Sendikal mücadelede bir Balıkesirli: Yaşar Evci

Yaşar Evci, sendikal hareketler içinde verdiği mücadeleden siyasi faaliyetlerine kadar yaşadıklarını, gördüklerini, mücadelisini Politika'ya anlattı.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yaşar Evci 1975 yılında 18 yaşındayken Ana Tamir Fabrikası’nın işçi almak için düzenlediği sınava girdi.  Kazandığını düşündüğü sınavda kazananlar listesinde ismini göremeyince, başarısını kanıtlamak için itiraz etti. Fabrikanın teknik müdürlüğünü yapan komutanın karşısına çıkıp haklı olduğunu kanıtladı. Balıkesir 1012 Ordudonatım Ana Tamir Fabrikasına bileğinin hakkıyla girdi. 1982 yılında Harb-iş Sendikası Balıkesir Şubesi yönetimine seçildi. Özveriyle sendikacılık yaparak önce şube başkanı, sonrasında genel merkez yönetim kurulu üyesi oldu. Harb-iş sendikasının yetkili olduğu tüm işyerlerinde işçinin hakkını korumak için mücadele etti. İncirlik, Pirinçlik, Balgat, ve İzmir’de sendika üyesi işçilerin görev yaptığı Amerikan üslerindeki toplu sözleşmelerde, Amerikalı yetkililerle sonuç alıcı mücadele içinde oldu. İzmir’de kendisine Beysbol sopası gösteren Amerikalı yarbayın 24 saat geçmeden tayin edilmesini sağladı. Emekli olduktan sonra sendikacılığı bırakıp Cumhuriyet Halk Partisinin çeşitli kademelerinde görev aldı. 2015 yılında aktif siyaseti sonlandırarak ÇYDD Balıkesir Şubesi yönetiminde görev aldı ve eğitim hayatını sürdürmek isteyen kardelenlerin destekçisi oldu. Evci, sendikacılık ve siyasi yaşamındaki ilginç anıları Politika okurları için anlattı.  

 

 

Yaşar Evci kimdir?

1957 yılının Mart ayında Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinden, annemi  Gaziantep’e doğum için götürdükleri  trenin vagonunda doğmuşum. Devlet Demir Yolları’nda (DDY) çalışan babamın Mardin’in Şenyurt Beldesine atanması nedeniyle ilkokul 1’inci sınıfı Şenyurt’ta okudum. 2’inci sınıftayken Babam Adana’ya tayin olunca, Lütfiye Kısacık İlkokulu, Ziya Paşa Ortaokulu ve Adana Motor Sanat Enstitüsü’nü Adana’da bitirdim. 1974 yılında Balıkesir’e geldik. 1975 yılında 1012 Ordudonatım Ana Tamir Fabrikası’na girdim. 1977 yılında askere gittim. Vatani görevimi tamamladıktan sonra tekrar işime geri döndüm. Aynı yıl sendikacılık yaşamına adım attım. Önce Harb-iş Sendikası Balıkesir Şubesi Yönetim Kurulu üyeliği, daha sonra şube başkanlığı ardından genel merkez yönetim kurulunda görev aldım. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Balıkesir İl Yönetim Kurulu üyeliği ve İlçe başkanlığı görevlerinde bulundum. Şu anda Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) yönetim kurulu üyesiyim.

 

 

Çalışma yaşamınızda neden Balıkesir’deki askeri bir kurumu tercih ettiniz?

Babam Türkiye’nin en ücra köşelerinde yaşam koşullarının güç olduğu yerlerde görev yaptı. 6 yaşıma kadar Pazarcık’ta, 8 yaşıma kadar Mardin’in bir hudut beldesi olan Şenyurt’ta çocukluğum geçti. Toprak damı olan bir evde mayınlı araziye çok yakın bir yerde ikamet ettik. Belde halkı su ihtiyacını yağmur suyunu biriktirdikleri kuyudan karşılardı. Fakat bu su içilmezdi. İçeceğimiz sular tirenle gelir insanlar ellerinde kovalarla sıra beklerdi. İlginç bir yer olan Şenyurt’tan babamın Adana’ya atanmasıyla ayrıldık. Balıkesir’de DDY’de çalışan bir memur ile becayiş yapmasıyla da Balıkesir’e geldik. 1 yıl işsiz dolaştım. 1012 Ordudonatım Ana Tamir Fabrikası Sınavını öğrenince, sınava girdim. Benim sendikacılığım daha doğrusu direnme meselem Ana Tamir Fabrikasına giriş aşamasında oldu. Sınav sonuçları açıklandı. Nizamiye kapısına asılan kazananlar isim listesine baktım adımı göremedim. Sınavda tüm soruları yanıtlamıştım. 18 yaşın verdiği heyecanla nizamiyede görevli rütbesini sonradan öğrendiğim Astsubay başçavuşa sınav sonuçlarına itiraz için müdürle görüşeceğimi söyledim, beni içeri almak istemedi. Israr edince isteğimi yerine getirmek zorunda kaldılar. O dönemde görevli teknik müdüre sınavın çok iyi gittiğini fakat kazananlar listesinde adımın olmadığını söyledim. Hatta, “Kazanmam için illa birisini bulmak mı lazım?” dediğimde bana çok kızdı, fakat büyük olgunlukla beni oturtarak tekrar sınav sonuçlarına baktı, kendilerinin hazırladığı listeye göre ben sınavı kazanmışım fakat kapıya asılanda ismim yoktu. Personelden biri benim ismimi kaydırmış, yerime başkasını listeye almış.  Yanlışlık düzeltildikten sonra 3-4 aylık güvenlik soruşturmasının ardından itiraz sonucu fabrikaya girebildim.

