TÜKENENLER GİTMELİ ARTIK

 

Ülkemizde iktidar koltuğuna oturanların önemli bir kısmı, demokrasiyi sadece bir sandık rejimi olarak görmek istediler. Halkın vekile bir vekalet vermesi, demokrasi için yeterli oluyor onlara göre. Vatandaşın öyle her kademede karar alma süreçlerine katılması, yapılanları sorgulaması ve hatta hesap verilmesini istemesi ise hiç uygun görülmüyor. “Halk için gerekenin en iyisini düşünür, en uygun zamanda da yaparız” anlayışı hakim bizdeki iktidar sahiplerinde.

Sandığın varlığını ve seçimlerin yapılıyor oluşunu, o sisteme demokrasi demek için yeterli görmeyip soru soran, işlerine karışanlara ise alenen “siyaset yapma” diyorlar. Kendileri yapıyor ya o işi, anlaşılan sıradan vatandaşların bu alana girmesine tahammülleri bile bulunmuyor. Bu nedenlerle de, her fırsatta mevcut sistemin kurallarını değiştirmeye, çeşitli yeni düzenlemeler yapmaya koyuluyorlar. “Ben bu seçimi kazandım, hep kazanayım” girişimleri bitmek bilmiyor. Ülkemizde demokratik geleneklerin yerleşememesinde bu tavır da çok etkili oluyor. Anayasa, yasa, yönetmelik ne varsa sık sık değişiyor bizde. Gücü eline geçiren, kuralları kendisine göre yeniden dizayn edip, geleceği belirlemeye girişiyor. Üstelik sadece askeri darbe dönemlerinde değil, her iktidar döneminde sıkça rastlanıyor bu duruma.

 

KASIM 2002 SEÇİMLERİ: 1/3 OYLA 2/3 SANDALYE…

Hatırlayın lütfen, Ağustos 2001’de henüz kurulan AK Parti, Kasım 2002 seçimlerinde toplam oyların 1/3’ünü alarak geldiği Meclis’te, sandalyelerin 2/3’üne sahip olabilmişti değil mi? Bu sonuca yol açan sistem dizaynı, kendi eserleri değildi. Bunu önceki iktidarlar kotarmışlar ve baraj altında kalan küçük partilerin parlamenter sistem dışına itilmesini sağlayarak, muhtemel seçim zaferlerini de böylece teminat altına alacaklarını sanmışlardı. Fakat keser de, sap da dönüverdi ve değişen sistem AK Parti’ye çalıştı. O seçimde, % 10 barajını aşamayan üç partinin oyları sadece boşa gitmekle kalmadı, çoğunluk partisi olan AK Parti’ye yaradı. Bir kere çoğunluğu ele geçirdikten sonra da, bir daha bırakmamayı ilke edindiler. Parti yeniydi belki ama kurucuları dünkü çocuk da değildi. Siyasette pişmişlerdi ve çok çabuk adapte oldular bu demokrasi oyununun kurallarını değiştirme işine.

Önceleri tedirgindiler belki. Fakat hükumet olmaktan iktidar olmaya doğru evrildikleri yıllarda, devletin tüm kurumlarında ve her alanında, “teslim almakta” ve “değişiklikler yapmakta” sınır bile tanımadılar. Hatta sonunda, mevcut sistemi tümüyle değiştirip, iktidarlarını devletin ta kendisi haline getirdiler. Haliyle demokrasi falan da kalmadı ortada.

 

CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ…

Çok yana yakıla, üstelik tarihsel  mağduriyetlerinin temel kaynağı olarak sürekli eleştirip dert yandıkları “tek parti” rejimini de solladılar ve nihayetinde bir “tek adam” sistemi kurmakta buldular çözümü.

Mutlak iktidarın hikayesi daima böyle olmuştur tarih boyunca. AK Parti de “geleceği dizayn etme” noktasına gelip dayandı sonunda. Zira siyasi geleneğin “lüzumlu yanlarından yararlanma” tarzı çoktan bir kural haline gelmişti ülkemizde. Meşru ve ahlaki kabul ediliyordu bu türden değişiklikler. Adeta, Enver Paşa’nın “yok kanun, yap kanun” devri tekrar geri dönmüştü siyaset sahnesine. Sonunda Nisan 2017’de yapılan referandumla kabul edilen ve Temmuz 2018’de fiilen uygulanmaya başlanan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile artık halkın doğrudan seçtiği kişinin bir siyasi partiye mensubiyetini sürdürmesi de mümkün oldu.

