17 Nisan 1940’ta kurulan köy enstitüsü mezunu 99 yaşındaki aydınlanma savaşçısı Ali Boduroğlu, Türk köylüsünün çocuklarını yetiştirmek için zor koşullarda verdiği mücadeleyi Politika Gazetesi okurları için anlattı. Henüz askere gitmeden genç yaşlarda başladığı öğretmenlik mesleğinde önüne çıkan engelleri nasıl aştığını, okul olmayan köyde ağaçlar altında, caminin bir köşesinde yaptığı dersleri anlatırken gözleri doldu. O günleri anarken, verdiği savaşımın kutsallığını gözlerinde şimşek gibi çakan ışıltıdan anladık. Köy enstitüsünde öğrenim görürken, atandığı her köyde rol model olurken, yaşama geçirdiklerini, yetiştirdiği öğrencileri gururla anlatırken, içindeki memleket sevgisi adeta yüzüne yansıyordu. Köy enstitüsü mezunu köy öğretmeni Ali Boduroğlu’nun anlattıkları sizi Türkiye’nin aydınlanma savaşında neler yaşandığına dair bir rehber olacaktır.
Ali Boduroğlu kimdir?
Bir zamanlar adı Deli Yusuf olan Tatlıpınar Köyü’nde 1926 yılında dünyaya geldim. Doğduğum tarihte açılan köyümüzün ilkokulundan mezun oldum. 1943 yılında Savaştepe Köy Enstitüsü’ne yazıldım. 5 yıl eğitimden sonra diplomamı aldım. Köy enstitülerinden mezun olanlar köylerine öğretmen olarak dönüyordu fakat köydeki okulda öğretmen olduğundan, Tatlıpınar’a yakın Ovacık Köyü’ne atamamı yaptırdım. Ovacık’ta evlendikten sonra yedek subay olarak vatan görevimi yerine getirdim. Askerlik dönüşü İvrindi’nin Soğanbükü Köyü’nde çalışmaya başladım sırasıyla, Havran’ın Büyükşapçı, Savaştepe’nin Karacalar, Balıkesir Kalaycılar köylerinde öğretmenlik yaptıktan sonra Balıkesir Kayabey İlkokulu’ndan emekliye ayrıldım. 4’ü erkek 5 çocuk babasıyım ve 15 torunum var.
Savaştepe Köy Enstitüsü’ne nasıl yazıldınız?
Üretim ile eğitimin birlikte öğretildiği köy enstitüleri, Türkiye’deki cehaletin yok edilmesiı, ülkenin aydınlanması için kuruldu. Zeki köy çocuklarının yetiştirilerek kendi köylerinde öğretmen olarak görev yapması amacını taşıyordu. Köylerdeki zeki çocuklar seçiliyor, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yer alan 21 köy enstitüsüne kaydettiriliyordu. Bende öğretmen olmak, köyümdeki çocuklara eğitim öğretim vermek istiyordum. Bende seçildim, Şamlı İlkokulu’nun müdürü bizim evraklarımızı tamamladı. Savaştepe’ye gitmek için Balıkesir Garında trene bindim. Yolculuk esnasında, benim gibi Savaştepe Köy Enstitüsü’ne giden İsmail Kutluk ile tanıştık. Uzun yıllar sonra Adalet Partisi’nden senatör seçildiği için gurur duyduğum İsmail Kutluk ile birlikte Enstitüsünün kapısından içeri girdik. Soyadını anımsayamadığım Hüseyin Bey bizi çamaşırhaneye götürdü. Elbiselerimizi aldık, banyomuzu yaptıktan sonra oturup dinledik. Akşam yemeğimizi yedikten bir süre sonra yattık. Ertesi gün kahvaltı faslından sonra bizi 3 kişilik sıralar halinde dizip elimize orak verip buğday biçmeye tarlaya götürdü. Savaştepe’de ilk işimiz buğday biçmek oldu. Böylelikle tarım dersimiz başlamış oldu. 1 haftada ekin biçmeyi bitirdik. O esnada işi ağır bulup kaçanlar oldu. “Biz orak sallamaya değil okumaya geldik” diyenler erken pes edip gitti. Köy çocuğu olduğumuzdan ekin biçmeye alışıktık. Şehirde yaşayıp nüfus kaydı köyde olan öğrencilerin çoğu gitti. Orak işi bitince, A, B, C diye sınıflara ayırdılar. B sınıfına düştüm, sınıf numaram da 558 oldu. İkinci sınıfa geçene kadar pek çok kez sebze ekmeye, çapa yapmaya gittik. Bu arada okulda develer vardı. Görünce şaşırmıştık. Tabi ki bunların yük taşımakta kullanıldığını öğrenince şaşkınlığımız geçti. Bir yılımı çalışıp öğrenmekle tamamlayıp 2’inci sınıfa geçtim.
