Hilmi DUYAR /POLİTİKA/ Balıkesir’de Şan sinemasında oynatılan bir filmin, Türkiye’de hiçbir yerde gösterime girmeden, Amerika Birleşik Devletleri ile aynı anda vizyona girdiğini biliyor musunuz? İster yerli, ister yabancı olsun pek çok filmin, Türkiye’de ilk kez İstanbul sinemaları ile birlikte Balıkesir’de gösterildiğini duydunuz mu? 25 yıl önce, Espresso, Risteretto, Americano, Latte, Cappuccino’nun ne olduğunu bilmeyenlerin bulunduğu dönemde, Balıkesir’de bu kahvelerin Şan Sinemasında servis edildiğini bilen var mı? Balıkesir’de gösterilecek filmleri halka daha iyi tanıtabilmek için deve üstünde reklam yapıldığını duyduğunuzda şaşırmayın. Her şey vatandaşa hizmet için.
Ülkemizde, Ayestefanos anıtının 14 Kasım 1914’te yıkılmasına ilişkin filmin, ilk Türk filmi, yapıta imza atan Fuat Uzkınay’ın İlk Türk Sinemacısı kabul edildiğini sanırım herkes bir şekilde öğrenmiştir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra Türk toplumunda her alanda büyük değişimler oldu. Eşi benzeri görülmemiş devrimler yaşama geçirildi. Türk filmlerini yönetmek, yönlendirmek ise Türk tiyatrosunun batılı anlamda kurucusu Muhsin Ertuğrul’a düştü. Ertuğrul pek çok sessiz ve sesli filmin çekimine imza attı. 2’nci dünya savaşından sonra Türk filmciliği büyük ivme kazandı. Türk sinemasının en çok film ürettiği dönem 1960’lı yıllar oldu. 1970 ve 80’li yıllar, televizyonların ülkeye girişi, siyasi ve ekonomik krizler, Türk sinemasına darbe vurdu. 1977’de Türk sinemasının gelişimine katkı sağlaması için Kültür Bakanlığı’nca Sinema Dairesi Başkanlığı kuruldu. Türkiye’de tüm bu gelişmeler olurken, Balıkesir’de Gültan ailesi, sinemacılığa katkı sağlamak için elinden gelen çabayı sarf etti. Türk sinemasının hem iyi, hem kötü yıllarını an be an yaşayan Zeki Gültan, Balıkesir’deki sinemalar hakkında bilgiler verdi. Gültan, TÜİK’in 2022 yılı verilerine göre Türkiye’de, Şırnak ve Ardahan illerinde sinema bulunmadığını, Türkiye’de 2 bin 366 sinema salonu, 284 bin 204 koltuk bulunduğunu, ülkemizdeki mevcut salonların yarısının İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da olduğunu kaydetti. Gültan, Türk sinemasının en parlak dönemleri ile, krize girdiği günleri Politika okurlarına aktardı.
Zeki Gültan Kimdir?
Balıkesir’in Hacı İsmail Mahallesi’nde, 18 Ağustos 1951 yılında doğdum. Dedemin ismi de Hacı İsmail’dir. Hacı İlbey İlkokulu’nu bitirdim. Muharrem Hasbi Koray Lisesi Ortaokulu 3’üncü sınıfa geçtiğimde İstanbul Aksaray’daki Yatılı Bilir Koleji’ne yazıldım. 2 sene orada okudum. Şişli Lisesi’nden mezun oldum. Devamında Şişli İktisat dediğimiz Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı Şişli işletmede öğrenim gördüm. Şimdi ismi Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi oldu. Ben Üniversiteyi bitirdiğimde, Kısa Dönem Askerlik uygulaması başlatılmıştı. Üniversiteyi bitirenler askere gitmek için 7-8 yıl bekliyorlardı. Bu uzun bir süre ve çok büyük problemler yaratıyordu. Kısa dönem askerliği rahmetli Bülent Ecevit başlattı. Önümüz tamamen boşaldı. Herkes 4 aylık kısa dönem askerlik için başvurmuştu. O yıllarda kısa dönem askerlik 4 ay yapılıyordu. Ben 1974 yılının sonunda evlenmiştim. Yurt dışına çıkacaktım, çıkışımı engellediler. “Çıkamazsın; askerliğin var” dediler. Taahhüt vererek yurt dışına gidebildim. 1975 yılı Nisan ayında dönüp askere gittim. Tuzla Piyade Okulu’ndan sonra 18 ay Piyade olarak Asteğmenlik yaptım, Teğmen olarak terhis oldum ve 1976 yılının Ağustos ayında babamın sinema işletmeciliği yaptığı işin başına döndüm. 2 oğlum var. Biri İspanya’da emlak müteahhitliği yapıyor. Diğer oğlum Balıkesir’de ihracatçı. 4 torunum var.