Bu yeni sistemde, Cumhurbaşkanı’nın sadece % 50+1 oy alması yetiyordu zaten. O günlerin siyasi ortamına göre “Torba Yasa”, “KHK ile yönetim” gibi nokta atışlarını siyasi hayata kabul ettiren bir anlayışla, bu türden bir seçim sistemini de dizayn etmiş olan siyasi akıl, işte bugün AK Parti’nin kabusu haline gelen “çoğunluk sağlama” durumunu kendisi yarattı aslında. 50+1 kuralı, seçime gittiğimiz şu günlerde hem siyaset ortamını doğrudan etkiliyor, hem de AK Parti’nin kendi açmazını sergiliyor. Tıpkı “üçüncü kez aday olma” tartışmasının da böyle bir “kurgu hatası” olması gibi. Referandumda dikkate alınmayıp, olası muhatap olarak görülmeyen küçük siyasi partilerin, bugün çok büyük önem kazanması gibi.

 

AK PARTİ O KADAR ÇOK SİYASİ MEFTA BIRAKTI Kİ ARKASINDA…

Yeni sistemle tüm geleceği kurgulamaya girişenler, karşıtlarının asla bir araya gelemeyeceği şeklinde bir düşünce çıpası üzerinde dizayn etmişlerdi sistemlerini. Fakat aradan geçen sürede toplumu o kadar derin bir şekilde ayrıştırdılar ki, sonunda onların bir araya gelmesine de kendileri sebep oldular. İronik bir şekilde, 14 Mayıs 2023 seçimleri doğrudan bu nedenle, kendine niyetlenenlerin  başkasına gümüş tepside sunduğu bir iktidar fırsatına dönüşecek. Bu anlamda, tıpkı 2002 seçimlerinde olduğu gibi, yine bir siyasi oyunun, kurgunun ters tepmesi durumu yaşanacak Türkiye siyasetinde.

Halkın şu kadarının desteği ile tamamına egemenlik kurma düşüncesi, ülkemizde uygulama sahası bulamayacak artık. Sadece kendisini iktidara taşıyan kesimler için iktidar olmayı yeterli ve diğerleriyle sürekli didişmeyi de zorunlu sayan tercihlerinin sonucunda bu noktaya geldi iktidar. AK Parti vaktiyle her girdiği ittifaktan kendisine yarayacak sonuçlarla çıkmasını becerdi belki ama o kadar çok siyasi mevta bıraktı ki arkasında. Şimdi kendisine güvenip de ortaklık kuracak yeni siyasi odaklar bulamıyor. Hatta 2015 seçim yenilgisi sonrasında “istikşafi görüşmeler” ile oyalama yaptırdıkları kendi arkadaşları bile, şimdi o zamanki muhataplarıyla altı köşeli bir masada oturup, halkın desteğini alma yolunda ilerliyor.

 

ORMAN YANGINLARI, DEPREMLER, SEL FELAKETLERİ VE SİYASET…

Masayı  bir araya getiren temelde ise sadece “demokrasi” ortak paydası var. Bu ortaklığa duyulan ihtiyacın, toplumun bütün kesimlerinde bir karşılığı da var. Bunca “benzemez” unsurun uzlaşmasını kendileri sağladılar. Zira bir başka gerçeklik daha var. Uygulamada beş yılını bile dolduramadan, “yeni” denilerek kotarılan bu sistemin, ülkenin dertlerine çözüm olamayacağını, kuvvetler birliği denilen bu yeni buluşun da sadece kişisel yönetim anlamına geldiğini ve devleti giderek zayıflatıp, tüm alanlarda işlerin hiç de iyiye gitmediğini, doğrudan kendileri ortaya serdiler.

Şimdi kaçınılmaz olarak, ülkeye yeni bir siyasal ve toplumsal uzlaşma gerekiyor. Oysa AK Parti daha düne kadar topluma ısrarla uzlaşmayı değil de, çatışmayı tercih ettiğini söylemekteydi. Üstelik hem içeriye ve hem de dışarıya yönelikti bu tavır. “Bir gece ansızın gelebiliriz” söylemi hakimdi iktidara. Hatta pandemi döneminden sonra iyice hissedilen ekonomik ve toplumsal krize rağmen, halka başvurup da güven tazelemek yerine, ciddi ciddi seçimleri ertelemek konuşuluyordu.

