Kenan Evren beni heykeltıraş yaptı

OCG

İrfan Astunç, bir zamanlar Türkiye’den Almanya’ya gitmek için herkesin sıraya girdiği dönemde, mesleği sayesinde “Acı Vatan” denilen Almanya’ya çalışmaya davet edildi. İyi bir işi oldu. Fakat Astunç, memleketin kalkınması için teknik elemana gereksinimi var diyerek vatanına döndü. Karıncayı bile incitmeyen insan olarak tanınan İrfan Astunç, 12 Eylül 1980 darbesinde, cuntanın yayınladığı arananlar listesinde yer aldı. Yakalananların işkence gördüğü, kiminin cezaevlerinde yaşamını yitirdiği haberleri alınırken, yıllarca saklanmayı başardı. Hayatını idame ettirmek için, hiç bilmediği bir işe soyundu fakat azmi sayesinde, hediyelik eşya yapımında ustalık seviyesine ulaştı. Yaptığı biblolar, maketler heykelcikler Türkiye’nin her yerinde aranır oldu. Yıllarca yakalanma korkusuyla yaşadı, yılmadı, bu dönemde 3 çocuğunu okuttu. 12 Eylül davalarından aklanınca mücadelesini toplum yararına derneklerde verdi. CHP ilçe başkanlığı yaptı, gazetecilik yaparken, hep doğruları yazmaktan geri kalmadı. Zamana Işık Tutmak diren ya kulum kitabıyla serüven dolu yaşamını okurlara yansıttı.

 

Dayım Çanakkale Şehidi İbrahim Nacinin günlüğü Allahısmarladık adıyla kitaplaştırıldı

 

 İrfan Astunç kimdir?

18 Aralık 1948’de Tekirdağ’ın Saray İlçesi Güngörmez Köyünde doğdum.  2 yaşıma girmeden babamı yitirmişim. Sağlık emekçisi annem ebe hemşire olduğu için çocukluk yıllarım Bigadiç’in İskele ve Işıklar köylerinde geçti. İlkokulun 4 ve 5’inci sınıflarını Manisa’da dedemin, ortaokulu, Soma’da dayımın yanında okudum. Annemin atanamaması nedeniyle 3 yıl öğrenimim aksadı. Bu yıllarda Boraks madeninde çalıştım, tarım işçiliği ve hindi çobanlığı yaptım. Annemin Bandırma Doğumevine atanmasından sonra Bandırma Sanat Enstitüsü Torna Tesviye Bölümüne başlayıp bu okuldan birincilikle mezun oldum. Sanat okulunun futbol takımında yer alırken, Bandırmaspor’un genç takımında top koşturdum.  Ufuk Gazetesinin düzenlediği yarışmada Yıkılan Hayal adlı şiirim dereceye girdi. Sanat okulundan sonra ekonomik nedenlerle üniversite öğrenimi göremedim. Almanya’ya torna işçisi olarak gidip çalıştım. 1971 yılında Seval Gezer ile evlendim. 1972 yılında vatani vazifemi yapmam için Türkiye’ye döndüm. Terhis olduktan sonra İstanbul’da Rabak Elektrolitik Bakır ve Mamulleri A.Ş.’de çalışmaya başladım. Sendika işyeri temsilcisi oldum, akabinde 12 Eylül darbesi sonrasında adı Birleşik Metal-iş olan Türkiye Maden-iş Sendikasında 2 dönem yönetim kurulu üyeliği yaptım. 12 Eylül 1980 ihtilalinde yapılan teslim ol çağrısından sonra eşim ve 3 çocuğum ile birlikte İstanbul’un değişik semtleri ile Susurluk’un Demirkapı Köyünde uzun yıllar kaçak olarak yaşadım. Çocuklarımın nafakasını çıkarmak için eşimle birlikte hediyelik eşya ve nikah şekeri yapıp satarak yaşamımızı sürdürdük. Açılan davalardan aklandıktan sonra, SOS Çevre Gönüllüleri Bandırma Şube kurucu başkanlığı, CHP Bandırma İlçe Başkanlığı, Bandırma Düşünce Üretme Platformu Başkanlığı görevlerinde bulundum. 2006 yılı Ömer Seyfettin Öykü Yarışmasında Çıkrık Tekerlekli Araba öyküm dereceye girdi. Gerçek Gazetesi, İlk Haber Gazetesi, Realite Dergisi’nde köşe yazarlığı yaptım. 2018 yılında 12 Eylül darbesi sonrası yaşadıklarımı anlatan Zamana Işık tutmak Diren Ya Kulum, kitabını bastırdım. Kitap 3 baskı yaptı. Şu an Demirkapı’da yaşamımı sürdürüyorum.

