KÜRESEL RİSKLER VE FIRSATLARIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE VE BEŞERİ KALKINMA

 

MÜSİAD 2022 Türkiye Ekonomisi raporu işletme sahiplerine yol göstermek için başarılı bir derleme ortaya koymuş. Rapora göre ekonomik parametreleri etkileyen temel sorunlar 3 başlık altında özetlenebilir. Bunlar :

  • Tıkanan finansal sistem,
  • Kırılgan tedarik zinciri,
  • Ertelenen politik sorunların krize (bazen de savaşa) evrilme riski

Rapora göre yatırım maliyetlerini düşürmede ve küresel yoksulluğun önlenmesinde yeni finansal yaklaşımlara ihtiyaç var ve Türkiye İstanbul Finans Merkezi açılımıyla bu konuda bilgi ve birikimini global bir yaklaşıma dönüştürebilir.

 

Raporun önemli tespitlerinden biri şöyle : “Özellikle lojistik hatlarında, yapay olarak oluşturulan çözümlerde oluşan kırılganlıklar ve dünya politiğindeki son gelişmelerden kaynaklanan tıkanmalar, küresel tedarik zincirinin sürdürülebilirliği açısından Türkiye’yi  odağa yerleştirmekte. Bu konuda Türkiye’nin yüksek üretim kabiliyetinin  olması hem enerji hatlarının hem de mal tedarik ve lojistik altyapılarında  yapılan yatırımların tamamlanmış olması dolayısıyla sahip olduğu potansiyel vurgulanarak, hak ettiği dinamik güce evrilebilmesi için ihtiyaç duyulan stratejik ve taktik adımların koordineli olarak atılması hedefe ulaşılması için gerekli görülmektedir.” 

 

Global tedarik zinciri krizi Türkiye’yi bir anda Rusya, Kuzey Afrika ve Avrupa Birliği ülkeleri için bir lojistik ve tedarik üssüne dönüştürmüş durumda. Türkiye bu fırsatı doğru kullanırsa bundan yerel ekonomilerin elde edeceği avantaj çok büyük. Ancak yerel ve bölgesel ekonomiler ve iş örgütleri akıllı ve stratejik davranarak bu fırsatları beklemek yerine onlara elini uzatmalılar. Rapor GSYİ sıralamasında 2050 yılında ilk 10 ekonomi içinde yer alma hedefi olan Türkiye’nin bunu elde edebilecek global fırsatlara sahip olduğunun altını çiziyor. Başlangıçta bahsettiğimiz belirsizlik ve risklerin hane halkı üzerinde yarattığı baskını da “gelir paylaşımını iyileştirmeye dönük ücret artışlarıyla aşılabilecek güçte olduğu. Ücretli-dostu yaklaşımıyla  Türkiye’nin konumunu iyileştirirken gelir adaletini desteklemekten geri durmayacağı hem bir öngörü hem de bir niyet tespiti olarak belirtilmektedir. Rapor deglobalizasyonun ABD’nin önü çektiği üretimi yurtiçinde konsolide etme  stratejisi ile başladığı  pandeminin artan etkisiyle bir tedarik zinciri meselesi halini aldığı yönünde bir tespit içeriyor. Bunun neticesinde ortaya çıkan “Kendine yeten Ekonomi” düşüncesi küresel ölçekte ekonomileri şekillendirmeye başlıyor. Devamında  Ukrayna-Rusya Savaşı ile yurtiçi  ekonominin öncelenmesi politikası ülkelerin temel bir stratejisi haline geliyor. Bu eğilime rağmen dünyada küresel elektronik ticaret hacmi hızla artmaya devam etmektedir. Dünya genelinde 4,9 trilyon dolar hacme ulaşan ve 2013 yılına göre 4 kat artış gösteren ivme dünya ekonomisinin yaklaşık %18’ine tekabül etmektedir ve özellikle yerel tedarikçiler için önemli bir gelişim stratejisi önermektedir.

 

Raporda Türkiye’de enerji açığı nedeniyle büyüyen cari açığın artabileceği, Türkiye’nin büyüme ve enflasyon arasındaki tercihte ülke olarak büyümeye yönelik bir hedef belirlediği ve bunun ilerleyen zamanlarda daha büyük cari açık riski taşıdığına işaret edilmiştir. Çünkü cari açık kaynaklı kırılganlıklar Türkiye için faiz ve kur kaynaklı dalgalanmaları tetiklemektedir.

