Hilmi DUYAR / POLİTİKA / Prof. Dr. Betül Gözel Türkiye’nin adını, gerçekleştirdiği bilimsel çalışmalarla dünyaya duyuran bir cumhuriyet kadını. 2001 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) canlı fareye yüz nakli yapan ekibin içinde yer aldı. Teknik katkılarıyla başarıda önemli rol oynadı. Farenin yaşamasını sağladı. 2002’de Pittsburgh’da Ohio Valley Meeting’de sunduğu deneysel çalışma birinci oldu. İlk başarılı yüz naklinin teknik aşamalarını rapor eden yayını ABD’de ‘Barrett Brown Ödülü aldı ve Plastik Cerrahi’de 2003 yılının en iyi bilimsel yayını seçildi. Taiwan’da dünyaca ünlü Chang Gung Memorial Hospital’da laboratuvar kurdu, çeşitli deneyler yaptı. Türkiye’ye döndüğünde bir üniversitede çalışmak için 6 ay iş aradı. Akademik pozisyon bulamayınca, devlet ve özel hastanelerde çalıştı. 2009 yılında Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı’nın kurucusu oldu. Bu güne kadar 58 makalesi, uluslararası bilimsel geçerliliği olan dergilerde yayımlandı. 3 kitapta bölüm yazarlığı yaptı. 2002’de bir televizyon ‘’En Başarılı Cumhuriyet Kadını’’ ödülü verdi. 2008’de Tempo Dergisi 40 Türk Mucizesinden biri olarak seçti. 2012 yılında Alev Koleji, Dünya Kadınlar Gününde Sınırları Aşan Türk Kadını ödülü verdi. 2013 yılında Haber Türk Gazetesi dünyada tanınmış en ünlü Türk içinde 57’inci olarak değerlendirdi. Pek çok başarıya imza atan Prof. Dr. Betül Gözel, Balıkesir’de büyük bir atılım yapamamanın sıkıntısını yaşarken, gerekli koşulların sağlanması durumunda, kurmuş olduğu bölümü Türkiye’nin en iyisi yapacağını açıkladı. Kısıtlı olanaklara rağmen Balıkesir Üniversitesi’nde neler başardığını, Politika okurları için anlattı. İmkansızlıklar nedeniyle düşündüklerini gerçekleştiremediği için, İbn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” deyimini hatırlattı.
Betül Gözel kimdir?
27 Temmuz 1973’te Yatağan’da doğdum. Yatağan Atatürk İlkokulunda okudum. Denizli’de ortaokuldan sonra Denizli Anadolu Lisesi’ni bitirdim. O dönemde İngilizce eğitim veren Anadolu liseleri her yerde yoktu. Ege Bölgesi’nde İzmir ve Denizli’de açılmıştı. Ben okulu kazanınca ailece Denizli’ye göç ettik. Babam zaten Denizlili sosyal demokrat bir insandı. Beni erkek kardeşlerimden ayırmadı. İlkokuldan başlayarak okumanın ve başarmanın dışında başka bir yol olmadığını ben kendime tembihledim. Bu babamdan gelen öğütlerle olmuştu. Üniversite sınavında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım. Ailem de Muğla Yatağan’a geri döndü. 1991 yılında İzmir’de Tıp eğitimine başladım. Tıp Fakültesi tam da benim girmem gereken bölümmüş. Biyolojiye çok meraklıydım. İnsan vücudunda organlar nasıl çalışır, göz nasıl görür merak ederdim. 8-10 yaşlarındayken, kasaptan göz alıp eve getirdiğimi annem hep anlatır. Gözün içine bir bakalım nasıl görüyoruz dediğimi söylerdi. Tıp fakültesinin sonuna doğru cerrahi ilgimi çekmeye başladı. Bitirdikten sonra, 1997 yılında Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı’nda (TUS) İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Plastik Cerrahi bölümüne girdim. Cerrahi bölümü çok sıkıntılıymış. Gün aşırı nöbetler, sabahtan akşama dek ayakta kalmanız gereken ameliyatlar. Öğrenciyken bir öğün yemek atlayınca bayılacak duruma gelirken, hiç tanımadığınız insanlar için sabahtan akşama, haftada 3-4 gün, aç, susuz, ihtiyaçlarınızı erteleyerek ameliyatta kalıyorsunuz. Vücut bunun için de eğitiliyor. Daha dayanıklı oluyorsunuz. Ben ihtisas sürecini bir tür askerlik gibi görüyorum. Komandolar, açlık, susuzluk, yorgunluk, sinirlere hakim olmada nasıl eğitiliyorsa, İhtisas süreci de öyle oluyor. Cerrahlar doktorların komandosu oluyor bir nevi.Öfkeli olmak başarıyı düşürdüğü için asabiyet kontrolü de gerekiyor. Bu açılardan da 4 yıl başarılı bir süreç geçirdiğimi düşünüyorum.