 

Şiire gönül vermemin en büyük nedeni Nazım Hikmet Ran

 

O yıllarda herkes Almanya’ya gitmek isterken siz neden Türkiye’ye döndünüz?

Almanya, Sanat okulu mezunu teknik eleman arıyordu. Benim bölümünü okuduğum Torna tesviye çok geçerli bir meslekti. Almanya’ya gitmem kolay oldu. İşimden memnundum. Türkiye’ye izine geldiğimde Bandırma 600 Evlerdeki bir düğünde eşim Seval ile tanıştım. 1971 yılında evlenip Almanya’ya döndüm. Fakat eşim Türkiye’de kalmıştı. 1972 yılında Askerlik için tekrar Türkiye’ye dönüp vatani görevimi tamamladım. Ülkemizin o yıllarda kalifiye elemana çok gereksinimi vardı. “Elin memleketinde olacağıma, kendi ülkeme hizmet edeyim” düşüncesiyle tercihim ülkemden yana oldu. Ayrıca eşimi Almanya’ya götürebilmem için pek çok prosedürü yerine getirmek gerekiyordu. Hem eşimin, hem vatanımın sevdası ağır bastı. Türkiye’de İş bulmam çok zor olmadı. İstanbul Kağıthane’de Rabak Elektrolitik Bakır ve Mamulleri Fabrikasında işbaşı yaptım. Bu fabrikaya çok hizmetler verdim. Üretim için indikatörler yurtdışından geliyor ve 6 aylık zaman zarfında çok çabuk eriyordu. Fabrika müdürü ile konuşup, ithal edilen indikatörlerin, istediğim malzemelerin verilmesi halinde daha iyisini yapacağımı söyledim ve söylediğimi gerçekleştirdim. Fabrika benim sayemde daha kaliteli indikatörler kullanmaya başladı. Bu arada Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK)  bağlı Türkiye Maden-iş Sendikası’nın baş temsilcisi olarak görev yapıyordum. Türkiye’nin en büyük fabrikalarından biriydi. Temsilcilik görevimi başarıyla yapınca, sendikanın yönetim kuruluna girdim. 2 dönem görev yaptıktan sonra 12 Eylül darbesiyle birlikte bende 12 Eylülde aranan kaçaklar arasına girdim.

 

Siyasette doğru söyleyeni sevmiyorlar

 

Arandığınızı nasıl öğrendiniz ve yakalanmaktan kurtuldunuz?

Fabrikada 700 kişi çalışıyordu. Burada bazı haksızlıkları görüyordum. Ben haksızlığa tahammül edemem. Birisine yapıldığında da korumaya çalışırım. Fabrikanın 3 işyeri vardı. Nerede haksızlık olursa oraya düzeltmeye koşardım. Bu nedenle Türkiye Maden-iş Sendikası işyeri temsilciği önerdi. Çok yoğun olduğumu yapamayacağımı söyledim. Israrlar sonunda temsilci, sonra sendika yöneticisi oldum. Ortaköy’de oturuyorduk. Bir sabah erken saatlerde kapının zili çalmaya başladı. Uykudan uyandım. Hem kapıya vuruluyor hem zil uzun uzun çalıyordu. Sinirle kalkıp kapıyı açtım. Evimizin karşısında oturan genç, “Başkanım darbe oldu. Cunta yönetime el koydu. Başının çaresine bak” dedi ve başkalarına haber vermek için hızla uzaklaştı. Olduğum yerde donup kaldım. Hem işyeri temsilcisiyim, hem Maden-iş gibi bir sendikanın yönetimindeyim, 1 Mayıslar başta olmak üzere her türlü sendikal eyleme katılmışım. En önemlisi Genel Başkan Kemal Türkler ve yönetim kurulu üyeleri gözaltına alındığında yürütme kurulu üyeliği yapmıştım. Silahımız yoktu, yasal olmayan hiçbir hareketimiz olmamıştı ama kafa yapımız darbecilerle uyuşmuyordu. Arkadaşlardan arandığım haberleri geldi. Radyo ve televizyonlarda, siyasi partilerin, sendikaların tüm kurumsal faaliyetlerinin durdurulduğu, başkanların, yürütme kurulu üyelerinin, bölge temsilcilerinin en yakın güvenlik güçlerine teslim olmaları gerektiği duyuruluyordu. Cuntanın deyimiyle, silahlı kuvvetlerin güvencesi altına girmeleri gerekiyordu. Radyoda bildirileri duyduktan sonra eşim, 2 oğlum ve kızımla birlikte Kızıltoprak’ta oturan annemlerin evine sığındık.