Çocukluğunuz sinemalarda mı geçti?
Ben sinemacılığa çocukluk yıllarımda başladım. Babamın birden fazla sinema işletmesi vardı. Haliyle oralarda büyüdüm. Ben üniversitede okurken de sinema ile hiç ilgimi kesmedim. Hatta İstanbul’da bir film şirketinde çalıştım. En azından kendi işimizde bilgimi arttırmak istedim. Muhasebe nasıl yapılır, nelere dikkat edilir, bunları kavrayabilmek için Erman Film’de çalıştım. Balıkesir’e tatillere geldiğimde devamlı sinemalardaydım. Babam bana temizlik yaptırırdı, kapının önünde insanlara hoş geldiniz, film yeni başladı derdim, bilet satardım. Kapıda bilet keserdim. Tatillerim sinemada çalışmakla geçti. Kısacası ben sinema içine doğdum. Yıkılan Şehir Sineması koridorlarında, makina dairesinde, gişelerinde büyüdüm. Yazlık olarak, Yeşil Sinema, Lale sineması, Yıldız Sineması, onların işletmeciliğini biz yapıyorduk. Saray Sineması, Kasaplar Mahallesi’nde, yazlık ve kışlık olarak vardı. Onun işletmeciliğini de biz yapıyorduk. Şan Sinemasını biz kendimiz yaptık. Kendi mülkümüzdü. Orası önce yazlık sinema olarak hizmet verdi, sonrasında da kışlık Şan Sineması olarak devam etti. SSK Pasajı’ndaki sinemayı da biz çalıştırıyorduk. Şu an aklıma gelen sinemalar bunlar. Daha sonra çeşitli aşamalarda sinemacılık işletmelerinde gelişmeler sağlandı. Ayrıca kriz dönemleri oldu.
İnsanlar sinemaya akın akın gelirken nasıl kriz yaşandı? En büyük etken ne oldu? Krizden kurtulmak için ne yaptınız?
1973 yılında televizyonlar ülkemize geldi. Televizyonlar renkli değildi. Biz o dönemde siyah beyaz televizyon derdik. Türkiye’deki tüm sinema işletmeleri çok etkilendi. Buna paralel biz de çok etkilenmiştik. Hatta babam, “Oğlum bu işi artık bitiyor galiba” diyerek çok üzülmüştü. Bir de politik olaylar, sağ sol kavgaları, 1980 ihtilaline kadar çok sıkıntılı bir süreç yaşattı. 1980 darbesinden sonra, Ömür Sineması’nı kiraladım. Gazi Bulvarı’nda şu an bebek ve çocuk giysileri satan yer Ömür Sinemasıydı. Ünlü sanatçıların konserleri orada olurdu. 7 yıl çalıştırdım. 1983’te renkli televizyonlar piyasaya çıktı. Sinema sektörü yine sallandı. Sinema işletmeciliği darbe üstüne darbe alıyordu. Yetmezmiş gibi adından Betamax ve VHS video kasetler çıktı. Kasetlerle birlikte kaçak filmler peynir ekmek gibi satılmaya başladı. Sinemalar bu kez daha fazla zarara uğradı. İnatla demeyeceğim ama işimizi sevdiğimiz için büyük fedakarlıklar yaparak devam ettirmeye çalıştık. Sinema sektöründe de yeni teknolojiler devreye girdi. Dolby Digital sistemler başladı. Onlara adapte olmaya çalıştık. Tabii bunlar hep belli ücretler karşılığında, belli masraflar yaparak oluyor. Kazandıklarımızı kendi mesleğimizin gelişmesinde kullanmaya çalıştık. Sinema binamızın yarısı bizim değildi. Satın alarak tam bir yatırıma geçtik. Şan sinemasının içerisinde inşaat yaparak, tek sinema salonunu 6 salona çıkardık. Bu tür sinema salonlarına Cep sineması deniyordu. 6 sinemada gerek ses, gerek görüntü olarak günün son teknolojileri uygulandı. 3 boyutlu filmler devreye girdiğinde, sinema makineleri satın alındı. 3 Boyutlu filmlerde özel gözlüklerle film seyrediliyordu ve o teknolojileri oluşturmaya başladık. Sinema sektörü teknolojiyi yenileyip modernleştiğinde, bu kez filmler, kaçak kaset ve CD’lere kopyalanmaya başladı. Kaçak CD dolduranlar, satanlar türedi. Onlarla çok büyük mücadelemiz oldu.
