Bugün günlerden 4 Eylül.
Bu ayın özel tarihlerinden birisi. Bu yıl 100’üncü yılını kutladığımız Samsun’a çıkış ve Milli Mücadele ateşinin yakılması, önceki ay Erzurum Kongresi ve bugün Sivas Kongresinin toplanma günü. 3 yıl süren işgal, yüce Türk halkının kahraman direnişi sonrasında 1922 yılında 26 Ağustos’la başlayan askeri başarı, 30 Ağustos’la Zaferi yakalama, düşmanı denize süpürme ve Kurtuluş Günlerimizi hatırlatır, gururla kutlarız.
İşgalci, saldırgan batılı ülkelerce paylaşılma planları yapılan, padişah ve ekibi tarafından ordusu dağıtılmış güzel yurdumuzda 19 Mayıs 1919’da Ulu Önderin Samsun’a çıkışı ile başlayan, kurtuluşa götürecek mücadelede 23 Temmuz 1919’da düzenlenen Erzurum Kongresi ‘nin ardından Mustafa Kemal Sivas’ta daha geniş katılımlı bir kongre düzenlenmesini ister ve çalışmalar hızlandırılır.
Her zaman farklı ve geniş bakış açısı ile düşündüğünden katılımcılar arasında gençlerin de olmasını özellikle ister ve “onların da görüşlerini alalım” der .
İstanbul’daki Askeri Tıp Okulu öğrencileri Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa tarafından vatanın işgalini önlemek için bir kongrenin toplanacağını ve Mustafa Kemal’in de “Gençlerin de görüşlerini almalıyız” davetini öğrenince kongreye en az 3 öğrenci arkadaşlarının (o zaman sadece İstanbul ‘da mevcut tıp okulu) katılmasını isterler.
Askeri Tıp Okulu üçüncü sınıf öğrencisi Yusuf Bey (Balkan) ve Hikmet Bey delege seçilir.
Yol paraları olmadığı için kendi aralarında para toplarlar. Fakat sadece 9,5 lira, yani bir kişinin Sivas’a gidebilmesine yetecek miktarda para toplanabilir. Öğrenci gençler aldıkları kararla kendilerini temsil etmesi için arkadaşları Tıp Öğrencisi Hikmet Beyi Sivas Kongresine delege-temsilci olarak gönderirler.
O Hikmet bey, 1901 yılında Balıkesir’in Savaştepe bucağında (O zamanki adı Giresun –
daha eski Kiresun) doğmuştur. Posta-Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in oğludur.
Hikmet Bey, İstanbul’da 1919 yılında Askeri Tıp Okulu’nda okumaktadır.
4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi toplanır. Ülkenin durumu, gidişat ve neler yapılabileceği tartışılırken imparatorluğun aciz, devletin başsız, ordusuz, silahsız oluşu yanında işgal devletlerinin kuvvetli orduları ve silah güçlerinin üstünlüğü birçok kişide karamsarlık yaratabilmekte, hatta manda tabir edilen başka ülkenin boyunduruğunu kabul etme kavramı dahi seçenek olarak akıllara gelebilmekte, açık açık konuşulabilmektedir.
O yokluk ve sıkıntı ortamında dahi işte bu yüreği dolu Türk genci ABD veya İngiltere manda ve himaye konusu telaffuz edildiğinde çok şaşırmış ve hiç beklenilmedik, çok sert bir tepki göstermiştir.
(Bazı kaynaklara göre İlk gün ilk oturumlar esnasında, bazı kaynaklara göre 2.gün)
Mustafa Kemal’in de bulunduğu bir toplantıda yüksek sesle tarihe
geçecek aşağıdaki sözleri ifade etmiştir;
“Beyler;
Delegesi bulunduğum Türk gençliği beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara
katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek
olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız.
Eğer manda fikrini kabul ederseniz sizleri hain ilan ederiz “
Coşkulu konuşmasını tamamladıktan sonra Mustafa Kemal ‘e dönerek aynı kararlılık ve heyecanla;
” Paşam, siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i
vatan kurtarıcısı olarak değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.”
ifadesini kullanmıştır.
Katılımcıların bu beklenmedik ama kararlı itiraz karşısında şaşkın; Mustafa Kemal ‘in de tepkisini merak ettiği ortamda Mustafa Kemal Paşa Tıbbiyeli gencin çıkışını çok beğenir, hatta mutlu olmuştur (Bazı kaynaklarda alnından öperek) ve hemen tarihe geçen o meşhur cevabı verir;
“ Evlat içiniz rahat olsun . Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz.
