Balıkesir’in eğitim çınarı: Cahit Yarış

Balıkesir'in duayen eğitimcilerinden Cahit Yarış yaşam öyküsünü, mücadelesini, darbe süreçlerini, Necatibey Eğitim Enstitüsü yıllarını POLİTİKA'ya anlattı.

cahit-yarış

Hilmi DUYAR /POLİTİKA

 

12 Eylül Darbesi öncesinde, Türkiye’de, sağ, sol kavgaları yaşanırken, öğrenci olayları, bu kavganın odağında bulunuyordu. Üniversiteler kanlı olaylardan sonra uzun süre kapatılıyordu. Türkiye’nin öğretmen yetiştiren en başarılı kurumlarından biri olan, günümüzün Necati Bey Eğitim Fakültesi, eski adıyla Necati Eğitim Enstitüsü de bu olayların dışında kalmadı. 4 öğrenci yaşamının baharında katledildi. O yıllarda öğretmenlik, eğitimcilik de zor işlerden biriydi. Necati Eğitim Enstitüsü’ndeki olayları engellemek, öğrencilere en iyi bilgiyi vermek için büyük uğraş veren, okulun öğretmeni ve müdürü, aydınlanma savaşçısı Cahit Yarış, o günlerde neler yaşandığını, okulda eğitimin devamını sağlamak için neler yaptıklarını, ne sıkıntılar çektiğini, anlattı. Eskilerin deyimiyle, “Tabiri caizse” kelle koltukta eğitim vermek için nasıl çalıştıklarını anlattı.

 

Mağdur edilen öğrencileri okula aldığı için, eğitimin kalitesini yükseltmek için gerçekleştirdiği çalışmalar için ödüllendirileceğine nasıl sürüldüğünü, nasıl görevden alındığını açık yüreklilikle anlattı. Cahit Yarış, O gün yaşananların, Türkiye’yi Ortadoğu ülkesi yapmaya çalışan emperyalist güçlerin oyunu olduğunu, ülkemizi karanlığa sürüklemek istediklerini kaydetti. Yarış, terörle ilgili olarak, “Emperyalist devletlerce kendi çıkarları için hazırlanan iktisadi önlemler paketi, daha sonra 24 ocak kararları olarak karşımıza çıkacak bu programın uygulanabilmesi, tüm hak ve özgürlükleri kısıtlayacak, sosyal devleti ortadan kaldıracak otoriter bir rejimle mümkün görülüyordu. Böyle bir rejim kurabilmek için, gerekli ortamın hazırlanmasında terör kullanıldı. Bunun için en uygun yerlerden biri yüksek okullardı. Özellikle Eğitim enstitüleri” diyerek ülkemiz üzerinde yapılmak istenenlere son noktayı koldu. Ve Necati eğitim yıllarını anlattı.

 

 

 

Cahit Yarış kimdir?

Balıkesir’in Balya ilçesi Yarışalan Köyü’nde 1941 yılında doğdum. İlkokulu Balıkesir Kayabey İlkokulunda okudum. Ortaokula 3’üncü pavyon diyorlardı onu da tamamladıktan sonra Balıkesir Lisesine gittim. Mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nu 1965 yılında bitirdim. İlk görev yerim Konya Akşehir İlk Öğretmen Okulu oldu. 1969-1970 öğretim yılında Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’ne öğretmen olarak geldim. Necati İlk Öğretmen Okulunda da derslere giriyordum. 1970 muhtırası olunca bir hayli sancılı günler yaşadık. Bizim kuşağın demokrasi mücadelesinde emeklilik yoktur felsefesi doğrultusunda yaşamımı sürdürüyorum. Derneklerde ve Cumhuriyet Halk Partisinde çalışıyorum. Hem de Necati Eğitim Enstitülü öğrencilerimizle birlikte. Bazen bir araya geldiğimizde “haydi söyleyin bakalım nerede kalmıştık” diye takılıyorum.

 

 

 

 

Okula başlamanız, ilkokul, ortaokul ve lise yıllarınız bir hayli ilginç olmuş. Okula kaydolma öykünüzü anlatır mısınız?

