Tarihin tekerleği geriye doğru dönmeyecek

 

KUBİLAY S. ÖZTÜRK

 

Bir yıl daha bitti. “Zaman” aslında göreceli bir kavram, başlangıcında biz yoktuk ve biz yok olduktan sonra da sürecek. Buna rağmen, yüzyıllar boyunca zamanı Güneş ya da Ay’ın hareketlerine göre genel bir kabule bağlamak veya başlangıcını şu ya da bu tarihi olaya dayandırmak için epeyce çabalamış insan. Çeşitli zaman sistemleri yaratılmış. Fakat sonuçta, Dünya’daki ekonomik iktidarı elinde bulunduranların sistemi, gezegenin tüm ülkelerince de kabul görmüş. Şimdi dönüp yeniden bu sistemin temel varsayımlarını tartışmanın da pratikte hiç kimseye faydası yok. Zira işin bilimsel tarafı, artık miladın kime veya neye dayandırıldığından çok daha önemli. Günümüzde bilinen evrende 400 milyar kadar galaksi var. Bunlardan birisi olan Samanyolu içinde yer alıyor Güneş Sistemi. Dünya da bu sistemin gezegenlerden birisi sadece. Kendi etrafında ve Güneş’in çevresinde dönüyor. Bilim insanları, bu dönüşün en az 4,5 milyar yıl daha süreceğini hesaplıyor. Yıllar, aylar, mevsimler, haftalar ile gündüz ve geceyi de bu dönüş hareketleri belirliyor.

 

***

Günümüzde milyarlarca insan için, yeni bir yıla başlamanın hayatlarını değiştiren bir önemli dönüm anlamına geldiğini de söylemek de zor elbette. Sonuçta onlar için her gece yeni bir sabaha açılıyor ve bu insanlar ekmeklerini kazanmak için yeni bir mücadeleye başlıyor. Yılbaşı ağacı süslemek veya o gün özel bir tüketim çılgınlığına kapılmak da pek ilgilendirmiyor onları. Dünya yine dönüyor, tüm canlılar için de hayat kavgası devam ediyor. Diğer yandan hiç kimse yılbaşını vesile edip biraz eğlendi diye  “kafir” de olmuyor. İnsan türünün ve diğer tüm canlıların ortak evi olan Dünya’da, zaman sadece değişimin izini sürmeye yarayan izafi kavram artık. 

 

***

Bu saptamayı, gerçeklerin en başına yazmak lazım. Fakat başka önemli gerçekler de var Dünya’da. Öncelikle büyük bir ekolojik sorun yaşanıyor. İnsan türünün kendi eliyle yarattığı ama henüz ortak tedbirlerle önünü alamadığı bir küresel iklim değişikliğinin etkilerini tüm gezegende görüyoruz. Tüm canlılar için bir ortak felaket anlamına geliyor bu tehdit. Bir başka büyük sorun ise, gelir dağılımının artık sürdürülemez bir seviyeye gelmesi. İktisatçıların o meşhur gelir piramidi, sadece sipsivri bir ikizkenar üçgene dönüştü günümüzde. Dünya nüfusunun en zengin % 10’u, gezegendeki toplam servetin % 50’sini ele geçirdi ve bu adaletsizlik önemli kaosa sebep oluyor. 

 

***

İşte bu zaman, mekan ve temel gerçeklerle yaşamın sürmekte olduğu Dünya’nın, adı Türkiye olan ülkesinde 2023 yılında durum nasıl? Buna daha yakından bakalım şimdi. Ana hatları nelerdi geçen yılın? 2023’de tüm yaşadıklarımızı arkamıza alıp da bir selfie çekmek mümkün olsa, hangi renkler veya dertler hakim olur arka plana? Bireysel anlamda değil elbette, kocaman bir ülke olarak Türkiye’nin bütününe bakıp da, “ekolojik talan, deprem felaketi, ekonomik sıkıntı ve demokratik sistemden uzaklaşma öne çıkıyor bu fotoğrafta” desek, sanırım yanlış bir saptama yapmış olmayız. Şimdi bu çerçevede 2023 Türkiye’sini değerlendirip, 2024’e de hangi dilekler ile girebileceğimize birlikte bakalım.  

Ekoloji konusunda yukarıda Dünya için söylenenler, haliyle ülkemiz için de geçerli. Fakat bizim bu alanda ayrıştığımız bir durum var. Bizde enerji ve madenler için, her dağa, nehre, ovaya, ormana dokunuldu ne yazık ki. Altı üstüne getirilmeyen bir yer kalmadı. Hatta bu sektörlerle, tarımsal üretimin çatıştığı tüm alanlarda, gözden çıkarılan hep tarım tarafı oldu. Doğa korunmadı, Dünya’da gıda krizi yaşanması gerçeği bile bu tercihi etkilemedi. Yaşamı sürdürecek kalitede hava, su ve toprak olmadan gelecekte ne yapacağımızın dikkate alınmadığı bir süreç yaşandı. Ekokırım gerçeği, ne yazık ki önemli bir kara renk bizim 2023 fotoğrafımızın fonunda.

