
Yirmi altı yılı aşkın çalışma hayatımı, çok uluslu bir şirketin tüm faaliyet kollarında ve her seferinde daha üst yetki ve sorumluluklar üstlenerek tamamladım.
Yirmi yıldır Türkiye’yi yönetenlerin Cumhuriyet’i, devleti yozlaştırarak yörüngesinden çıkarmaları dahil tüm sorumluluk alanlarında yaptıkları akıl almaz hataların binde birini görevlerimde yapmış olsaydım, görevlere getirenler başta olmak üzere hiç birimiz görevde kalamazdık. Zaten çoğumuz da mahcubiyetten görevlerimize devam etmez, ayrılırdık.
Bizdekiler ise halâ görevde ve toplumun dörtte birinin ‘teveccühüne’ sahip!
Bunun dünyada; gelişmiş-gelişmemiş, bağımsız – sömürge, Müslüman – diğer..bir örneğini göremiyor, düşünemiyorum. İşin içinden çıkamadım!
Bizde; “suç ve ceza” değil, “suç ve ödül” işliyor!
Not: Bu yazı Cumhurbaşkanı’nın TRT1 televizyonunda kendisinin göreve getirdiği Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu hakkındaki “onlar o görevlere lâyık oldukları için değil, “irade ile getirildiler”, “ihanet içindeler” sözlerinden sonra yazılmış olup, amacı Babacan veya Davutoğlu’nu savunmak değildir.
Bu vesile ile soruyorum. “Son yirmi yılda Erdoğan tarafından Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinde bakan olarak görevlendirilen kişiler, liyakatsiz olmalarına rağmen mi o görevlere getirilmişlerdir”?
Her alanda yaşadığımız sorunlara bakarak cevabı kolaylıkla bulunabilir!
***
Faiz mi, Allah mı?
Artık bir karar verin…
Cumhurbaşkanı; “faiz sebep, enflâsyon sonuç” demiş, faizi Merkez Bankasında katıksız hücre hapsine koymuş, enflâsyonun düşmesini beklerken bir inci de Din İşleri Kurulundan geldi! Ekonomistler faizle uğraşırken devletin‘ukalâ ulema’ heyeti; “fiyatları Allah belirler” diyerek enflâsyonun nedenini buldu! Bundan böyle enflâsyonla mücadeleye gerek kalmadı. “Allah sebep, enflâsyon sonuç”.
Allah’ın dediğine kim karşı çıkabilir ki? Demek ki, “faiz sebep, enflâsyon sonuç” diyen Cumhurbaşkanı, İslam’ı yeterince bilmiyormuş! Diyanet, Erdoğan’ı Dolmabahçe Camiindeki gezi yangını iddiasından sonra enflâsyon konusunda da yalanladı!
Dini devlete sokmanın bedeli her alanda çok ağır oluyor, daha da olacak. İmamlar, ekonomiye, topluma yön vermeye çalışıyorlar. İmam başı sessiz, onun başındaki çaresiz, aciz. Toplumun dörtte biri de kayıtsız, dinlediklerine hiç düşünmeden, kafa yormadan inanıyor. En tehlikelisi de bu zaten!
Türkiye’nin ilk iktisat fakültesi;İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin (İÜİF) kuruluşunda (1936) görev alan Alman profesörlerin öğrencileri olan, daha sonraki nesillere iktisat bilimini öğreten değerli hocalarımın hiç biri hayatta değil. İyi ki değiller. Yıllarını verdikleri, uğruna dirsek çürüttükleri bilim dalının Türkiye’de düşürüldüğü zavallı durumu görmüyorlar. Bense görüyor ve kahroluyorum!
Bin yıl düşünsem, Türkiye Cumhuriyeti’nin halkın ‘demokratik’ desteğiyle böylesine değersizleştirileceği aklıma gelmezdi!
Düşünen Adam