 

Akordeon ve saz benim tutkularım arasında yer alıyor

 

Sokağa çıkma yasağında nasıl kaçabildiniz?

Bizim 5 ay önce boşaltıp taşındığımız eve askerlerin geldiğini öğrenince, kaçmamız şart oldu. Çünkü daha büyük olduğu için oturduğumuz yeni ev, boşalttığımız dairenin 5’inci katındaydı. Oraya taşınmamıza ermeni arkadaşım yardımcı olmuştu. Askerler gelince, bizim apartmandan 5 ay önce taşındığımızı söylemişler. Tüm komşular bizi ele vermemişti. Asker evi boş görünce tutanak tutup gitmişti. Sokağa çıkma yasağı vardı ama fırına ekmek almaya gitmek gibi bir durum söz konusuydu Ortaköy’den Kızıltoprak’a gitmek hiç kolay olmadı. Vapurların otobüslerin çalışıp çalışmadığını bile bilmiyorduk. Mecburen sokağa çıkma yasağının kaldırılmasını bekledik. Yasak kalkar kalkmaz gerekli eşyalarımızı alıp 3 çocuğum ve eşimle birlikte annemin evine sığındık. Elde avuçta 5 kuruş yok.  Fabrikaya gidemiyorum. Bir şeyler yapıp para kazanmam lazım. Bizim damatlardan biri hediyelik eşya yapıyor. Onun yanına yardıma gidip gelmeye başladık. Derken biblolar, küçük heykelcikler, maketler yapmasını öğrendim. Gün geçtikçe hediyelik eşya yapmakta eşim ve ben birer usta olup çıktık. Kızıltoprak bizim için yine tehlikeli olmaya başlamıştı. Bu kez Rahmanlar’a taşındık, eski bir bakkal dükkanı kiralayıp atölyeye dönüştürdük. Biblo işini biraz daha ilerletip, alçı ve seramikten Bodrum evleri, Akdeniz evleri,  rölyefler, kalemlikler ve benzeri eşyalar yapmaya başladık. Onlarca çeşit hediyelik eşya ürettik. 12 Eylül bana vurmadı ama pek çok arkadaşım cezaevinde acılar çekti. 6 yıl kadar İstanbul’da kaçak yaşadıktan sonra tası tarağı toplayıp üvey babamın köyü olan Demirkapı’ya gidip daha güvenli bir limana sığınmak istedik. İstanbul’da 3 çocuk ile geçinmek hem zor, hem yakalanma riski çok büyüktü. Her an yakalanırım korkusundan uzak durmak için Demirkapı’ya yerleştik.

 

Daktilo öğrendikten sonra bilgisayarlara da adapte olduk

 

Demirkapı’da hediyelik eşya üretimine devam ettiniz mi? Ham madde temini zor oldu mu?

