Hazine ve Maliye Bakanı N. Nebati her fırsatta “Türkiye hem bütçe açığı, hem de kamu borç stoku bakımından birçok ülkeden pozitif ayrışmayı sürdürüyor” demeye devam etse de, vatandaşlar gelecekten çok da emin olamıyorlar. Elbette ki Türkiye “genç ve dinamik nüfusu, güçlü sanayi altyapısıyla önemli avantajlara sahip bir ülke”. Fakat çok kötü yönetiliyor. Kararlar “yanlışsa döneriz” diye alınıyor, uygulamalar “ben yaptım oldu” diye sürdürülüyor ve hesap verilirken de “Rabbim affetsin” deniliyor. Vatandaşlar işte bu yüzden “pozitif bir ayrışmaya” inanmıyor. Aksine, çarşı pazarda gördüğüne inanıyor. Seçimin de yaklaştığı şu günlerde, bir yandan çok yüksek faizle dış borç alarak ülkenin harcama ve ödemelerini sürdürmeye çalışıp, diğer yandan da bütçenin deliğini daha fazla büyütecek yeni “müjdeler” ilan edilirse, geleceğine nasıl güvenle bakacak ki vatandaş? “Yaptıkları, yarın yapacaklarının teminatıdır” diyor ama haklı olarak negatif yönde söylüyor bunu.
KEMAL UNAKITAN TARZI…
Bir ülkeyi yönetmenin çok farklı yönleri var elbette ama gelin biz konuyu devlet hazinesi ve maliyesini yönetme yönünden ilerleyelim. Öncelikle yirmi yıllık AK Parti iktidarları döneminde neler yaşadığımıza dair hafızalarımızı biraz tazeleyelim. Bugüne kadar görevlendirilen altı Maliye Bakanı oldu. İlki Kemal Unakıtan’dı ve Kasım 2002’den Mayıs 2009’a kadar görevde kaldı. O dönem, AK Partinin hükümet olduğu ama tam anlamıyla iktidar olamadığı yıllardı. Çeşitli iç ve dış destekleri ustaca yönetip, vaktiyle Erbakan’ın yaşadığı duruma düşmemeye gayret ediyorlardı. İlginç bir kişiydi Unakıtan, uygulamaları da ilginç oldu haliyle. Bunda R. Tayyip Erdoğan tarafından siyasete davet edilmesinin ve siyasi yasaklı olduğu için onun yerine İstanbul’dan milletvekili seçilmesinin bir etkisi var mıydı bilemiyorum.
Bürokrasiden gelen biriydi ama onun döneminde çok farklı bir “serbest tarz”hakim oldu maliye teşkilatına. Mesela vergi dairesi yetkilileri, mükellefleri tek tek telefonla aranıp “matrahınız bizce az olmuş, düzeltin” demeye başladılar. Sonra baktılar ki, devlet ciddiyetiyle de pek bağdaşmayan bu tarzla istenilen sonuca varılamıyor, geriye dönük bir matrah affı yaptılar. Haliyle denetimden ürken pek çok vergi mükellefi “af diledi” ve ek beyanla yeni ödemeler yaptı. Fakat kaygılarını ele vermişlerdi bir kez, büyük kısmı sonradan denetime tabii tutuldular ve önemli cezalar da ödediler. “Nasıl olsa af çıkar” beklentisi ile “affettiğine çok da inanma” imajı böylece yan yana getirilmiş oldu. Karayolunda trafik kontrol noktasını atlattıktan sonra gaza basan “uyanık” sürücüler için bir kilometre ötede yeni bir çevirme noktası oluşturup, elinde makbuzla beklemeye benzedi bu iş.
MEHMET ŞİMŞEK: “BİR DAHA ASLA…”
Fakat K. Unakıtan bu nedenlerle değil de çok daha farklı sebeplerle kamuoyunun dilindeydi. Şahsa özel uygulamalarıyla dikkat çekti, çocuklarına sağladığı olanaklar çıktı ortaya. Meclis’te hakkında verilen üç ayrı gensoru önergesine muhatap oldu. Ancak hepsi de iktidar çoğunluğu tarafından reddedildi. Araştırma gereği bile görülmedi ama 2009’da kabine dışında kaldı nedense. Ondan sonraki Maliye Bakanı, çocukları şirket sahibi olmayan, hatta iş dünyasıyla doğrudan bağlantısı bulunmayan, uzun yıllar yabancı işverenler için Türkiye’de ve yurtdışında çalışmış birisiydi. Mehmet Şimşek, bakanlığa Merril Lynch şirketinden geçti. Batı dünyasının güvendiği ve o normlara uygun çalışan bir bakan oldu. Onun Mayıs 2009 ile Kasım 2015 arasındaki bakanlık döneminde maliye teşkilatı “garip” işlemler uygulamadı, eski standartlarına döndü. Fakat ülkenin siyasal zemininde iktidar bloku içinde büyük bir güç çekişmesi yaşanmaya başlamıştı ve maliye teşkilatında da etkileri görüldü. Bu konuda değil ama bütçe disiplinini sürdürme konusundaki ısrarı ise gözden düşmesine neden oldu. Sonunda öyle bir kırgınlıkla ayrıldı ki siyaset ortamından, geçtiğimiz hafta yeniden görev alma olasılığı hakkında kendisine sorulan bir soruyu, “bir daha asla” diye cevaplamaktan bile çekinmedi.