Genç kuşak, 3 boyutlu filmlerin gözlükle seyredildiğini, Dolby Digital’in ne olduğunu belki bilmez. Bu konuda açıklama yapar mısınız?
O zaman vatandaşlar 3 buğutlu derlerdi. Günümüzde 3D denilen 3 boyutlu filmler derinlik algılamasında yaratılan bir sistemdi. Gözlükle seyredilirdi ve sinemada 2 makine olması gerekiyordu. Film makinelerinin 2’sini yan yana koyuyorsunuz. Ayni 2 filmi 2 makinada aynı anda başlatmak zorundasınız. Aynı anda başlatıp bir perdede üst üste çakıştırıyorsunuz ve özel gözlüklerle seyretme imkanı buluyordunuz. Fakat bu teknolojiyi sonra geliştirdiler. Tek bir filmle, tek makinede sadece tek objektifle ve değişik çekim tekniği ile hazırlanmış, kaydolmuş üç boyutlu filmler başladı. Sonra bunlara Dolby ses sistemi eklendi. Bu sisteme Türkiye’de ilk geçenlerden biriyiz. Bunlar özel okuyucularla filmlere kaydediliyor ve filmin frekanslarına göre çeşitli boyutlara ayrılıyor. Çeşitli yerlerde duran hoparlörlerden sesler çıkartmak suretiyle sesler dağılıyor. Bir merkez hoparlör var. Merkez hoparlördeki konuşmalar filmde ortadaki insandan geliyor hissi veriyor. sol taraftaki insan konuşursa sinemanın solundaki hoparlör, sağ taraftaki kişi konuşursa, sinemanın sağındaki hoparlörden ses geliyor. Değişik bir örnek vermek gerekirse, bir tren görüntüye sağdan girdiğinde ses önce sağ tarafta bulunan hoparlörlerden gelip, sola gidiyor ve oradan kayboluyor. Sinemanın büyük ve küçüklüğüne göre sinemanın sağ ve sol tarafına, 4, 6 ya da 8 hoparlör yerleştiriliyor. Subwoofer merkez konuşma hoparlörleri eklersek sinemada pek çok hoparlör sistemli şekilde yerleştiriliyor. Subwoofer hoparlörler de sadece patlamalarda devreye giriyor. Filmde bir bomba patladığında bir otomobilin yakıt deposu infilak ettiğinde büyük bir ses çıkıyor, sanki yüzünüze doğru gelen bir etki yaratıyor. Bu sisteme Dolby Digital deniyor ve sistem size hareketliliği hissettiriyor. Sinemadaki yenilikler peş peşe gelişirken film makinelerinde büyük yenilikler oldu. Kömürlü makinelerin yerini, 2 bin 500-3 bin 500 watt ampulleri olan makineler aldı. Filmleri gümüş simli perdede, pırıl pırıl bir görüntüyle, dolby ses sistemi ile sinemada izlediğinizde çok farklı bir atmosferde oluyordunuz. Böyle film seyretmek insanlara büyük bir zevk veriyordu. Bu teknolojileri Türkiye’ye ilk getiren illerden biri biz olduk.
Balıkesir’de sinema işletmeciliği yapan ilk ailelerden birisiniz. Eski teknolojide ne gibi zorluklarla karşılaştınız, cadde sinemacılığında gelinen son nokta ve yenilikler neler oldu?