TUS eğitimi sonrası hedefinizde ne vardı neler yaptınız?
TUS sonunda, 2001 yılında Mikrocerrahi eğitimi almak üzere Ohio eyaletindeki dünyaca tanınmış Cleveland Clinic’e gittim. Hastanenin plastik cerrahiye bağlı mikrocerrahi laboratuvarında değişik deneyler yapılıyor. Biz burada aynı yıl 7-8 aylık bir çabayla canlıdan canlıya, fareler üzerinde bir yüz nakli deneyimini hayata geçirdik. Bu ilk kez yapılıyordu. İnsanda örneği yoktu. Bu çalışma çok büyük bir ses getirdi. Tabii her ne kadar Amerikalılara mal edilmiş olsa da oradaki başarı tamamen Türklere ait bir başarıdır. 2002 senesinde Türkiye’ye döndüm. Sağlık Bakanlığı orada geçirdiğim süreyi ihtisastan saydı. Daha sonra sınava girdim ve uzmanlığımı aldım. Amerika’dayken, çalıştığım laboratuvara Taiwan’dan bir ekip gelmişti. Taiwan küçük bir ada gibi görünüyor ama orada, Taipei ye bağlı Linkou yerleşkesinde Chang Gung Memorial Hospital olarak bilinen mikrocerrahi üzerine çok büyük bir hastane var. Bu hastaneye dünyanın her yerinden insanlar geliyor. 150 ameliyathanesi olan dev bir kompleks. Plastik cerrahide dünyanın en gelişmiş kliniklerinden biri. Benimle birlikte çalışmak istediler. Orada laboratuvar kuracaktım. Onlar doku nakli çalışmalarına bu hastanede devam etmemi istediler. Çünkü doku nakline girmek istiyorlardı. Benim temel konum laboratuvarda genetik olarak farklı türler arasında doku transferleriydi. Aynı türden doku aktarımı oluyor. Antijenik bariyer dediğimiz genetik olarak uyumsuzluktan kaynaklanan bağışıklık sisteminin bu dokuları reddetme durumu var. Ben Amerika’da nakledilen dokulara vücut nasıl tolerans geliştirir? Bunun üzerine çalışma yapmıştım. Taiwan’da 2 yıl kaldım. Orada laboratuvarlar kurdum. Yani bu konuyla ilgili çalışan bölümü kurdum ve orada mikrocerrahi, iskemi-Reperfüzyon, Allotransplantasyon gibi özel konularda çalışmalar yapılmaya başlandı. 2 yıl sonra dönmek durumundaydım. Çünkü Uzak Doğu, yaşamak için ülkemize hiç benzemeyen bir yer. Türkiye’ye çok uzak, gelip ailenizi göremiyorsunuz. Amerika’nın hemen akabinde gittiğim için 3 yılın sonunda memleket hasreti çok ağır basmıştı. Dönmek istedim. Hocam Fu Chan Wei Discovery Channel’da mikro cerrahi efsanesi diye belgeseli yapılmış bir insandır.
Dünyanın en iyi yerlerinde en iyilerle çalışmak size neler hissettirdi?
Ben 20’den fazla bilimsel yayın yazmıştım. Laboratuvarda da pek çok yayın yazdık ve bazıları da hayata geçirilmedi. Uçağımın kalkmasına 2 gün vardı. Hocam Fu Chan Wei beni odasına çağırdı. “Çok proje yazdın çoğu yaşama geçirilmedi. Bunları yarım bırakıp gidecek misin? Burada kalmanın bir yolu yok mu” diye sordu. Neden gitmek istediğimi anlatmaya çalıştım. Çinlileri çok sevdim ama bizim ülkemize kültürel olarak çok uzak insanlar. Evimi özledim. Yemeklerine alışamadım, sokakları bir başka kokuyor. Bunları anlattım. Hocam anlayışla karşıladı. “Gideceksin Türkiye’nin en iyi üniversitesiyle konuşacaksın. Seni almazlarsa geri döneceksin” dedi. Bu sözleri her hatırlayışımda gözlerim dolar. Sonra çok hasretini çektiğim Türkiye’ye geldim aileme döndüm
Türkiye’ye döndüğünüzde düşündüğünüz ortamı buldunuz mu?