Okulda hangi dersleri gördünüz? Sabah öğle ve akşam yemeklerinde ne yer, ne içerdiniz? Yemekleri öğrenciler mi yapardı?
Elimizde orak, ekin biçme ile başlamıştı ilk dersim. Daha sonra başka tarlalara da gittik, başka tarlaları çapaladık, suladık, belledik, türlü sebzeler yetiştirdik. Üretime öğrencilerin katkısı çoktu. Kendi ürettiklerimizle yapılırdı yemeklerimiz. Çok güzel kuru fasulye pişerdi okulumuzda. Sabahları çorba içtiğimizi hatırlamıyorum ama çok güzel kahvaltı yapardık. Bir lokantada olabilecek tüm yemek çeşitleri verilirdi öğrencilere. Biz adeta bir üniversitede okur gibiydik. Kültür derslerinde; Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, fizik, kimya, tabiat ve okul sağlık bilgisi, zirai işletme ekonomisi ve kooperatifçilik, yabancı dil, el yazısı, resim-iş, beden eğitimi ve ulusal oyunlar, müzik, ev idaresi ve çocuk bakımı, askerlik, öğretmenlik bilgisi vardı. Teknik derslerde; Demircilik ve nalbantlık, dülgerlik ve marangozluk, yapıcılık, köy ve el sanatları, makine ve motor kullanma eğitimi aldık. Tarım derslerinde; tarla ziraatı, bahçe ziraatı, sanayi bitkileri ziraatı ve ziraat sanatları, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık ve ipek böcekçiliği, balıkçılık ve su mahsulleri konusunda bilgiler verilirdi. Ben bölüm olarak yapıcılık bölümüne ayrıldım. Bu bölümde, tuğlacılık, kiremitçilik, kireççilik, taşçılık, duvar örme ve sıvacılık ve betonculuk ile ilgili bilgiler verilir, bizzat uygulamalı olarak öğretilirdi. Kız öğrenciler için, biçki-dikiş nakış, örücülük ve dokumacılık, ziraat sanatları dersleri veriliyordu. Matematik derslerine okul müdürü Sıtkı Akkay giriyordu. Daha doğrusu matematik öğretmeni olmadığı zamanlarda ders veriyordu.
İnşaat bölümünü siz mi seçtiniz, öğretmenler mi belirledi? Bu bölümle ilgili neler yaptınız? Bir bina inşaatında çalıştınız mı?