Sinema teknolojisi anlamında, surround sistemini, 3 boyutlu filmleri kömürlü makineler yerine lambalı sinema makinelerini söyledik. Cadde sinemaları kapanmağa başlamadan önceki yıllarda son olarak hayatımıza harddisk girdi. Eskiden kasalar içinde filmler gelirdi. Hem nakliyesi zor, hem taşıması zor, hem filmleri makineye yerleştirmesi zor olurdu. İlk başlarda 16 milimetrelik (mm) dediğimiz filmler ve film makineleri vardı. Bu filmler 16 mm genişliğindeydi. Makineleri taşınabilirdi. Bu taşınabilir makinelerle köylere gidilir, film seyrettirilirdi. Verem Savaş Derneği’nin 16 mm’lik tanıtıcı filmleri vardı. Köy köy dolaşılarak vatandaşa izlettirilir, bilgilendirilirdi. Veremle mücadelede ya da halka aktarılacak bilgilerde o tarz filmler kullanılırdı. Yani şimdinin kamu spotu gibi düşünebiliriz. 16 milimetre filmler daha sonra 35 milimetre dediğimiz, 3,5 santimetre genişliğinde filmlere dönüştü. Teknolojiyi biraz daha geliştirdiler. Filmlere paralel makineleri de geliştirdiler. Filmler çok uzun olurdu. Büyük makaralarda kısım kısım bize gelirdi. 4-5 kısmı birbirine ekleyip, film oynatırdık. 35-40 yaşlarında olanlar hatırlayacaktır; yapıştırdığımız yer koparsa perde bembeyaz olur, seyirciler ıslıklamaya başlar, “Makinist uyuma” diye bağırırlardı. Filmler tekrar asetonla yapıştırılıp film kaldığı yerden devam ederdi. Filmlerin uzunluğu hakkında fikir vermek gerekirse, 50 dakikalık bir film, Bin 500 metre olurdu. 2 saat, 2’5 saat süren filmlerin uzunluğunu bir düşünün. 2 kısım aşağı yukarı 1,5 saatlik filme denk gelirdi. Bunlar büyük ve ağır malzemelerdi. Film bittikten sonra yine kısımlar ayrılır, büyük sandıklara konur, gece yarısı otobüslere verilirdi. Otobüs firmaları, filmler hangi şehirde oynayacaksa oraya götürürdü. Filmleri otobüse teslim ettikten sonra, alacak kişiye telefon eder otobüsün hareket saatini, ne zaman gideceği şehre ulaşacağını ve plakayı bildirirdik. Oradaki sinemacı filmi karşılar, filmleri oynattıktan sonra, diğer bir şehre göndermek için aynı işlemleri yinelerdi. Sistem tıkır tıkır işlerdi. Şu plakalı otobüsle gece 01.30’da şu seyahat şirketiyle şuraya gönderdik. Karşılayın derdik. Buradan Aydın’a giderdi kopya. Aydın’daki sinemada bir hafta oynardı. O da bitirdikten sonra, yine söker, parçalar, sandıklara koyar, Denizli’ye gönderirdi işler böyle yürürdü. Ben örnek verdim ama film şirketleri Ege Bölgesi’ne ayrı, Marmara bölgesine ayrı kopyalar yapardı. Sonraları zaman içerisinde bu zorluklar bitti. Teknoloji o kadar gelişti ki, her şey dijital oldu.
Dijital sinemayı anlatmadan önce sinemaskop nedir? Bu konuda bilgi verir misiniz?
Özel çekilmiş, geniş açılı, perdenin tamamını kapsayan dikdörtgen şeklindeki filmler sinemaskoptur. Genellikle bu filmlerde 2 tane objektif kullanmamız gerekiyordu. Normal filmlerde oynattığımız objektifin önüne, özel objektif takarak sinemaskop filmleri oynatırdık. Daha ülkemize televizyonlar girmeden, Hollywood’un televizyonlara kaptırdığı seyirciyi geri döndürmek için kullandığı bir tekniktir sinemaskop. İngilizcesi CinemaScope’dir. Biz sinemaskop diyoruz. Normal filmler sinema perdesini kaplamaz, kare şeklinde bir görüntü olurdu. Onlara düz film derdik. Genellikle iyi filmler, iyi çekilmiş büyük prodüksiyonlar, özellikle kovboy filmleri sinemaskop olurdu. Evlerde izlediğimiz televizyonlar önce kare şeklindeydi. 4:3 diye bilinirdi. Daha sonra 16:9 tabir edilen yeni televizyonlar gibi düşünün sinemaskop filmle düz filmleri.
Dijital filmlere geçiş kolaylık sağladı fakat seyirciyi çekmede başarısız mı oldu?