Düşündüğüm gibi olmadı. Türkiye’ye geldiğimde 6 ay işi aradım. Akademik bir camiada iş aradım. Türkiye’deki çok iyi kliniklerle konuşup, hocama verdiğim söz için geldiğimi söyledim. Kabul edilmedim ama geri dönemedim. Hocama sadece iyi kliniklerle konuşacağıma söz vermiştim. Geri döneceğim dememiştim. Fu Chan Wei potansiyelimi, çalışkanlığımı özverimi bildiği için çağırmıştı. Biz cumartesi, pazar günleri dahi orada bilim üretiyorduk. Türkiye’den oraya gidenlere beni sormuş. Ben orada Türkiye için çok iyi bir referans oldum. Kadın doktorların çok az olduğu bir klinikte çalıştım. Türkiye adına gittiğimiz zaman pek çok Taiwanlı, bir erkeğin 3-4 kadınla evlendiği düşüncesindeydi. Türkiye hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Düşünün öyle bir kültürden bir kadın geliyor ve oradaki klinikte sürükleyici çalışmalar yapıyor, klinik şefinin de en çok takdir ettiği insanlardan biri oluyor. Bana farklı bir pozisyonda devam etmem, orada kalmam için öneri getirdi. Mevcut koşullar yüzünden kalamadım, ülkeye döndüm. Ben sanıyordum ki döner dönmez, akademik pozisyonda hemen iş bulacağım. Öyle olmadı, haklı olarak. 15 yıldır buradayım ve bir üniversite hastanesinin ana bilim dalı başkanı olarak kendi mezunlarımla çalışmak isterim. Burada rektör bir kadro açıyor. O kadroya önce kendi mezunlarınız başvuruyor. Başvurmasını siz istiyorsunuz. Dışarıdan insanların o kadroya başvurması üniversitelere girmesi hakikaten zor. Ben bugün daha iyi anlıyorum bunu. O dönemde çok olumlu cevap verememişlerdi. Çünkü Akademik pozisyonlar şimdiki gibi değildi. 2000’li yılların başında rekabetçiydi. Çok az kadroya rağmen insanların hepsi girmek istiyordu. Şimdi artık muayenehane açıp, özelde para kazanmak peşine düşüldü. Doktorluk bir nevi tüccarlıkla bütünleşti. Tüccarlık düşünen insanlar da para hesabı yaparak bugün tıp fakültelerine uzmanlıklara giriyorlar. En çok parayı hangi bölümde kazanırız? Düşüncesi var. En az çalışarak en çok para kazanacakları dalları seçmeye başladılar. Bu da üniversitelerde akademik pozisyonların boşalmasına sebep oldu ama o dönem öyle değildi. Bundan 20 yıl önce etik değerlerin henüz kaybolmadığı dönemdi. Belki o zaman başladı ama tababet adına saygı duyulan faktörler vardı. Bugün baktığınızda olay ticarete dönüşmüş durumda. Plastik cerrahi açısından da bölüm işgal altında bu gün bir Kulak Burun Boğazcının botoks yaptığını, dolgu yaptığını, Nöroloğun güzellik üzerine klinik açtığını görebiliyorsunuz. O nedenle meslek etiğini artık kimse tanımıyor.
Doktorluğa saygı azaldı mı demek istiyorsunuz?
Vatandaşın doktorlara karşı tutumunu biliyorsunuz. Açıkçası bu hükümetle birlikte itibarsızlaştırdılar, itibar suikastına kurban gitti bu meslek. Tıp fakültesinde 1991 yılında girdim. 30 yıldan daha uzun süredir camianın içindeyim ve son 10-15 yıldır doktorlara karşı artan şiddet olaylarının bu kadar ciddi boyutlara tırmandığını hiç görmedim. Çünkü açıkça provoke eden, doktorlara karşı bir sistem oluştu. CİMER diye bir şey var. Hastayla konuşma biçiminiz hoşuna gitmezse hasta CİMER’e başvuruyor, sizi cevap yazdırmaya mecbur bırakıyor. Bir eleme sistemi yok. Bu gerçekten şikayete değer bir konumu? Doktor vaktini ayıracak, savunma yazacak. Sabahtan akşama dek günde 100 hasta bakıyorsunuz. Sadece ilk hastaya, yakınmasını sormadan, “Merhaba nasılsınız?” deyin. 100’üncü hastada ses tonunuz bile aynı olmaz. Başka hiçbir şey yapmayın. Sadece merhaba deyin. Fakat orada nasılsınız diyorsunuz, şikayetini dinliyorsunuz, reçetesini düzenliyorsunuz ve belki yüzüncü hastada açlıktan, susuzluktan, kafanıza takılan başka sıkıntılar yüzünden stres düzeyiniz çok artıyor. Eskiden, özellikle eğitim araştırma kliniklerinde bilimsel araştırmalar yapılır hastaya uzun zaman ayrılır bir şeyler araştırılır, çözülmemiş problemlere çözüm getirmek için çalışılırdı. Performans yasası nedeniyle, tıp fakülteleri şu anda normal standart devlet hastanesi gibi çalışır pozisyona düştü. Nitelikli hocalar ayrıldı.
Balıkesir Tıp Fakültesi’nde çalışmaya ne zaman nasıl başladınız?