 

 

Sendikaya nasıl girdiniz önceden böyle bir düşünceniz var mıydı?

1982 yılında Harb-iş Sendikası Balıkesir Şubesi’ne yönetim kurulu üyesi seçildim. 1983 yılında Sendikalar Yasası değişti. 2821 ve 2822 sayılı toplu sözleşme ve grev kanunu değişince uyarlama genel kurulu yapıldı ve o zaman şube eğitim sekreteri olarak yönetim kuruluna seçildim. 1986’da şube genel sekreteri, 1989’da şube başkanı oldum. 1992 yılında hiçbir rakibim olmadan bir kez daha şube başkanlığına seçildim. 3 ay sonra 35 bin üyeli sendikanın genel merkez yönetim kurulunda yer aldım. Genel Merkezde görev almak istemememe rağmen delegelerin iradesiyle seçildim. Bugüne kadar Harb-İş’in Merkez yönetiminde Balıkesir’den görev almış tek kişiyim. 1999 yılı kasım ayında görevim sona erdi. Genel merkeze gitmek istemeyişimin nedeni eşimin Balıkesir Doğumevi’nde çalışması ve oğluma hamile olmasıydı. Balıkesir’de kalmak benim için çok daha iyiydi ama mücadele arkadaşlarımın ısrarıyla gitmek zorunda kaldım, eşim de görevinden istifa etmek zorunda kaldı. 7 yıl memuriyetten ayrı kaldıktan sonra önce Gülhane Tıp Akademisi (GATA), ardından Balıkesir Asker Hastanesi’nde tekrar göreve başladı.

 

 

12 Eylül Darbesi sonrasında Türkiye’deki ilk yürüyüş eylemini gerçekleştiren sendikacılar arasındaydınız. Eylem kararını nasıl aldınız? Binlerce insanın hapsedildiği işkence gördüğü dönemde yürüyüş eylemi yapmaktan çekinmediniz mi?

12 Eylül Darbesinden sonra siyasi partiler, sendikalar, dernekler kapatılmıştı. Bir süre Sonra Türk-iş’e bağlı sendikalar açıldı. Harb-iş Sendikası zaten kapatılmamıştı. Fakat konuşmak, yürümek, protesto etmek gibi eylemler yoktu. 1982’de Harb-iş yönetimine seçildiğimde çok zor koşullar vardı. O zor koşullara rağmen ne yapabiliriz diye bir çaba içerisine girdik. İlk hareketlenmeler 1986 yılında başladı. Tüm baskılara rağmen 1986 yılında darbeden sonra ilk yürüyüş eylemini gerçekleştirdik. Türkiye’de Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde özelleştirme, kapatma furyaları başlamıştı. Balıkesir Pamuklu Dokuma Fabrikası kapatılmış, 400 işçi kapı dışarı edilmişti. Biz Balıkesir’deki sendikalar birbirimizle çok iyi anlaşıyor eşgüdümlü çalışıyorduk. İşçilerin problemlerini şube başkanları toplantıları yaparak çözmeye çalışıyorduk. Türk-iş İl Temsilcisi ve Harb-iş Balıkesir Şube Başkanı rahmetli Necat Demiralp, Pamuklu Dokuma Fabrikası işçilerinin mağduriyeti ortaya çıkınca 12 Eylül Darbesi baskısına rağmen sesimizi duyurma kararını şube başkanları ile birlikte aldı. Yürüyüş 1986 yılının şubat ayında yapıldı. Binlerce kişi de işçilere destek verdi. Tencere, tavalara kaşıklarla vurularak, “400 evde tencere kaynamıyor, 400 eve aş girmiyor” diye slogan bağırıldı. Bu yürüyüş darbe sonrası yapılan ilk yürüyüştü ve ilk işçi eylemi Balıkesir’de yapılmıştı. Daha sonra işçi sınıfı eylemleri süratle arttı. 1989 yılında zirveye çıktı. Her gün eylem içerisindeydik. Bir gün yürüyüş yapıyoruz, bir gün yemek boykotu yapıyoruz. Hatta açlık grevi bile yaptık. Bu girişimler büyük sonuçlar doğurdu. Şu anda herkes kamu işyerine girebilmek için can atıyor. Fakat biz toplu sözleşmeye oturmadan önce işyerimizden 45 arkadaşımız kıdem tazminatını bile almadan iş yerinden ayrıldı “Biz pazarda limon satsak aldığımız maaştan daha fazlasını kazanırız” diyorlardı. Başbakan Turgut Özal toplu sözleşme masasına sıfır zam ile otururken, sendikalar % 142 zam aldı. Biz Harb-iş Sendikası olarak % 210 zam aldık. Toplu sözleşmenin dışında skala ayarlaması yaptırdık. Ben o dönemde 150 bin lira aylık alırken maaşım 450 bin liraya çıkmıştı. “Limon satsak daha fazla kazanırız” dönemi geride kalmış Ana tamir fabrikası ücret açısından tekrar popüler işyeri haline gelmişti.