Sinemacılıkta yeni teknolojiler çok büyük kolaylıklar sağladı. Ağır ve çok uzun filmlerle uğraşmak yerine yeni teknolojiyi sinema sektörüne soktular. Bu gelişme çok da iyi oldu. Önce biraz endişem vardı. Perdede aynı netliği kazanabilecek miyiz? Zaman geçtikçe, teknolojinin de ilerlemesiyle bu netlik işini çözdüler. Yüksek netlikte film kayıtları yapılmaya başlandı. Bu kayıtların bize ulaştırılması rahat ve sorunsuzdu. Film şirketi harddisklere filmleri kaydedip her sinemaya ayrı ayrı gönderiyordu. Nerede o 2 kişinin güçlükle taşıdığı filmler, nerede Harddiskler. Cebine koy taşı. Gönderilen harddisklerin şifresi oluyordu. Biz o şifreyi bilgisayara giriyorduk ve filmi başlatıyorduk. Cuma günleri film değiştiriliyordu. Cuma günü ilk seans saat 12.00’de diyelim, 12.00’ye çeyrek kala şifre gelir, anında şifreyi girerek film oynatmaya başlardık. Anlaşma yaptığınız süre kadar şifresi açık olurdu. Harddiskleri tekrar kargoyla geri gönderirdik. Kocaman kasalarla gönderdiğimiz filmler, küçücük paketler halinde bize geliyordu.
Gösterime girecek filmleri Balıkesirlilere nasıl tanıtırdınız, reklamını nasıl yapardınız?
Filmlerin tanıtımı, reklamı afişler ile yapılırdı. Şimdiki olanaklar olmadığı için televizyon reklamları, gazete, dergi reklamları küçük şehirlerde yoktu. Radyo ve internet yayınları olmadığı için insanların karşısına bir şekilde giderek söylemek, afişleri göstermek, filmin oynayacağı zamanı belirtmek gerekiyordu. En doğru yolu fayton ve taksinin üzerine afişler asarak, sokak, cadde ve mahalle aralarında dolaşmaktı. Bu esnada görevli bir kişi de elindeki teneke megafonla “Avare filmi bu akşam saat 21.15’te şan sinemasında” ya da “Başrollerini Türkan Şoray ile Tamer Yiğit’in paylaştığı, Çapkın Kız filmi saat 21.15’de Yıldız Sineması’nda” diye bağırırdı. Reklamlar bu şekilde yapılırdı. Daha sonra otomobillere amfiler konarak, hoparlörler yerleştirilerek anons yapmak kolay hale geldi. Milli Kuvvetler Caddesi’nde birisi hoparlörden anons yapsa, vatandaşlar ne olduğunu öğrenmek için oraya koşardı. Sonra her şey güncellendi. Filmlerin fragmanları, Tv’lerde, internette yayınlanmaya başladı. İnsanlar bırakın kendi şehrindeki filmin hangi sinemada oynadığını, bilgisayarda ya da cep telefonunda tek bir tıklamayla hangi filmin Türkiye’nin hatta dünyanın neresinde oynadığını öğreniyor.
70, 80 ve 90’lı yıllarda ülkemizin en küçük ilçelerinde bile 2-3 sinema vardı. Şimdi bazı ilçelerde sinema yok. Bunun nedeni vatandaşların televizyonu tercih etmesi mi yoksa ekonomik nedenleri de var mı?
Sözünü ettiğiniz yıllarda insanların vakitlerini değerlendirdiği, eğlendiği, zevk aldığı yerlerin başında sinema ve tiyatrolar gelirdi. En küçük bir ilçede dahi 1-2, hatta 3 sinema salonu olurdu. Filmler köylere götürülür orada izlettirilirdi. Şimdi bazı şehirlerde dahi sinema salonu yok. Kendini mi yenileyemedi, yoksa teknolojinin hızlı gelişmesine, ayak mı uyduramadı? Diye sorguladığımızda, sinemalar teknolojinin gelişmesine ayak uydurdu. Biz de Balıkesir’de ayak uydurmuştuk zaten. Fakat diğer araçlarla film seyretme imkanları yaratıldı. Diğer araçlar dediğimiz televizyon herkesin evinde var. Televizyonların dev ekranlara sahip olması, tabiri caizse cam gibi görüntüler olması, serçe parmağın yarısı büyüklüğündeki taşınabilir belleklere onlarca filmin sığdırılması sinemaların