Bir olayı çözmek ve doğru çıkarım yapabilmek için sorulması gereken temel soru şudur;
Bu iş kimin/kimlerin menfaatine, bu işten kimin/kimlerin çıkarı söz konusu, bu iş kimin/kimlerin işine yarıyor?
Bu soruya bağlı kalarak akıl yürütürseniz, sonunda ulaşacağınız cevap size doğruları gösterir.
Son dönemde, siyasi arenada “Endişeli Muhafazakâr!” kavramı tartışılıyor…
Bu kavramı özellikle tartıştıranlar da var…
Neymiş…
Toplumun, seçmenin, büyük bir çoğunluğu muhafazakârmış ve ürkütmemek gerekiyormuş, AKP iktidarı sonrası kendi adlarına endişe duyuyorlarmış…
İddia şu ki;
AKP iktidarından memnun olmayan bu kesimin endişeleri giderilmeliymiş. Giderilmezse, tekrar oylarını AKP’ye verirlermiş…
Gerçek dışı deli saçması bu tezi, Türkiye Siyaseti ciddi ciddi tartışıyor veya tartıştırılıyorken; görünen o ki Meclis Muhalefeti de muhalefet tarzını bu tez üzerinden şekillendiriyor…
Toplumun çoğunun muhafazakâr olduğu kabul edilse bile top yekûn hepsini endişeli muhafazakâr olarak tanımlamak veya öyle göstermek akla ziyan bir durum…
Bilindiği üzere muhafazakârın eş anlamlısı tutucu demektir…
Elde edilen kazanımları ve değerleri koruma çerçevesinde muhafazakârlığı ifade etmeniz durumunda; ancak toplumun geniş bir kısmını muhafazakâr olarak görebilirsiniz…
Her ne kadar sağcılar için kullanılan bir kavram olsa da yukarıdaki çerçevenin içerisinde solcularda yer alır. Hedeflediği toplumsal düzeni hayata geçiren her düşünce, elde ettiği kazanımları ve değerleri de doğal olarak korumak isteyecektir.
Bu ülkede, toplumun çok büyük bir kısmının, korumak istediği kazanımlar ve değerler söz konusu…
Cumhuriyetin Kazanımları içerisinde yer alan laiklik, demokrasi, seçme ve seçilme hakkı, adalet, başta olmak üzere birçok kazanımlar ve değerler, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun bu coğrafyada yaşayan insanların vazgeçmeyecekleri ortak paydalardır…
Bu ortak paydaya sahip kesimi, endişeli muhafazakârlar olarak değerlendirmek ve buna göre siyaset üretmek yapılan en büyük hatadır. Ve bu ülke insanına da haksızlıktır…
Peki, kim bu endişeli muhafazakârlar! ?
Bu sorunun cevabını alabilmek için yönetim biçimini yani rejimi (sistemi) irdelemek gerekiyor…
Yönetim sistemlerini merkezden sola doğru sıralamak gerekirse içten dışa doğru Merkez Sol, Sosyal Demokrasi, Sosyalizm, Komünizm ve en nihayetinde Anarşizm gelir…
Merkezden sağa doğru sıralamada ise içten dışa doğru Merkez Sağ, Liberalizm, Muhafazakârlık ve en nihayetinde Faşizm gelir…
Kabaca da olsa, sağ ve sol yönetim sistemleri bu şekilde adlandırılır…
Muhafazakâr bir sistemle yönetilen bir ülkede, sistemin gerçek sahipleri iktidar zengini sermaye sınıfıdır. Çoğunlukla sistemi bu sermaye sınıfı yönetir. Bunda da bir sakınca görülmez, normal karşılanır hatta doğruluğu savunulur. Eşitlik, Adalet ve Özgürlük varlıklarını devam ettirmekte en büyük tehdittir. Bu tehditti bertaraf etmek için toplumun kalıplaşmış değerlerinin değişmeksizin devamının savunulması gerekir. Din üzerinden siyaset yapmalarının da sebebi budur.
Faşizm, Muhafazakârların ektiği tohumdan yetişen bir sistemdir. Savunulan değerler sorgulanırsa eninde sonunda değişim kaçınılmazdır. Muhafazakâr sistem değerlerin sorgulanmasına açık değildir, sorgulanmasını istemez ve değerlerinin peşinden gider. Faşizm, siyasetin Sağ yelpazesinde artık en uç noktadır. Lider ne derse odur, her türlü baskıyla toplumun onun her dediğini sorgulamadan uygulaması istenir ve sorgulayanlara karşı acımasızca yaklaşılır. Lider varlığını sürdürmek ve amaçlarını gerçekleştirmek için her şeyi her yolla gerçekleştirir. Din, dil, ırk, yaşama biçimi, yaratılan iç ve dış düşmanlar; Liderin varlığını sürdürmesi için kullandığı en güçlü argümanlardır. Yaratılan korku imparatorluğunda koşulsuz biat esastır. Faşizmi yaratan Muhafazakârlar ise Lidere biat ettiği sürece varlıklarını sürdürebilir.
