Edebiyatın masaya dair sözleri bu hafta sizlerle…
“Şarap lekesi de çıkmıyor biliyorsunuz. Ama zamanla soluklaşıyor, silinir gibi oluyor; hafıza gibi. Yıkandıkça çıkıyor. Ben şöyle yapıyorum: her lekenin üstüne bir tuzluk, bir biberlik, bir hardal şişesi, bir ketçap şişesi, bir mayonez, bir limon suyu kadehi, bir ekşi krema tabağı koyuyorum. Hiçbir şey belli olmuyor. Peki ya bunlardan birini aldıkları zaman? Yenisini koyuyorum kimse fark etmeden. Yedek tuzluklar, biberlikler bulunduruyorum. Eskiye ait hiçbir leke, masa örtüsünü üzerinde kalmıyor.”
Victor Hugo ayakta yazıyormuş. Banyo küvetinde yazan yazarlar var. Kimileri için, odasında masa başın da muhteşem bir yolculuktur yazmak. Nerelerden , nerelere gidersiniz o masanın başında, hiç kimseye çaktırmadan . “Bugün hiçbir şey yazasım yoktu, bütün gün gitar çaldım!” diye yazmış günlüğünün bir yerine BertoltBrecht. Kimi gün bu ve beşbenzemezi bunalımlara girerek sekteye uğrar yazma işi. Yazar sabah kalkıp işe gitmez, evin yazma bölümu ne yerleşir. Yazar karıları buna çok bozulurlar: – Bütün gün evde bu herif! N’apabiliriz? Dükkanımız evimiz. Yazarlık eğer işimiz ise, her gün belirli bir süreyi ona ayırmak zorundayız. Nasıl marangoz sabahleyin dükkanını açıyor, başlıyor çalışmaya, yazar da aynen oturmak zorunda mesaisinin başına. – Günde yirmi sayfa yazıyorum , dedi bir gün, ustam Haldun Taner . Afalladım. Nasıl yani? – Ben sabah altıda, atarım daktiloyu balkona, öğle ye doğru yirmi sayfayı bulurum. – Ne yazıyorsunuz? Aklınıza bir şey gelmediği olmuyor mu? – Olmaz olur mu? Öyle bakakalıyorsun Marmara denizine. – O zaman ne yazıyorsunuz hocam? – Çevrede görduklerimi . Alacakaranlıkta iki martı sezilir, onları yazarım. Uzaktan bir taka geçer, kıyıda bir deniz kırlangıcı bir böceği paralar, bir minibüs ilkokul çocuklarını toparlamaya gelir, martılar kayalıklara üşüşür, bütün bunları yazarım. İlle bir eser yazmak iddiasıyla değil, günlük yirmi sayfa yazma antrenmanımı yitirmemek için. Sonra bu yirmi sayfayı kullanmak zorun da değilsin, yırtıp atabilirsin, belki içinden bir yerlerini kullanabilirsin, demişti gülümseyerek. Yırtıp atabilirsin, dediği o yirmi sayfalardan, Haldun Taner’in unutulmaz “Yalıda Sabah” öyküsü çıktı.
Ferhan Şensoy, Eşeğin Fikri – Her Türkün El Kitabı
Hikmet, birgün bu küçük defteri gördü ,küçük yazıları karıştırdı ve gülerek, “Bu mücevherleri sen mi dizdin karıcığım? ” diye sordu .”Belki bir gün gün Roman da yazarım” dedi. Sevgi “Sende yazacaksın muhâkkak ” Hikmet, Bu roman sözünden pek hoşlanmadı .Yazmakistemiyordu.İşinde ilerlemek istiyordu, para kazanmak istiyordu , masa ve koltuk ve yatak odası takımı ve halı almak istiyordu. .Sevgi itiraz ediyordu : Her şeyi birer birer almanın, ne bileyim canım, serserice bir keyfi yok muydu?
Bir emir, bu sessiz sakin hayalleri bizim düşmanlarımız yaptı; bir emir onları bizim dostumuz yapabilir. Herhangi bir masa başında, hiçbirimizin tanımadığı birkaç kişi tarafından, bir yazı imzalanır. Başka vakit, dünyanın nefret edip en büyük cezalara çarptırdığı şey, insan öldürmek, yıllarca baş gayemiz olur.
Erich Maria Remarque, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
“Dağınık bir masa, dağınık bir zihnin işaretiyse, o vakit boş bir masa neyin işaretidir”
Albert Einstein
“Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı.”
“Ne zaman bir masaya otursak, Seninle karşı karşıya, Masa durmadan uzuyor aramızda…” #Masada olmadığını anlamam da daha uzun sürüyor her defasında.
Metin Altıok, Bir Acıya Kiracı
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, ‘dar çevre yitikleri’nde önem kazanmaya… Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir “ben”e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde…Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir hem hangi gözle? daha az
Başka boş yer olmadığı için masanın sonuna oturdum, hiç rahat değilim. Masa uçlarında oturmayı zaten hiç sevmem, sanki davetli değilmişim de madem geldin otur bari demişler gibi…
Söz dedim, söz verdim. Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim. Sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım. Söz dedim, söz verdim. Ruhumu gömdüğüm yer hala belli. Güneşi özledim, sonra seni Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.