kapatılmasında etken olmuştur. Sinemalardaki Dolby Digitallerin yerini evlerde, Home Theater sistemler yani ev sinema sistemleri aldı. Ayrıca bazı internet sitelerinden film indirme olanakları doğdu. Bu sitelere engel olunamadı. Alış Veriş Merkezlerindeki (AVM) sinemalar hariç, cadde sinemaları dediğimiz bizim işletmeciliğini yaptığımız sinemalar bu nedenlerden dolayı kapandı. AVM’lerde sinemalar açılınca insanlar, hem alışveriş yapıp, hem eğlenip, hem otomobillerini rahat park edebildikleri bir ortam gördüler ve oraya kanalize oldular. O zaman biz sinemacılar hem film temin etmekte zorlandık, hem maliyetlerimizi kurtarmada zorlandık. Durum böyle olunca cadde sinemalarında da kapanmalar başladı. Bir yerde cadde sinemaları kapanırken, başka bir AVM’de yeni sinemalar açılıyordu. Sadece kaçak seyretmede fazlalaşma oldu. Bu durum günümüzde aynen devam ediyor. Pandemide insanlar dışarı çıkamadığı için, Netflix, Amazon gibi şirketler çoğaldı. İnsanlar bu kuruluşlara üye olarak evlerine sinemayı getirdiler ve buradan seyretmeye başladılar. Öyle bir alışkanlık oldu ki, akşam eve geliyorsunuz, karnınızı doyuruyorsunuz, pijamalarınızı giyiyorsunuz, çayınızı kahvenizi alıp ekranın karşısına geçip istediğiniz filmi seyredebiliyorsunuz. Tabi ki evden çıkmanın getirdiği ekonomik koşullar var. 4 kişilik bir aileyi düşünürsek, evden çıktınız, otomobilin yakıtı, sinema biletleri, çocukların ve sizin yemeniz içmeniz bir hayli pahalıya patlıyor. İnsanlar evlerinde film seyretmeyi tercih ettiler. Türkiye’de, cadde sinemaları olarak en son kapanan sinemalardan biri de bizim sinemamızdı. Hatırladığıma göre en çok direnen, Samsun, İstanbul Kadıköy’de 1-2 sinema ve biz olduk. Çünkü maliyetleri kurtarmamız mümkün değildi. İnsanlar AVM’deki sinemalara gitmeye başladılar. Son zamanlarda oradaki müşterilerde de bir azalma başladı. Türkiye’de seyirci azalması halen devam ediyor. Fakat Avrupa’daki şehirlerde, özellikle pandemi döneminde sinemaya gitme alışkanlığının azalması, müşteri sayısındaki azalma gittikçe sinema lehine kapanmaya başlamış. Türkiye’de bu durum hala yok.
Balıkesir’de filmler İstanbul ile aynı anda vizyona giriyordu. Türkiye’nin büyük şehirlerinde oynamazken, bir film Amerika ile aynı anda Balıkesir’de gösterime girdi. Balıkesir Halkı bu ayrıcalığı nasıl kazandı?
Bu olay tamamen doğrudur. Yaptığımız işte sunduğumuz hizmetin iyi bir hizmet olduğunu film şirketlerinin değerlendirerek onaylaması anlamına geliyor. Türkiye’de ismini anımsamadığım bir film vizyona girecekti. Dediler ki, programımıza göre İstanbul sinemalarında aynı anda başlayacağız. Ondan sonra size de verelim dediler. İtiraz ettim. Hali hazırda boş bir salonum var, büyük yatırımlar yapıyorum, niye görmüyorsunuz? Sizden ve özellikle rica ediyorum. Ben, Türkiye’de ilk defa, Amerika’yla birlikte film oynatan bir sinema olmak istiyorum dedim. Şirket yöneticileri isteğimi çok sempatik buldular ve beni kırmadılar. Film, İstanbul’dan önce, Amerika ile aynı anda Balıkesir’de vizyona girdi. Film İstanbul’da 1 hafta sonra gösterime girdi. Bilindiği gibi pek çok film Türkiye’de, İstanbul ile Balıkesir’de aynı anda gösterime girmiştir. Balıkesir Halkına, Dünyadaki pek çok ülkeden önce, Amerika ile birlikte aynı anda bir filmi seyrettirmenin gururunu yaşadım.
Sinema ile ilgili sizi bu kadar değerli kılan yatırımlar nelerdi?