Öğretmenlerimiz rast gele belirliyordu. Benim payıma inşaatçılık düştü. Bu konuda her işi yapmak üzere çalıştık. Uygulama için planlar veriliyordu. Planların nerede nasıl uygulanacağı söyleniyor, öğretmenlerimiz başımızda çalışmaya koyuluyorduk. Öncelikle temel kazıyorduk. Hocamız nerede, ne kadar derin kazacağımızı tarif ediyor, biz uygulamaya başlıyorduk. Temel kazıldıktan sonra kireç gelir, kireç söndürürdük. Kirece, ne kadar kum, ne kadar su, ne kadar çimento karıştıracağımız gösterilirdi. Benim diplomamda yapıcı yazıyor. Köy enstitüsünün yapıcı öğrencileri, temelden çatıya bir binanın nasıl yapılacağını 5 yıllık eğitim öğretim döneminde hafızalarına kazıyordu. İnşaat bitti, boya yapılacak. Boyayı dışarıdan satın almak yoktu. Kendi boyamızı kendimiz yapardık. Yağlı boya yapılacaksa, bezir yağı ile üstübeç karıştırılır. Bezir yağı ketenden elde edilir. Üstübeç ise bir renk pigmentidir. Toz boya olan üstübeç ile bezir yağını karıştırıp yağlıboya yapardık. Bezir yağı ahşapların korunmasında çok önemli rol oynayan bir maddedir. Kısacası bir inşaatta ne kullanılacaksa, çoğunu biz yapardık. Geçtiğimiz yıl Savaştepe’ye gittiğimde bizim yaptığımız binaları yıktıkları için göremedim. Çok üzüldüm, oysa çok sağlam binalar inşa etmiştik.
Savaştepe Köy Enstitüsü’nün Çınaraltı toplantılarından çok söz ediliyor. Nedir Çınaraltı toplantısı?
Okulun bahçesinde ulu bir çınar vardı. Cumartesi günleri veya bazı önemli olaylardan sonra öğrenciler ve öğretmenler Çınaraltı’nda toplanırdı. Çınaraltı toplantılarında ne yapılırdı diye sorarsanız, bu toplantılarda, konuşmalar, tartışmalar, tenkitler, oyunlar, müzik vardı. Şiirler okunur, hikayeler anlatılırdı. Bir eğlence de ne gerekirse o vardı Çınaraltı toplantılarında. Gerektiğinde okul müdürünü dahi tenkit edebiliyorduk. Öğretmenler bu konuda bizlere kızmaz not alırlardı. Arpazlı Zeybeği, Pamukçu Bengisi, Harmandalı ve benzeri halk oyunları oynanırdı. Çok hareketli olduğu için Arpazlı Halk oyununu bazı sabahları tüm okul oynardık. Her öğrenci bir müzik aleti çalıyordu ama ben çalamadım. Müzikte temel eğitim de önemlidir. Ben müziğin temel eğitimini aldım. Okulumuzda piyano bile vardı fakat herkes piyano çalamıyordu.
Dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç sık sık köy enstitülerini gezermiş. Sizin döneminizde okula geldi mi?
İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürüydü ancak ben Savaştepe’deyken gelmedi. Ben okula başlamadan ya da bitirdikten sonra gelip gelmediğini bilmiyorum. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel okulumuzu ziyaret etti. Bizim dersimize girmedi ama 4’üncü sınıfların tarih dersine girmiş. Arkadaşlara çok sıkı sorular sormuş. Okulda 2-3 saat kaldığını biliyorum. Dışarıda öğrencilerle konuştu. Etrafı çok kalabalıktı. Arkadaşlarım sorular sordu. Okula kaydımı yaptırmadan önce İsmet İnönü 1942 yılında enstitüye gelmiş. Ben 1943 yılında Savaştepe Köy Enstitüsü’ne yazıldım. İnönü’nün okul duvarında bir yazısı vardı. Hatırladığım kadarıyla¸ “Köy enstitülerini cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum. Köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim” cümlelerinden oluşuyordu. Hasan Ali Yücel’in çok heybetli bir adam olduğunu anımsıyorum. Bir gün okula Sabahattin Ali’nin geldiğini söylediler. Ben onun kitabını okumuştum. Görsem iyi olur diye düşündüm. Hemen bahçeye çıktım. Müdürle konuştuktan sonra çıktığını söylediler. Bahçenin çıkış kapısına baktığımda arkasından gördüm. Elinde çanta, başında fötr şapkası vardı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile ilginç bir gelişme olmuş okulumuzda. İnönü teftiş sırasında yatakhanedeki dolapların kilitli olduğunu görüyor. “Bunlar ne okulda hırsızlık mı oluyor?” diye sorunca Müdür Sıtkı Akkay olmadığını söylüyor ve İnönü bütün kilitlerin kaldırılmasını istiyor. O günden sonra okul dolaplarındaki kilitler kaldırıldı.
