MASKEDE sıkıntı yok; ucuzu pahalısı, tellisi telsizi, korunaklısı korunaksızı, renklisi renksiziyle bir şekilde maskeye ulaşıyoruz.
Hem zaten takmak mecburi olduğundan, “takmıyorum” deme şansınız yok.. Takmayınca, ceza tutanağını takıyorlar zira!
Üç korona kuralının ilki böyle..
İkinci ve üçüncüsünde durum vahim.
***
MESAFE ayarı yapamıyoruz.
Markette meselâ; kasada işlem yapıyoruz.. Herifin biri girmiş dibine, nefesini hissediyorsun ensende.
“Az ötede dur birader, mesafeli olalım” dedin mi, marizleyecekmiş gibi bakıyor yüzüne.
“Ne bakıyon, mesafe kuralını bilmiyon mu” diye diklensen azıcık.. Adam falçatayı çıkaracak cebinden; o derece yani.
Bireysel silahlanmanın virüs gibi yayıldığı şu ortamda, hiç öyle mesafe falan uyarısı yapmayın vatandaşa.. Ben diyeyim de, siz yine bildiğiniz gibi davranın.
***
HİJYEN desen hepsinden beter. Zerre hijyen yok memlekette!
Belediyelerin sağda solda yaptığı göstermelik dezenfektasyonlara güvenip salıvermeyin kendinizi.
Girip çıktığınız mekanların temiz hali de aldatmasın.
Hele de alışveriş mekanlarında, marketlerde, dükkanlarda, mağazalarda falan.. Kapıdaki bozuk dezenfektan şişesini görünce, “demek ki hijyene önem veriyorlar” diye düşünmeyin.
Çoğu, masraf olmasın diye su koyuyor şişeye.
Kapıya, görünür bir yere “maskesiz girmeyin” tabelası asınca, orası salgına karşı gerekli tüm önlemleri almış anlamına gelmiyor.
***
BU hijyenden yoksun haller en çok da sağlık kurumlarında karşımıza çıkıyor.
Bürokratik formaliteler gereği koridorlarda, duvarlarda, odalarda falan uyarı tabelaları görüyorsunuz.
Bir köşede ıslak halde duran paspas; yanında vileda kovası, deterjan, şu bu.
İşte ne bileyim, tıbbi atık, evsel atık kutuları..
Yani, “buraları sık sık temizliyoruz, hijyene önem veriyoruz” algısı…
Gerçekte nasıl?
***
YETMİŞ BEŞ yaş üstünü de aşılamaya başladılar malum.
Bizim valideye de aşı çıktı; randevu aldık, sağlık merkezine yollandık sabah sabah.
Eve yakın olan sağlık merkezini tercih ettik haliyle; iki adım, yürür gideriz.
Gittik…
Eskiden 12 No’lu imiş orası; sonra 8 yapmışlar. Tabelada 8 yazıyor.
Kapının önü kalabalık; ilaç yazdırmaya geleni var, aşı sırası bekleyeni var.
Korka çekine girdim içeri; “bizim aşı randevumuz vardı” dedim.. Doktorun adını verdim; “burası değil, 12 No’luya gidin” dediler.
12 No’lu nerede peki?
Paşaalanı’ndaymış…
Aradık taradık bulduk; 12 No’luya girdik.
Bizim validenin dizinde protez var, zor yürüyor.. Bu sağlık merkezlerinin çoğu merdivenli yerler; in çık zor oluyor.
12 No’luda “sizin doktor burada değil” demezler mi?
Zaten herkesin tutunduğu trabzanlara tutunmuşsun, herkesin elinin değdiği kapı kollarına dokunmuşsun; ortam genel itibariyle kirli görünüyor.. Üstüne bir de “yanlış gelmişsiniz” demezler mi!
12 No’ludan randevu almışız sonuçta..
“Burada yapıverseniz aşımızı…”
Olmuyormuş öyle…
Yetmiş yedi yaşındaki annemi çıktığı merdivenlerden indirdim tekrardan; verilen yeni adrese doğru gazladık.
Meğer bu rakamlar ‘birim’miş… 12. Birim dediler.
