KADER DİYE GEÇİŞTİRİLEMEZ…

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Bundan 20 yıl önce AKP iktidara geldikten 7 ay sonra yaşanan Bingöl Depremi sonrası, 2003 yılında Recep Tayyip Erdoğan şunları söylemişti…

“Yeraltında fay kırıklarından önce bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır. Malzemeden çalmanın arkasında ahlak hırsızlığı, demokrasiden çalmak, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır. Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkânlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Olay kader diye geçiştirilemez.”

Altına imzamı atacağım bu sözlerin üzerinden dediğim gibi 20 yıl geçti. Aynı Erdoğan, Pazarcık’ta depremzedeye “Olanlar hep oldu. Bunlar kader planı içinde olan şeyler.” Dedi.

Erdoğan, son yıllarda meydana gelen her afet sonrası yaşananları hep kadere bağlayarak, siyasisorumluluğunun üzerini kadercilik şalıyla örtmeye çalışıyor.

Deprem doğal bir afet ve her ne kadar öngörülüyor olsa da önlenebilir bir şey değil.Doğanın fıtratında olan depremin kendisi elbette siyaset üstü bir olgu. Bu açıdan bakıldığında bu doğa olayının gerçekleşmesine bir kader diyebiliriz.

Doğa olayı depremin gerçekleşmesi dışında, yaşananların hiç biri kader değildir…

Erdoğan’ın, 20 yıl önce söylediği gibi olay kader diye geçiştirilemez…

 

***

Nihat Hatipoğlu’nu bilirsiniz. Yıllardır iktidara yakınlığı ile bilinen ATV’de programlar yapar. Kadercilikle ilgili söyledikleri aslında kralın çıplak olduğunu ortaya koyar nitelikte.

Diyor ki;“Bilim adamlarının, işin uzmanlarının sözü, bizim için dini bir emir gibidir. Uzmanları dinleyeceğiz. Bundan sonraki süreçte onları dinlemek zorundayız. Geçmişte dinlemediğimiz için başımıza felaket gelmişse bunu kaderle ifade etmeyeceğiz. Kader bu değil, kader akıllı düşünmektir, tedbir almaktır. “Akıldan daha büyük tedbir yok diyor” sevgili peygamberimiz. Bizim kader anlayışımızda bu vardır.”

Hatipoğlu’nun söyledikleri çok önemli ama asıl önemli olan bunları Hatipoğlu’nun söylemiş olması.

Peygamberin sözünden hareketle,akıldan bilimden bahsediyor. Bilim insanlarının sözünün dini bir emir gibi öneme sahip olduğuna dikkat çekiyor.

 

***

Lakin AKP iktidarının böyle bir anlayışla yani akıl ve bilimin öncülüğünde ülkeyi yönetmek gibi tercihi olmadı. Tam aksine tarikat ve cemaatlere sırtını dayadı. Tarikat ve cemaatlerin tüm kamu kurum ve kuruluşlara nüfuz etmesine göz yumdu. Siyasal İslam anlayışına sahip tüm unsurlarla kol kola yürüdü. Üniversitelerin özerkliğini, eğitim kalitesini ayaklar altına aldı.

Yıllardır bilim insanları yaşadığımız bu depremin gelmekte olduğunu haykırdılar. Gerekli tedbirlerin alınmadığını söylediler. İktidarın üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediğini eleştirdiler. Sistematik rantın, insan hayatını hiçe saydığını belirtiler.

TMMOB başta olmak üzere birçok meslek odası, sivil toplum kuruluşları iktidarın yanlışlarını bilimsel verilerle ortaya koydular. Sokakta, mahkemelerde hak mücadelesi verdiler.

Ama tüm bu çabalar iktidar tarafından dikkate alınmadı, yok sayıldı, görmezden gelindi.

Tek dertleri kamu çıkarını korumak olan bu unsurlara iktidar, terörist dedi, vatan haini dedi, ülkenin kalkınmasını istemiyorlar dedi ve her türlü baskı ve yaptırımlarla yıldırma politikası uyguladı.

Bilim ve aydınlanmayı rehber edinen ve yurtsever anlayışa sahip bu yapıları siyaset yapmakla suçladılar.

 

***

Oysa Siyaset yapmak suçlanacak bir şey değil. Tam aksine demokrasilerin vaz geçilmez unsurudur. AKP iktidarı, işine gelmediği için hep buna olumsuz anlam yükleyerek yarattıkları algı üzerinden siyaset yaptılar.

İktidarları boyunca becerebildikleri tek iş halkı yanlış yönlendiren algı yaratmak ve bunu iyi yönetebilmekti. Artık onu da beceremez haldeler. 

Beceriksizliklerinin, ülkeyi yönetemediklerinin üstünü hep örtmeye gayret ettiler. Ve her zamanki gibi aynı şeyi yapıyorlar.

Tüm yaşananları kadercilik kisvesine büründüren, böylece insanları kaderine boyun eğmeye ve itaate sevk etmeye yönlendirmeye çalışan Erdoğan, ‘Yaşananları siyaset malzemesi yapmak isteyenler var’ diyebiliyor. Üstelik kullandığı bu ifadelerin bile bir siyaset olduğu gerçeğini göz ardı ederek.