Atamanız nasıl yapıldı? Kura mı çektiniz yoksa önceden gideceğiniz okul belli miydi?
Beş yıllık eğitimden sonra mezun olduk. Okulu bitirdiğimize dair belgeler verildi. Diplomalarımızın 1 ay içinde bize gönderileceği söylendi. Tayin meselesine gelince; Mezun olanlar geldikleri köye öğretmen olarak gönderiliyordu. Tatlıpınar Köyü’nde Kurtdere Köyünden Ahmet Sarıtaş isimli öğretmen vardı. Ovacık Köyüne tayin istedim ve ilk görev yerim Ovacık İlkokulu oldu. Kendi köyümde de öğretmen olarak kalabilirdim ancak beni mezun eden İbrahim Bey Başöğretmendi. Savaştepe Köy Enstitüsünden mezun olduğum için öğretmenimin başına müdür olacaktım. Bunu istemedim. Beni mezun eden öğretmenin başına gelmek beni üzdü, kendi açımdan doğru bulmadım. Bu nedenle Ovacık Köyünü tercih ettim. Hayvancılıkta, tarımda gelişmiş bir köydü. Hatta eşim Ovacıklıdır. Bir oğlum hala Ovacık Köyünde yaşamını sürdürüyor.
Genç yaşta öğretmen oldunuz. İlk görev yerinizde zorluk çektiniz mi? Neler yaptınız? Okul düşüncelerinizdeki gibi bir okul muydu?
Köydeki okul inşaat halindeydi. Ben görev yerine giderken, Milli eğitim müfettişleri bana 7-12 yaş aralığında olanları okula kaydetmemi söylediler, 60 kadar öğrenci tespit ettim. 60 çocuk ile derslere başladım. Ellerinde kitapları var, defter, kalem, tebeşir tamam. Derslere başlayacağız ama nerede başlayacağız? Havalar güzeldi. Çocukları köydeki bir ağaçlığa götürdüm. Burada ders yapıp yapamayacaklarını sordum. Hepsi yaparız dediler. Benim ders verdiğim ilk sınıf ağaçların altı oldu. Öğrencilerim ağaçların altında yere oturup derse başladılar. Havalar güzeldi fakat günler geçtikçe soğumaya, yağmur yağmaya başladı. Dışarıda ders yapmak artık mümkün değildi. Son çare köyün camisinde ve imamın iki dudağı arasındaydı. Muhtarı yanıma alıp caminin imamına gittim. Namaz kılınmayan bir yerde ders yapmak istediğimi namaz saatiyle çakışmaması için ders zamanlarını ayarlayacağımı söyleyince İmam kabul etti. Kirne Köyünde bir eğitmenin çocukları okutması için emanet verilen sıraları masaları getirttim. Öğrencilerimi soğuktan, yağmurdan, çamurdan koruyacak başımızı sokacak bir sınıf oluşturmuştum. Okul yapılana dek güzel havalarda dışarıda yağmurlu soğuk havalarda caminin bir köşesinde çocuklara dersler verdim. Bir gün müfettiş geldi. Öğrencilerime sorular yöneltti. Çocuklar yüzümü kara çıkarmadı, tüm soruları yanıtladı. Müfettiş bu nedenle bana teşekkür etti. Çünkü derme çatma sınıfta ve ağaç altında çocukları eğitmiştim. Ben yaptıklarımdan gurur duyarken, müfettiş atına binip gitti. 8 yıl Ovacık’ta kaldıktan sonra askerliğimi yapmak için Ankara’ya sonra İstanbul Çatalca’ya gittim. 18 ay sonra tezkeremi aldım, teğmen olarak terhis oldum. Askerlik biter bitmez tekrar görev yerine dönmek istedim ama İvrindi’nin Soğanbükü Köyüne atandım. Burada güzel bir okul vardı.