“BAKIN BURASI ÇOK ÖNEMLİ!”
Şimşek’ten sonraki dönemde maliye bakanlarının görevde kaldıkları süreler de kısalmaya başladı. Kasım 2015 ile Temmuz 2018 döneminde görev verilen Naci Ağbal, bürokrasiden gelen biriydi ve geleneksel tarza bağlı, mali disiplinden yana bir yönetim uygulamaya çalıştı. Onun dönemi artık mutlak iktidarın oluştuğu yıllara rastladı. Bakanlığın ismi de Hazine ve Maliye Bakanlığı olarak değişti. N. Ağbal kısa sürede yerini AK Parti’nin yükselen yıldızı ve gelecek yıllar için hazırladığı söylenen Berat Albayrak’a bıraktı. Fakat “damat” sıfatı da taşıyan bu yeni bakanın görev dönemi yine oldukça kısa sürdü. “Burası çok önemli” diyerek yaptığı açıklamalar da, ülke tarihinde ilk defa pek çok yetkiyi tek başına elinde tutarak yaptığı uygulamalar da, para piyasalarında güven sağlayamadı.
“FAİZ SEBEP ENFLASYON SONUÇ…”
Kamuya ait önemli miktardaki döviz stoku, onun döneminde piyasayı baskılama amacı öne sürülerek düşük bedelle “arka kapıdan” satıldı ve işbilmezlikle itham edilmesine sebep oldu. Temmuz 2018’de başladığı bakanlığı, Kasım 2020’de bırakmak zorunda kaldı. Yerini bürokrasiden gelmiş olan Lütfi Elvan’a bıraktı. Temmuz 2018 ve Aralık 2021 arasındaki bakanlık döneminde gereken uyumu sağlayıp, “yok para, bul para” sistemi için lüzumlu kıvraklığı gösteremedi. Bunun üzerine görevini, 2018’den beri bakan yardımcılığı yapmakta olan Nureddin Nebati’ye devretmek durumunda kaldı. Yeni bakan, siyasete uzak biri değildi. Ayrıca kendisinin “siyaset bilimi ve kamu yönetimi” üzerine bir de doktorası vardı ama bundan ziyade “faiz sebep enflasyon neticedir” şeklinde özetlenen farklı bir ekonomi ve para politikasının önde gelen bir savunucusu olarak tanındı.
KUR KORUMALI MEVDUATI DA GÖRDÜK
Nitekim Unakıtan’dan bu yana maliye alanında hemen her türlü farklı uygulamaya şahit olan Türkiye, nihayetinde Kur Korumalı Mevduat’ı bile gördü. Parası olanların dövize yönelmemesini temin edebilmek için “siz TL’nda kalın da, vadesine kadar kur ile arasında fark olursa devlet öder” diye özetlenebilecek bu “yeni” sistemin, N. Nebati’nin gelmesiyle uygulama alanına çıkabildiği söylendi. Yani o derece sadık oldu, masasına bırakılan bazı dosyaların hayata geçirilmesinde.
DARPHANE SÜREKLİ ÇALIŞIYOR…
Seçime yaklaşırken, başka bazı bakanlıklar gibi Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda da “tak söylenince, şak diye yapan” birinin varlığı çok önem kazanıyor sanırım. Elbette şapkadan çıkartılan son tavşan da “korumalı mevduat” olmadı bu durumda. Bir senedir patlama yapmasına izin verilen enflasyon, satın alma gücünün yetersizliği nedeniyle 12 aylık dönemde baz etkisiyle Aralık ayında düşüş yaşayınca, yine N. Nebati çıktı kameraların karşısına. Fakat şu günlerde kendisine bağlı Darphane de sürekli çalışıyor, ortalığı 200 TL yepyeni banknotlar kapladı ve üstelik pek çok kamu alacağından feragat edildiğini belirten müjdeli haberler de verilip duruyor kamuoyuna.