İstanbul’da yaşam zorlaşmıştı. Atölye kirası, ev kirası bir hayli zorluyordu. Hediyelik eşya üretimini ve çeşitliliğini arttırmıştık fakat yine de ilerisini, çocukları düşünmek gerekiyordu. Babam köye gitmemizi öneriyordu. İstanbul’da kiralar pahalıydı. En ucuzu 10 bin liradan başlıyordu. Teklif cazip geldi Berat etsem bile fabrikalarda iş bulmam kolay olmayacaktı. Benim gibi darbe kaçağı birine iş vermezlerdi. Sonunda İstanbul’u terk etmeye karar verdik. İstanbul’a yük getirip, geriye boş dönmek istemeyen bir kamyoncu ile anlaştık. Ev eşyalarının yanında hem atölye makineleri, hem imal ettiğimiz hediyelik mallar taşınacaktı. Komşularla vedalaştık, büyük oğlum, kamyon ile Demirkapı’ya giderken, biz vapur ile Yalova’ya, oradan önce Bursa’ya Bursa’dan Balıkesir otobüslerine binip Demirkapı’da inecektik. Vapur Yalova’ya yaklaştığında Vapurdan inmek için çıkışa doğru hamle yaparak en önde kendimize yer bulduk. Vapurda zaman geçsin diye gazetelerimizi değiştirdiğimiz adam lüks otomobilinin camını açıp nereye gideceğimizi sordu. Balıkesir’e cevabını duyunca, kendisinin İzmir’e yolculuk yaptığını, ilk kez bu güzergahı kullanacağını söyleyip birlikte seyahat etmeyi teklif etti. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz diyerek kabul ettim ve Demirkapı’ya kadar birlikte geldik. Unkapanı Plakçılar Çarşısında işyeri olan adam ile vedalaşıp İzmir’e uğurladık. Bir süre sonra kamyon geldi eşyalarımızı camları kırık, büyük bir onarım isteyen eve yerleştirdik. Ardından harap haldeki, kırık camlarından içeriye kar savuran konutu oturulur hale getirdik. Artık sıra atölyedeydi. Evimize 300 metre uzakta olan ahırı ortadan ikiye böldük. Atölye olarak kullanacağımız yere toz olmasın diye dereden getirdiğimiz çakıl taşlarını döktük. Döküm, tesviye ve boyama tezgahlarını kurunca en büyük gereksinim olan elektrik işlerini bu konuda usta olan babam halletti. Atölye artık çalışmaya hazırdı. Hem evi, tamir etmek hem bir damı atölye yapmak kolay olmadı. Balıkesir-Bursa Karayolu Demirkapı’nın tam ortasından geçiyor. Bu nedenle ürettiğimiz eşyaları İzmir’e, İstanbul’a götürmek kolay oluyor ama yağmurda, karda, kara kışta otobüs beklemek insanı yaşamaktan bezdiriyordu. İstanbul’a mal götürdüğümde atölye için gerekli olan malzemeleri oradan temin ediyordum. Modelleri ben kendim tasarlıyor kalıplarını çıkarıp tesviyeden geçiriyordum. Ürettiğim heykelcikleri eşim boyuyordu. Atölyeye çalışan elemanlar aldık. İşlerimizi büyüttük. Hakkımızda açılan davalardan da beraat ettim. Eşim ve çocuklarımla birlikte çok zorluklar çektik. Hayat onlara her şeyi öğretti.

 

CHP İlçe Başkanlığı yaptığım dönem

 

 

Beraat ettikten sonra neler yaptınız? Yaşam koşullarınız değişti mi?

Her şeyden önce psikolojik olarak rahatladım. Yakalanma korkusu, hapse atılma korkusu yok. Bir taraftan da atölye işleri yavaş yavaş yoluna girmeye başladı.  İstanbul’da başlayan biblo ve hediyelik eşya serüvenimiz, İzmir, Bursa, Ankara ve Bodrum ile devam etti. Bodrumda, hediyelik ürünler satan bir işyerine Bodrum evi maketleri üretmeye başladık. Müşterimiz bizim ürünlerimizi, tanıyor biliyor ama bir türlü iletişime geçemiyormuş. Eşim Seval ile birlikte Bodruma giderken, yanımıza numuneler aldık. Bir işyerinde tanıtım yaparken bizi başka bir müşteriyle tanıştırdı. Numunelerimizi görünce, “Bunlar çok güzel ürünleriniz de kaliteli fakat Bodruma gelen turistler yanlarında hatıra olarak küçük hediyelik eşyalar satın almak istiyor. Sizin kalemlikleriniz biblolarınız büyük. Bana küçük boy Bodrum evleri lazım” dediğinde el sıkışıp anlaştık. Bizim için ayrı bir kazanç kapısı oldu. Kuzenim Manisa Ticaret Odası Başkanı Bülent Koşmaz. Manisa’da adını taşıyan lise var. Eskiden Ülkü Ocakları Başkanlığı da yapmıştı. Benim yaşadıklarımı a’dan z’ye biliyordu. Bandırma’da çeyiz satan büyük bir mağaza açtı. “Demirkapı’dan kurtulursunuz” diyerek Seval ile birlikte işin başına geçmemi istedi, % 25 ortaklık teklif etti.  Kabul edip Bandırma’ya taşındık. Bandırma’da lise arkadaşlarım, futbolcu arkadaşlarımla tekrar bir araya gelmemin mutluluğunu yaşadım. Bu nedenle ABD’nin “Bizim çocuklar” dedikleri ile “Netekim” Paşaya çok teşekkür ediyorum. Bandırma’da taksitle çeyiz satan mağazada çalışırken bir süre atölyedeki işleri bizimle birlikte çalışanlar yürüttü. Kazandığımız para ile Demirkapı’da borçlanarak arsa aldık. Para kazandıkça, demir, çimento, tuğla alarak yavaş yavaş evimizi inşa ettik. 17 yıl çalıştığımız çeyiz mağazasına 11 bin 777 kayıtlı müşteri kazandırdıktan sonra kapattık.