Manda da yok, himaye de yok. Parolamız tektir ve değişmez : Ya istiklal ya ölüm..”
der.
Mustafa Kemal’in bu sözleri üzerine salonda alkış kopmuş, Hikmet Bey de yerinden fırlamış, “Varol Paşam” diyerek coşkuyla Mustafa Kemal’in elini öpmüştür.
(Bazı kaynaklarda) Mustafa Kemal delegelere dönerek ,
” Beyler gördününüz mü, muhtaç olunan kudret gençliğin asil kanında zaten mevcut ”
deyip sonra Tıbbiyeli Hikmet’i alnından öper ve
” Gençler , vatanın bütün umut ve geleceği size , genç kuşakların anlayış ve
enerjisine bağlanmıştır ”
der.
Kongrede söylenen bu sözler, daha sonra Ulu önderin güveni ile Büyük Söylev’in sonunda Cumhuriyeti gençlere emanet etmesi ve
“… Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. “ olarak tüm gençliğin
ülkesini, bayrağını seven özünün bağlılığı, güvencesi için kullanılmıştır.
Sivas Kongresi’ne katılan bu Askeri Tıp Öğrencisi Hikmet Bey, ülkesini seven, Bayrağına ve bağımsızlığına el sürdürmeyen, sorumluluk sahibi bir Türk gencinin nasıl düşünmesi gerektiğini
göstermiş; vatan secgisi, bağımsızlık duygusu ve görev bilinci konusunda örnek teşkil etmiştir.
Büyük Millet Meclisi kurulunca; arkadaşı Yusuf BALKAN’la birlikte Askeri Tıbbiye’deki öğrenimini
gönüllü yarıda bırakarak Ankara’ya gelmiş, iki arkadaş Cebeci Asker Hastanesi’nde görevlendirilmiştir.
O günün savaş ortamında halkımızı ve özellikle cephedeki askerimizi kırıp geçiren
“tifüs salgını” na karşı İbrahim Tali (ÖNGÖREN) başkanlığında “Tifüse karşı aşı üretmek” için
gece gündüz özveriyle çalışmışlar, hatta kendilerini denek olarak kullanmışlardır.
Daha sonra Sıhhiye Subayı olarak Büyük Taarruza katılmış, Ulusal Zaferden sonra İstanbul’a
dönerek Tıbbiye’deki öğrenimini tamamlamıştır. Bir istisna, arkadaşı ile birlikte Üsteğmen rütbesiyle mezun olmuşlardır. Sonrasında yurt çapında birçok askeri birlikte
Askeri Tabip olarak görevini ifa etmiş, Albaylığa kadar terfi etmiş, ancak mütevazi yapısı ile
kendisini hiç ön plana çıkartmamıştır. Hatta sonraları Cumhurbaşkanı sıfatıyla M.Kemal ATATÜRK’ün yurt gezileri sırasında, görevli olduğu illere yaptığı ziyaretler esnasında özellikle
kalabalıklar içerisinde görünmediği ifade edilmektedir.
Bilgi, belge ve dökümlerin çok zayıf olduğu o dönemlere ilişkin fazla bilgi
ve belge olmamakla birlikte , mevcut çeşitli kaynaklarda çok etkili bilgiler göze çarpmaktadır.
Yıllar sonra Mustafa Kemal Paşa yakınındakilere ve meclis İdarecilerine
” Bize Sivas kongresinde çok güzel yol gösteren Tıbbiyeli genç vardı, onu bulun
Mebus yapalım , vatana hizmet eder ” der.
Ancak yeterince yapılmayan araştırmalarda (bazı kayıtlarda) ” O Giresun ‘lu, Giresun
vekillikleri dolu Paşam” denir.
Oysa O Giresun (ya da Kiresun), Karadeniz ‘de değil, Balıkesir ‘in ilçesi (o zaman bucağı)
Giresun ‘dur.
Konu daha sonra anlaşılıp Mustafa Kemal’e ulaşınca
” İki tane Giresun olmaz, burası savaşın yapıldığı tepe, adı Savaştepe olsun ” der
ve M.Kemal Atatürk’ün takdir ve teklifleri ile 10 Ekim 1934 tarihinde TBMM ‘de adı
“Savaştepe” olarak değiştirilir.