Yarışalan Köyünde ilkokul yoktu. Ailem araştırdı en yakın köylerden birindeki okula kaydımı yaptırdılar. Gidip gelmem zor olacak diye bir ailenin yanına verdiler. Aile bir odada yatıyordu. Ertesi gün beni geri gönderdiler. Köyümüz orman köyüdür ve kaçak ağaç kesilir. Beni kaçak odun taşıyan bir kamyon ile Balıkesir’e gönderdiler. Sabaha karşı elimde çıkın ile kamyondan indirdiler ve Bağlar Sokağı’nda Arabacı Refik denilen yakınımıza teslim ettiler. Ferdane yenge, Refik abi, çok iyi insandı. At arabası yapıyor, tamir ediyordu. Getirdiğim çıkını açtılar, içinden nüfus kağıdım, bir iki giyecek çıktı. Refik Abi ertesi gün bana Kayabey Okulunu gösterip “Bak kızanım görüyor musun? Orası Kayabey Okulu, oraya gidip kayıt yaptıracaksın” dedi. Nüfus kağıdımı aldım, okulun kapısına gelince beklemeye başladım elimde nüfus kağıdı akşama dek bekledim. Okulun Hademesi Şaziye abla bir şeyler anlamış olacak ki, yanıma geldi neden beklediğimi sordu. Okula yazılmaya geldiğimi söyleyince beni müdüre götürdü. Müdür, gazeteci Can Ataklı’nın dedesi Cemil Ataklı’ydı.  Bana geç kayıt yaptırdığım için çok kızdı.  Tabi sonradan durumumu öğrendi. Okula 1 ay gecikme ile başladım.

 

 

 

 

Öğretmenlik yaşamınızın başlarındayken, nasıl oldu da Necati Eğitim Enstitüsü’ne öğretmen olarak atandınız?

Öğrencilik yıllarımda saat tamircisinin yanına çırak olarak girmiştim. Saat tamir etmeyi öğrenip meslek sahibi olmuştum. Saat tamirciliğinin bana çok yararı oldu. Okul masraflarına katkı sağlıyordu. Saat tamircisi 1 liraya tamir ederken, ben okulda 10 kuruşa tamir ediyordum. Yaz tatilinde Saatçide çalışırken biri geldi saatini verdi tamir ettim. Kitaplar üzerine konuştuk İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğrenci olduğumu söyledim. Bana kartını verdi. Muzaffer Tunca, Necati Eğitim Enstitüsü müdür yardımcısı ve meslek dersleri öğretmeniymiş. “Mezun olunca beni ara” diyerek gitti. Gençlik ve öğrencilik yıllarım, bir yandan çalışıyorum bir yandan okuyorum Muzaffer Tunca’nın söylediğini unuttum. Öğretmenlikte ilk atandığım Akşehir İlk Öğretmen Okulu’nda görev yaparken, bir gün ders esnasında görevli gelip, Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü müdürlüğünden telefon ile arandığımı söyledi. Muzaffer Tunca, mezun olduğumu Akşehir’de görev yaptığımı ustamdan öğrenmiş. Bir öğretmene ihtiyaçları varmış. O nedenle bana mezun olduktan sonra neden gelmediğimi, neden haber vermediğimi sordu. “Yarın saat 09.00’da mutlaka Necati Eğitim Enstitüsü Müdürlüğünde olmanı istiyorum” dedi ve telefonu kapattı. O dönemde Eğitim Enstitülerine hoca alınırken, mülakat yapılıyordu. O nedenle beni aramış. Ben zamanında geldim ve sınavlara katıldım1969-1970 ders yılında Necati Eğitim Enstitüsü’nde göreve başladım. Bu arada. 12 Mart Muhtırası oldu. İlginç gelişmeler yaşandı.

 

 

 

 

Vatandaşlar Necati İlk Öğretmen Okulu ile Necati Eğitim Enstitüsünü karıştırıyor. Kimileri aynı okul sanıyor bu konuya aydınlık getirip, 70 muhtırasında yaşananları anlatır mısınız?