 

Türkiye Maden iş Sendikası toplantısı sonrası

 

CHP Bandırma İlçe Başkanlığı yaptınız. Siyasete nasıl atıldınız.

Ben CHP ilçe başkanı olmadan önce Bandırma’da gerçekleştirilen her türlü eyleme katılıyordum. Çevre derneği kurucuları arasında yer aldım. Sıkıntılı bir yaşam sürmemize rağmen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve benzeri kuruluşlara kendi çapıma göre bağışlar yapıyordum. CHP’de arkadaşlarım vardı. Hepsi beni ve mücadeleci ruhumu iyi biliyorlardı. Fakat ben pek siyaset adamı değildim. Netekim Paşa’dan aldığım ders yetmiyormuş gibi siyasete atıldım. 2003-2005 yılları arasında ilçe başkanlığına seçildim. Politikacı olmak için siyaseti seveceksin, her yerde, her zaman doğruyu söylemeyeceksin. Sendikacılık yaşamımda DİSK’in işçi sınıfı disiplinini aldığım için doğruları söylemekten hiç çekinmedim. Siyasette de örgütlü mücadeleyi savunup doğruları söyledim. O günün koşulları uygun olamasa da, nakliye şirketlerinin ETİ-BOR ürünlerini İzmir’e taşımak için yarıştıkları dönemde ben tepki alacağımı bile bile nakliye işinin demiryolu ile yapılmasını savundum. Bigadiç’ten Bandırma’ya gelen bor yüklü kamyonların, yolları bozduğuna ve trafik kazalarına yol açtığına dikkat çektim. Demiryolu ile getirilmesini bir çevre panelinde dile getirdim. Bu önerilerimi CHP’ye karşı politik malzeme yaptılar. Umarım bugün söylediklerimin doğruluğunu kavramışlardır. Dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın yapacağı Termik santrala karşı çıktım, makaleler yazdım. Bergamalı direnişçilerin de katıldığı gösteriler yaptık. Edincik’te kurulacak çimento fabrikasını engellemek için eylemler yaptık. 2004 yılında emeklilik hakkını kazandım. Siyaseti bırakma kararı aldım. Bu tavrım hem CHP’liler hem rakip partililerce yadırgandı. Bandırma Belediye Başkanlığı ve milletvekilliği yapan Sedat Pekel Siyaseti bırakmamamı söyledi. Genel merkezin de aynı görüşte olduğunu savundu. En ilginci; Belediye başkanlığı ve milletvekilliği yapan Ak Partili Cemal Öztaylan, “Siyaseti bırakma beni bunlarla papaz etme” dedi.  Benim dönemimde hiçbir siyasi parti ile çekişmemiz olmadı.

 

DİSK’in mal varlıkları geri verildiğinde Kemal Türkler Eğitim Tesislerinde yaptığımız toplantı

 

Mesleğiniz torna tesviye, sendikacılık yaptınız, hediyelik eşya ürettiniz, futbolculuk, şairlik, politikacılık yaptınız, gazetecilik ve yazarlık için esin kaynağınız ne oldu?

