DOLAR 19,1074 % 0.09
EURO 20,6895 % 0.29
GRAM ALTIN 1.201,37 % 0,05
ÇEYREK A. 1.964,25 % 0,05
BITCOIN 26.972,22 -2.968
GİRİŞ YAP

SON DAKİKA
hava 12°
Google News

TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNMEZ

Son Güncelleme :

30 Haziran 2021 - 0:15

TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNMEZ

Türk Ekonomisi her ‘hormonlu rakamsal büyüme’ masalından sonra yüksek (faiz, kur, enflâsyon)la birlikte hayat pahalılığı girdabına düşer. Bu kısır döngü, 1950’den başlayarak yetmiş yıldır uygulanan, bir türlü vazgeçilemeyen! ekonomi politikasının kaçınılmaz sonucudur. Bunun pratikteki anlamı; özel teşebbüsün (sermayenin)siyaset dahil ekonominin tüm kurumlarını istediği şekilde yönlendirdiği, yönettiği -ekonomi literatüründeki tanımı ile-“serbest piyasa ekonomisidir. (SPE)

Bu felsefeden yola çıkan, ellili yıllardan başlayarak Demokrat Parti iktidarı ile benimsenen ‘her mahallede bir milyoner’ hedefi zamanla ‘her mahallede bir milyarder’, Özal’ın ‘zengin severliği ile ‘her mahallede bir trilyoner’ oldu! Rakamsal hedeflerin yükselmesi, yüksek enflâsyonların sonucu olup, gelir dağılımındaki eşitsizliğin büyümesinden, yoksulluğun yaygınlaşmasından öteye reel karşılığı bulunmayan bir ekonomi trajedisidir.

Her mahallede bir milyoner sloganı, ekonomideki dört üretim faktörü; emek, sermaye, doğa/toprak, teşebbüs arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğinin “sempatik”! ifadesidir. Üretim faktörleri gelirleri sırasıyla; ücret, faiz, rant ve kârdır.

Cumhuriyet’le birlikte bilinç ve kararlılıkla uygulanan devletçi ekonomi modeli zamanla sulandırılarak önce stratejik sektörlere hapsedilmiş, seksenli yıllardan başlayarak devreye sokulan ‘zengin sever’ Özal ekonomisi ile hızla terk edilmiş, AKP iktidarı vasıtasıyla tarafından da tamamen ekonomi dışı bırakılmıştır. Bunun sonucunda, ekonomide giderek az sayıda zengin, çok sayıda yoksul tablosu yaratılmıştır. Bu dönüşümde en önemli rol sahibi siyasetçi Turgut Özal’dır.2001 ekonomik krizinde kurtarıcı! olarak Türkiye’ye çağrılan ABD’den ödünç ekonomist Kemal Derviş, Özal’ın kurduğu “özelleştirme soygunu düzenini” iyi değerlendirerek üstlendiği misyonun hakkını vermiştir!!

Yeni modelle birlikte ekonomide yatırım kararları toplumsal fayda yerine bireysel çıkar anlayışı ile şekillendirilerek yasal düzenlemelerle güvence altına alınmıştır.Teşviklerle pompalanan özel sektör yatırımları sonucuortaya çıkan mal ve hizmet arzındaki plansızartışla birlikte gelir dağılımındaki eşitsizliğin büyümesi ekonomide toplam talep yetersizliği sorunu yaratmış, buda  bireysel borçlanmalar/ borçlandırmalarla kapatılmaya çalışılarak ekonominin sürdürülebilirliği sağlanmak istenmiştir. Türk ekonomisindeki yaygın bireysel borçluluk felaketinin temelinde yatan neden budur.

Liberalizm temelli kapitalist ekonomi teorisi, insanın ekonomik davranışlarının, kararlarının ‘akılcı’  olduğu varsayımı (homo economicus) üzerine kuruludur. Buna göre, ekonomide üretim ve yatırım kararlarını alanlar, aldıkları kararlarla kendi bireysel çıkarlarının en üst seviyede olmasını sağlarlar. Böylece, tüme varım mantığı ile toplam mutluluk, toplumsal refah gerçekleşmiş olur! Gel gör ki bu varsayım, pratikteüretim araçlarının mülkiyet ilişkilerindeki çelişkilernedeniyle sadece bu araçların sahibi azınlığın (sermayenin) refahını arttırmış, olabilecek en düşük seviyede tutulan ücret gelirleri ile yaşamak zorunda olan çalışanlar yoksulluğa düşmüşlerdir. Kapitalist sistemde SPE’nin toplumsal refah için gerekli şartları, dengeleri sağlayacağını savunan Fransız iktisatçı Say’ın “her arz kendi talebini yaratır” teorisine karşı çıkan -Keynes dahil- iktisatçıların hareket noktası bu paradigma olmuş, toplumsal refahın azınlığın insafına bırakılamayacağı, devletin ekonomide söz sahibi olması, ekonomik dengeleri sağlayacak müdahaleler yapması gerektiğini savunmuşlardır.