Taiwan dönüşünde akademik pozisyona çok kişi talip olduğu için ben bir pozisyon bulamadım ve devlet kurasına başvurdum. Başvurumu yaptıktan sonra kısa bir süre İngiltere’ye gidip geri geldim. 2005 yılında, karlı, soğuk bir kış günü. Balıkesir’e Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi’ne (SSK) atandım. Bu hastanede çalıştığım 5 ay süresince pek çok vakaya baktım, ameliyatlar yaptım. Poliklinik kuyruğu giderek uzamaya başladı. Hatırladığım kadarıyla Balıkesir’de 1 tane plastik cerrah vardı ya da yoktu. Eşim İzmir’deydi. Bizim için gidip gelmeler zor oluyordu. Eşimi Balıkesir’e aldırmak istiyorduk. Sağlık Bakanlığından, Sındırgı, Dursunbey ilçelerine atama yapılabileceği söylendi. Biz büyük yerlerde, büyük işler üretebiliriz diye düşünürken bizi Sağlık Bakanlığı ilçe hastanelerine atamak istedi. O nedenle Balıkesir’den vazgeçtik ve biz Başkent Hastanesine gittik. Mehmet Haberal ve ekibine çok teşekkür ediyoruz. Dekan Faik Sarıalioğlu eşimle birlikte Başkent Üniversitesi’nde çalışmamızı istedi. Alanya Başkent Hastanesi’nde çalışmaya başladık. Burada yaklaşık 3 yıl boyunca hep estetik ameliyatlar yaptım. Fakat ben yıllarca mikrocerrahi ve doku nakli üzerine çalışmıştım. Bir süre sonra Balıkesir’deki dostlarımız, Balıkesir Üniversitesi bünyesinde Tıp Fakültesi kurulduğunu bize bildirdi. Kurucu Dekan Prof. Dr. Selim Erentürk ile görüşmeye geldik. Kadro açıldı ve 1 Şubat 2009 yılında Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesinde göreve başladık.
Balıkesir Tıp Fakültesi’nde düşündüğünüz çalışma ortamını buldunuz mu?
Balıkesir Tıp Fakültesi Hastanesi Medikososyal binasından hastaneye dönüştürülmüştü. Küçük küçük binalarda çalışmaya başladık. Dört duvardı, hiçbir şey yoktu burada. 3-5 hasta buranın varlığını duyup geldiği zaman sevinirdik. Öyle Olmasına rağmen çok sevdim. Burası küçücük, sıfır bir yerdi. Bir tohumu toprağa koyarsınız yeşerir. Her aşamasını izleyerek yavaş yavaş büyüttük burayı. O günden beri, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı’nın başındayım. Bir hayli öğrenci mezun ettik. Dönem 3, dönem 5’lerin dersine giriyorum. 1 asistanım buradan uzmanlığını aldı. Şu anda gelecek 4 asistan ile 14 uzmanlık öğrencim var bu klinikte. Benden başka 2 öğretim üyesi arkadaşımız daha var. Plastik cerrahi konusunda Balıkesir’in yükünü çeken bir kliniğiz. Balıkesir ve ilçelerinin dışında, Bursa ve Manisa’nın yakın ilçeleri gelip tedavi alıyorlar. İsteğimiz ameliyathanelerin çoğalması bölümümüzün yeni bir binaya kavuşması.
ABD’de fareden fareye yüz nakli operasyonunda bulundunuz. Nasıl gerçekleşti detaylandırır mısınız?
Fareden yüz nakli bir proje olarak ben Cleveland Clinic’e gittiğim zaman oradaydı. Bu benim düşündüğüm, birden aklıma gelen bir şey değil. Yüz nakli fikri bana ait değil. Fakat ben teknik bir başarı sağladım. Hayvanlar çok küçük, damarların büyüklükleri mikron ile ölçülecek kadar küçük. Biz o damarları kaldırıp atardamarı, toplardamarı, sinirleri, karşı taraftaki farenin damarlarıyla başarılı şekilde birleştirip, daha sonra da yaşamasını sağladık. Teknik olarak çok zordu. İnsanda yüz nakli şüphesiz büyük bir başarı. Bir insanın yüzünü alıp, başka bir insana naklediyorsunuz. Damarlar görebileceğiniz 2-3 veya 5-6 mm kalınlığında. Fare dediğiniz zaman olay biraz daha mikro boyutlara ilerliyor ve teknik olarak çok güçleşiyor. Burada teknik başarıyı sağlayan biz olduk. Bu yayınım ABD’de Barret Brown ödülünü aldı. İşin komik tarafı ben o ödülü aldığımı 5 yıl sonra öğrendim. Bu hiçbir zaman bizim başarımız olmadı. Bütün emek bizde, ben ameliyat sonrası fareler ölmesin diye fare kafesini eve getiriyordum ve sabaha kadar yoğun bakım yapıyordum. Ağrılarını kesiyordum, ağızdan alamadıkları için sıvılarını veriyordum. Bu konuda çabayı da sebatı da bırakmayan, sabrı da bırakmayan ben oldum. Başarı daha sonra Amerikalılara mal edildi. Ben bu çalışmayla birlikte 7-8 çalışma daha yaptım. Bunların bazıları yayın haline gelmedi. Domuzlar üzerinde yaptığımız çalışmalar var. Domuzlar üzerinde yaptığım bir çalışma Ohio’da bir plastik cerrahi kongresinde birinci oldu. Yurt dışında bulunduğum sürelerde, her çalışma başarıya ulaşsın, bir adım öteye gitsin diye de elimden geleni yaptım.