Balıkesir’de, Necati İlk Öğretmen Okulu ve Necati Eğitim Enstitüsü diye 2 okul var Halk arasında Necati öğretmen okulu diye adlandırıldığından bazen karışıklık yaşanıyor. Ben Necati Eğitim Enstitüsünde kadrolu öğretmen olarak göreve başladım. Necati İlk Öğretmen Okulu’nda da derslere giriyordum. Muhtıra döneminde sıkıntılar yaşadık. Keşanlı Ali Destanı’yla ilgili bir çalışmamız vardı. Benim branşım tarih ve felsefe. Edebiyat fakültesi mezunuyum ama edebiyat ile ilgili olan tiyatrodan pek anlamam. Okulumuzun öğrenci derneği vardı. Yöneticileri seçimle işbaşına geliyordu.  Çocuklar çok etkindi. Haldun Taner’in yazdığı Keşanlı Ali Destanı’nı sahnelemek istemişler, hiçbir öğretmen yardımcı olmayı kabul etmemiş. Öğrencilerle diyaloğum iyi olduğu için bana geldiler.

Ne yapmak istediklerini anlatıp, yardımcı olmamı istediler, kabul ettim. Tiyatroyu çok severim Yüksek Öğretmen Okulu’ndayken, öğrenciye % 50 indirim yapıldığından, tiyatro izler, Türk Sanat Müziği, Klasik Batı Müziği konserlerine giderdim. Tepebaşı tiyatrosu, Bertolt Brecht’in, “Sezuanın iyi insanı” oynandığı dönemde yakıldı.  Keşanlı Ali Destanını öğrencilerle sahneye koymayı hedefledik ancak ben ne dekordan, ne kostümden anlarım. Balıkesir’de gazeteci Cahit Albayrak vardı. Türkiye’de tiyatronun aksakallarından biridir. Cahit Albayrak’la konuşup yardımcı olmasını sağladım. Oyunun bizzat her şeyiyle ilgilendi. Makyaj, kostüm, dekor, oyunun tekniği üzerinde çok durdu. Çok etkili, çok güzel bir oyun düzenledik. İlçelerden istekler gelince öğrencilerimizi gönderdik ama bazı yerlerde yasakladılar. Saldırılar oldu. Ülkücü gençlerin saldırıları oldu. Okulumuz kuşatıldı, dışarı çıkamadık, mahsur kaldık. 1973-1975 yıllarında Necati Eğitim Enstitüsü müdürlüğü yaptım.

 

 

 

 

12 Eylül öncesi sıkıntılı bir dönemde Türkiye’nin güzide bir okulunda yöneticilik yaptınız. Neler yaşandı o günlerde?

Necati Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü’ne başladım, 1 hafta veya 10 gün sonra öğrenciler yemek boykotu başlattı. Öğrenci derneği yöneticilerini boykot hakkında konuşmak için topladım. Konuşacağım ama gülmekten bir şey söyleyemiyorum. Öğrenciler de şaşırdı. Hayretle bana bakıyorlardı. Bir süre sonra gülmemi bastırıp, çocuklar kusura bakmayın aynı yollardan biz de geçtik, biz de çok sık yemek boykotu yapıyorduk. Göreve başladım siz boykot yaptınız. Eskiden öğretmenlerimiz bizim karşımızda olurdu, şimdi öğrencilerim karşımda, hatırlayınca kendimi tutamadım. Öğrencilerin o boykotta sadece yemekle ilgili istekleri yoktu. Okulun deposunda Amerikan margarin yağları, etler vardı.  Son kullanma tarihi geçmiş diye istemiyorlardı. Gerçekten öğrencilerin dedikleri erzak deposunda çıktı. Benden önce yedirilmiş olabilir. Ama benim dönemimde öyle bir şey olmadı. Depoda bulduklarımızı imha ettik. Eğitim enstitüleri bir ara anarşiyle ilgili odak noktası oldu.