Önce şu tespiti yapmak gerekiyor…

 

***

Farkında olunsa da olunmasa da hayatın kendisi bir siyasettir. Kurduğunuz hayallerin gerçekleşmesi bile siyasetin kapsama alanına girer. Eğitimden sağlığa, sosyal güvenliktenişsizliğe, hayat pahalılığından adalete, gözlerinizi dünyaya açmadan öncesinden tutunda, son nefesinizi verdikten sonrasına varıncaya kadar siyasetle ilişkiliyizdir aslında.

20 yıl önceki Erdoğan’ın söylediklerinin, o günden bugüne kendi iktidarı içinde sorgulanıyor olmasında inanın hiçbir anormallik yok.

O gün Erdoğan’ın söylediği de siyasetti, bugün söylenenler de siyaset. Olması gereken olağan bir şeyi, tu kaka gibi göstermek beyhude bir çabadır.

Yine Erdoğan’ın ifadeleriyle yeraltında fay kırıklarından önce kırılan ar damarlarının olup olmadığını sorgulamak, iddia etmek, gerekçeleri ortaya koymak her yurttaşın, her siyasetçinin asli görevidir.

Ahlak hırsızlığı var mı yok mu? Demokrasiden çalmak söz konusu mu değil mi? Hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yapılıyor mu yapılmıyor mu? Ve buna benzer birçok soruyu sormak, cevabını aramak tam da siyasetin konusudur.

Tamam, tarihi bir felakete şahitlik ediyoruz. Geniş bir coğrafyayı yerle bir eden, felaket senaryolarında bile bu kadarının ön görülmediği iki ayrı büyük depremleri yaşadık arka arkaya. Ağır kış koşullarının hüküm sürdüğü ortamda her şeyin çok zor olduğunu kimse inkâr etmiyor.

Kimse askere, polise, jandarmaya laf etmiyor. Her biri bu ülkenin evlatlarından oluşan şanlı, şerefli göz bebeği yapılar.

Erdoğan, “kimseye askerimizi, polisimizi, jandarmamızı meze ettirmeyiz” diyor. İnsanları namussuzlukla suçluyor. Askeri, polisi, jandarmayı kendine siper ederek yarattığı algı üzerinden siyaset yapıyor.

Meze yapanın kim olduğuna elbette halk karar verecek.           

 

***

Bu ülkenin Başkomutanı kim?

Sorarsan ve üstelik yazılı kurallara göre de bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başkomutandır.

İnsanlar sadece şunu merak ediyor, eleştiriyor ve soruyor…

Tıpkı 1999 depreminde olduğu gibi asker niçin hemen sahada değildi?

Ama bunu sormak Erdoğan’a göre bu unsurları meze yapmak oluyor.

Merak edilen ve sorgulanan birçok konu var. Hangi birini yazalım.

Örneğin…

AFET Yasası her türlü yetkiyi verirken niçin OHAL ilan edildi? Ya da edilecekti niçin geç kalındı?

Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, OHAL ile ilgili ortaya koyduğu gerekçelerin hiç birinin geçerliliği yok. Gerekçelerden birini Yağma olaylarının önüne geçmek olarak ortaya koyuyor.

Yağmanın önüne geçmek için OHAL’e ihtiyaç duyma noktasına gelinen vahim bir durum ve tükenmişlik varsa, OHAL ilan etmeden önce yapması gereken; İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifasını almak olmalıydı.

Vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak İçişleri Bakanının görevi değil mi? OHAL’siz yağmaların önüne geçilemiyorsa bunun sorumlusu Süleyman Soylu değil mi? OHAL için böyle bir gerekçeyi ortaya koymak aynı zamanda malumun itirafıdır.

“Yaşananları siyaset üstü olarak kabul etmiyorum” diyen Kılıçdaroğlu çok haklı…

Yaşananlar öyle kadercilikle kabullenilecek, siyaset üstü diye geçiştirilecek şeyler değil.

 

***

Bu halk;

Deprem vergilerinin nereye gittiğini soracak, koordinasyon eksikliğinden dolayı yardımların niçin geciktiğini soracak, Cehaleti, Talan Düzenini, İhmali sorgulayacak, altın saatlerde dakikaların önemli olduğu süreçte saatlerce kesilen iletişimin mal olduğu sonuçları soracak, AFAD’ı, Kızılayı, Diyanet İşlerini, Hastanelerin yolların havalimanlarının niçin depreme yenildiğini soracak ve daha birçok şeyi soracak.

Soranlar düşman değil, vatan haini değil, terörist değil, namussuz ve şerefsiz değil. Tam aksine soru sorma hakkına ve cevap alma hakkına sahip halk.

Depremde hayatını kaybeden Şeyma, 3 Kasım 2020’de sosyal medyadan şu mesajı yazmış.

“Bir deprem ülkesinde yaşayan ve deprem tehlikesi yüksek illerden Kahramanmaraş’ta yaşayan biri olarak bir gün burası da Elazığ’ın, İzmir’in kaderini yaşarsa benim için ailem için veya herhangi biri için melek oldu diye iyileştirmeler yapmayın. Hakkımızı arayın.”

Ah Şeyma, keşke yaşasaydın ve bu hak mücadelesinin öncüsü olsaydın. Ama bu halk vasiyetini yerine getirip hiç şüphesiz hakkını arayacaktır…

Yaşananlar;

Siyaset üstüymüş?

Kader planı içinde olan şeylermiş?

Öyle mi?

 

 

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
KADER DİYE GEÇİŞTİRİLEMEZ…
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!