Türkiye sizi köreltti mi? Neden fareye yüz nakli gibi bir olay gerçekleştiremediniz? Balıkesir’de Bilimsel çalışma yapmanızı neler engelledi?
Gerçekten fazla olanak yoktu. Ben, olanak yoktu lafını bahane olarak nitelerim ve kötüdür. İnsanların bunun arkasına saklanmasını istemem. Bunun için çok çaba gösterdim. Farklı bölümlerin laboratuvarlarına gidip ortak çalışmalar yapmak istedim. Hiç kimse kusura bakmasın bal yapmayan arı gibiler. Multidisipliner dediğimiz farklı bölümlerle yaptığımız çalışmalar vardı. Burada çok dallı çalışmak, adım almak, yol yürümek çok zor. Bir hayvan laboratuvarı açıldı, çalışmalar var. Geçen 10 yılda burada sadece hasta baktım, ameliyat yaptım. Çok zamanım da yoktu. Oturup bir makale okuyayım, bir çalışma yapayım diyecek kadar bile boşluğum olmadı. İlk geldiğim günlerde, basında çıkan haberleri okuyup bana, “Neden Balıkesir? Madem iyi bir cerrahsın niye Balıkesir’e geldin” diye soruyorlardı. Şimdi bu insanlara kalkıp Türkiye’de iyi bir akademisyen olmanın dengelerini anlatamazsınız. Balıkesirli olarak hekimle ilgili belki kötü tecrübeleri oldu. Ben onların konuşmalarına göre söylüyorum. Belki tecrübeleri kötüydü ama onlar da en iyi doktorları hak ediyorlar. Ben burada kendi bölümümü kurmak zorunda kaldım. Farklı bölümlerde, farklı fakültelerde bir kadro bulamayınca, akademik çalışma için ısrarım olunca kendi bölümümü kurdum Bir gün bölümümün büyük bir klinik olacağını düşündüm. Kalabalık olacağız, asistanlarım olacak, başka öğretim üyeleri olacak ve burası Türkiye’de parmakla gösterilir bir klinik haline gelecek. Benim yola çıkmaktık amacım buydu. Taiwan’da laboratuvar kurduğum hastane, küçücük köy gibi bir yerde. İnsanlar o küçük ilçeye köy gibi yere, Japonya’dan, Vietnam’dan, Kanada’dan, Amerika’dan, yapılan ameliyatları izlemeye geliyorlar. Bende Balıkesir neden böyle bir yer olamasın düşüncesi vardı. Çok büyük talihsizlikler yaşandı. Kurucu dekan ile o zamanki rektör arasında olan tartışma yüzünden 2 yıl boyunca tıp fakültesine doğru düzgün bir kaynak aktarılmadı. Biz eşimle toplamda 15 bin lira gibi bir ücret alıyorduk. Üniversiteye geldiğimizde kişi başı 1250 liraya düştü. Burası kurulsun diye ödediğimiz maddi bir bedel de var aslında. Bu durum 2 yıl sürdü. Birer otomobilimiz vardı, rektör dekan kavgasından onları satmak zorunda kaldık. Daha sonra yeni bina yapıldı. Prof. Dr. Ali Engin Ulusal’ın burada çok emeği vardır. 12 yıl yöneticilik yaptı. Yeni bina yapıldı ama ruhsatlandırılırken 150 yataklı ruhsatlandırılmış. En az 500 yataklı olması gerekiyordu. Yıllar sonra ek bina yapıyorlar ama sıkışıklık had safhada. Başhekimlik sıkıntıları çözmeye çalışıyor. 8 ameliyathane var. Bütün cerrahi birimler oraya sıkışmış durumdayız. Taiwan’da küçücük ilçedeki dev hastanede 150 ameliyathane vardı ve insanlar sabaha kadar ameliyat yapıyordu. Burada saat 16.00 olduğu zaman “Tamam hastayı almıyoruz mesai bitti” diyorlar. Ben, Cumartesi de, saat 16.00’dan sonra da çalışalım diyorum. Kadro kısıtlı gece gündüz çalıştıramayız diyorlar. Hastane ona göre yapılmış, küçük butik bir hastane. Burada potansiyeli fazla olan insanlar var. Önümüz açılmış, yeterli olanaklar sağlansaydı çok daha farklı yerlere gelebilirdik. Bilimsel çalışmayla ilgili girişimlerim oldu. Fakat doku nakli çalışmaları çok pahalı çalışmalardır. ABD’de kullandığımız fareler genetik olarak saflaştırılmıştı. Herhangi bir fareyle bu deneyleri yapamazsınız. Bildiğime göre Türkiye’de üretim çiftlikleri yok, üretilmiyor ya da kısıtlı şekilde üretiliyor. Üniversitemizdeki hayvanlar bu özellikten uzak, genetik olarak saflaştırılmış hayvanlar değil. Büyük kalemde harcama gerekiyor. En önemlisi iş yüküm çok fazlaydı. Ben 10 yıl bütün staj derslerini tek başıma anlattım. 3 hoca başladı, yeterli maddi karşılığı alamadıkları gerekçesiyle ayrıldılar. Ben çok uğraştım, halen daha iyi olsun diye gayret gösteriyorum.