Sinemadaki teknolojik gelişmeler, yenilenen donanımları temin etmenin yanında müşteri memnuniyetine de çok özen gösterdik. Balıkesirli neye layıksa onu yapmaya çalıştık. Maddi manevi hiçbir fedakarlıktan kaçınmadık. Çünkü sektörümüz, yatırım isteyen, yenilenme isteyen bir iş. Kullanılacak koltuktan, seyircinin gideceği tuvaletin hijyenine, dek her şeyin en iyisini yapmak zorundasınız. Bir iyiyi yapmak var, bir de iyinin lüksünü yapmak var. Biz hep iyinin lüksünü yaptık. En iyi koltuğu getirmeye çalıştık. Yatar koltuklar çıkar çıkmaz, hemen yatar koltuklar getirdik. Sinema ile ilgili aklınıza gelecek her şeyin en güzelini Balıkesirlilerin hizmetine sunduk. Sinemanın önüne kafeterya yaptık. Starbucks türü kahveler ülkemizde bilinmezken, İtalyan kahve markası Segafredo ile anlaşma yaparak kahveler getirttik. Ortaya çok lüks bir kafeterya çıktı. Şu an insanların kuyrukta bekleyip aldığı kahveleri burada yapıyorduk ama hiç kimse içmiyordu. Türk kahvesi içiyorlardı. 20-25 yıl önce, Espresso, Americano, Cappuccino, Risteretto, Cafe latteyi pek bilen yoktu. Bu tür kahve yapanlara Barista denir. Oğullarımı öğrensinler diye İstanbul’a kursa gönderdim. Öğrendiler, geldiler halkımıza bu tür kahveler sundular. Sinemadaki kafeteryanın adını da Barista koymuştuk. Fakat alışkanlık yoktu. İnsanlar çay, ıhlamur, gazoz, kola içiyordu. İtalyan kahvesi Amerikan kahvesi bilmiyordu. Cafenin boş kalması beni üzüyordu ama müşteri memnuniyeti için kendimi yapmak zorunda hissediyordum.
Balıkesir’de gala yapılır mıydı, ön gösterim için kimler geldi Balıkesir’e?
Galalar eski zamanlarda müşterileri sinemaya çekmek anlamında yapılırdı. Çocukluk yıllarımda, galaya gelen Fatma Girik ile çekilmiş resmim var. Benim sinemacılık dönemimde ön gösterimler azaldı, çeşitli yerlerde festivaller oldu. Festivallere katılım fazlalaştı ve festivallerde, filmlerle beraber oynayan sanatçılar da sunum yaptılar. Daha çok 60-70’li yıllarda gala sistemli çalışıldı. Vatandaşlar, filmin sanatçısı gelmiş, gidelim, yakından görelim diyerek sinemaya gelirdi. Daha bir reklam olurdu. Hem sanatçıyı görürlerdi, hem onlarla resim çektirirlerdi.
Sinemaların iş yapmayacağını nasıl fark ettiniz?
Sinema sektöründe yeniliklerle ve modernleşmeyle ilgili çalışmalarımızı sürdürürken, Yay/ada AVM açılmıştı. Buradaki sinemanın bize olumsuz etkisi olmuştur ama bizim de ayrı bir müşterimiz vardı. Kampanyalarla üniversite öğrencilerine çok daha fazla hitap ediyorduk. Ucuz biletler sunarak işletmemizi götürmeye çalışıyorduk. Daha çok sanatsal yönüyle olaylara bakıyorduk. Bir işletmenin yürüyebilmesi için para kazanması lazım. Biz orada sıkıntı çekmeye başlayınca, film şirketlerinin AVM’leri daha fazla tercih etmeleri, müşteri kaybı nedeniyle hiç istemeyerek sinemalarımızı kapatmak zorunda kaldık. Türkiye’de en geç kapatan cadde sinemalarından biri olduk. Yurt dışında önemli şehirlerin hepsinde cadde sinemaları açık. Yabancılar yaşatıyor, destek veriyor. Yasalar müsait insanlar kaçak film oynatamıyor, satamıyor. Fakat ülkemizde, taşınabilir belleklere filmin tanesini 1 liraya yüklüyorlar. Virüs filmi dünya sinemalarıyla ve Türkiye’yle aynı anda Balıkesir’de gösterime girecekti. Bir arkadaşım geldi filmin internette izlenebildiğini söyledi, inanamadım. İnternete girdim bizim dünya sinemaları ile aynı anda vizyona gireceğini beklediğimiz film internet sitelerinde yerini almış. Durum böyleyse ben bu işi yapmayacağım dedim ve hakikaten öyle oldu. Ben bu düşünceler içindeyken, bir gün gençler sinemanın önündeki afişlere bakarken, biri diğerlerine bu filmlere gitmeyin bende var dedi. Nasıl olabilir diye sordum cebinden flaş belleği çıkardı, işte burada hepsi var dedi. O anda insanların sinemaya gitmek yerine evinde film izlemeyi tercih ettiklerini düşündüm. Artık bu şartlarda film oynatmak, sinema çalıştırmak mümkün mü? Mümkün değil. Buna çok üzülüyorum. Mesleğimi bırakmak zorunda kaldım ona üzülüyorum. Ama en çok üzüldüğüm çalışan arkadaşlarım, emekçi arkadaşlarım işlerinden olacaklardı. Fakat başka işletmelerim vardı ve çoğunu o işletmelere transfer ederek mağdur olmaması için gayret sarf ettiğim.