HAZİNE ARAZİLERİNİN SATILMASI ÇÖZÜM OLACAK MI?
Bakan bey, muhtemelen bunların Hazine’ye ve kamu maliyesine nasıl bir etkisi olacağını biliyor. Personeli de hesap edip koyuyordur önüne. Ufka baktığında, yakın gelecekte iktidarda olanın elinin yanacağını, yeni vergiler ve büyük bir devalüasyon yapılmazsa, Hazine’yi idare etmenin mümkün olamayacağını da görüyordur. Demek ki, bakanlık süresinin kısalması trendi yine değişmeyecek, N. Nebati de koltukta fazla oturamayacak. Kendisi böyle olsun istemez muhtemelen ama vatandaş farklı bakıyor konuya. N. Nebati görevde kalsa Mars’tan altın mı çıkartıp getirecek, iktidar değişip başkaları gelse ceplerinde parayla mı gelecekler? Hazine’nin deliğini kapatmak için bugünlerde satılan ve 14 Mayıs’a kadar da satılmaya devam edilecek olan Hazine arazileri de elbette bir çözüm olmayacak. Mali dengeleri tekrar oluşturabilmek bile ülkemizin en az üç senesini alacak ve sonuçta Cumhuriyet tarihinin bu en büyük krizinin bedelini yine vatandaş ödeyecek.
SEÇİM SONUÇLARI ÜMİT VEREBİLİR AMA MUCİZE YARATAMAZ!
Gereksiz harcamaların ve iktisat bilimine aykırı kararların durdurulması elbette çok önemli ama tek başına yeterli olamayacak. Fatura ise, babası oy vermeye sandığa gittiği gün dünyaya gözünü açan bebeğin bile hanesine yazılacak. Hiç hayal görmeyelim.
Zira Türkiye’de kamunun dış borçtan aldığı pay ve toplam kamu borcunun milli gelire oranı giderek artıyor. 2002’den sonra azalan bu oran, son yıllarda değişti ve tekrar başlangıç seviyesini yakalayacak düzeye gelmek üzere. Üstelik borçların çoğu döviz cinsinde ve kısa vadeli. Merkez Bankası’nın ödeme dengesi ağırlıklı olarak swap işlemleriyle sağlanıyor ve net rezervi hala ekside bulunuyor. Merkez Bankası başkanı ise “döviz kuru istikrarlı devam edecek”,“rezervlerimizdeki artış kura yansıyor” diye konuşuyor hala. Yani, bu kötü tabloya rağmen seçime kadar döviz kurunu baskılama politikasının devam edeceği anlaşılıyor. Fakat halen enflasyon kontrol edilemiyor. İşte bütün bu nedenlerle Türkiye’de hazine tarafında normalleşme hiç de kolay değil ve seçimlerden sonra yumuşak bir geçiş olması da mümkün görülmüyor. Sandıktan kim çıkarsa çıksın bu yılın sonunda % 40’ın altında bir enflasyon oranını yakalamak veya büyümeyi % 3’ün üzerine çıkartmak imkansız. Seçim sonuçları ise ancak görünüme biraz ümit ilave edebilir ama mucize de yaratamaz.
YÜZ KIZARTICI BİR SONUÇ
Hatırlayın lütfen, Oxfam International tarafından her yıl Davos Dünya Ekonomik Forumu toplantısı öncesinde gelir uçurumuna dönük bir rapor yayınlanıyor. Israrla, dünyanın zenginler ve yoksullar olarak ikiye ayrıldığını ve bu ayırımın giderek keskinleştiğini ifade ediyor, önlem alınmasını istiyorlar. Virüs, savaş veya iklim değişikliği gibi faktörlerin de bu süreci hızlandırdığını anlatıyorlar. Dünyanın her yerinde var bu gelir eşitsizliği ancak en fazla hissedildiği ülkelerden birisi Türkiye. Öyle ki, Oxfam ülkemizdeki 13 milyarderin servetinin, nüfusun yarısının servetinden daha fazla olduğuna dair veriler açıklandı. 13’e karşı 44 milyon kişiden bahsediyor dikkat edin lütfen. Ne kadar hata yapılmış olabilir ki bu hesaplamada? Yarısı yanlış bile olsa, ortaya çıkan sonuç yüz kızartıcı değil mi?
Velhasıl bu seçimde çok isabetli bir karar vermek zorunda Türkiye. Sadece devlet hazinesi ve maliyesi yönünden bakıldığında bile konuya, sonuç işte böyle çıkıyor. Telafisi yok artık yapılacak bir hatanın.