 

***

Ülkemiz bir deprem kuşağında ayrıca. Pek çok faal durumda fay hattı var. Bu gerçeği dikkate alarak kentlerimizi ve binalarımızı kurma konusunda ise bir hayli yanlışlar yapmış durumdayız. Deprem gerçeğine göre yaşamamız gerektiğini bilim insanları onlarca yıldır söylüyorlar ama bilimin yerini rant hırsı alınca, sonuç da felaket oluyor. Jeolojik etütlere önem verilmeden, uygun olmayan zeminlerde, sıvılaşma özellikli alanlarda yapılan ve gerekli dayanıma da sahip olmayan binalar, depremde bir koruma alanı olmaktan çıkıp, beton tabutları oluyor insanlarımızın. O nedenle de depremi bekleyip de sonrasında kurtarma mucizeleri yaratmak yerine, gerçekten depreme hazırlıklı kentler yaratmak, çok daha önem kazanıyor çözüm için. Bir anda olamayacak kadar büyük bir saha ve finansman söz konusu burada. Fakat depremin zamanı da belirsiz ve haliyle bir yerden başlamak gerekiyor hazırlıklara. Önemli bir önceliğimiz bu sorun. Hem 6 Şubat’ta yıkılan kentlerimizin yeniden kurulması ve hem de diğer kentlerimizin depreme hazırlıklı hale getirilmesi gerekli. Mevcut bina stokunun hızla taranması, güçlendirme ve kentsel dönüşüm faaliyetlerinin hayata geçirilmesi zorunluluğu da 2023 fotoğrafımızın fonundaki bir başka kara renk.

 

***

Nas Ekonomi Modeli, arka kapıdan satışlarıyla Merkez Bankası döviz rezervlerinin yok edilmesi ve yeni talepleri engellemek için Kur Korumalı Mevduat “keşfinin” ortaya konulmasıyla, ciddi bir ekonomik kriz yaratıldı ülkemizde. Sonuçta enflasyon patladı. Hayat artık çok pahalı. Bu durumu düzeltmek için getirilen ithal ekonomi yöneticileri bile, aldıkları önlemlere rağmen gelecek Haziran’dan önce enflasyonda bir azalma eğilimi görülemeyeceğini açıkça söylüyorlar. Bu pahalılığa rağmen, asgari ücret ile memur ve emekli maaşlarının enflasyonun altında bırakılacağı, sabit gelirli kitlelerin artık harcama yapamaz hale getirileceği ve bu suretle ekonominin soğutulacağı ifade ediliyor. 2023’de vatandaş çoğunluğunun her geçen gün biraz daha fakirleşmesi de, fotoğrafımızın önemli bir kara rengini oluşturuyor böylece.

 

***

Demokrasiden de hızla ve iyice uzaklaşıyor ülkemiz. Mayıs’taki genel seçimlerle bir kere daha görüldü ki, % 50+1 üzerine kurulan yeni yönetim sistemi, zorunlu bir siyasi ve toplumsal kamplaşma dayatıyor ülkemize. Ortak paydası net olmayan “ittifaklar” oluşturulması ise toplumun önünü açmıyor. Aksine durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor ve doğru olanın değil de “güçlü” görülenin yolunu açıyor. Siyaset, memleketin meselelerini çözmek için yapılmalı ama bizde sandık tercihlerini zorunlu kılmak için yapılıyor. Üstelik artık her yönetim kademesinde hukuk tanımazlık, her muhalefete ve eleştiriye karşı tahammülsüzlük görülüyor. Hiçbir yanlış uygulama istifa da getirmiyor, özür de. Hataların siyasi bedeli de olmuyor. Türkiye’de “zamanın ruhu” böyle olunca, var olan Anayasa’ya günlük tercihlere göre uymak veya uymamak da mümkün hale geliyor. Ancak Anayasa’ya uymayanlar, “gelin hep birlikte yenisini yapalım” da diyebiliyor. Böylece, aslında bir ortak Toplum Sözleşmesi olan Anayasa’nın, karşılıklı güven ve uzlaşma olmadan da yapılabileceği iddia ediliyor adeta. Dayatmayla asla olmayacak bu işi başarmak için yıllardır söylenen “ver 400’ü” talebini ise seçmen ısrarla duymazdan geliyor. Tavrını ortaya koyuyor, bunun önünü açmıyor bir türlü. Fakat Mart yerel seçimleri son demokratik mevzilerin de iktidar kontrolüne girmesiyle sonuçlanırsa, ülkemizin bir “seçimli otokrasi” haline gelmesinin önünde bir engel de kalmayacak sanırım. Bu yerel seçimin önemli bir kavşak olacağı anlaşılıyor. Oysa demokrasi, hava ve su kadar gerekli ülkemize. Zira o olmayınca bütün sorunlarımızı açıkça konuşup, tartışıp ortak çözümlere kavuşturmak da mümkün olmuyor. 2023 fotoğrafımızın bir başka kara tarafı da bu.

 

***

Şimdi 2023’e ait bu selfie’ye bakıp da, 2024 için nasıl dileklerde bulunabiliriz? Adeta freni patlamış ve ağır yüklü bir kamyonun içinde, yokuş aşağı ve hızla gidiyor gibiyiz. Evet, vaziyet böyle. O nedenle de önce çok sıkı tutunmamız gerekiyor. Fakat elbette bulunduğumuz kamyonun kasasına tutunmaktan söz etmiyorum. Aksine mevcut haklarımıza ve vatandaş sorumluluğumuza tutunmak gerekiyor. Umuda tutunmak gerekiyor. Kararıp kalacak bir zamanda değiliz. Bizler, en sıkışık durumlarında bile bir çıkış yolu bulmuşuz tarih boyunca. Yine bulacağız. Beceremeyenleri yollayıp, çözüm üretenleri destekleyerek; yetmezse elimizi taşın altına koyarak, kendimiz umut olarak yapacağız bunu bir kere daha. Tarihsel sorumluluğumuz bu. Elbette tarihin tekerleği de geriye doğru dönmeyecek. 100 yıl önceki Cumhuriyet kararından da geriye gitmeyeceğiz. 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken, eldeki toplumsal kazanımları bırakmayacağız. Başka da yolumuz yok 2024’te.

Umutlu olmak ve çok çalışmak dileğiyle, hepinizin yeni yılını kutluyorum dostlar.

Exit mobile version