Gerçekler mi mucizeler mi?

KUBİLAY S. ÖZTÜRK

 

Yakın coğrafyamızdaki gelişmeler nedeniyle, bugünlerde bir kere daha tedirginlik yaşıyoruz. Ukrayna, Azerbaycan derken şimdi de Filistin’deki savaş, hem insani boyutu, hem de ekonomik ve siyasi sonuçları nedeniyle endişe yaratıyor. Önce gerilimler gıda ve enerji alanlarını etkilenmişti. Bu seferki ise eğer bir bölgesel savaşa dönüşürse, sadece Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilmeyecek. Çatışmalar bir vesayet savaşı niteliğinden çıkıp, tüm Dünya’ya çok ağır bedeller ödetecek. Enerji fiyatları büyük bir hızla artacak. Gelişmeler önemli. Bunca ateşin ve riskin ortasında olan ülkemiz ise, esas olarak güvenlik konusuyla değil ama ekonomik krizle uğraşmaya devam ediyor. Çıkışın da pek kolay olmayacağı görülüyor. Bu nedenle Dünya’daki her yeni gelişmeye, öncelikle bu pencereden bakıyoruz şu günlerde.  

 

***

Bildiğiniz gibi, iktidarın son yıllarda uygulamaya çalıştığı ve küresel ekonomik sistem dışında kalan, bu nedenle de “Nas” denilerek dini bir çerçevede izah edilmek istenen “yeni ekonomi modeli” yürümedi. Kısaca “faiz oranlarını, enflasyon seviyesinin çok altında tutmak” şeklinde açıklayabileceğimiz bu model nedeniyle, kamu maliyesi ve ekonomi alanında çok büyük bozulmalar yaşandı ülkemize.

Seçim öncesi yapılan ve bütçe açıklarını daha da arttıran harcamalarla bozulma iyice arttı. Sonuçta sandıktan iktidar değişimi çıkmadı ama iktidarın kendisi ekonomi yönetimini tümüyle değiştirmek zorunda kaldı. Zira deniz bitmişti ve eski modelin adı bile ağza alınmıyor şimdi.

Bunun yerine, batı dünyasının duymak istediği yönde “rasyonel politikalara dönme” şeklinde açıklanan bir ekonomi yönetimine geçildi. Uluslararası finans dünyasından transfer edilen kişilerle sağlandı bu “değişim”. Tabii profesyonel kişiler sadece araç oldu burada, esas olan İMF’nin ekonomi politikalarına dönülmesiydi. Batı dünyasının İMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarının kapısı çalınmadı, iç siyaset nedeniyle ama onların istediği model dönüşümü yapıldı.

Zira o cenahtan yeni sıcak para girişi için ekonomide rota değişimine gidilmesi gerekiyordu. Körfez ve Asya ülkelerinden para akışı sınırlıydı ve Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktı. Kısa vadeli swap işlemleri ile ekonominin çarkı ancak dönüyordu.

Bu yüzden “geleneksel olmayan politikalar” rafa kaldırıldı ve K. Derviş’in eski modeline yakın bir anlayışa dönüldü. Yine sıkı para politikası ve bütçe disiplini bir arada uygulanmak isteniyor. Fakat bunu gerçekleştirmek şimdi çok daha zor. Çünkü ülkemiz sürekli sıcak paraya ihtiyaç duyulan bir ekonomi modeline iyice sıkışıp kalmış durumda. Temel ekonomik sorun bu. İhracatımız, ithalatımızı karşılayamıyor, sürekli bir döviz açığı meydana geliyor. Sıcak paraya bağımlı, kendi üretemediği dövizi, devamlılık kazanan cari açığı borçla karşılayan bir ülke artık Türkiye. İktidar bu nedenle ekonomiyi yeni borçlarla çeviriyor. Elbette kader değil bu yaşanan, değiştirilebilir ama uzun yıllar ve ısrarlı politikalar gerekiyor. Oysa seçimlerle alınan yetki sadece beş senelik oluyor ve uzun vadeli politikalar yerine, kısa vadede seçmeni etkileyecek işler yapmayı tercih ediyor iktidar. Böylece gün kurtarılıyor ama sırtımızdaki kambur da artıyor. Bunu daha net görmek için rakamlara da bakmakta fayda var.