Bu koşullarda gelişme olmaz mı demek istediniz?
Çok net bir şekilde söyleyebilirim üniversitemizde kıpırdanmalar var. Yeni rektör Prof. Dr. Yücel Oğurlu ve dekan Prof. Dr. Volkan Yüksel fark yarattı. Bize ilk defa sıkıntınız, derdiniz nedir diye soruldu. Üniversiteyi nasıl daha iyi hale getirebiliriz diye soran yöneticiler gördük karşımızda. Bunlar çok olumlu. Geleneksel yönetim tarzıyla gelecekler, yönetecekler, yine aynısı olacak diye bir ön yargı uyanıyor ama öyle olmadığını görmek beni sevindiriyor. Dekanımız öğretim üyelerini motive etme konusunda da çok başarılı. İlk kez bir değişim olduğunu gördük ve umutlandım. Şu anda ek binalar yapılıyor. Hastane büyüyecek, daha fazla imkan bulacağız. 3 öğretim üyesi haftada 2 ameliyat günümüz var. 14 asistan var. 1 asistana 2,5 ayda bir ameliyat günü geliyor. Burası bir eğitim merkezi. Buna rağmen şartlar o kadar sıkışık ki, asistanlar bir şeyi görmek, öğrenmek için, olağanüstü gayret sarf etmek zorunda kalıyor. Keşke böyle olmasaydı. Keşke kendimize ait bir servisimiz, bir ameliyathanemiz olsaydı. Onun sıkıntısını yaşıyoruz. İbn Haldun’un dediği gibi coğrafya bu yüzden kader.
Coğrafya kaderdir diyorsunuz fakat Taiwan gibi küçük bir ülke nasıl başarıyor?
Uzun yıllar önce Amerikalı bir misyoner Hristiyanlık faaliyetleri yürütmek üzere Taiwan’a gidiyor. Burada yanına 4 asistan alıyor. Onlara seçtikleri konularda dünyanın en iyi merkezlerine göndereceğini söylüyor. Bunlardan biri benim hocam Fu Chan Wei. Hocam mikrocerrahiyi seçiyor ve kanada Toronto Üniversitesi’ne gidiyor. Bugün cerrahi konusunda çok iyi bir isim. Dünyanın çeşitli üniversitelerine giden 4 kişi becerilerini arttırarak Taiwan’a geri dönüyor. Her biri kendi dallarında birlikte çalışabilecekleri asistanlarını alıyorlar. Çinlilerin en önemli özellikleri, sabırlı, sebatkar, çalışkan olmaları. 3 özellik çok önemli. Ben oraya gittim, 2 yıl içinde kendi adıma çok şey değişti. Çok aceleciydim, hızlı hızlı ameliyatı bitireyim istiyordum. Onların sükunet içinde, sakin, bir damla kan akıtmadan ameliyat yaptıklarını, hiç sinirlenmediklerini gördüm. Saatlerce vaka başında kaldıklarını gördüm. Hafta sonlarında Fu Chan Wei bizi dağlara götürür yürütürdü. Gelmediğimiz zaman çok kızardı. Dayanıklılığımızı arttırmak için ekibe mutlaka spor yaptırdı. Oradaki fiziki olanaklar çok iyiydi. Plastik cerrahinin çok başarılı olmasının sebebi alt branşlaşmaya gitmeleridir. Mikrocerrahi konusunda bile ayrımlar var. Baş, boyun ile uğraşanlar ayrı, meme cerrahisiyle uğraşanlar, sinir cerrahisiyle uğraşanlar ayrı. Alt branşlaşmaya gitmişler, her dal için kaynak neredeyse gidip oradan öğrenmişler ve daha sonra çalışmaktan yılmamışlar. Ben haftada 2 gün ameliyatla 3 öğretim üyesi, 14 asistana bir şeyler göstermeye çalışıyorum. 1 ameliyat günü daha alabilmek için başhekimin kapısını aşındırdım. Rektör’e, dekana defalarca söyledim. Yeni binalar yapılıyor ve daha iyi olacak. Şu ana kadar gelen rektörler hiç kusura bakmasınlar, bu hastanenin gelişimi için çok fazla bir şey yapılmadı. Sağlık Bilimleri Fakültesi binası inşaatı yarım. Doktorların oturacağı sosyal tesis bile yok. Bizde her ne kadar sebat, çalışkanlık gelişmiş olsa fiziki sıkıntılar var.