Eğitim ve öğretimin sürdürülmesi için var gücümüzle çalışıyorduk. Aileler çocuklarını bizlere emanet etmişlerdi. Onların güvenliklerinden biz öğretmenler sorumluyduk. Kendimizden çok onları kollayıp korumaya çaba harcıyorduk. Fakat bu durum bizim gücümüzü çok aşıyordu. Hatta hükümetin gücünü bile aşmıştı. Öğrencilerimize terörün ne olduğunu, neyi amaçladığını, ne yapmamız gerektiğini anlatıyorduk. Ülke geneline baktığımızda sanki bir oyun oynanıyor ve bizlerde bu oyunun figüranıydık. 18 Mayıs 1978’de Naver Engin adındaki öğrencim sınıfında bıçaklanarak öldürüldü. Saldırı şişli bıçaklı tüm okulda aynı anda başlatılmıştı. Oysa biz okula girerken, öğretmenler, öğrenciler, memurlar, tüm çalışanların üstü aranıyordu. Derslere ara verdik.

Öğrenci ve öğretmenlerle yaptığımız toplantı sonucunda, olağanüstü önlemler alındıktan sonra okulu tekrar açtık. Bu arada bazı polisler okula girerken yaptıkları aramalarda hadlerini ve maksadı aşan davranışlarda bulunuyordu. Arama süresini uzatıyor, bazen de öğretmenlerin ayakkabılarını çıkartıyordu. Çatışmalar okul dışında da sürüyordu. Kent merkezi ülkücü öğrencilerin, Atatürk Parkı da solcu öğrencilerin kontrolü altındaydı. Balıkesir’e okumaya gelen öğrencilerin bazıları kent merkezini, bazıları Atatürk Parkı’nı görmeden, eğitimlerini tamamlayıp, Balıkesir’den ayrılıyordu. Naver Engin’den sonra, Kazım Turan öğrenci yurdunda, Dursun Duman evinde, Bektaş Yavuz Cumartesi Pazarında öldürüldü. 4 öğrencimizi yitirmiştik.

 

 

 

 

Okula çok fazla öğrenci aldığınız ve bu nedenle bakanlıkla ters düştüğünüz söyleniyor.

1975 yılında Milliyetçi Cephe Hükümeti tarafından görevden alındım. O zaman Finike’ye gittim burada çalışıyordum.  1977’de CHP tekrar hükümet kurdu. Eğitim sorununun çözümü ile ilgili bir rapor hazırladım. Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur’un yanına gittim. Necati Eğitim Enstitüsü eski müdürü olduğumu, Danıştay kararı olmasına rağmen göreve dönemediğimi söyleyip raporu bakana verip Finike’ye döndüm. Bir Pazar günü arkadaşlarla birlikte balık avı için denize açıldık. Kısa bir süre sonra Motor’un yanına Sahil Güvenlik botu yaklaştı. Bir asker “İçinizde Cahit Yarış var mı?” diye sordu. Elimi kaldırıp Cahit Yarış benim dedim. “Kaymakam çağırıyor” diyerek gelmemizi istediler. Kaymakam Fikret Bey çok demokrat bir insandı. Milli eğitim bakanının beni beklediğini söyledi ve Ankara otobüs biletimi verdi. Ben “Görülen lüzum üzerine” görevden alınmıştım, tekrar Necati Eğitim Enstitüsü’ne geri döndüm. Göreve başlar başlamaz, yapılan öğrenci kayıtlarını inceledim. Bırakın taban puanı, lise diploması olmayanlar bile okula alınmış. Elazığ, Yozgat, Erzurum gibi yerlerden gruplar halinde öğrenci kayıtları yapılmış. Yüksek puanlı öğrenciler alınmazken, hak etmeyen öğrenciler alınmış. Bu nedenle bakanlık, “Mağdur öğrencilerin mağduriyetinin giderilmesi” ile ilişkili bir genelge yayınladı. Ben de mağduriyetten başvuran bütün öğrencileri, genelgedeki esaslara göre aldım. Çok sayıda öğrenci almamız Türkiye’de mesele oldu. Eğitim enstitüleri, Balıkesir’i işaret edip, Balıkesir nasıl alıyor? diye bakana şikayet etmişler. Devlet meselesi oldu. Bakan Necdet Uğur Ankara’ya çağırdı. Müsteşarın, genel müdürün, daire müdürlerinin önünde, “Bu kadar öğrenciyi nasıl alırsın?” diye Bağırdı. Bakana genelgeye dayanarak aldığımı söyleyince, genelge incelendi. Bakan ayağa kalktı omuzuma vurup, “Müdür haklı. Mağduriyetlerin giderilmesini istemişiz” dedi. Sorun çözülürken, genelge değiştirildi.