Lise yıllarında yazdığım Yıkılan Hayal adlı şiirim birinci olmadı ama derece aldı. Bu nedenle şiir yazmaya devam ettim. Okul bittikten sonra Almanya’da çalışma, askerlik ve İstanbul’da çalışma derken, kaçak yaşam ve hayat mücadelesi başlıyor. Çocuklarımın karnını doyurma mücadelesinde şiir, yazı, aklıma gelmiyor ama yaşam beni o yönde besliyor. Zaloğlu Rüstem adlı tarihi romanı yazan Mehmet Rasim Özgen benim dayım. Çanakkale Savaşında tuttuğu günlüğü, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi tarafından Allahaısmarladık adıyla basılan günlüğün sahibi Çanakkale Şehidi İbrahim Naci benim dayım. Balıkesirli çocuk kitapları yazarı İncila Çalışkan, Çıkrık Tekerlekli Araba öykümün 2006 yılında yapılan Ömer Seyfettin Öykü Yarışmasına girmesine öncülük etti ve bu öyküm dereceye girip seçki kazandı. Demek ki yazarlık genlerimde varmış. Gerçek Gazetesi’nin sahibi Nihat Özbek çok sevdiğim değerli bir insandı. Gazetesinde köşe yazmamı isteyince, Memleketim adlı köşede makaleler yazmaya başladım. Daha sonra İlk Haber Gazetesi’nde Maydanoz adlı köşemde nükteli makaleler kaleme aldım. O kadar ilgi çekiyordu ki beni şaşırtan gelişmeler bile oldu.  Köşemde sık sık, Bakarkörler Derneği ve çalışmalarından söz ediyordum. Aslında böyle bir dernek yoktu, İroni olsun diye Bakarkörler Derneği’ni ben yaratmıştım. Gazeteye tarihini anımsamadığım bir gün şık giyimli bir kadın geldi ve derneğe nasıl üye olabileceğini sordu. Derneğin olmadığını güç bela anlattım. Realite Dergisi’nde de bana ait bir sayfa vardı.

 

Evimizi restorana çevirip kahvaltı verirdik

 

 

Zamana Işık Tutmak Diren Ya kulum kitabında neler anlatıyorsunuz?

Boş zamanlarımda, geçmiş anılarımı karalıyordum. Gazetelerde yazmak, kitap yapmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Eşim yazmamı istiyor, kitap bastırmasan bile torunlarımızın okuması için yazmamda ısrar ediyordu. Tabi ki arzusunu kırmadım anılarımı yazmaya başladım. Malatyalı Şair Arife Kalender ile yollarımız kesişti. Yazdıklarımın bazılarını görünce, “Ne bekliyorsun? Bunlar yayınlanacak yazılar” diyerek teşvik etti. Bilgisayarım yoktu, olsa bile bilgisayar konusunda hiçbir şey bilmiyordum. Yazar İncila Çalışkan daktilosunu verdi. “Yaz bunları arkadaş! Harcanıyorsun! Senin öne çıkman şart”  dedi. Çıkabildiğim kadar öne çıktım. Bir kitap yazdım ama Bandırma’dan tekrar Demirkapı’ya gelince, köy evinin yapımıyla uğraşırken duraklama oldu. Kitabımın ilk baskısını Bandırma Belediyesi yaptı, sonra Birleşik Maden-iş, ikinci baskısını üstlendi, şu an 3’üncü baskısı satılıyor. Bu arada Biz köy evimizin bahçesini yazın Çiçekli Bahçem adıyla restorana dönüştürüp kahvaltı veriyoruz. Köy kahvaltısı yapmaya gelenlerin masalarına 1 kitap bırakıyoruz. Masadan bir başkası ikinci kitabı istediğinde dönüşümlü okumalarını tavsiye ediyoruz. Böylelikle kitabımız pek çok kişiye ulaşmış oldu. Gelenler hala kitabı soruyor ama bizde kitap kalmadı.

 

 

Köşe yazılarım büyük ilgi görürdü

 

Zamana Işık Tutmak kitabında nelere değindiniz?