 

 

Dönemin sendikaları ücret artışı konusunda işçi lehine başarılı sonuçlar almış. Harb-iş Sendikası, ücret artışı dışında işçiye ne gibi katkılar sağladı?

12 Eylül’ün hemen sonrasında ücret artışı ile ilgili girişimde bulunmak mümkün olmayınca kooperatifleşme konusunda yoğunlaştık. Yapı kooperatifleri ve tüketim kooperatifi kurduk. Balıkesir’de Ana Tamir fabrikasında çalışan 600 işçinin yarısından fazlasını Toplu Konut İdaresi kredisi ile ev sahibi yaptık. Üyelerimizin ve vatandaşların daha ucuz alışveriş yapmasını tüketim kooperatifi aracılığı ile sağladık. Harb-iş Tüketim Kooperatifi markette satılabilecek tüm malzemelerin dışında, kömür satışı ve beyaz eşya satışı da yapıyordu. Soma’dan binlerce ton kömür alıp satıyorduk. Vatandaş kömür alabilmek için kooperatifimize başvuruyordu. Balıkesir’de kömür satanlar biz fiyat vermeden kömür fiyatını belirleyemiyorlardı. 80’li yıllarda her binada kalorifer tesisatı olmadığı için vatandaş soba yakıyordu. Üyelerimizin dışında kamu işyerleri çalışanlarına da ucuz kömür ve beyaz eşya satışı yapılıyordu. Balıkesir’de kömür piyasasını biz belirliyorduk. İlk tüketim kooperatifimiz bir bodrum katta açılmıştı. Vatandaş uzun kuyruklar oluşturunca, 4 katlı bina satın alıp 2 katını markete dönüştürdük. Personel bulup çalıştırmaya başladık. Kooperatif çok müthiş cirolar yaptı. İlerleyen yıllarda maalesef kapatıldı.

 

 

Tüketim kooperatifi neden kaldırıldı?