Az gelişmişlik ve gelir dağılımındaki adaletsizlik nedeniyle yoksulluğun yaygın olduğu, makro tasarruf seviyesinin düşük olduğu Türk ekonomisinde tüketim için borç para talebi büyüyünce paranın fiyatı faiz de yüksek olmaktadır. Bu bir sonuçtur. Hayat pahalılığının nedeni faiz değil, yoksulluk nedeniyle borçlanarak gerçekleştirilen pahalı tüketimdir. Hayat pahalılığı ile fiyatlar genel seviyesinin yüksek olması aynı şey değildir. Gelişmiş ve gelir dağılımında adaletsizliğin göreceli olarak düşük olduğu ekonomilerde fiyatlar yüksek olmasına rağmen hayat pahalılığı (geçim sıkıntısı) yoktur.Zira; bireysel harcanabilir gelirler, özel tüketim harcamalarını karşılayacak, bir miktar da tasarruf yapabilecek seviyededir.

Denklemin arz(üretim) ayağına gelince; yoksul ekonomide makro gelir, toplam ve marjinal tasarruf seviyesi düşük, buna karşılıkmarjinal tüketim meyli yüksektir. Bu durum yeni yatırımların finansmanı için gerekli borç para ihtiyacını arttırır,borç verilebilir fonları daha da kıt ve pahalı hale getirir. İç tasarruf açığı dış borçlanma yolu ile kapatılmaya çalışılır. Dış borç için de faiz ödenir. Ekonominin ödemeler dengesi bozulur,cari ve uzun dönem açığı doğar. Yabancı para kıt hale geldiğinden Gresham Kanunu devreye girer, kötü para (TL) iyi parayı (Euro, Dolar) kovar, kur yükselir, dış borcun faiz yüküne eklenir, üretim maliyetleri artar, enflâsyon olur.Kur farkı da bir tür faizdir. Görüldüğü gibi yüksek faiz sadece sonuçtur.

Sözün kısası; faizi de içki gibi ‘bütün kötülüklerin anası’ olarak görmek ekonomi biliminin temel kurallarına aykırıdır!

Ekonomide temel ilke; toplam arz-talep ve toplam tasarruf-yatırım dengesidir.Ekonomik büyümeyi sağlayabilmek, kur artışını ve enflâsyonu baskılayabilmek için ülkeye sıcak para denilen nakdi fonların girişini teşvik etmek adına benimsenen“yüksek faiz, düşük kur” politikası AKP iktidarının ilk on on iki yıllık döneminde hormonlu ekonomik büyümenin itici gücü olmakla birlikte ekonomide kaynakların dışarıya transferine neden olmuş, zaten yetersiz olan yurt içi tasarruflar sürekli erimiş, ekonomi kan kaybetmiştir.Türk ekonomisi, Güney Amerika ülkelerinde yaşanan orta gelir tuzağına düşmüştür. Orta gelir tuzağı; üretimde yüksek katma değer yaratılamayan, dünyada sürekli gelişen ileri teknolojilere güç ulaşabilen, bu teknolojileri pahalıya mal eden ekonomilerin yakalandığı kısır döngüdür. Türkiye’de buna bir de “en az üç çocuk” tuzağı eklendiğinde sürdürülebilir istihdam ve üretim sağlayacak, yatırım harcamaları yapılamamakta, kişi başına gelir daha fazla azalmaktadır. Üç çocuğun tek “olumlu etkisi”! kişi başına düşen borcu düşük göstermesidir.Düşünmekte fayda var: Türkiye’nin nüfusu seksen üç milyon yerine yetmiş milyon olsa; milli geliri değişmez, işsizlik daha düşük olur, kişi başına düşen milli gelir de yüzde on beş dolayında daha yüksek olabilirdi. Bu da “yüksek nüfus paradoksu”!

 

Milli gelir hesaplama yönteminde hiçbir reel olgu olmadan yapılan değişiklikle Türkiye’de bir gecede üç bin dolardan beş bin dolara ‘yükseltilen’!kişi başına gelir o tarihten (2005) bu yana yükselmek bir tarafa reel olarak hormonlu büyüme rakamlarının gerisinde kalmış, dolar bazında gerilemiştir.

Sonuç olarak; yüksek faiz ekonomide gelir dağılımındaki eşitsizlik nedeniyle ortaya çıkan arz – talep ve tasarruf – yatırım dengesizliğinin kaçınılmaz sonucudur. Bu dengeleri kurabilmek için her krizin ardından uygulanan sıkı para politikaları hayat pahalılığına, işsizliğe, yoksullaşmaya yol açmakta, enflâsyon yerini durgunluk içinde enflâsyona (stagflâsyona)bırakmaktadır. Bunun aşırı kilolu birisini aç bırakarak zayıflatmaya çalışmaktan farkı yoktur.Ekonomide gelir dağılımını iyileştirecek yatırım,  vergi ve maliye politikalarını öne çıkaran,merkezi planlamayı esas alan makro ekonomi modelini kurmadan faiz, kur, enflâsyon, stagflâsyon sarmalından çıkabilmek mümkün değildir. Faiz talimatla, emirle ne düşer, ne de yükselir. Bunlar, ekonominin alfabesinin baş harfleridir. Ekonomide emirle sonuç alınabiliyorsa öncelik et, süt, sebze, meyve fiyatlarınaverilse daha makbule geçer! Aksini iddia edenler, gelişmiş ülke ekonomilerindeyüksek enflâsyon, yüksek faiz, yüksek kur, hayat pahalılığı (geçim sıkıntısı) gibisorunlarının neden yaşanmadığınıdüşünmeli, öğrenmelidirler.

Swap, forward, hedge vb. rulet oyunları ile de ne kur düşer ne de faiz. Ekonomiyi yönetenler tespih çekerek şifa aramaktan vazgeçmelidirler. Parası olmayan kumar oynarsa elindekini de kaybeder…

Düşünen Adam 

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.