Her şeyden önce zor yıllarım yer aldı, hatta kitabımın girişinde, “Mahpus kaça kaça bitti” deyimini yazdım. Kaçak yaşamak da bir nevi mahpusluktu. Teslim ol çağrısını öğrenince, evimde yaşadıklarım, annemin evine kaçışımız, oradan başka bir semte taşınmamız, çektiğimiz sıkıntılar, şu anda yaşadığım yer Demirkapı’ya gelişimiz, hediyelik eşya imalatı ve satıştaki zorluklarımız, dernek başkanlıklarım, siyasi parti başkanlığım, Bunları anlattım. Şiirlerime yer verdim kitapta, gazetede yayınladığım makalelerden örnekler var. Yaşamımdan kesitler sunan fotoğraflar yer aldı.

 

Kitabımı binlerce kişi okudu

 

Yeniden Torna tesviye mesleğine dönüp bir fabrikada çalışmak istediniz mi?

Tekrar işi bıraktığım fabrikada çalışmak isterdim fakat o fabrika kapandı. Tekrar sendikacılığa dönebilirdim fakat sendikacılıkta her şey değişmiş. Netekim Paşa bize sendika ağaları diyordu ama biz profesyonel sendikacılık yapmadık. Hiç kimse 5 kuruş para almadan çalışıyorduk. Çalıştığımız iş yerlerinden aylığımızı alırdık üstelik fazla mesailer olmaz, ikramiyeler verilmezdi. Aradan yıllar geçti, darbeden sonra el konulan DİSK’in mal varlıkları geri verilince, Türkiye Maden-iş Sendikası eski yöneticileri olarak DİSK’in Gönen Denizköy’deki Kemal Türkler Eğitim ve Dinlenme Tesislerinde toplantı yaptık. Toplantıya, cezaevinde yatıp çıkan ve benim gibi kaçak yaşayan yönetim kurulunda görev alan arkadaşlarımız Katıldı. Sendikacılığın geleceğini konuştuk. Bana tekrar yöneticilik teklif ettiler. Bu kez profesyonel sendikacılık vardı ve maaş alıyordun. Bu nedenle sendikacılık yapmak istemedim. Çünkü benim bir işim vardı. O dönemde o kadar çok işsiz arkadaşımız vardı ki onların yararlanmasını istedim. Büyük ortağım, DİSK’in tesislerine, çarşaf, havlu nevresim satmamı istedi. Kazanacağım parayla ev alabileceğimi söyledi, kesinlikle reddettim. Ben hiç kimseye rant kazandı dedirtmem diyerek teklifi reddettim.

 

Realite Dergisindeki sayfamda çeşitli konulara değinirdim

 

 

Kaçak yaşadığın yıllarda, ya da daha sonrasında unutamadığınız anınız var mı?

Direkten döndü” diye bir deyim vardır. Ben direkten dönmeyi Demirkapı’da yaşadım. Bir astsubay askerlerle birlikte ahırdan bozma, çoluk çocuk çalıştığımız işliğimize geldi. “Bu güzel şeyleri burada mı üretiyorsunuz?” diye sordu. Gördüğünüz gibi burada üretiyoruz diye yanıtladım. Atölyeye baktı yüzüme baktı sonra askerlerine işaret ederek işlikten çıkıp gitti. Giderken arkasını döndü, “Sizin çalışmanız lazım çok güzel işler yapıyorsunuz” dedi. Beni yakalamaya mı geldi, halimize mi acıdı, yoksa tesadüfen mi uğradı, tesadüf ise niye askerlerle birlikte geldi? Bu soruların cevabını hala bulamadım. Her şey bitti dediğim anda beni almasalar bile uzun süre korkudan ne yapacağımı bilemedim. Birde benim için hem acı, çocuklarımın mallarını iyi korudukları için sevindiğim bir olay oğlumun ve kızımın okul çantalarının DİSK’in Müzesi’nde sergileniyor olması. Oğlum ilkokula gidecek çantası yok. DİSK’in son kongresinde verdiği, üzerinde DİSK’in amblemi ve Sendika ismi olan çantanın yazılarını kapatmak için üzerine çıkartma yapıştırdık. Oğlum ve kızım o çantayla okula gidip geldi. Şimdi o çanta DİSK’in müzesinde sergileniyor.

 

Türkiye Maden-iş Kongresi konuşması

Exit mobile version