 

 

 

 

Mağdur öğrenciler eğitimde geri kaldı bu sorunu hızlandırılmış eğitim ile mi aştınız? O dönemlerde bir de mektupla öğretim vardı. Bu konudaki düşünceleriniz nedir?

Mağdur olan 4-5 misli fazla öğrenciyi okula almıştım. Kısa zamanda öğretmen yetişir mi? Konusunda da düşünmüştüm. Mağduriyetlerin giderilmesi için bu çocuklara özel programlar, sonrasında da hizmet içi eğitim programı yaptık. Hızlandırılmış eğitimden geçen öğretmenleri tatillerde yeniden eğitimden geçiriyorduk. Hükümet düştükten sonra hızlandırılmış eğitim kaldı. Öğrencilerin mağdur olmaması için hızlandırılmış eğitim gerekliydi. Hızlandırılmış eğitim serüvenimiz böyle bir şeydi. 2’inci Milliyetçi Cephe Hükümeti iş başına gelince, tekrar görevden alındım. Turizm İşletmecilik Yüksek Okuluna öğretim görevlisi olarak atandım.

O sırada 12 Eylül darbesi gerçekleştirildi. Darbe yönetimi, 1402 sayılı sıkıyönetim kanununu yürürlüğe koydu. Bu yasaya göre görevden uzaklaştırıldım. Mahkemeden 4-5 kez dönme kararı aldım. Bazen 1 gün, bazen 1 hafta,  bazen de göreve dönmem aylar sürdü. Bu arada Hocalığımız alındı, Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörlük emrine verdiler. Eşim Sındırgı’nın bir köyünde, ben Bursa’dayım. Aile birlikteliğine de ters kararlar alındı. Uludağ Üniversitesi’nin sosyal tesisinde konaklıyorum. 1-2 gün kaldım. Bir gece öğretmen arkadaşlarımızla buluşmamızdan sonra tesise döndüm. Kapının önünde benim valizim duruyor, Benim değildir, aynısından başkalarında da vardır diye düşünürken, içeriden biri geldi. “Hocam sorun çıkarmayın, ben polisim” dedi.

Elindeki sarı zarfı verdi. Odayı toplamışlar, eşyalarımı almışlar, valizi indirmişler. Zarfı açtım, 1402’liklerin sosyal tesise giremeyeceğine dair. Rektör Prof. Dr. Nihat Balkır imzalı genelge. Nihat Balkır, Uludağ Üniversitesi’ni çok kötü yönetti. Daha sonra üniversiteye de sokmadılar. Darbe hükümeti bizi açlığa mahkum etti. Görevden alındım, kısa bir zaman sonra Bursa İcra Dairesi’nden icraya verildiğime ilişkin yazı geldi. Verilen maaşları geri istiyorlardı. Kavgaya girenin burnu kanıyor. Biz burnumuzu sildik, kavgaya devam ettik. 1995 yılında yargı kararıyla göreve döndüm. 2006 yılında emekli oldum. Mektupla öğretim konusuna gelirsek, Batı’da örnekleri çoktur. Değişik konularda mektupla öğretim olmuş ama öğretmenlik mesleğinde mektupla öğretim uygulaması mesleğin ilkelerine tamamen ters. Uygulamanın öğretmenliği yozlaştıracağını söyledik. 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanun’unun 43, maddesine göre “Tüm öğretmenlerin yükseköğrenim görmesi “ilkesi getirildi. 1974’te de “Mektupla öğretim” yoluyla öğretmen yetiştirme uygulaması başlatıldı. Bir süre uygulandı, mezun olanları daha sonra bir iki aylık eğitimden geçirdiler. Öğretmenlikte olmaması gereken bir uygulamaydı.