Balıkesir Harb-iş Tüketim Kooperatifi, üyelerin birikimleriyle kuruldu. Kimi eşinin ziynet eşyalarını sattı, kimi biriktirdiği yatırımını verdi. Zincir marketler piyasaya girdiğinden zarar ediliyor, gelirler giderleri karşılamıyor gerekçesiyle kapatıldı. Kapatılırken de borçlu olduğu için üyelerden para toplanarak feshedildi. Harb-iş binasının market olan kısmı da satıldı. Oysa biz o binayı yöneticiliğim döneminde çok zorluklarla satın alabilmiştik. Kooperatifin kapatılması binanın satılması insana çok acı veriyor. O yıllarda kooperatifler zor durumda kaldılar ama belki yaşatılabilirdi. 1992 yılında genel merkez yönetimine girdim. 1999 yılı kasım ayında ayrıldım. Bizim aldıklarımız, bizden sonraki yönetim tarafından satıldı. İstanbul Sultanahmet’te şube binası, İzmir Çeşme’de 600 kişiyi konaklatabilecek inşaat halindeki tesis, Çubuk’ta 50 dekara yakın piknik alanı, Erzincan’da bahçe içerisinde şube binası, Gelibolu’da denize sıfır şube binası ve büyük zorluklar içinde alınan taşınmazlar satıldı. Biz sendikanın yönetimine seçilirken, Harb-iş üyeleri çok sıkıntı içerisindeydi o zaman hiç kimse bizim siyasi görüşümüze bakmadı. “Bunlar bu işi yapar” diyerek bizi çeçtiler 1989’ 1999’a kadar çalıştık. İşçileri limon satsak daha fazla kazanırız döneminden, evi otomobili, yazlığı olan insanlar haline getirdik. İşte o zaman siyasi düşünceleri akıllarına geldi, bizden olanlar görevi alsın dediler. Onlar göreve geldi, şu anda hangi durumdalar kendileri takdir ederler. Şunu söyleyebilirim tekrar dünyaya soldan bakan sendikacılara gereksinimleri olacak gibi görünüyor. Kamudaki işçilerin durumuna bakarsanız serzenişler başladı. Biz 1999’da en iyi sözleşmemizi yapmış olmamıza rağmen bizim için şunu söylediler. “Bunlar solcu, komünist.” Bütün suçlama bu. Sözleşmeyi iyi yapamadı, işçiyi sattı gibi şeyler söyleyemediler. Sendikacılığımızı eleştiremediler.

 

 

Harb-iş Sendikası Genel Merkezi’nde neler gerçekleştirdiniz?

1992 yılında sendikanın genel merkez yönetimine seçildim. Bizim Genel Merkezde görev yaptığımız süreçte ücret zamları Kamu koordinasyon kurulu aracılığıyla tüm kamu işyerleri için yapılıyordu. 1989 da ücret sıralamasında Harb-İş üyesi 11 sıradaydı. 1999 a gelindiğinde 2. Sıraya yükseldi. Çünkü her sözleşmede kamu koordinasyon kurulunun anlaştığı rakamlara skala prim gibi ilavelerle zamlar alıyorduk. Uyuşmazlık çıktığında anlaşma sağlayamadığımızda kayıplarına engel olmak için binlerce dava açarak olumlu sonuçlar elde ettik. Ayrı bir yönetim anlayışımız vardı. Sadece toplu sözleşme yapan sendika değildik. Türkiye’nin sorunlarıyla da ilgileniyorduk. Bilim insanlarıyla aylık toplantılar düzenliyorduk. Yapılan toplantılardan sonra ülkenin sorunları, çözüm yollarıyla ilgili kitaplar yayınlıyorduk. Prof. Dr. Aziz Konukman, Prof.Dr. Mustafa kemal Öke, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr. Erinç Yeldan, Prof. Dr. Hikmet Uluğbay, Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Mümtaz Soysal ve pek çok değerli bilim insanı sendikamızla diyalog halindeydi. Üniversite hocalarına araştırma yaptırıyor, bu araştırmaları kitap haline getiriyorduk. Pek çok öğrenci ve bilim insanı sendikamıza gelip bu kitaplardan yararlanırken çoğunu da ücretsiz dağıtıyorduk. Genel Başkanımız İzzet Çetin’in çabalarıyla ve Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın da desteğiyle Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi’ni (KİGEM) kurduk. Özelleştirmelerin Türkiye’ye büyük bir zarar verdiğini söylüyorduk. Petrol-iş Sendikası dışında önceleri diğer sendikalar çok destek vermedi. KİGEM’i Türk-iş’e taşımak istedik, başaramadık. Harb-iş Sendikası ile sınırlı kaldı. Kötülenen kamu işletmeciliği iyi yapılırsa yararlı olacağını kanıtlamak için çalışıyorduk. KİGEM Özelleştirmeler yapıldıkça iptal ettiren bir hüviyete dönüştü. Özelleşince her şey iyi olur, kamuda kalınca kötü olur imajını tam tersine çevirmek istiyorduk. KİGEM sayesinde özelleştirmeler iptal ettiriliyordu. Çünkü hiçbirinde kamu yararı yoktu.  Biz seçimi kaybettikten sonra her şey bitti, KİGEM’i Harb-İş den çıkardılar ve fazla yaşayamadı. Biz yaptığımız toplu sözleşmelere istinaden işyerlerimizde 6 ayda bir zam alıyorduk. Türkiye’nin ekonomik krizden kurtulması gerekçesiyle Tansu Çiller Hükümetinin 1994 yılında aldığı 5 Nisan kararlarından sonra toplu sözleşmelerde elde ettiğimiz zamlar uygulanmayıp ertelendi. Türk-iş’e bağlı pek çok sendika bu kararları kabul ederken Harb-iş sendikası olarak itiraz ettik, davalar açtık ve kazandık. Türk-iş Konfederasyonu bizim dava açmamızdan rahatsız oldu bizi disiplin kuruluna verdi. Harb-iş mahkeme kararıyla tekrar konfederasyona döndü, ücret zammının ertelenmesiyle ilgili kazandığımız davalar da siyasi baskıyla maalesef Yargıtay’dan döndü.