 

***

Türkiye’nin 2002’deki dış borcu 131 milyar USD’dı. 20 yılda bu borç 345 milyar USD arttı ve 476 milyar USD’a ulaştı. Geçtiğimiz 29 Eylül’deki açıklamasında Hazine ve Maliye Bakanlığı, Türkiye’nin brüt dış borç stokunun 30 Haziran itibarıyla 475,8 milyar USD, net dış borç stokunun ise 267,7 milyar USD olduğunu açıkladı. Böylece brüt dış borç stokunun milli gelire oranı da % 46,5 oldu. Yani milli gelirimizin neredeyse yarısı kadar borçlanıldığı ama ülkenin temel ekonomik sorununu çözecek yatırımların hala yapılmadığı ve ekonomik kaderimizin değiştirilmesinin becerilemediği görülüyor. O nedenle de, bugün Türkiye’nin çok ciddi bir döviz açığı problemi var. Önümüzdeki bir yılda ödenmesi gereken dış borç 207,3 milyar USD, cari açık ise 55 milyar USD. Bu durumda ekonomideki temel sorun da enflasyon değil, döviz açığı oluyor. Sebebi belli bunun. Fakat buna rağmen, döviz fiyatını aşağıda tutma yönünde para politikaları uygulandı, Merkez Bankası piyasaya sürekli olarak döviz sattı, Hazine ve Maliye Bakanlığı da dövize olan talep patlamasın diye Kur Korumalı Mevduat formülünü uyguladı yakın geçmişte. Yapılan sadece zaman kazanmaktı ama bütün bunlar hem zengini daha zengin, fakiri daha da fakir yaptı; hem de bu servet transferinin yükünü fakire ve gelecek kuşaklara aktardı. Yaşadığımız krizin özeti bu.

 

***

Seçimi kazanan iktidarın, hemen yeni bir ekonomi yönetimi oluşturması da, önceki yıllarda yaptıklarının hatalı olduğunun kabullenilmesiydi aslında. Hatanın kabulü ama siyasi bir bedel ödenmemesi ise bize has bir durum oldu sanırım. Şimdi yeni oluşturulan bu ekonomi yönetimi, döviz fiyatını serbest bırakıp piyasa tarafından belirlenmesine izin verse, muazzam bir artış olacağını ve enflasyonun da iyice fırlayacağını görüyor. İktidar da bunu istemiyor. O nedenle kademeli düzeltme adımları atılıyor sadece. İhracatı bir anda arttırmak ve döviz girişini patlatmak da mümkün değil zaten. İthalat iyice kısıtlansa ve dövizin ülkeden çıkışı engellenmeye çalışılsa, o zaman da sanayinin çarkları duracak.

Zira hammadde ve enerjide dışa bağımlı bir sanayi var ülkemizde, bunu tümüyle dönüştürmek için de uzun yıllar gerekiyor. Enflasyonun iyice artışına izin verilse, bu sefer tüketim durma noktasına gelecek, üretim iyice düşecek ve bankacılık sektörü tıkanacak. İktidar bunu da istemiyor. Bu nedenlerle de bozulanı zamana yayarak düzeltmekten başka yol kalmıyor yeni ekonomi yönetimine. Bugünü atlatmanın çaresi de borç bulmak oluyor.  

Fakat sürekli borç alan ve geri ödemede zorlanan bir çarkın içindeki ülkelere, o borcu verenlerin yeniden ikna edilmesi de zor. Geri ödeme garantisi olmadan yeni borç vermek uluslararası finans piyasasında fedailik değil, enayilik olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle, o piyasanın tanıdığı, güvendiği profesyonelleri işbaşına getirmek de yeterli olamıyor. Esas güveni verecek olan, o ülkeyi yöneten iktidar olmak zorunda. İşte bu noktada hala bir “güven sorunu” olduğu da görülüyor. Mesela Dünya Bankası ülkemizin limitini arttırıyor ama o parayı da atılacak adımları gördükçe kademeli bir şekilde vermek istiyor.

 

***

Mesela kapital sahibi şirketler ve kişiler “birlikte iş yapma niyetini” ifade ediyorlar ama finansal borç vermek yerine, ucuz yoldan varlıklarımızı satın almak, maden çıkartma imtiyazı elde etmek, iyi kar edilecek kamu işletmelerini elde etmek istiyorlar. Kredibilitesi oldukça düşük ülkemizin ve ekonomi yönetimi de zorlanıyor yeni borç bulmak konusunda. Mesela kara para aklama cenneti olan ülkelerin bulunduğu Gri Liste’den acilen çıkmak gerektiği söyleniyor. Bunu yapmak için de Hazine ve Maliye Bakanı, haliyle İçişleri Bakanı’ndan yardım istiyor. Düne kadar kaynağına bakmadan sıcak para getirdiği için hoşgörüyle karşılanan bazı çetelerin, şimdi dağıtılmasındaki temel nedeninin de bu olduğu görülüyor.