Bir başka kaynakta M.Kemal’in talimatı üzerine mebus yapılmak üzere araştırıldığı , ancak
yeterince çalışma yapılamayınca bulunamadığı, “ölmüş” dendiği, M. Kemal ‘in çok üzüldüğü ancak o esnada Anadolu ‘da bir askeri hastanede (bazı kayıtlarda Yalova) Albay rütbesi ile başhekimlik görevinde bulunduğu belirtilmektedir. (M.Müfit KANSU).
Bir başka kaynakta kendisine ulaşılan dönemde Mustafa Kemal’in Milletvekilliği teklifi
gönderdiği, bu teklif üzerine ” Paşamın ellerinden öperim” deyip ” Kendisine söyleyin
burada ülkeme daha yararlı oluyorum ” dediği, Bu yanıt kendisine aktarıldığı zaman
Mustafa Kemal ‘in gururla ve keyifle gülümseyerek ” Ben o değerli çocuktan böyle bir
cevap bekliyordum” dediği de aktarılmaktadır. (Toktamış ATEŞ ,Cumhuriyet 4 Eylül 1999) .
Mustafa Kemal ATATÜRK’ e bir toplantıda Söylev ‘in sonundaki o ünlü sözüne ithafen
“Koca ülkeyi gençlere nasıl emanet ettiniz Paşam ?” diye sorulur.
M.Kemal ATATÜRK bu soruya çok güzel bir cevap verir.
”Ben Milli Mücadele’ye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da.
Bir de bağımsızlık ışığı gözünden parlayan Dr. Hikmet’i “ der.
Cumhuriyetin ilanından sonra ” BORAN ” soyadını alır. Öğrenciliğinde ve Cumhuriyetin
ilanından sonra tatillerde Savaştepe’ye sık sık geldiği, kaldığı bilinmektedir.
Erken denecek yaşta, 46 yaşında veremden ölür. Ölümüne neden olan Verem hastalığına da
görev aşkı ile Tabip Yarbay olarak Sarıkamış’ta görevliyken soğuk ve kara rağmen
özverili çalışması, karda mahsur kalan askerlere ulaşmaya çalışırken ciğerlerini üşütmesi nedeniyle yakalandığı belirtilmektedir.
1945 yılında vefat eden Hikmet BORAN’ın mezarı Karacaahmet Şehitliğindedir.
Oğlu 7 yıl önce kaybettiğimiz ünlü sanatçı, sunucu Orhan BORAN’dır. Radyoda yıllarca
“Orhan BORAN ve Yuki ” programları ile toplumu hem eğlendiren, hem düşündüren,
güldürürken eğiten Orhan BORAN, yakalandığı kemik iliği rahatsızlığı nedeniyle uzun
yıllar sürekli taze kan nakli tedavisine bağlı kalmış, 84 yaşında aramızdan ayrılmıştır.
O da Babası gibi mütevazi yapısı ile Tıbbiyeli Hikmet’in Oğlu olduğu vurgusunu
dahi öne çıkarmamış, asla kullanmamış, dile getirmemiştir.
Torunu da bir Tıbbiyeli olup Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op.Dr.Burak Orhan BORAN’dır.
Hikmet Bey ’in vatan sevdası, Sivas’ta bağımsızlık çıkışının ülkemiz gençlerine örnek olması ,
yeni kuşak gençlerin yaşadıkları ülke ve dünya gerçeklerinden kopuk, yaşanan gelişmelerden
habersiz , güncel sorunlara ilgisiz; iletişim aletleri, internet-cep telefonu oyuncağı, hamburger-kola-cips bağımlısı olmak yerine vatan sevgisi ve sorumluluk bilinci ile yetişmeleri konusunda fikir vermesi bakımından Tıbbiyeli Hikmet herkese, özellikle genç kuşaklara aktarılmalı, hayatını anlatan sinema filmi çekilmelidir.
Bu vatansever öğrenci, genç Tıbbiyeli ışık özellikle gençlere hep yol göstermeli; devlet kötü
işgaller altında dahi olsa boyun eğilmemesi, her koşul ve durumda Ayyıldızlı bayrağımızın hep
dalgalanması için sonuna kadar mücadele edilmesi gerektiğini hatırlatmalıdır.
Başta kurtarıcımız Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, Sivas Kongresine
katılıp, bağımsızlık kararı alan büyüklerimize ve Tıbbiyeli Hikmet’e
rahmet diliyor, saygılarımı sunuyorum.