 

Rapor son olarak Türkiye’de beşeri kalkınmaya dair umut verici veriler paylaşmaktadır. Buna göre “Türkiye 2020 yılında  %1,8’lik büyüme ile Çin ile birlikte büyüyen iki ülkeden biri olmuş, 2021  yılında ise çoğu ülkeyi geride bırakarak %11’lik bir performans sergilemiştir 2022’nin ilk çeyreğinde gerçekleşen %7,3’lük büyüme, bunun  devam edeceğine işaret etmektedir. Ayrıca son yıllarda ortaya çıkan büyümenin iç tüketimle birlikte ihracat ve yatırıma dayalı olması büyüme dinamiklerinin önceki dönemlere göre daha sağlıklı olduğunu göstermektedir. Türkiye ekonomisinin sadece gelir düzeyi açısından değil eğitim ve sağ[1]lık açısından da gelişimini dikkate alan İnsani Gelişme Endeksi’ndeki trendi dikkate alındığında, bu performansın niteliğine dair önemli ayrıntılar dikkat çekmektedir. Endeksin ilk yayınlandığı 1992 yılında 0,674 endeks değeri ile 71. sırada yer alan Türkiye, 2003 yılında 0,729 endeks değeri ile 96. sıraya kadar gerilemiştir. Türkiye 2020 raporuna göre ise 0,820 endeks değeri ile 189 ülke arasında 54. sırada yer alarak çok yüksek insani gelişme grubuna girmiştir. Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi’ndeki performans artışı, eğitim, sağlık ve gelir düzeylerinin birlikte artışıyla sağlanmıştır Türki[1]ye’nin 2000 yılında 25 yaş ve üzeri nüfusun ortalama eğitim yılı 5,5 yıl iken 2019 yılında 8,1 yıla yükselmiştir. Aynı dönemde okul çağındaki nüfus için beklenen eğitim süresi 11,1 yıl iken 16,6 yıla çıkmıştır. yaşam süresi 70 yıl iken bu kadınlarda 80.5 ve erkeklerde 74.7 olmak üzere ortalama 77,7 yıla yükselmiştir. Satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen gelir ise 15.239 dolardan 27.701 dolara çıkmıştır. Ayrıca cinsiyet eşit[1]sizliğinin özellikle 2010 yılından itibaren giderek azaldığı dikkate alındığın[1]da, bu gelişmenin kadın ve erkek arasındaki farkı azaltarak sağlıklı biçimde gerçekleştiği ifade edilebilir. Türkiye’nin yüksek büyüme odaklı olarak yürüttüğü programın şüphesiz en önemli gerekçesi, genç nüfusu nedeniyle işgücüne her yıl yeni katılanlara istihdam sağlama zorunluluğudur. Nitekim istihdam edilenlerin sayısı 2021 yılında bir önceki yıla göre 2 milyon 102 bin kişi artarak 28 milyon 797 bin kişi olmuş, istihdam oranı ise 2,5 puanlık artış ile %45,2’ye çıkmıştır. İstihdam edilenlerin sayısı 2022 yılı I. çeyreğinde ise bir önceki çeyreğe göre 188 bin kişi artarak 29 milyon 964 bin kişi, istihdam oranı ise 0,1 puanlık artış ile % 46,6 olmuştur .2021 yılında işsiz sayısı ise bir önceki yıla göre 121 bin kişi azalarak 3 milyon 919 bin kişi olmuştur. İşsizlik oranı ise 1,1 puanlık azalış ile %12,0 seviyesinde gerçekleşmiş, işsizlik oranı erkeklerde %10,7 iken kadınlarda ise %14,7 olarak tahmin edilmiştir. Ayrıca 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı 2021 yılında bir önceki yıla göre 2,3 puan azalarak %22,6 olmuştur. 2022 yılı ilk çeyreğinde ise aynı oran 0,3 puanlık azalış ile %21,1 düzeyinde gerçekleşmiştir.”

 

Sonuç olarak dünyadaki finansal, ticari ve politik risklerin ortasında Türkiye için doğru kullanırsa bir takım avantajlar mevcuttur.  Bunlardan ilki İstanbul Finans Merkezi ile global fonların dağılımında bir cazibe merkezi olma olasılığıdır. Ancak bu olasılığın gerçekleşmesi için ekonomik ve politik bir stabiliteye ve aynı zamanda güçlü bir hukuk devleti formasyonuna ihtiyaç duyulacağı gözden kaçmamalıdır. Diğer yandan bölgedeki Rusya-Ukrayna savaşı, Suriye krizi, Yunanistan’la yaşanan gerginlikler, Ermenistan-Azerbaycan savaşı ertesi kafkaslardaki politik durum ve son olarak İran’daki iç hareketlilik doğru bir dış politika vizyonu ile bölge ülkeleri için bir tedarik, lojistik ve enerji dağıtım üssüne dönüşmüş bir Türkiye’ye dönüşebilir. Elbette bu gelişimin devindiricisi olacak “nitelikli insan kaynağının elde tutulması, genç nüfusun yeni becerilerle yeni küresel dönüşüme hazırlanması ve eğitim müfredatlarının gözden geçirilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yurt dışına beyin göçünün önüne geçilmesi devlet, özel sektör ve yerel yönetimlerin yerel atılım stratejilerinde başarı için ortak olarak üstlenmeleri gereken bir sorumluluk olmaktadır.

 

Exit mobile version