Özetle, gelinen yerden çıkış hiç de kolay değil. Mesela artık Bakan’ın bile “kurtulmak istiyoruz” dediği Kur Korumalı Mevduat’ın 125 milyar USD tutarına yaklaştığı ve % 70’inin dövizden, % 30’unun ise TL’den geçişli olduğu biliniyor. Bir anda, mesela bu yılın bitiminde KKM’ın sona erdirilmesi halinde, dövize talepte bir patlama yaşanacağı ve piyasalarda fiyat istikrarının kalmayacağı da anlaşılıyor. Ayrıca enflasyonu da iyice azdıracaktır böyle bir karar. Dövizi tutmak için bu sefer faizi arttırmak gerekiyor, rasyonel denilen ise bu. Fakat orada da hem Cumhurbaşkanı’nın ikna edilmesi, hem bankaların ani olarak zorlanmaması, hem enflasyonun patlamaması, hem de yerel seçimin dikkate alınarak kredilerin biraz makul oranlardan verilebilmesi gibi karmaşık bir denklem var. Bunu çözmek epeyce zor. Faizlerin yavaş artmasının ve çözümün zamana yayılmasının bir nedeni de bu.

 

***

Fakat dövizde, faizde, kamu tasarrufunda atılan bütün adımlar kaplumbağa hızıyla olurken; ücretler ve aylıklar konusunda tavşan hızıyla kararlar alınıyor ve uygulanıyor. Bu anlamda, krizlerin bedelini halka ödetme yolu izleniyor yine. En çok mağdur olanlar ise emekliler. Ekonomik sıkıntıları öylesine arttı ki, iktidardan yılsonunu beklemeden maaşlarına zam yapılmasını istediler. Fakat bir defaya mahsus, o da sadece tekrar çalışmayanlar için, 5 bin TL “Cumhuriyet İkramiyesi” kararı açıklanınca tam bir hayal kırıklığına uğradılar. İktidar bu konuyu yeni bir Torba Kanun’a koydu ve Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’na gönderdi. Orada iktidar sözcüleri, emeklilerce beğenilmeyen bu yeni ödemenin bütçeye vereceği yükün 60 milyar TL’nı aştığını, oysa Ek MTV’nin bile sadece 30 milyar TL getireceğini söyledi. Muhalefet partileri ise KKM’ın maliyetinin tek başına 150 milyar TL olduğuna işaret etti. Tartışmalar böyle ama sonuçta emekliler şimdilik bir miktar bahşiş alacaklar sadece. 29 Ekim’e de yetişmeyecek, muhtemelen Kasım’a kalacak. Düzgün bir maaş beklentileri ise Ocak ayına ertelendi bile. Asgari ücret ve maaş beklentisinde olanlar da, ekonomik olarak bir parça nefes alabilmek için Ocak ayını bekliyor şimdi. TÜİK tarafından açıklanacak enflasyon oranlarının ne olacağını da merak ediyorlar. “Bir kere daha kendileri için şaşarsa bu rakamlar, ekonomi yönetimini de yanlış yönlendirir mi acaba?” diye de endişe duyuyorlar. Merkez Bankası’nın yılsonu enflasyon beklentisi olan % 67’nin de aşılacağı tahmin ediliyor. Bu durumda yeni ücret artışlarının % 40 ile 50 arasında şekillenmesi bekleniyor şimdi. Beklentiler, yerel seçim öncesi zamanlama nedeniyle de üst seviyeye çıkmış bulunuyor.

 

***

Bütün bunlar nasıl olacak dersiniz? Türkiye faiz artırımıyla ve dış kaynak bularak rasyonele dönmeye çalışıyor. İçerideki kriz dayanılması zor haldeyken ücretli ve emekliye Ocak ayını beklemesi söyleniyor. Sıkı bütçe ve sıkı para politikası birlikte uygulanarak, tüketimin engellenmesiyle enflasyonun hızının kesileceği söyleniyor. Devasa bir mülteci yükü taşınmaya devam ediliyor. Şubat depremlerinin yıkımı giderilmeye ve yeni depremlere karşı da hazırlıklı olunmaya uğraşılıyor. Bu arada yakın coğrafyadaki gerilimler de tırmanıyor. Şimdi, kendinize sorun isterseniz, reel gerçekler mi yoksa mucizeler mi belirler geleceğinizi? Yoksa yerel seçimler de iktidarın istediği şekilde geçerse, halka daha büyük bedeller mi ödetilir?

Exit mobile version