Öğrencilerinizi birleştirilmiş sınıflarda okuttunuz. Bu tür bir eğitim zor olmadı mı?
Birleştirilmiş sınıfta eğitim vermek zordur. Uzun yıllar böyle çalıştığım için alışıktım. İnsan zorlukların üstesinden geldikçe deneyim kazanıyor ve zoru çok daha kolay uyguluyor. Birinci, ikinci ve üçüncü sınıfları bir arada, dört ve beşinci sınıfları bir arada okutuyordum. 3 yıl Soğanbükü’nde öğretmenliğin ardından Havran’ın Büyükşapcı Köyünde öğretmenliğe devam ettim. Balıkesir’in Kalaycılar Köyünde çalıştıktan sonra 20 yıl köylerde emek vermenin ardından Balıkesir Kayabey İlkokulunda öğretmenliğe son noktayı koyup emekli oldum. Öğretmene emekli olmak yakışmaz düşüncesiyle okuyup öğrenmeyi hiç bırakmadım. Son yıllarda Kuran-ı Kerim okuyorum. Arapça yazıp okumayı kendi çabalarımla öğrendim. Hiç kimseden ders almadan Arapçayı söktüm. Daha da ileri düzeye getirecekken gözlerim iyice bozuldu. Büyüteçle belli bir süre okuduktan sonra algılamada güçlük çekiyorum, yazarken de ilkokul öğrencileri gibi yazılar ya yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya doğru kayıp gidiyor. Torunlarım yazdıklarımı görse bana gülüp geçer.
30 yıl boyunca pırıl pırıl öğrenciler yetiştirdiniz. Mutlaka ilginç anılarınız olmuştur. Unutamadığınız, aklınızdan hiç çıkarmadığınız hatıranızı anlatır mısınız?
Savaştepe Köy Enstitüsünde öğrenim görürken, güreş müsabakaları yapılırdı. Bir hayli iddialı olan müsabakalar okulumuza 5-6 kilometre uzaklıktaki Karacalar Köyünde gerçekleştirilirdi. Yine böyle bir günde arkadaşlarımızla topluca Karacalar Köyüne gidiyorduk. Birden yanımızdan eşekle biri geçti. Dikkatli bakınca bu kişinin okul Müdürü Sıtkı Akkay olduğunu gördük. Çocukları çok sever hiç büyüklük yapmazdı. Alçak gönüllüydü. Bize evlatlarım diye hitap ederdi. Günümüz okul yöneticileri olsa otomobil olmadığı takdirde asla güreş karşılaşmalarını izlemezdi. Sıtkı Akkay müdürümüz öğrencileriyle bir arada olabilmek için eşek sırtında güreşleri izlemeye geldi. Tüm öğretmenlerimiz bizlere zoru başarmayı öğretti. Günümüzde köye atanan bir öğretmen köyde oturmuyor. Sabah okula gidip mesaisi bitince şehre geri dönüyor. Bir de köyde okulun olmadığını düşünün hangi öğretmen ağaç altında veya caminin bir köşesinde ders yapmaya kalkışır? Sabah otomobile biner köye okula gider, son ders zili çaldığında mesaisini bitirip otomobiliyle şehre döner. Okulun çatlayan duvarına sıva, badana yapmaktan, öğrenciler üşümesin diye soba yakmaya, mevsimler panosu yapmaktan İstiklal marşı, gençlik marşı yazılı pano hazırlamaya hepsini biz yapardık. Tüm bunlara rağmen beni şikayet etmeye milli eğitim müdürüne gitmişler, camide, korulukta ders yapıyor diye yakınmışlar. Müdür şikayet edenlere “Daha ne istiyorsunuz? Öğretmeniniz iyi olanı yapıyor. Öğretmen boş durmuyor” diye cevap vermiş. Yıllarca tek başıma okulun hem müdürü, hem öğretmeni, hem hademesi oldum. Tüm bunların dışında Köyümüzün Deliyusuf olan adının Tatlıpınar olması için öncülük ettim. Bunu söylemeden yapamayacağım.