İnsanın varlığın görünür ve görünmez dünyayı kuşatan yasalarına uygun hareket etmesi yani akılla hareket etmesi (zekâ demiyorum) adalettir. Adalet her şeye asli doğasına uygun davranmaktır. Adalet sadece insanların dünyası ile sınırlı değildir. Adalet dağı, taşı, suyu, toprağı da kapsar, görünmez dünyaya doğru uzanır. Adalet ilk önce varlığa hürmetten doğar. İnsana hürmet, canlıya hürmet, onun yaşama hakkına, aslına uygun bir şekilde var olma hakkına hürmet, varlığı aslı ve olgunluğu ile koruma gayreti adaleti oluşturur. Kurnazlık adaletten bihaberdir. Zekâ adaleti kavrayamaz. Ancak akıl adaleti gereğince yerine getirebilir.
Çünkü akıl sahibi insan kendi içinde adaleti sağlamış insandır. İnsan bedeni hazları, nefsani arzuları ve ruhani vehimlerinin ötesine geçip aklı ile yaşar bir hal alınca yani kendindeki akıl özelliğini bedeni, nefsi ve ruhun üzerine yükseltince kendi içinde adaleti sağlamış olur. Bunun tersi geleneğe göre insanın kendine zulmetmesidir. Bir insan kendi içinde adaleti sağlayamamışsa kendi dışında da adaleti sağlayamaz. Tamah, öfke, kin, garaz, hırs, şehvet, kibir gibi nefsani tutkuların zekasını yönettiği bir insandan adalet değil zulüm sadır olur.
Kendine zulüm, diğer insanlara zulüm, diğer canlılara zulüm ve varlığa zulüm. Kendi içinde akılla kemale ermemiş insan evrenin ilahi düzeninin bir olumsuzlamasıdır. (negation) Evrensel aklın ilahi ışığında bir zulmet gölgesidir. O yaratılışın mükemmelliği, zenginliği ve bereketi içinde bir bozuluş, çözülüş iradesi bir kötülük kaynağıdır.
Eski Yunan filozofları adaletsizliği bütün kötülüklerin kaynağı olarak görmüşlerdir. Eski İran bilgeleri yalanı bütün kötülüklerin başına koymuşlardır. Yalan ilk önce bedene ve nefse tabi zekanın insanda akıl ve sağduyuya karşı bir davranışa insanı yönlendirmesidir. Hırslarımızdan, arzularımızdan, korkularımızdan, kibrimizden kısacası bencilliğimizden ve dünyanın görüntülerini evrenin ilahi yasalarından üstün tuttuğumuz için yalan söyleriz. Tüm adaletsizlikler insanın kendisine söylediği yalanla başlar. Bu yalan yeryüzündeki tüm kötülüklerin ve yanlışların kaynağı olur ve onu besler.
İnsanı akla ve sağ duyuya uygun her davranışı dünyayı güzelleştirme iradesi taşır. O ilahi düzene uygun olduğundan kendi içinde yaratılışın ve varlığın bereketi ve enginliğine sahiptir. Doğru ve adil olan her şey yeryüzünü bir dünya cennetine doğru yaklaştırır. Buna karşı yalan, adaletsizlik kendi içinde varlığın düzeninin bir olumsuzlaması olduğu için içinde bir cehennem çekirdeği taşır. Akıldan beslenmeyen her düşünce, her söz, her eylem dünyayı biraz daha cehennemi bir yer haline getirir. İnsan bu vesile ile kendi cehennemini içinde taşır.
Bugün dünyada iyilik ve düzen adına neye sahipsek bunların hepsi akıl sayesindedir. Akılla düşünmek, hareket etmek, konuşmak “hikmettir”. Hikmet bizi Marifete yani Adetullah’ı tüm boyutları ile kavramaya götürür. Modern bilim Adetullah’ı sadece maddi boyutuyla kavrar ve tüm prensiplerini onun üzerine kurar. Halbuki varlık maddeden ibaret değildir. Nefsani ve ruhani alem maddi alemin üzerindedir ve onun üzerinde de akli alem vardır.
O nedenle kosalite ve pozitif bilim tek başına varlığı izah edemez. Maddi ilişkileri izah eder ama örneğin “yaşam fenomeninin kaynağını açıklayamaz” Bunun gibi ölümü de açıklamaktan acizdir. İnsan da dört boyuttan oluşur. O nedenle insanın kendini bilmesi ve hikmet maddi boyutunun ötesinde bir varlığı ve o varlığını da bağlayan yasalar olduğunun farkında olmasıdır.
Bugün dünyada kötülük, adaletsizlik, kirlilik, tahribat, çatışma ve savaş adına ne varsa bunların hepsi kurnazlığın, ihtiraslar, hırslar, egolar tarafından yönlendirilen keskin ve ilkesiz zekaların sonucudur. Felaket, hasaret ve çöküş (inhitat) kurnazlığın ve ilkesiz zekaların akıbetidir. Bu nedenle akıl ve sağ duyu sahibi olmaya yönelmeliyiz. Aklımızı güçlendirmeli, kendimizdeki aklı ilim ve irfan ile yüceltmeliyiz. Dünya nasıl görünürse görünsün, günlük olaylar nasıl gelişirse gelişsin, kısa dönemde başımıza ne gelirse gelsin insanı selamete, varlığa, zenginliğe ve başarıya götürecek şey akıl, erdem ve sağduyudur.
Çocuklarımıza vereceğimiz eğitim onları akılla kâmil kimseler yapmak, ilimle tekemmül etmelerini sağlayarak varlıkla uyum içinde olmalarını temin etmek üzerine kurulmalıdır. Bedenleri sağlam, iradeleri güçlü, ruhları güzellik ve sanatla terbiye edilmiş, ilim, hikmet ve marifetle akılları yüceltilmiş gençler mevcut dünyanın kaos ve yıkıntıları üzerine yükselecek daha insani bir dünyanın temellerini atabilir.
Sadi-i Şirazi’nin dediği gibi :
“Şer engiz hem der ser-e şer reved”
(Şer çıkaranlar bir gün şer ile yok olur)