Taiwan’da, sabır, sebat, çalışkanlık öğrendim dediniz. Bunları öğrencilerinize aktardınız mı?
Hocam Fu Chan Wei Dünya çapında bir insan. Discovery Channel’ de Mucize Adam diye belgesel oldu. İyi bir cerrah olmanın ötesinde iyi bir insandır, yol göstericidir, gerçek bir liderdir, şefkatlidir. Sadece sizin eğitiminizle ilgilenmez. Psikolojiniz onu çok ilgilendirir. Yorgun olup olmayışınız. Hatta çok sigara içip içmeyişinizle bile ilgilenir onunla ilgili kaygılanır. Ben onu örnek aldım. Burada asistanlarıma hiçbir zaman bilgi noktasında yaklaşmadım. Onların her şeyi benim için önemli. İyi bir doktor, iyi bir cerrah olmanın 4 ayağının, akıl etmek, şefkat, çile ve ahlak olduğunu söylüyorum. Çile çektikleri zaman, demotive olmamaları için gerekli olduğunu, piştiklerini, söylüyorum. Bir asker gibi ayakta uyumadığınızda, susuz, aç kaldığınızda dayanıklılığınız artıyor diyorum. Şefkat çile, akıl etmek, akıllarını nasıl kullanmaları gerektiğini söylüyorum. Bir probleme nasıl yaklaşmaları gerektiğini anlatıyorum. Eminim ileriki yıllarda buradan güzel ekipler yetişecek ama şu fiziki koşulların bir düzeltilmesi gerekiyor. Taiwan’da Budizm, Taoizm çok az da Hristiyanlık var. Budistlere göre insan öldükten sonra vücudunun bir parçası dünyada canlı kalırsa huzura eremiyorsun. O yüzden organ bağışı yok denecek kadar çok az. Orada doku nakliyle ilgili çalışmalar yapıyorum. Hocama, yüzün alt bölümlerinden dokular alıp aktarılmasına dair kadavra çalışmaları yapmam gerektiğini söyledim. “Tamam, ama Taiwan’da kadavra yok seni Singapur’a göndereyim” dedi. Benim otel rezervasyonlarım yapıldı, gideceğim yer ayarlandı, bizi havaalanından aldılar, hastaneye gittik, kadavra önümüze konuldu. Singapur’da birkaç gün kaldım çalışmalar yaptım ve daha sonra oradan bir yayın çıktı. Yani yüzün alt birimlerinin nakilleri konusunda dünyanın en iyi dergilerinden birinde makale yaptım. Çünkü hoca bana kapı açtı, burada yok, yapamayız demedi, yol gösterdi. Ben elimden geldiği kadarıyla asistanlarıma yol göstermeye çalışıyorum. Taiwan’a laboratuvarı kurmak için farklı bölümlerle birlikte bağış için proje yazmıştık. Hükümet 5 milyon dolar hibe etti. Üniversitelere ayrılan bütçeler çok önemli. Çalışmak istiyoruz ameliyathane yok. Deprem bölgelerine gidiyorlar, hemen bir ayda tam teşekküllü sahra hastaneleri kuruyorlar. Geçici olarak buraya kurun tıkanıklık açılsın. Hastalar haftalarca beklemesin.
Yurt dışındaki gibi bilimsel bir çalışma yok. Bölümünüzle ilgili bir günlük çalışmanızı anlatır mısınız?