İktidarın nimetlerinden faydalanan, siyaseti ranta çeviren, ihalelerle ve akıl almaz ayrıcalıklarla palazlanan bu iktidar zenginlerinin, iktidarın değişmesinden endişe içerisinde oldukları doğrudur. Mevcut iktidardan vazgeçmeleri, kazanılmaları söz konusu bile olamaz.
İktidarın değişmesinden endişe içerisinde olan diğer kesim ise bir kısmı “Tarikat ve Cemaatlerle” bağlantılı dincilerdir…
Dini, ticarete, siyasete ve kendi çıkarlarına kullanan bu kesim iktidarın gücünden olabildiğince faydalanıyor…
İçlerinde laikliğe karşı olan dinci-faşizan rejimi kurma düşüncesiyle hareket edenlerde var…
İktidar zenginleri bu ülkenin sermaye sınıfını temsil etmedikleri gibi Tarikatlar, Cemaatler, Dinciler de bu ülkenin gerçek inanç sahibi dindarlarını ve toplumun büyük bir çoğunluğunu temsil etmiyorlar…
Yapılan anketlerde bunun bir öngörü olmadığını toplumun bir gerçeği olduğunu ortaya koyuyor…
“Tarikat ve Cemaat Yurtlarına” bu toplumun yüzde80,4’ü karşı “kapatılsın” derken, yüzde12,6’sı yurtların işletilmesinden yana, fikri olmayan veya cevap vermeyenlerin oranı ise yüzde7 ve üstelik AKP ve MHP seçmenlerinin büyük çoğunluğu da Tarikat ve Cemaat Yurtlarına karşı…
Buna rağmen Meclis Muhalefeti “biz iktidara gelirsek tarikat ve cemaat yurtlarını kapatacağız” demiyor/diyemiyor. “Denetim altına alacaklarmış” söyledikleri bu…
Öğrenci yurdu işletmenin ötesinde toplumun “Tarikat ve Cemaatlere” bakış açısını ortaya koyan anketlerde söz konusu…
AKP’ye yakınlığı ile bilinen OPTİMAR’ın, Eylül 2020’de yaptığı bir anket var…
Ankette “cemaatler ve tarikatlar için ne düşünüyorsunuz?” sorusuna;
Yüzde 52,7 çoğunluk “toplum için zararlılar, yasaklanmalılar” cevabını vermiş.
“ne faydalı ne zararlıdırlar” diyen yüzde14,7; “toplum için faydalılar, olması gerekir” diyenler ise yüzde11,6…
Soruldu mu bilmiyorum…
Şöyle bir anket yapılsa ve sorulsa;
“Laiklik için en büyük tehdit nedir?” diye…
“Tarikatlar ve Cemaatler” yanıtı alınır…
Her türlü siyasi düşünce, ideolojisi, inançları, değerleri doğrultusunda, toplumu dönüştürme mücadelesi verir. Ve aslında anket sonuçlarında ki sayısal verilerin, verilen bu mücadelede çokta önemi yoktur. Özellikle sınıf partilerinde bu hiç önemli değildir…
İktidarı ile muhalefeti ile özellikle meclis çatısı altında bulunan kitle partileri anket sonuçlarına fazlasıyla önem verir. Bu açıdan bakıldığında bazen balans ayarlarının bozulması da-olmasa daha iyi- kabul edilebilir…
Demokrasinin güvencesi Laiklik ise tarikat ve cemaatlere hoşgörü ile bakamazsınız. Tehdittin küçüklüğü büyüklüğü, yıkıcı şiddetinin varlığı veya yokluğu önemli değil. Tehdit tehdittir…
Bu mücadeleyi elde etiğiniz kazanımları korumak ve inançlarınız gereği yapmanız gerekirken aynı zamanda anket sonuçlarına göre de toplum bu görevi size vermiş demektir…
Meclis Muhalefetinin, Laiklik için en büyük tehdit unsuru olan “Tarikat ve Cemaatler” adına takındığı tavır toplumun beklentisinin çok uzağında…
Oysa muhalefetin, iktidarla arasındaki farkı ortaya koyması gerekir…
Tüm yaşananları gündem değiştirme çabası veya tabanını konsolide ediyor anlayışı çerçevesinde değerlendirmek ve endişeli muhafazakar saçmalığı saplantısı ile muhalefet etmek, iktidarla arasına koyması gereken farkı ortadan kaldırıyor…
Aslında iktidarın gündem değiştirme çabası söz konusu olmadığı gibi tabanını konsolide etmek gibi derdi de yok…
Tek derdi ne pahasına olursa olsun iktidarını korumak. Çizdiği hedefte kararlılıkla yürüyor. Yürüdüğü bu yolda önüne çıkan her türlü engeli ne şekilde olursa olsun ortadan kaldırıyor ve gözdağı veriyor…
Sokaktaki halk kendini güvende hissetmiyor. Güveneceği sığınacağı bir limana ihtiyacı var. Muhalefet, iktidarla arasındaki farkı ortaya koyacaksa sokaktaki halkın yanına inmesi gerekiyor…
Yazının başındaki sorunun cevabına gelince…
Ortaya güçlü bir fark koyamayan muhalefet;
İktidarın, İktidar Zenginlerinin, Tarikat ve Cemaatler ile bunlarla bağlantılı veya bağlantısız Dincilerin işine geliyor…