşadınız mı?
Yurt dışını, Avrupa’yı, tanımayan insanlara her türlü gerçek dışı yalanlar söylenerek Türkiye’deki enflasyonun nedeni izlenen politikalar değilmiş yurt dışından kaynaklanıyor gibi göstermek istiyorlar. Almanya’yı, Avrupa ülkelerini hatta Amerika’yı örnek gösteriyorlar. O ülkelerde enflasyon oranları belli. Almanya’da özellikle, Ukrayna, Rusya savaşı nedeniyle, fiyatlarda belli bir artış oldu. Bu artış da % 8-9 oranında oldu. Yıllık ortalama % 10’u geçmedi ve şuanda enflasyon ortalaması% 5’in altında. İnsan gülmekten kendini alamıyor. Ben yılın 5-6 ayını Almanya’da yaşıyorum. Almanya’da hiçbir zaman marketlerde Raflar boşalmadı. Böyle bir olay yok. Tuvalet kağıtlarında bir daralma olabilir diye bir duyum geliyor. İnsanlar tuvalet kağıtlarını fazla alıyorlar. Benzer 1-2 üründe olmuş olabilir ama hiçbir zaman sıkıntı olmadı. Bu tür yalanlara maalesef insanlarımızı inandırıyorlar. Açıklamayı yapan kişi cumhurbaşkanı olunca, söyledikleri bazı kişiler tarafından gerçek kabul ediliyor.
DSP ya da CHP’den gelin bizden milletvekili olun teklifi gelse ne yapardınız?
Ben eğer milletvekilliğimi sürdürmek isteseydim 2010 yılında Sol Parti’den tekrar adaylığımı koyardım ve tekrar seçilmek için şansım vardı. Bana böyle bir teklif Deniz Baykal tarafından geldi. O zaman Almanya’da milletvekiliydim. Ben şu anda belli bir yaşa geldim. Diyelim ki 10 yıl önce, Almanya’da tekrar adaylığımı koymadığım dönemde teklif gelseydi bunu düşünebilirdim. Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin üyesiyim ama belli bir teklif gelmedi, geleceğini de sanmıyorum. Çünkü ben gelişmeleri eleştirel gören, izleyen birisiyim.
Kanada, Amerika, İngiltere, Japonya, gibi ülkelerde Millet ittifakın fazla oy çıkarken, Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerde az çıktı sebebi nedir, bunun dışında sizin söylemek istedikleriniz var mı?
Almanya, Fransa, Hollanda, Danimarka’daki vatandaşlarımızın, çoğunlukla AKP’ye oy verdikleri gerçeği var. Berlin’de bu başa baş olduğunu da söyleyeyim. Oradaki insanlarımız belli yıllarda dışlandılar, horlandılar, eşit vatandaş görülmediler. Erdoğan çıkıyor, Merkel’e, Hollanda Başbakanına veya Fransa Cumhurbaşkanına ağır suçlamalarda, hakaretlerde bulunuyor. Büyük bir lider pozisyonu olarak kendini ortaya koyuyor. Eğitim durumu yeterli olmayan insanlar, bizim cumhurbaşkanımız ona kafa tutuyor, buna kafa tutuyor diye ilgi gösteriyorlar. Eğitim düzeyi farklı olan Kanada’da, Amerika, İngiltere’de durum farklı. Bu ülkelere daha çok eğitime giden öğrenciler var. AKP’ye değil de muhalefete oylarını verdiler. Türkiye’deki gelişmeleri yakından izlemeye devam edeceğim. Türkiye’de demokrasiyle bağdaşmayan hukuk devletiyle bağdaşmayan laiklikle bağdaşmayan ciddi biçimde kuşku duyduğum bir durum var. Bugünkü hükümet, Türkiye’yi şeriat devletine doğru taşımaya çalışıyor. Şeriat yanlısı kesimleri ödün verilmesi, onlarla ilişki kurulması, hatta meclise taşınması bunun sonucudur. Dilerim yanlış uygulamadan vazgeçilir. Son olarak muhalefetle ilgili görüşlerimi söyleyeceğim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi, Atatürk’ün kurduğu parti, Cumhuriyet Halk Partisi’dir. CHP’de yaşanan gelişmeler sadece beni değil CHP’ye üye yüzbinlerce insanı, sadece üyeleri değil, CHP’ye oy veren % 25 insanı derinden üzmektedir. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde değişmez bir kural vardır, bir parti başkanı, bir seçimi kaybederse ertesi gün istifa eder. Kılıçdaroğlu 12 seçimi kaybetti, hala koltuğuna yapışık kalmak istiyor. Bu kabul edilir bir politika değil. Kılıçdaroğlu 28 Mayıs’ta değilse bile, 29 Mayıs günü seçim sonuçları kesinleşince, “Elimizden gelen çabayı gösterdik, seçimi kazanamadık” diyerek istifa etmeli ve partide gençlere kapıyı açmalıydı. 13-14 gün sessiz kalındı, sonra, “Aldığımız sonuç az bir sonuç değil, % 48 oy aldık.” Ya ne aldın? Sen seçilebildin mi? Hayır, seçilemedin, seçimi kaybettin, hemen istifa etmen gerekirdi. 12 seçim kazanamayıp koltuğunu korumaya çalışmak kabul edilir bir tavır değil. Ben CHP’nin tüzüğüyle, Alman Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti, Yeşiller Partisi tüzüklerini karşılaştırdım. CHP’nin sahip olduğu yetkiyi, incelediğim partilerde 40-44 kişilik merkez yönetim kurulları, Burada sadece genel başkan bütün konulara karar verebiliyor. Bu durum CHP’de parti içi demokrasinin olmadığını gösteriyor. Tabii ki bu sadece CHP’yle ilgili değil, diğer partilerde durum daha da kötü. AKP’de zaten sadece başkan ne diyorsa o oluyor. Dolayısıyla benim kanımca artık ivedi olarak CHP’de bir tüzük değişikliği yapılması, genel başkanın delegeler üzerinden değil, aktif parti üyeleri tarafından doğrudan seçilmesi gerek. Almanya’nın sağ partileri olan Hristiyan Birlik Partilerinde bile genel başkan parti üyeleri tarafından seçilir. Türkiye’de de genel başkanların tüm üyeler tarafından seçilmesi gerektiğine inanıyorum.