 

 

 

 

Necati Eğitim Enstitüsü dergisini neden çıkardınız? Türban sorunun nasıl aştınız?

Öğretmen yetiştiren kurumların bir de çevreyle ilgili görevleri var. 1739 sayılı eğitim yasasında belirtildiği gibi, 1970’te çıkan yasada da var. Özellikle öğretmen yetiştiren kurumlar çevreyi de aydınlatacak, çevreyi de eğitecek. Doğal olarak çevreyle ilişki kurmak, mutlaka bir yayın organını da gerektiriyor. Öğrencilerin yeteneklerini sergilemesi için dergi çıkarmayı planladık. Son derece nitelikli bir dergi yayımladık. Dergi, hem enstitünün çevreyle olan ilişkilerini düzenlemede, hem de öğrencilerimizin yeteneklerini geliştirmesinde bir hayli etkili oldu. Öğrencilerin her konuda makaleleri yer aldı. Eğitim sorunlarıyla ilgili pek çok yazı yayımlandı.

Arılardan, öğrencilerimizin yaşadığı şehirlere kadar pek çok konuyu işledik. Türkiye’nin kanayan yarası haline gelen türban sorunu Necati Eğitim Enstitüsü’nün de sorunlarının başında geliyordu. Birkaç kız öğrencimiz türban ile derslere girmek istiyordu. Bu öğrencileri uyarıp, derslere türbanla giremeyeceklerini söyledik. Israr etmenin kurallara, yönetmeliklere aykırı bir davranış olduğunu anlatmaya çalıştık. Tüm uyarılara rağmen girişimlerini sürdürdüler. Bu meselenin en ilginç yanı kız öğrencilerimizden birisinin okul dışında başı açık gezdiğini belirledik.

Öğrencilerimize tekrar konuştuk; Milli Eğitim Bakanlığı Adli ve İdari Tahkikat Rehberi’ndeki 1925 tarihli, “Binalar dahilinde başı açık gezmek kaidedir.” Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal, Başvekil İsmet imzalı kararnameyi gösterdik. Bu ikna konuşmalarından sonra türban sorunu çözüldü. Türban konusu kapandı derken, imam hatip mezunlarının öğretmen yetiştiren okullara alınmasıyla ilgili bir uygulama başlatıldı. Okula telgraf emri gelince ben bu olayın teyidini istedim.

 

 

 

 

Bir eğitimci, bir yönetici olarak sizi en çok şaşırtan olay, yadırgadığınız olaylar neler oldu?

Bir valinin, bir emniyet müdürünün bana silah taşıma ruhsatı önermesini çok yadırgadım. Kendimi korumam için ısrarla tabanca taşıma ruhsatı almam söylendi. Tabancayı aldım üstelik  Emniyet Müdürlüğünün poligonunda atış talimi yaptırdılar. Vali ve emniyet müdürü, “silah taşımayacağını biliyoruz. Tabanca kullanmazsın hiç olmazsa çekmecende dursun caydırıcı olur” dediler, Öyle yapmak zorunda kaldım. Bu arada birkaç öğretmen arkadaşımıza da tabanca taşıma ruhsatı aldık. Bunu anlatıyorum çünkü o dönemde öğretmen yetiştiren bir kurumun durumunu ve eğitim öğretimin hangi koşullarda yapıldığının öğrenilmesi gerekir.

Biz eğitimciler olarak silaha karşıyız fakat öğretmenler tuvaletinde silah bulununca emniyet müdürünü aradım. Görevlimizin bulduğu silahı tutanak ile teslim ettik. Tabancayı, Bursa’dan gelen toplum polislerinden birinin yanlışlıkla tuvalette unuttuğu belirtildi. Oysa öğretmenler tuvaletine, öğretmenlerden başkasının girmesi yasaktı. Şaşkınlığımı sözlerle ifade edemediğim bir başka olay, bir tiyatro oyununun yasaklanmasıydı. “Bu oyun oynanmamalı” adlı yapıt sahnelenmek üzere öğrenciler tarafından hazırlanıyor. Oyunun başlamasına dakikalar kala polisler Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü’nün oyunu yasakladığına ilişkin telgrafı tebliğ etti. Çok kızdım ve Genel Müdürlüğe, “Dünyada cehaletin, bilime karşı duyduğu kin ve nefretten daha büyük kin ve nefret yoktur. Tutumunuzu kınıyorum” diye telgraf çektim.