 

 

Harb-iş 2000 Projeleri nedir?

Etkin bir sendikanın nasıl olacağını ortaya koymak için Harb-İş üyelerinin emekleriyle oluşturduğu Harb-iş 2000 Projelerinin kitabını yayınladık.  Toplu sözleşme hakları nasıl geliştirilebilir? Demokratikleşme nasıl gerçekleştirilebilir? Ekonomik politikalar ve sendikalar çalışanlar için neden önemlidir? Sosyal güvenlik hakları nasıl geliştirilebilir. Çalışma kalitesi, yaşam kalitesi neden yükseltilmelidir? Sendikalar siyasal yaşama neden ve nasıl katılmalıdır? Kamu sektörü sendikalar için neden önemlidir? İşsizlik sendikalar için neden önemlidir? İşçi sağlığı ve iş güvenliği, Ekonomik kriz koşularında toplu iş sözleşmeli özerkliği, Batı Avrupa’da sendikal hareket ve benzer konularla ilgili çalışma grupları oluşturduk, tüm şubelerde belirlenen başlıklarla ilgili herkes kafa yordu, kitap okudu, araştırmalar yaptı. Yalova Eğitim Tesislerinde toplantılar düzenleyip, 21 şubeden gelenler yaptıkları çalışmaları birleştirdiler. Sonuçta ülkenin sorunlarıyla ilgili; Harb-iş üyesi nasıl bakıyor? Konusunu kitaplaştırıp, Üyelerimizin görüşünü oluşturduk. Bizim işçilerimiz bu sorunların çözülmesi için şöyle düşünüyorlar, önerileri budur diye Harb-iş 2000 Projeleri kitabını ortaya koyduk. İşçilerin ailelerini bilinçlendirmek için aile eğitimleri yapıyorduk. Eğitimlerin çok faydası oldu. Toplu sözleşme sıkıştığı anda üye sokağa çıktığında toplu sözleşme masası rahatlıyordu. Şube yöneticilerinin, temsilcilerin eğitimine çok önem verdik. Bir sendika yöneticisinin işveren karşısına çıktığında ne yapacağını iyi bilmesi, donanımlı olması gerekir. Üyelerimizin eşlerinin ve çocuklarının da katıldığı Aile eğitimleri yaptık. Üyelerimiz Yalova tesislerimizde hem tatil yapıyor hem de eğitim çalışmalarına katılıyorlardı. Üyeler için sendikal eğitimler yapılırken aileler için aile sağlığından diş sağlığına eğitimler verilip, tiyatro, müzik, esim yüzme gibi kurslar düzenleniyordu.

 

 

ABD’li askerlerin bulunduğu alanlarda toplu sözleşme yaptınız mı?

1990 yılında ABD’li, ITT şirketinde grev gerçekleştirdik. Balıkesir Ana jet üssü içinde de bu şirket vardı. Burada çalışan sadece 5 işçi arkadaşımızla grev başlattık. Haberleşmeyi sağlayan Jeneratörler vardı. Grev başlayınca jenarötörleri Amerikalılar çalıştırmaya başlamışlardı. Bu bir grev kırıcılığıydı. Mahkemeden tespit istedik. Amerikalılar Hakimi görünce neye uğradığını şaşırdılar. Jeneratörleri stop da ettiremiyorlardı. Çok kısa bir zamanda grev anlaşmayla sonuçlandı. Grevde geçen süreler dahil ücretlerin ödenmesi sağlandı. 1998 yılında ABD üslerinde 69 gün süren grevimiz oldu. Bu nedenle Adana İncirlik Hava üssüne sık sık gidiyordum. Aşırı sıcaklar olmasına rağmen eylemimiz 69 gün sürdü. Öyle anlar yaşadık ki otomobilin direksiyonunu havlu ile tutmak zorunda kaldığımız anlar oldu. Otomobilin termometresi 50 dereceyi gösteriyordu. Amerikalılar bu grevden çok hoşlanmadı. 69 günlük grevin kitabını bile bastık. ABD’li askerlerin yemek hizmetleri, mutfak hizmetleri elektrik tesisatı, su tesisatı gibi işleri Harb-iş üyesi işçiler yapıyordu. Aslında onların yaşamlarını çok fazla zorlayacak şeyler değildi bunlar ama uzun süren mücadele sonunda büyük başarı elde ettik. Toplu sözleşme imzalarken, Brüksel’den gelen yetkili Albay, “Tamam siz kazandınız ama biz Amerikalılar hiçbir şeyi unutmayız” dedi. Toplu sözleşmeden sonra yaptığımız seçimi kaybettiğimizde, ABD’li albayın o sözleri aklıma geldi.  Önemli olan her şeyi doğru yapmaktı. İşçinin aidatından aldığımız maaşın hakkını vermek için elimizden geleni yaptık. Sendikalarda devamlı kazanmak, yönetimde kalmak istiyorsan işverenle iş birliği yapacaksın. Rakibin kimse işverene söyleyip işten attıracaksın, tayin ettireceksin rakibin kalmayacak. Böyle çok uzun sendikacılık yapılabiliyor. Biz böyle yollara başvuracak ahlakta hiç olmadık. İşçinin hakkını kovalarken bana oy verdi, vermedi diye bakmadık.  Bizim sendikacılığımız uzun sürmedi fakat sendikacılığı hakkıyla yaptık. Vicdan azabı çeken sendikacılardan olmadık.  10 yılı profesyonel 18 yıl hakkıyla yaptığıma inandığım bir sendikacılık yaşamım oldu.