3 No’ludaymış… Randevuda ismi çıkan doktor da oradaymış.
Derin bir ohh çektik… Adresi bulduk sonuçta.
***
KAPIDAKİ hemşire, “sırayla çağıracağız hepinizi” diye seslendi.
Beklememizi istedi.
Kapının önünde yığılı halde duran yaşlılar ve refakatçileri.. Bahçe desen ona keza; kalabalık.
Bir köşede bekledik uzun uzun.
Ortalık sakinledi; ama bizi çağıran yok.
Saat 11.00’e randevu almışız; öğlen olmuş.
Yine korka çekine girdim içeri..
..ve yine merdivenler!
Üst kat koridoru bahçenin aksine çok yoğun. Aşılama için gelen yaşlılar sıra bekliyor.
Bizim doktoru buldum, “aşı için gelmiştik” dedim.. Görevli ebeye havale etti.
Ebeyi buldum.
“Bekleyin biraz” dedi.
Birkaç yaşlıyı daha aşıladı; “anneniz gelsin” diye uyardı.
“Dizinde protez var, merdiven çıkamıyor, bastonla yürüyor” deyince.. Aşıyı aldı, alt kata indi; zemindeki polikliniğe soktu bizi.
Annem aşısını oldu yani.
Sonra doktor hanım geldi, “var mı bi durum” diye sordu; “yok” dedik.
İkinci doz için randevu almamızı istedi.. Alacağız.
***
YAŞLARI yetmiş beşin üstündeki onca yaşlının yaşadığı bu dramatik sahne üzdü bizi.
İlkokulda, tek sıra bahçeye dizerlerdi de, kollarımızı sıvatıp aynı enjektörle sıra sıra aşı yaparlardı ya hepimize.
Çok farklı değil. Fark, ‘kullan at enjektör’de!
Yürümekte zorlanan, merdiven tırmanamayan, eli bastonlu, refakatçisine dayanarak zar zor yürüyebilen, kiminin yaşlılık kaynaklı hastalığı yüzünden okunuyor, kimisi demansa tutulmuş…
“Aşıdan sonra bekleyin” komutuna uyup bekleyen; fakat oturacak bir yer bulamadığı için ayakta duran onca yaşlı.
Kimisi köyden gelmiş, kimisi uzak mahallelerden.
Üzüldük haliyle.
***
SAĞLIK merkezinin haline bakalım az biraz.
Kirli bir kapı; girişe büyükçe bir karton koliyi paspas gibi yaymışlar.. Çamurdan tozdan kararmış.
Zemindeki yaşlı polikliğinde sıfır hijyen… Hasta kontrol yatağının üstünde mavili, allı güllü ve leş gibi bir battaniye.. Dokunmaya, sürtünmeye korktuğun masa, sandalye falan.
Koridordaki yoğunluk, ortamı daha kirli gösteriyor.
Yaşlılar ve oradan hizmet alan vatandaşlar kadar, sağlık personeli için de üzüldük haliyle.
Biz işimiz düşünce gitmek zorunda kalıyoruz ve karşımıza çıkan manzaraya fena halde bozuluyoruz.
Sağlık çalışanları ne yapsın?
O sağlıksız, kirli, hijyenden yoksun, her an virüs kapma tehlikesiyle karşı karşıyayken…
Hani hepsini koronaya karşı aşıladılar, şimdi daha korunaklı haldeler falan ama…
Ortam, mesafe ve hijyen kurallarının sadece kağıt üstünde olduğunun delili.
***
SAĞLIĞI yönetenler, o afili, o çok pahalı binalarda, makam odalarında, saatleri, günleri öğütüyor ya makara kukarayla…
Yani gidiverin buralara da ara sıra; denetleyin, sağına soluna bakın, ortamı kolaçan edin birader.
Toplum sağlığı kağıt üstünde kalmasın.
Sonuçta, ilacı olmayan, deneme yanılmalarla icat edilmiş ve koruyucu olup olmadığı tartışılan aşılarla atlatıp atlatamayacağımızı konuştuğumuz, ölümcül bir salgın ortamındayız.
Selam ederim.