 

 

 

 

Necati Eğitim Enstitüsü diyoruz fakat pek çok insan Mustafa Necati’yi tanımıyor. Kimdir Mustafa Necati?

Mustafa Necati Bey, İzmir’in işgalinden sonra Balıkesir’e gelerek, 16 Kasım 1919’da Vasıf Bey ile İzmir’e Doğru adlı bir gazete çıkardı. Milli konular üzerine yazılar yazdı. Eğitimci olduğu gibi aynı zamanda avukat olan Mustafa Necatibey, 26 Ocak 1920’de Balıkesir Barosu’nun kurucuları arasında yer almış ve ikinci başkanlık yapmıştır. Milli Mücadele yıllarında cephelerde savaşmıştır. Mitingler düzenleyip, makaleler yazmıştır. İstiklal Mahkemesi Başkanlığı, milletvekilliği ve çeşitli Bakanlıklar yapan, Cumhuriyetin anıtlaşmış Milli Eğitim Bakanlarından olan, büyük devrimci Mustafa Necati, Mustafa Kemal Harf Devrimini 8 Ağustos 1928’de Sarayburnu’nda yeni harfleri tanıtarak başlattıktan sonra,  8 Ağustos 1928 ile Ekim 1928 arası, 15 bin öğretmeni, Yeni Alfabe ile öğretmenlik yapabilecek duruma getirmiştir. .Daha da önemlisi ders yılının ilk ayında, yaklaşık 500 bin yurttaşın yeni Alfabe ile okuma yazmasını sağlamıştır. Harf devrimi, devrimlerin halka inmesinde, vatandaşlık bilincinin gelişmesinde, Anadolu aydınlanmasında, Ortadoğululuktan Batı uygarlığına geçişte büyük rol oynamıştır.

 

 

 

 

Zor yılların eğitimi ile şimdiki eğitim sistemini kıyaslar mısınız?

Zor yıllar denilen dönemde, öğretmenin, iyi bir matematik, fen, sosyal bilgiler eğitiminin yanında, çok sağlam bir genel kültüre sahip olması isteniyor ve hedefleniyordu. O zamanki eğitim, köy enstitülerinin eğitim felsefesiydi.  Kişilikli, özgür düşünceli ve üretken insan yetiştirmekti. Şimdiki eğitimle kıyaslama olmaz ama cumhuriyetimizin ve Tevhidi Tedrisat Kanununun 100’üncü yılı olması nedeniyle şöyle bir kıyaslama yapacağım. 3 Mart 1924’te, 3 önemli yasa çıkarıldı. Şeriye ve evkaf vekaletinin kaldırıldı. Harbiye vekaleti kaldırıldı ve Tevhidi tedrisat kanunu kabul edildi. Öğrenim birliği yasası ile ikili eğitime son verildi, medrese eğitimi kaldırıldı. Ben eğitimcilik ve yöneticilik yıllarımda, kişilikli, özgür düşünceli ve üretken insanlar yetiştirmeye çalıştım ve eğitim sistemi buna dayalı idi.  Şimdi Tevhidi tedrisat kanunun 100’üncü yılında, eskiye dönmenin temelleri atılmaya başladı. Düşünmeyen, sorgulamayan, biat eden, yönetilmesi kolay olan bir insan tipi yetiştirmenin önü açılmak isteniyor. 100 yıl sonra neredeyse ikili bir insan yetiştirme dönemine girdik. Şimdiki eğitimin özelliği budur. Şu günlerde milli eğitimde yapılan değişiklikler buna işaret ediyor.

Exit mobile version