 

 

Amerikalıların grevlere tepkileri ne oldu?

Amerikalıların günlük işlerini derinden etkileyecek işler yapmıyorduk. Temizlik işleri, mutfak hizmetleri ve buna benzer işleri üyelerimiz yapıyordu. Amerikalılar rahatlarına çok düşkündü. Yemek çıkmadı diye üzülmüyor gidip en güzel restoranlarda karınlarını doyuruyorlardı. Fakat yüzme havuzunun çalışmaması bile onlar için bir sorundu. Tabi ki bu sorun bizim avantajımız oldu. Adana’nın sıcağı ve sivrisineği meşhurdur. Adamlar bu nedenle pencerelerini açmıyor klima çalıştırıyordu. Elektrik kesildiğinde şalterleri açmak bizim işçilerimizin göreviydi. ABD askeri bu işi yapmaya kalktığında engel oluyorduk. Çünkü o şalteri indirip kaldırmak grevdeki işçinin göreviydi. Amerikalı pilotlar sıcakta uyuyamadıkları için pencereleri açınca sivrisineklerin saldırısına maruz kalmış bu nedenle uçuş yapmamışlardı. 69 günlük mücadelenin sonunda çok iyi bir toplu sözleşme imzaladık. Bu başarıyı elde ederken sadece grev yapmadık, işi eyleme döktük, kamuoyu oluşturduk. Bizim hedefimiz, Avrupa’daki Amerikan üslerinde çalışan işçilerin aldığı ücreti kendi işçilerimize sağlamaktı. Almanya’daki, İtalya’daki işçi ne alıyorsa, üyelerimizin almasını istiyorduk. Onlar itiraz ediyor, bizi çözmek istiyordu, buna karşılık ısrarla direniyorduk. Ben profesyonel sendikacılığa başladığımda işyerinden aldığım ücretten daha yüksek ücret alırken, ABD üslerinde çalışan işçiler profesyonel sendikacılardan daha fazla ücret alabiliyordu.

 

 

Günümüzde Türkiye’nin eski ve yeni sendikacılık anlayışına dair neler söyleyeceksiniz? Hükümet kendi sendikasını yarattı mı?