Burada gerçekten çalışmak, bilim üretmek istiyoruz. Benim içimdeki bilim aşkı hiç değişmedi. Sadece imkan bulamadı, ortam bulamadı. İnşallah ileriki yıllarda bu bir şekilde yeniden yüzeye çıkar. Bazen yıllarımın boşa geçtiğini düşünüyorum. Belki de Balıkesir yanlış bir seçimdi. Son zamanlarda yaş alıyorum acaba bu şekilde perdeyi kapatacak mıyım? Türkiye’de hiçbir şey yapamadım bu şekilde bitecek mi? diye hayıflanıyorum, üzülüyorum. Çalışmalardan söz edecek olursak, iş bölümü olarak kategorilere ayırdığımızda, ameliyatlar oluyor. Poliklinik hizmetinde, plastik cerrahiyle ilgili problemi olan hastalarla ilgileniyoruz. Muayene edip tedavi önerisinde bulunuyoruz, tedavisini yapıyoruz. Açık yaralar, yüz kırıkları yanıklar, göz kapağı düşüklükleri, cilt kanserleri, travmalar, trafik kazasına bağlı parçalanmış organlar, onları biz topluyoruz. Kalp damar cerrahı açar, ameliyatta şekerden dolayı hasar gören yeri alır. Kalp, akciğer açıktadır. Bunu plastik cerrah kapatır. Ya da bir ortopedistin koyduğu protez açığa çıkıp enfekte olmuştur. Onu bir örtüyle kapatan plastik cerrahtır. Bir hastamın eşi benim için, “Kadın bir nevi kaportacı” demiş. Plastik cerrahiyle ilgili en iyi tanımlardan biridir. Ben buraya her gün 09.00’da gelirim. Vizitemi yaparım, serviste yatan hastalara bakarım. Poliklinik hizmetiyse muayenehaneye gelirim, ameliyat günüyse ameliyathaneye giderim. Plastik cerrahide randevu alamadık olayı pek yaşanmaz. Öğrenci dersleri oluyor. Burada bulunmamızın asıl amacı zaten eğitim. Çocuklara sizler bizim sebebi mevcudiyetimizsiniz diyoruz. Öğrenciler için varız. Fakülteler öğrenciler için kuruldu. O yüzden elimden geldiğince bilgimi, görgümü öğrencilerle paylaşıyorum. Asistan eğitimleri var. Biz koşullarımızı o kadar çok zorluyoruz ki, belki bu röportajı okuyan biri boş bir odaya plastik cerrahi ameliyathanesi teşrif eder. İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde çalışırken bir kişi ameliyathane yaptırmıştı. Belki o sayede daha fazla hastayı sağlığına kavuşturabiliriz. İnsanlar maddi açıdan ihtiyaçlarını giderebilir ama mutluluğun bir anlamı da huzurdur, iç barıştır. Mutlaka başka insanlara yardım etmek gerekiyor. İnsan bu şekilde manevi huzuru bulabiliyor. Bir filmde hayatın amacı bilgi paylaşımıdır diyordu. O benim çok dikkatimi çekmişti. Bildiklerimi öğretirken bir şeyleri anlatırken ve buradaki hastaları ameliyat edip şifa verdiğimde inanılmaz bir huzur duygusuyla doluyorum.
Yaptığınız ilginç operasyonlardan örnek verir misiniz?
Çok örnek var. Geçtiğimiz günlerde. 53 yaşında, 130 kilo ağırlığında bir kadının karnından 9 saat süren bir operasyonla 25 kilo yağ aldık. Hasta buraya geldiğinde yürüyemiyordu. Karnı dizlerine kadar inmişti. 5-6 adımdan sonra oturmak zorunda kalan bir hastayı sağlığına kavuşturduk. Büyük ameliyatlar da yapıyoruz. Örneğin bacak kemiğinden kemiği kaldırıp çeneye koyuyoruz. Tümör nedeniyle alınan çene kısmını bacak kemiği ile bütünlemiş oluyoruz. Hasta bir şekilde kol fonksiyonunu kaybetmiş. Bizim branşımız aynı zamanda fonksiyon cerrahisidir. İşlev kaybı olmuş, uzuvlara işlev kazandırıyoruz. Kas transferi yapıyoruz. Gözleri doğuştan kapalı göremeyen bir insanın göz kapaklarını açıyoruz ya da kulaksız doğmuş olanlara yeniden kulak yapıyoruz. Plastik cerrahlar olarak bu açıdan da toplum sağlığına çok büyük katkılarımız var. Biz Türkiye’de bu kliniği çok iddialı klinikler arasına sokmaya adayız. Bu potansiyel bizde var. Sadece fiziki olarak bizim rahatlatılmamız gerekiyor. Kendimize ait servisimiz, ameliyathanemiz yok. Olsa çok daha fazla, çok daha büyük işler yapabiliriz. Biz niye Türkiye’nin en iyi merkezlerinden biri olmayalım. Hiç bir zaman Taiwan gibi büyük yatırımların bilime yapıldığı, bilim adamına yapıldığı bir ülkede değiliz. Bizde magazin ön planda, sanatçılar, dizi oyuncuları ön planda.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne şimdiye kadar pek çok bilim insanı geldi ve ayrıldı. Ben buradaki duruşumla, sebatımla, Balıkesir Üniversitesi’nde Plastik Cerrahi bölümünü kurduğum günden beri, hiç vazgeçmeyişimle aslında bir örneğim ve hatırlanması gereken biriyim diye düşünüyorum. Sadece yüz nakli gündeme geldiğinde röportajlar yapıldı ama onun arka planında, “Siz burada ne yapıyorsunuz? Her hangi bir sıkıntınız var mı? Karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Neden buradan bir başarı öyküsü çıkmadı?” Diyen kimse olmadı. Açıkçası bu beni incitti. Yıllar sonra gelip bu röportajı benimle yapmış olmanızdan çok mutlu oldum. Bu röportajın sonunda bir nebze olsun plastik cerrahi bilinir, biraz daha önü açılırsa daha da mutlu olacağım. Benim de insan olarak koyduğum hedefler var. Kariyer bunların içinde çok önemli bir noktadır. Umarım bu röportaj vesile olur diye düşünüyorum.