Fakat deprem felaketi de yaşandıktan sonra, aniden seçim kararı alınıverdi. İktidar, işler daha da sarpa sarmadan, yıkılan kentlerin yeniden kuruluşu vurgusunu öne çıkartarak seçime gitmeye ve halkı tekrar kendi tarafına çekmeye niyetlendi bu sefer de. Ancak bu hiç mümkün görünmüyor. Zira “istikrar” veya “gelecek vaadi” ile AK Parti’nin ismi yan yana bile gelemiyor artık. Vaktiyle mevcut sistemi eleştiren, 21 yılın sonundaysa tıpkı eleştirdiğine dönüşmüş bulunan bir siyasi yapının, halkı tekrar ikna edebilmesi artık mümkün değil. “En büyük” orman yangınları, “asrın felaketi” depremler, “yüzyılın yağışı” ile gelen seller gibi söylemler bile, vatandaşın bakış açısını değiştirmesine neden olamıyor. Çünkü hazırlıklı olmak için pek fazla çalışılmadığını görüyor her durumda. Halk bu seferki seçiminin ne kadar önemli olduğunu biliyor. Bir kavşakta bulunduğunun da ziyadesiyle farkında ve o kavşağın Şanlıurfa Abide Kavşağı’na dönmesine izin vermesi mümkün değil. 

 

AK PARTİ – HÜDA PAR BİRLİKTELİĞİ…

Şimdi Türkiye’de siyaset yeni bir düzleme girdi. İnanç, aidiyet veya ideoloji ile değil; iktidarın sistemli olarak 21 yıldır kutuplaştırdığı ve ayrıştırdığı bir toplumdan, tekrar “hep birlikte Türkiye” olmaya doğru yönelmek istiyor insanlar. Altı köşeli masadan bir köşenin bile feda edilmemesi iradesi doğrudan vatandaşların eseriydi. Şimdi de bu ülkede yaşayan ve parlamenter demokrasiye, kuvvetler ayrılığına, laik eğitime, hukukun üstünlüğüne, sivil topluma değer vermeye inanan herkesin birlikte olmasının sağlanmasıyla bu önemli değişimin gerçekleşeceğine duyulan inancın büyütülmesi bekleniyor.

Cumhuriyet döneminin ilk yüzyılının beşte birine damgasını vuran ve yerleşmiş tüm siyasi gelenekleri altüst eden otoriter bir iktidarın, ikinci yüzyıla da şekil vermesine izin vermemek isteyenlerin yan yana gelmesi, parlamenter demokrasiye geri dönülmesi bekleniyor. Siyasi yelpazenin hemen bütün renklerinin ortaklaştığı bu somut taleplerin karşısında ise, çaresizlik içinde siyaset alanında dini araç edinen yapılardan destek bekleyen bir anlayış yer alıyor. Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen HÜDA PAR ve kamuda hızla örgütlenen Menzil Cemaati gibi tarikatlardan medet ummak durumunda olunması, sadece bir tükenişin son çırpınışları olarak kalıyor. Hatta vaktiyle “biz değiştik” diyerek ayrıldıkları Erbakan’ın oğluna bile seçim işbirliği teklif ediliyor ve Yeniden Refah Partisi’nin 6284 sayılı kanunun kaldırılması da dahil olmak üzere teklif ettiği bazı şartlara ise, AK Parti içinden bile tepki sesleri yükselmesine rağmen yanıtları “görüşülebilir” oluyor. Ancak, Fatih Erbakan kamuoyunun dikkatlerini partisi üzerine çektikten sonra çıkıp işbirliğini reddettiğini, seçime kendisinin aday olarak gireceğini açıklıyor. Elde kalan HÜDA PAR’ın hayrından çok zararı olacak bu iktidara. Tarikatlar ise AK Parti’nin gerçek kimliğini sergilemesine vesile oluyorlar sadece.

 

KALDIRILMAYI BEKLEYEN EKONOMİK ENKAZ…

Son günlerde yaşanan bu gelişmeler, Mehmet Şimşek’in bile geri dönmeye gönlünün  olmaması, mutlak bir tükenişi sergiliyor sadece. İçeride durum tam olarak böyle. Dışarıda ise sadece “görüştük” diyebilmek ve algı yönetimi yapılmak istenen Esad ve Sisi bile, seçimlerin sonrasını beklemeyi yeğliyorlar. Dünyada yeni bir finansal krizin ayak seslerinin duyulduğu şu günlerde, ülkemize Suudi parasından başka bir kaynak da gelmiyor zaten. Böyle bir manzaraya bakınca, “kazasız belasız şu seçimler yapılıp bitse de, yeni siyasal kadrolarla ülkenin reel gerçeklerini konuşarak topyekun bir yeniden kuruluş mücadelesine başlansa” demekten başka söylenecek söz kalmıyor. Tükenenler gitmeli artık, yeni bir ruhla birbirimizi anlamaya ve dayanışmaya gayret edip çalışmak isteyenler gelmeli. Sadece depremin enkazı değil, önümüzde çok büyük bir ekonomik enkaz da var kaldırılmayı bekleyen.

 

Exit mobile version