
Salgınla mücadele, devlet ciddiyetinden ve sorumluluğundan uzak anlayışla yönetiliyor. Son bir buçuk ayda “salgınla mücadele edilmiyor” denmemesi adına 30 Ağustos kutlamaları feda edildi, bir de asker uğurlama, nişan, sünnet, törenleri, düğün eğlencelerine -sözde denetimli- kısıtlamalar getirildi. Maske ve mesafe denetimlerinden, uyulmaması halinde yaptırımlardan eser yok.
Üç tane ciddi sorumsuzluk, ciddiyetsizlik örneği sergilendi. Şöyle ki;
ı) Alelacele gerçekleştirilen üç yüz elli bin kişilik Ayasofya “etkinliği”. Tokyo metrolarını aratmayan hatta geride bırakan kalabalık görüntüler… Oysa açılış için “amaca uygun” 24 Temmuzdan başka günler de vardı. 30 ağustos, 29 Ekim, 10 Kasım. Hatta Hıristiyan âlemine gözdağı vermek adına 24 Aralık Noel günü! Bunlara ait planlamış “etkinlikler” henüz açıklanmadı! Kesin vardır.
ıı) Kurban bayramındaki rahatlık. Kurban satış, kesim yerlerindeki din kardeşliği takviyeli davranışlar, ülkemizdeki “sınırsız özgürlük” ortamının açık kanıtları oldu!
ııı) “Kontrollü normalleşme” tanımlaması ile kaldırılan kısıtlamalar “özgürlük sevdalısı” insanlarımızca yok hükmünde algılandı. Yüzbinlerce polis ve jandarmanın görev yaptığı şehirlerde, tatil yörelerindeki insanlarımız maske ve mesafe tanımayan özgürlük havasını bol bol teneffüs ettiler!
Şimdi sorular:
- Bütün bunlar olmadan ve olurken Bilim Kurulu üyeleri “tavsiye yetkilerini” yeterince, olması gerektiği gibi kullanıp uyarı görevlerini yerine getirmişler midir? Yoksa “kötü çocuk” olmamayı mı tercih etmişlerdir?
- Bilim Kurulu üyeleri; tavsiyelerine, önerilerine Hükümetin, Cumhurbaşkanı’nın uymadığını düşünüyorlarsa görevlerinde -“vitrin süsü” misali – kalmayı içlerine sindirebilmektedirler mi? Bunları açıklamadıkları, yapmadıkları sürece yaşanan olumsuz tablodaki sorumlulukları artacaktır.
- Devlet neden denetim görevini gerektiği şekilde yerine getirmemektedir?
İki aydır yaşanan olumsuzlukları TC Sağlık Bakanı her gün canlı maç anlatır gibi rakamlar vererek ve aynı öğütleri tekrarlayarak görevini sürdürmektedir. Maç anlatanların “uzun top yapılmalı”, orta saha kalabalık tutmalı”…türü bireysel önerileri gibi!
Sonuç: Mart-Mayıs döneminde sürekli olarak Türkiye’nin sağlık alt yapısı övülerek yürütülen mücadele heba edildi. Sağlık çalışanlarımız, yitirdiklerinle, boşa giden emekleri ile baş başa kalmış oldular. Devletin görevi öncelikle toplumu hasta etmemek, onun sağlığını korumaktır. “Paniğe gerek yok, hastanelerimizde yeterli yatak var, çok ülkeden iyi durumdayız” türü sözlerin anlamı, yararı yoktur.
Bu mücadele bir takım işiydi. O anlayışla yürütülmedi. Sorumluluk, başta siyasi otoritenindir. Ardından yapılan uygulamalar karşısında suskun kalan, televizyonda yaptıkları bireysel ve yüzeysel açıklamalarla durumu idare etmeye çalışan, bilimsel gerçekleri, doğruları açıkla(ya)mayarak topluma karşı meslek suçu işleyen Bilim Kurulu Üyeleri ile günlük yaşama alışkanlığından kurtulmak için gayret göstermeyen sorumsuz toplumumuzundur.
Düşünen Adam