Sinemayla ilgili unutamadığınız anınız var mı?
Filmin deprem sahnesinde gerçekten deprem oldu. Tüm seyirciler dışarı kaçtı. Unutamadığım, hiç aklımdan çıkaramadığım bir anıdır bu. 1972 yılıydı. Şan Sineması’nda Mackenna’nın Altınları diye bir film oynatıyoruz. Akşam seansı 22.30 sıralarında, filmin sonuna doğru bir sahne var. O sahnede Mackenna’nın gizli kalmış altınları bir mağarada duruyor. Ve o mağarayı keşfediyorlar. Altınları alacaları esnada filmin konusu itibariyle deprem başlıyor. Altınlar yerinden kaldırdığı anda deprem olmaya başlıyor. Anlattıklarım filmin sahnesi, film böyle. Fakat tam o anda Balıkesir’de de deprem oldu. Ben de sinemadaydım. Önce bir garipsedim. Gerçek mi, değil mi derken biz iyice sallanmaya başladık. Hakikaten deprem oluyor. Seyirciler çığlıklar atarak kaçışıyor. Bende beraber dışarı çıktık. Makinist de dahil olmak üzere hepimiz sokaktaydık. O arada da film makinesi de sallandı ama cereyan kesilmediği için devam ediyor. Deprem geçtikten sonra izleyiciler filmi kaldığı yerden seyretmek istedi. Hep birlikte sinemaya girdik film geri sarıldı ve film kaldığı yerden tekrar başlatıldı. O günü hiç unutamıyorum.
Sinema ile ilgili son olarak neler söylemek istersiniz?
Balıkesir’deki en önemli yapıtlardan biri, hem tarihi anlamda, hem kültürel anlamda Şehir Sinemasıydı. Şehir sineması maalesef yıkılmıştır. Hayretle karşılıyorum. Böyle güzel bir yapıyı biz nasıl yıktık? Neden yıktık? diye hep düşünürüm. Her ortamda da gündeme getirmeye çalışırım. Balıkesir Özel İdare Meclisi yıkım kararı vermiştir. Biz orada kiracıydık. Bize belli bir süre kalabilirsiniz, sonra boşaltacaksınız diye, taahhüt imzalattılar. Biz de çıkmak zorunda kaldık. Bina bizim değildi, olsaydı yıkım gerçekleşmezdi. Orası yıkıldıktan sonra yerine yapılacak yeni binada sinema ve tiyatro salonu yapılması taahhüdü vardı. O bile yapılmamıştır. Yıkılan Şehir sinemasına sadece sinema olarak bakmayalım. Orası bir kültür merkeziydi. Orası bir tiyatro salonu, konser salonuydu. Orası şu an İstanbul Kadıköy Süreyya Opera binasının hemen hemen aynısıydı. 1937 yılında Bulgar işçiler tarafından yapılmış, tam hatırlamıyorum ama Viyana veya Budapeşte Devlet Tiyatroları’nın birinin küçültülmüş modeliydi. 36 locası vardı. Yan tarafındaki vali konağından sinemaya açılan bir kap vardı. Vali Konağı’nın içinden bir kapıyla sinemaya geçilirdi. Bu kapının karşısında, 9 numaralı loca bulunurdu ve valiye tahsis edilmişti. Valinin gelebileceği düşünülerek her zaman 9 numaralı loca boş kalırdı. Profesyonel bir sahnesi vardı ve sahnenin ardında 32 soyunma odası konuşlandırılmıştı. Halatlarla, dekorlar iner çıkardı. Sahnenin önünde alt tarafta orkestra cebi vardı. Bu cep öyle her tiyatro binasında bulunmazdı. Mükemmel bir yerdi. Restore edip. örnek bir sinema ve tiyatro binamız olabilirdi. Yanındaki vali konağını sergi salonu yapabilirdik. Neden yapmadık? Şehir sineması yıkıldığı için üzülüyorum, Balıkesirli olarak da utanıyorum. Yıkma kararı verenleri de kınıyorum.