Bizim dönemimizde en fazla dikkat ettiğimiz nokta tarafsız olmaktı. . İş yaşamı boyunca bize oy vermemiş ve vermeyecek arkadaşlarımız mağduriyet yaşadıklarında, gidip mağdur edenlerin karşısına dikildik. Kayseri’de üyelerimizin işten atıldığını öğrenince gidip nizamiyede günlerce oturunca işçi çıkarmalarını durdurduk. Yapmasaydık bir seferde toplu çıkış olmaması için 9’ar kişi işçi atmaya çalışıyorlardı. Kayseri’deki arkadaşlarımız bize oy vermiş vermemiş ona bakmadık. Günümüzde böyle de bakılabiliyor. Rakiplerimizin tasfiye edilmesi bir tarafa onlar mağdur olduklarında mağdur edenlere karşı önce biz karşı durduk. Ben sendikanın topladığı aidatlardan ücret alıyorum, bana oy vermiş, vermemiş ayrımı yapamam. Hiçbir zaman için kendim orada kalayım diye bir çaba içerisinde olmadım. Güçlü olduğun dönemde sendikanın tüzüğünü değiştirirsin seni kimse yerinden oynatamaz. Biz onun tam tersini yaptık. Sendika tüzüğünü, demokratik hale getirerek rakiplerimizin karşımızda daha güçlü olmalarını sağladık. Üye, sendikacıyı seçerken sağcı mı solcu mu? Namaz kılıyor mu kılmıyor mu? Oruç tutuyor mu, tutmuyor mu? Diye bakarak sendikacı seçerse işçi sınıfı hiçbir zaman iflah olmaz. Benim için ne yapar? Çabalar mı? Hakkımı hukukumu korur mu? Durumumu iyileştirir mi diye bakmadığı sürece hiçbir zaman dertten kurtulmaz. 1989 öncesi döneminde yaşadığımız sorunlar şu anda kamuda tekrar yaşanmaya başladı. 400 işçinin çalıştığı yerde 50 kişi emekli olur mu? Artık iş yerindeki ücretler orada kalmayı gerektirecek nitelikte değil. İşçi sınıfı da artık bugünden itibaren belki kendini kurtaracak olanları arar. Sağcısına solcusuna, namaz kılıp kılmadığına, oruç tutup tutmadığına, inancına bakmaz. Kendini kurtaracak sendikacıları seçerse durum düzelir. Günümüzde Türkiye’de  memur sendikaları konfederasyonları var. Memur ve işçi sendikalarında mevcut iktidarla çok sıkı fıkı olanlar var. Siyasi olarak örgütlenen sendika, siyasi iktidar değiştiğinde, belediye yönetimi değiştiğinde düşüyor, yerine başka sendika geliyor. İnançlar, mezhepler, siyasi görüşler sendika seçimlerinde etkili oluyor. Sendikacılık bu şekilde devam ederse işçiler hep kaybedecektir. Konjonktüre göre sendika değiştirmek olmamalı. Kendisine yararlı olabileceğini düşündüğü kişileri seçmeli, seçerken de onun inancına, oruç tutup tutmadığına, namaz kılıp kılmadığına bakmamalı. Siyasi iktidarla beraber gelip, siyasi iktidarla beraber giden sendika olmamalı. Sendika, sendika gibi olmalı. Ben SHP’ye oy veriyordum ama Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Hastanesi Başhekimi değiştiğinde SHP binasına baskın yaptık, karşılarına dikildik. SSK hastanelerinin başhekimlerinin değişimine karışmayın dedik. Aynı siyasi görüşteyim diye yapılan haksızlıklara ses çıkartılmıyorsa o zaman sendika sendikalığını yitirir. Sendika üyesinin hakkı hukuku neredeyse onun yanında olmalı.

 

 

 

Sendikacılık yaşamınızda unutamadığınız sizi en çok etkileyen bir anınız var mı?

Genel merkez yöneticisi olduğum için grev yerlerini ziyaret ediyordum. Hiç unutamadığım hatıralardan birincisi Adana’da 50 °C de mücadele verdik. Yaptığımız grev yalnız Adana’da değildi. İzmir’de şube başkanı ile birlikte grevcileri ziyaretten dönüyorduk Amerikalı Yarbay bir kavşakta bizim araçla yan yana geldiği an beysbol sopası gösterip bize doğru salladı. Aldırış etmedik ama sonrasında arkadaşlarımızla birlikte Tuslog iş yerine siyah çelenk bıraktık. Aynın günün gecesi Amerikalıların üs komutanlarıyla görüştüm. Sopayla gezmiyoruz ve gerek de duymuyoruz ama sizin adamlarınız sopayla geziyor biz de ona göre tedbir alabiliriz deyince, ilerleyen günlerde Yarbayın o gece İzmir’den başka bir ülkeye gönderildiğini öğrendim.

 

 

Ak Parti iktidarı sendikacılıkta değişiklik yarattı mı?

Eskiye kıyasla düşündüğümde sendikaların bir etkinliğini göremedim. Bizim dönemimizde de bazı eksiklikler aksaklıklar, zorluklar, sıkıntılar, baskılar oluyordu. Bizler mücadeleyi seçiyorduk. Kendi iş kolumda da görüyorum bu günlerde hareketlilik, eylem yok. İşçiler hak kaybederken, etkili olabilecek karşı bir eylem görmüyorum. Sendikacılığın AKP döneminde çok zayıfladığını düşünüyorum. İşlevsiz ortamdan çıkışı, nedenlerini işçiler kendileri bulacaklar. Sendika yöneticilerini seçerken, siyasi görüşüne, mezhebine, namaz kılıp kılmadığına, oruç tutup tutmadığına bakarak seçmeyecekler. Mücadeleci kişileri seçecekler ki önleri açılsın. Bu dönemde maalesef umut göremedim. Eski dönemlerin hareketli etkinlikleri göremedim. Sendikacı dendiğinde, mücadeleci haksızlığa karşı başkaldıran kişi olarak görülmeli. Sendikacı yargılanmaktan korkmamalı. Sendikacı, düzene ayak uydurmamalı, temsil ettiği kişilerin haksızlığa uğradığı her yerde haksızlığı yapanların karşısına dikilebilmeli. Şu an çok haksızlıklar yapıldığını görüyorum ama haksızlıklara karşı direniş görmedim, görmüyorum. Umarım işçilerin hak ve hukukunun farkına varırlar. İşçi olmanın verdiği gücün ne demek olduğunu ayırt edebilirler, düşündüğüm anlamda bir sendikal mücadele içerisine girerler.

 

 

DİSK toplu sözleşmelerde daha iyi haklar elde etmesine rağmen Türk-İş gibi gelişemedi. Nedenlerini anlatır mısınız?

En büyük etken siyasi dünya görüşüdür. Siyaset sendika yönetimlerinin oluşmasında birinci derecede etken oluyor. Kimisi mücadeleyi, kimisi sermayeyle uzlaşmayı tercih ediyor. Uzlaşma ile işçi sorunlarını çözebileceğini düşünenlerin sayısı daha fazla olunca bu durumda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) büyümesinin önü kesilmiş oluyor ve en büyük nedeni de Türkiye’deki siyaset. DİSK’in dünyaya soldan bakması TÜRK’İŞ’in büyük çoğunluğu elde etmesini sağlıyor. Ben de Türk-İş’e bağlı bir sendikada yöneticilik yaptım. TÜRK’İŞ’in içerisinde dünyaya soldan bakan insanlar da var fakat çoğunluk iktidarın penceresinden bakıyor. Böyle olduğu zaman da işçinin hakkını, hukukunu koruyamıyor. Umarım işçiler sendika seçerken, tercihlerini yaparken kendileri için mücadele edecek insanları, kimliğine, kişiliğine, siyasi görüşüne bakmadan seçerler. Ancak o zaman düzelir bu işler. Fransa’ya işçi sendikası konfederasyonu CGT’nin genel kuruluna gittim. Tartıştıkları konu; işçiler Sosyalist mi, Komünist mi olmalı? Bunu tartışıyorlar. Ben Türkiye’deki işçilerin % 70’inin sağcı olduğunu söyledim inanmakta güçlük çektiler. Bir işçinin nasıl sağcı olabildiğini sordular. Türkiye’deki sendika yöneticilerinin çoğunluğunun da sağcı olduğunu söyleyince duyduklarına inanamadılar. Türkiye’deki yapı maalesef böyledir. İşçiler, hakkının, hukukunun, işçi olduğunun farkına varırsa, o zaman mücadeleci sendikacılık öne çıkar.

 

 

Sendikacılığın ardından siyasete atılmanızdaki etkenler nedir?

Sendika yönetiminde bulunduğum dönemde, yasalar hem siyasi parti, hem sendika yöneticisi olamaya izin vermiyordu. 2000 yılının başında seçim kaybedip işime döndükten sonra 2002’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) il yönetimine seçilip il sekreterliği yaptım. Bir süre ara verdikten sonra 2012’de merkez ilçe başkanı, Balıkesir’in büyük şehir statüsüne kavuşmasından sonra Karesi ilçe başkanlığı yaptım. 2015 senesinde aktif siyaseti sonlandırdım. 8 yıldır Çağdaş Yaşam Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) Balıkesir Şube yönetimindeyim. Öğrencilerin eğitimine katkıda bulunmak için canla başla çalışıyorum.  Kısıtlı olanaklara rağmen her ay 264 öğrenciye 408 bin lira burs veren derneğin üyesi olmaktan mutluyum. ÇYDD çalışmalarım tüm zamanımı alıyor. Sendikal mücadele tek başına yapılmıyor. Şube Başkanlığım ve Merkez yönetiminde görev aldığım süre içerisinde birlikte görev yaptığımız mücadele arkadaşlarımla hep uyum içerisinde çalıştık. Hepsi mücadele adamıydı. Ne yapmışsak nede başarı sağlamışsak birlikte yaptık. Bu nedenle birlikte mücadele verdiğimiz arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum.

 

Sendikal mücadelede bir Balıkesirli: Yaşar Evci
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!